30 Nisan 2009

Avrupa Kupaları En İyi 10 Gol

Türk takımlarının Avrupa Kupaları tarihinde, en azından benim takip ettiğim son 22 yıllık süre zarfında, attıkları goller arasından en hatırlanısı olanları derlemeye çalıştım. Bilirim zordur ve aslında iddialı çalışmalardır bunlar, çünkü listeyi yaparken bir çok seçenek arasından eleme yapmak zorunda kalırsınız, hatta istemeye istemeye bazılarını dışarıda bırakmak zorundasınızdır ve hepsi aklınızda hüzünlü bakışlarıyla kalır acaba ile başlayan sorular sordurarak. Eminim sizler de görünce aslında bu gol de olmalıydı diyeceksiniz, ama dedik ya sadece 10 gol!

Not: Bilgi olarak verilen skorlar, atılan golün maçın sonucunu nereye taşıdığını göstermektedir.


10. sıraya Şifo'yu koyduk. 90'lı yıllar Beşiktaş'ın Avrupa Kupaları'nda oynadığı bir çok dramatik maçı barındırır sayfalarında. Malmö, Valerenga ilk akla gelenler belki ama Ajax'da deplasmanda alınan 2-1'lk skor açısından oldukça umut dolu bir maçtı. Van Gaal'in teknik adamlığında o yıllarda fırtına gibi esmeye başlayan Ajax'ın kadrosunda ard arda Şampiyonlar Ligi finalleri oynayacak ekibin Litmanen, Van der sar, De Boer kardeşler, Seedorf gibi esas kahramanları yer almaktaydı. Nitekim Şifo'da golü halen Manu kalesini koruyan Van Der Sar'ı çalımlayarak atmıştır. Aynı akşam efsane Manu-Galatasaray maçı da oynandığından Türk halkı 2'ye bölünmüş bir şekilde maçları takip etmekteydi. İnönü'de Litmanen'in hat-trick yaptığı rövanş maçı 4-0 bitse de, 3-3 biten Galatasaray maçı ile birlikte deplasmandan en azından beraberlik dönmesi içten değildi Siyah-Beyazlı ekibin 20 Ekim 93 gecesi.

9 numarada ise Orhan Kaynak ya da o zamanların moda deyişi ile "Küçük Orhan" var. İlk maç Trabzon'un kendi evinde 1-0'lık üstünlüğü ile bitmiş ve Villa Park'a tur umudu ile çıkılmış. Karşılaşmanın 70 küsürüncü dakikasında kazanılan penaltıda kalecinin kurtarmasına rağmen dönen topu tamamlayan İngiliz ekibi 1-0 öne geçmiş ve penaltı pozizyonunda topu eliyle çizgiden çıkaran Ogün oyundan atılmış, yani 10 kişi kalınmış. Üstüne üstlük Villa akın akın geliyor, oyun uzatmaya gitse de daha ne kadar dayanılır belli değil. İşte tam o kırılma anlarıda gelen gol İngilizler'in tur umutlarını çimlere gömüyordu.

Beşiktaş taraftarının sevgilisi, disco arkadaşı Pascal Nouma'nın D. Kiev ağlarına gönderdiği aşırtma gol 8. sırada yer alıyor. Nouma'nın deli dolu hali bir yana golcülüğü için olumsuz olarak söyleyeceğim pek 1 şey yok aslında. Özellikle ilk gelişinde çok daha iyi işler yapmıştı, kalitesni ortay koymuştu. Bu golle birlikte Türkiye'de attığı unutulmaz gollerinden biri de Fenerbahçe Stadı'nda İstanbulspor'a röveşata- vole karşımı attığı goldü. Bu maçta da skor 2-1 ike yaptığı akıl dolu aşırtma için fazla bir şey söylemeye gerek var mı, zaten Ömer Üründül o bilindik "ooooo" tepkisi ile gereken yorumu yapmış.

7 numaraya Tuncay Şanlı'nın Manu'ya 2005-2006 sezonunda attığı o şık golü koydum. Kırmızılar grupta çıkmayı garantilemesinin de etkisiyle rahat bir havada çıksa da Fenerbahçe 3-0 lık net skorla onlara güzel bir Türkiye hediyesi vermişti. Golde Tuncay'ın golü kadar ayağa paslarla oyunun yönünün değiştirilişi ve Ümit Özat'ın o özlediğimiz sol kanatdan topu sağ ayağına doğru çekerek yaptığı ortanın da altını çizmek istiyorum. Atılan gol de herhalde Tuncay'ın attığı goller arasında en iyi 3'tedir.

6 numarada belki de Türk Futbol Tarihi'nin en önemli gollerinden biri var, özellikle de "İnanç, sonuna kadar mücadele etme" kavramlarının ne kadar önemli olduğunu gözümüze sokarcasına ne kadar önemli olduğunun ıspatlandığı maçtı Neuchetel maçında. Arka planda yıllar sonra UEFA Finali'ni o güzel anlatımı eşliğinde izleyeceğimiz Levent Özçelik'in Radyo anlatımı da çok iyi gitmiş. Herhalde bugün sol taraftan sağ ayak içi ile uzak köşeye yapılan plase vuruşların çoğu bize bu golü hatırlatıyordur.

5. sırada Fenerbahçe'nin Avrupa Kupası Tarihi'nde efsane sezon olara geçecek dönemin ilk adımlarının atıldığı Inter maçından. Kezman'ın topu sağ taraftaki Alex'in önünü gönderişi, Alex'in çok şık çalımı ve yaptığı orta, en sonunda da Deivid'in süper vuruşu, çok da fazla anlatmaya gerek yok. Her izlediğimde ayrı bir tat alıyrum bu golden! 4 numarada yine bir Dievid golü var, aynı efsane sezonda Chealsea ile oynanan çeyrek final mücadelesinden. 1-1 giden karşılaşmada avantaj deplasman takımı Maviler'den yana iken sahneye çıkan yağız Brezilyalı 30 metreden kaleci Cuddicini'yi çaresiz bırakan vuruşu ile İngiltere deplasmanında takımını 2-1 önde götüren golü kaydediyordu.

3 numara UEFA Kupası & Süper Kupa sonrası Lucescu teknik adamlığında çıkılan ilk Şampiyonlar Ligi mücadelesinde Hagi'nin Monaco filelerine bıraktığı ve Romanya forması altında Amerika 94'deKolombiya attığı o süper golü bizlere hatırlatan o akıl dolu gole ayrıldı. Bir Hagi klasiği demek yeterli sanırım!

Galatasaray forması giymiş en değerli 3 yabancı arasındadır Cevad Prekazi. 6 yıl forma giydiği Sarı-Kırmızılı ekipte bir çok frikik golüne imza atmış olsa da Monaco'ya attığı bu gol her daim 1 numaradır benim gözümde (Burada 2 numara olmasının başka bir sebebi var, 1 numarayı görünce bana hak vereceksiniz). Çok çabuk sürede verilen bir karar ve ardından gelen bilinç, akıl dolu vuruş. Bu güzelliği yıllar sonra Roberto Carlos'un Fransa'ya attığı frikikte gördüm, sonrasında gözlerimiz pas tutar oldu.

Video'yu izleyince, 1 numarayı göremediniz ve meraklandınız değil mi?Evet işte 1 numara:


Tamam biraz matrak oldu ama bir futbolcu bu golü rakip kaleye de kendi kalesine de atsa 1 numaralı yeri haketmiştir. Hayatının 2 golünden biridir bu nam-ı diğer "Takoz Recep"in,sene 1990 İsveç'de şu meşhur Malmö maçı. Malumunuz 14 Aralık 1994 tarihinde İsviçre ile oynanan maçda kalecinin öne çıktığını görüp (!) orta saha civarından mükemmel bir vuruşla avlamıştı kaleciyi. Bu atılan golün çok dramatik bir boyutu var aslında. Şampiyon Kulüpler Kupası 1. turunda İsvçe'de oynanan ilk maçda skor 2-2 iken yukarıdaki gol ile Beşiktaş maçı 3-2 kaybetmiş ve İstanbul'da oynanan rövanş maçı da 2-2 bitince turu geçen ekip İsveç ekibi olmuştu.

Crucible'de Yarı Final Eşleşmeleri




Mark Allen - Ryan Day

John Higgins - Mark Selby

Shaun Murphy - Steven Hendry

Neil Robertson - S. Maguire


Koyu renklerin şansının daha fazla olduğunu belirtmiştim eşleşmeler gün yüzüne çıkınca, sonuçlara bakınca tahminlerde çaktığımız çıkıyor meydane. Sadece Mark Allen'ı kestirebilmişim, kestirmemek de mümkün değil di Ronnie karşısındaki performansını izleyince.

Mark Allen, Ronnie'ye yaptığı tarifenin aynısını Ryna Day'e de uyguladı ve aynı skorla (13-11) yarı finale yükselen isim oldu. Özellikle 24. framedeki oyunu görülmeye değerdi, o kadar kendinden emin vuruşlar yaptı ki...

Mark Selby'nin Higgins'i geçeceğini düşünmüştük son frame de çaktı genç oyuncu. 12-12'de iken 25. frame'i çok kötü oynadı Selby. Higgins'de tecrübesinin verdiği avantajı iyi kullanarak biletini kesit rakibinin.

Turu domine eden isimlerden biri de Murphy oldu. Hendry karşısında harika oyunlar çıkardı. 2005'de Dünya Şampiyonu olan Murphy 7 kez Dünya Şampiyonu'olan efsane isme acımadı, üstelik son frame de Allen gibi show'unu yaptı.

Robertson ise 1982'den beri Dünya Şampiyonaları'nda yarı finali gören ilk Avustralyalı oldu hem de Dünya sıralamasının 2 numarasını 13-8 gibi farklı bir skorla geçerek. İlk turda yine bir efsane isim olan Steve Davis karşısında izlemiştim Robertson'u, 10-2 gibi farklı bir skorla 2. tura çıkmış ve cesur oyunu dikkatimi çekmişti.

Yarı final eşleşmelerine gelelim şimdi:

Neil Robertson - Shaun Murphy
Mark Allen - John Higgins

Eşleşmelerde ilk dikkati çeken Higgins dışındaki 3 ismin 30 yaş altında, snooker için oldukça genç sayılabilecek yaşlarda olmaları. Her iki eşleşmede de 1'er dünya şampiyonu isim var. Robertson - Murphy finali gerçekten görülmeye değer. Çok ama çok çekişmeli olacak. Diğer tarafta da 22 yaşındaki Allen, 2 Dünya Şampiyonluğu bulunan bir tecrübeye karşı oynayacak. Higgins tecrübesini konuşturabilir ama bu turnuvada tecrübeli isimlerin ne hallere düştüklerini de gördükten sonra bu konuda pek bir yorum yapmamak daha doğru sanırım. Allen'ın 2 maçını da izledim gerçekten çok yetenekli. Ronnie'den sonra Higgins'i de eler ise rüştünü ıspat etmiş olacak.

Fazla kelam etmeden, tek bir tavsiyede bulunayım : Sakın ola bu maçları kaçırmayın!

29 Nisan 2009

Gourcuff'dan Mucize 3'lük



Bu gece bir spor sever için fırsatlarlar mı yoksa şansızlıklarla mı dolu pek karar veremedim. Aynı anlarda başlayan 3 mücadeler vardı ayrı ayrı olsa mutlaka izlenecek olan : Manu- Arsenal, Rennes - Bordeaux ve bir snooker derbisi Selby-Higgins mücadelesi.

Yapılacak tek şey vardı, öncelik vermek. İlk sıraya Manu - Arsenal maçını aldık tabiki. 2. sıraya Snooker'ı koyduk, geriye kalan zamanda da ki nasıl kalacak orası soru işareti Ligue 1'e göz atacaktık.

İlk 2 hedefi gerçekleştirdik ama 3. sünü ne yazık ki ıskaladık. Hem de nasıl ıskalama! Livescore'dan sonuca bakınca, gözlerim fal taşı gibi açıldı: Henüz 1. dakikada yediği golle maça neredeyse mağlup başlayan "Şarap Diyarı" nın temsilcileri, 62. dakikada Goufran ile beraberliği yakaladıktan sonra 70. dakikada da Gourcuff ile gelen golle 2-1 öne geçtiler. Maçın başında olduğu gibi sonunda da sürprizi yapan ev sahibi Rennes, 89'da skoru eşitledi. Muhtemelen şampiyonluk umutlarının azaldığı dakikaydı Bordeaux için ama maçın son anlarında sahneye yine Gourcuff çıktı 3-2'lik galibiyetle altın, pırlanta vs. değerinde 3 puanı takımının hanesine yazdırarak Marsilla ile aradaki puan farkını 2'de tutmayı başardı.

Ligue 1'deki şampiyonluk yarışını değerlendirirken en büyük adayımın Bordeaux olduğunu belirtmiş ve en kritik maçın da bu hafta Rennes ile oynayacakları mücadele olduğunu yazmıştım. Bundan sonra önlerinde rakiplerine göre çok daha rahat bir fikstür var, saçmalamazlar ise Marsilla'nın kaybedeceği puanlar ile Lyon hegamonyasına son veren taraf olma hayalini Blanc, Gerets'in avuçlarının arasından kapabilir.

28 Nisan 2009

Crucible'da Çeyrek Final Eşleşmeleri



Bugün son çeyrek finalistler de belli oldu. Jamie Copu'u 25. frame sonunda 13-12 ile geçen Higgins ile Grame Dott karşısında karşılaşmayı 13-10 alarak turu geçen Selby son çeyrek finalistler.

Tüm eşleşmeleri verip bir de koyu yazılar ile tahminlerimizi yapalım, maçlar sonrası gerekli değerlendirmeleri yaparız.

Mark Allen - Ryan Day

John Higgins - Mark Selby

Shaun Murphy - Steven Hendry

Neil Robertson - S. Maguire

Bayern'de Beklenen Ayrılık

Beklenen oldu ve Klinsman ile Bayern'in yolları ayrıldı. Franz Beckaunbeuer'in zaman zaman iğneleyici cümleleri Klinsman'ın koltuğunu sağlama almadığının en büyük göstergesiydi zaten. Son zamanlarda alınan kötü sonuçlara hafta sonu Allianz Arena'da alınan Schalke karşısında alına 1-0'lık mağlubiyet de eklenince kötü son kaçınılmaz oldu. Yerinede 87-91 yılları arasında Bayern'i çalıştıran Heynckes getirildi.

Bu ayrılığın ardından Bundesliga'da görev yapan teknik adamlardan ilginç tepkiler geldi. Daum ve Schaaf, Klinsman'ın görevine devam etmesinin doğru olacağını ve görevde kaldığı süre zarfında da başarısız sayılamayacağını belirttiler. En ilginç tepki ise Felix Magath'dan geldi. Heyckness'in çok iyi bir teknik adam olduğunun altını çizen Magath, geriye kalan 5 haftalık dilimde takımını galibiyetlere taşıyacağına inandığını ve Bayern'in hala şampiyonluğun en büyük adaylarından biri olduğunu söyledi.

İlginç bir yorum olmuş gerçekten, üstelik de lider Wolsfburg'un başında iken.

27 Nisan 2009

1 Trabzon Eksikti



Ersun Yanal da istifa edince bu sezon 18 takımın 11'inin yaptğı sezona başlanılan teknik adam ile ligi bitirmeme furyasına Trabzonspor'da eklendi. Bu akşam futbol takımı ile ilgili toplantı yapılacak denildiğinde kötü kokular gelmeye başlamıştı burnuma, hemen ardından malum haber geldi.
Sadri Şener konuşmalarından, beyanatlarından vizyoner bir başkan havası vermişti, demekki yanılmışız. Ne beklendiki Ersun Yanal'dan? Tamam, çok çok iyi bir teknik adam olmayabilir ama eldeki malzemeden de bu sene şampiyon olması mı bekleniyordu ya da neydi bu yeni kurulmuş kadronun hedefi? 1 önceki seozn küme düşme hatyından kurtulan takımına yapılan 20 küsür takviye ile daha nerelere kadar gelinebilirdi? Geçen sezon Galatasaray'ın yepyeni kadrosu ve sezonun bitimine 6 hafta kala teknik adam değiştirişi ile şampiyon olmasına göre bir hedef kuruldu ise 2007-2008 sezonunda alınan o şampiyonluk belkide Galatasaray'ı 3-5 yıl geri götürdü kimse farkında değil. Başarıya ulaşmak sabır ister, sabır da aslında ne istediğini ve hedefe nasıl ulaşacağını bilen insanlarda, topluluklarda görülen bir haslettir. Türk futbolu yönetimi, yöneticisi için biraz yabancı kavramlar bunlar.

Ersun Yanal sonrası yerine kimin geleceğini çok merak ediyorum. Kolay değil Trabzon'a hem kalburüstü yabancı futbolcu hem de hoca getirmek. Dere geçerken at değiştirdiklerine göre, bunun da bir yolunu bulmuştur, gereğini düşünmüştür elbet sayın yöneticiler!

Galatasaray'dan Buraya Kadar



3. maç sonunda Fenerbahçe seriyi 3-1'e getirdi ve finale yükselen takım oldu. İlk yarıyı 7 sayı önde bitiriken soyunma odasına avantajlı gitme şansını ele geçiren Sarı Kırmızılı ekipte bu şansın avuçlarında tutmasına Işıl'ın sakatlığı engel oldu.

Bu sakatlık sonrası zaten sınırlı kapasitede olan Tuğba, Şaziye ve Esra'nın toplamı 1 Işıl kadar katkı yapamayıp, kötü atışlar kulanınca sayı yükü Simone-Sophia ve Kara üzerine yığıldı. Zamanla yorgunluğun etkisiyle de bu oyuncuların da yapabileceklerinin limiti devreye girinde yenilgi kaçınılmaz oldu.

Bu maçtan Galatasaray'ın alacağı çok önemli dersler var. Özellikle takımın sayı yükünü çekebilecek yerli oyuncu sıkıntısı çok bariz, yani tüm yük 3 tane yabancınızın üzerine yığılmış durumda. Augustus dışında şutör oyuncunuz yok. Tuğba'nın ilk yarıda kullandığı tüm atışlar ve yalış tercihler kendi potanıza fastbreak olarak geri dönüyorsa burada bir şeyleri oturup düşünmek lazım. Önümüzdeki sene için mutlaka Işıl'ı yedekleyebilecek, dış şutları etkili olan forvet oynayabilecek 1-2 yerli oyuncu lazım. Gerekirse Tuğba-Şaziye gibi isimlerle de yollar ayrılabilmeli.

Fenerbahçe'nin en büyük şansı Işıl'ın sakatlanması oldu. Galatasaray üst üste hücumlardan sayısız dönmesine rağmen farkı ancak maçın bitimine 4 dakika kala dengeye getirebilmesi, Sarı-Lacivertli ekibin ne kadar kötü oynadığının en büyü göstergesi. Takımı ayakta tutan isim Ajavon olmasa, sonuç çok daha farklı olabilirdi Işıl'ın eksikliğine rağmen.

Final serisinin diğer takımı henüz belli olmadı. Mersin B.Ş.B - Samsun Basket eşleşmesinde Samsun'da oynanacak son maç sonunda Fenerbahçe'nin rakibi belli olacak. Lige yeni çıkan Samsun galibiyete yakın taraf ve daha ilk senede bunu başarabilirlerse koca bir alkışı hakediyorlar demektir.

26 Nisan 2009

Sevilla 2:4 Real Madrid



Bu maçın verdiği en büyük mesaj haftaya nefesleri yıllardı kesmediği kadar kesecek bir Real-Barça maçı izleyeceğimizdir. Raul'ün hat-trick yaptığı maç ile Huande Ramos eski mabedinde eski göz ağrısına şampiyonlar ligi yolunda darbe vururken, kendi takımının lider Barça ile arasındaki puan farkını 4'e indirdi.
Önümüzdeki hafta sonunu dört gözle bekliyorum şimdi!

Harry Redknapp'tan 4. Hakem Üzerine Çeşitlemeler

Dün Manchester United 35 dakikada süper bir geri dönüş ile 0-2'den Tottenham'ı 5-2 ile geçerken çok önemli bir 3 puanın sahibi oldu. Şüphesiz Kırmızlar tarafında yaşanan büyük sevinç ile yanı derecede hayal kırıklığı vardı Tottenham cephesinde. Spurs'un hocası Redknapp ise yaşadıklarının hayal kırıklığından öte bir kızgınlık olduğunu vurgularken 4. hakem üzerine yaptığı yorumlar ile haklı olarak bu hakemin en büyük fonksiyonu "Diğer hakemleri yedeklemek mi?" sorusunu sorduruyor.

"Hakem penaltıyı vererek büyük bir hata yaptı. Oyuncularım da buna inanamadı ve bu karar oyunun kaderini değiştirdi, yoksa United'ın kazanacağı falan yoktu. Teknolojiyi kullanmak zorundasınız. 4. hakem görüntüleri ekrandan izleyip, maçın orta hakemi ile konuşmalı. Gerçekten çok kötü bir karardı ve maçın dönüm noktasıydı ki art niyet olduğuna inanıyorum. Howard Webb için İngiltere'nin en iyi hakemi yakıştırması yapılıyor, en iyi bu ise en kötüsünü görmek bile istemiyorum."

Not: Bu arada ben de izledim pozisyonu gerçekten penaltı yok, kalecinin bariz bir şekilde topa müdahalesi var.

Valencia 2:2 Barça



Maç öncesi tahminlerde kendi sahasında rakibi yarı alanına hapseden oyun tarzını deplasmanda segilemekte zorlanan ve aynı efektifliği gösteremeyen Barça'nın puan kaybının olası olduğunu belirtmiştik, oyuna iyi başlasa da Barça sonunu getiremeyince 1 puan ile ayrıldı sahadan.

İlk 30-35 dakikada oyunu domine eden Katalan ekibinin son 10 dakikadaki Valencia baskısı sonucu soyunma odasına 2-1 geride gitmesi maçın kader anıydı. Yine klasik bir Barça golü izledik, Iniesta ve Messi bu kez sahnedeydi. Ceza sahasına doğru topla yaklaşma ve yay üzerinde bulunan oyuncu ile verkaç yaparak içeriye dalma daha sonra pası veren oyuncunun penaltı noktasında konuşlanıp gelecek pası beklemesi ve sonrasında gelen gol. Tam bir çalışılmış ve bu sezon bilmem kaç tekrarını gördüğümüz ayakta alkışlanası organizasyon. Golü Messi'ye yazdık ama ilk yarıda çizgiye yakın oynayan Iniesta'nın takımın en etkili ismi olduğu gerçeğini de göz ardı edemeyiz.

Valencia'da dikkati çeken çok önemli bir nokta var: Orta saha ve forvet bölgesinde oyun tarzı birbirine çok benzer isimler ile oynuyorlar. Pablo Hernandez, Silva, Villa, Mata. Hepsinin de top hakimiyeti ve topla hızlanışı çok iyi. Zaten 35. dakikadan sonra özellikle Villa'nın hakem ile oynamaları, seyircinin baskısının artışı ve Valdes'in artık kaçıncı olduğunu bilmediğim hatası sonucu skor 1-1'e geldi. İlk yarının böyle biteceği beklenirken Hernandez'in defansın arasından geçişi ve kalecinin solundan güzel bir plase ile bırakışı yalnızca Mestella'daki seyircileri değil aynı zamanda Real Madrid taraftarlarını da ayağa kaldırıyordu şüphesiz.

2. yarıda 60 dakikada Henry'nin oyuna girişi ve 86. dakikada attığı gol ile kafalarda 2 puan mı kaybedildi yoksa 1 puan mı kazanıldı sorusu belirdi. Bu sorunun asıl cevabını Sevilla -Real Madrid maçından sonra göreceğiz sanırım. Madrid ekibinin alacağıbir 3 puan, Mestella'da aslında 2 puan kaybedildiğini gösterecek. Bu sorunun cevanını bu akşam oynanacak maçtan sonra vermek en iyisi.

Bir parantezi de Mestella için açmak lazım. Mimari olarak rakip takım üzerinde baskı kurmak adına çok ideal bir görünümü var. Valencia taraftarı biraz daha ateşli olsa inanın bu sahada oynamak rakip için kabusa dönüşür. Bir ara Türkiye'de sahaya bu kadar yakın tribünler olsa ne olur diye düşündüm ama pek hayırlı bir sonuca bağlanmadı bu tahayyülün sonu, kısa kestim. Kameranın tribünlerin üst taraflarına odaklandığı anlarda dikkat ettim Boca'nın Bomborena'sında olduğu gibi çok dik. Gol sevinçlerinde düşmemek için ekstra çaba gerekli. Özellikle ekranın karşısındaki yardımcı hakemin işi çok zor bu sahada, 2 metre arkanızda çok çoşkulu bir güruh var, Allah kolaylık versin.

Galatasaray Direniyor



2-0'a gelen serinin 2 maçı dün Ayhan Şahenk'de oynandı ve 76-66'lık galibiyet ile durumu 2-1 yaptı Galatasaray. Pazartesi günü Şahenk'te bir maç daha var, skor 2-2'ye gelir ise son maç da Caferağa'da oynanacak.

Geriye kalan 2 maçı da Galatasaray'ın alması mucize olur. Özellikle de Caferağa'daki maçı. Neden peki? Sarı Kırmızılı ekipde oyunun yükünü çeken 3 isim var: Augustus, Sophie ve Işıl. Işıl'ın oyuna skor olarak katkısı bu 2 isimin gerisinde. Pota altında Sophie'nin yorulduğu vekitlendii anlarda takımın tüm skor yükü Simone'un üstüne yığılıyor. O'na da yapılan etkili savunma sonrası Tuğba, Esra gibi savruk isimlerin katkıları soru işareti olacağından Galatasaray'ın en büyük sorunu olan skora katkı yapacak etkili forvet oyuncusu eksikliği çıkıyor ortaya.Bu nedenle de deplasmandaki maçta geriye düştükleri anlarda ard arda sayı bulamayacakları bir kaç hücum maça havlu atmalarına yeter de artar bile. Dün oynanan maçta da bu iki isme Kara Baxton'da ekleninde toplamda 3 oyuncudan 57 sayı gönderdi Fenerbahçe potasına. Geriye kalan 19 sayı da 3 farklı isimden geldi.

Fenerbahçe tarafında Ajavon'un etkisiliği de maçı kaybetmelerinde bir etken. Bayan basketbolu için çok hızlı bir oyun tarzı var. Her penetresi basket ya da faul ile sonuçlanabilir bu oyuncunun. Dolayısı ile özellikle de hızlı hücumlarda farkı arttırmak için bire bir. Bunun üstüne bir de Katie Smith'de 3 sayı da kalınca 66 sayıda kalmak gayet normal. Burada daha önce de vurgu yaptığımız Okan Çevik sonrası Galatasaray'ın savunma sertliğinin de hakkını vermek gerekir.

Son bir not da Galatasaray taraftarına. Hem futbolda hem basketbolda (zaten futbol seyircisi gidiyor maçlara) takımına bu kadar zarar veren bir topluluk daha var mıdır? Dün de en az 2 anons yapıldı, her an salonun boşaltılması içten bile değil. Bu değil taraftarlık, sezon boyunca bir çok maçta takımın küfürlü tezahurattan ceza alsın, bayan basket maçında küfürler savur sahadaki bayanlara, takımın sahasını kapattır. Yok bunlar taraftar ise ben değilim, 1 şeyler eksik kalmış bende o zaman...

Caferağa'da oynanan maç sonrası da yazmıştım, Fenerbahçe'nin 3 maçı da kaybedeğini sanmıyorum. Geriye 2 maç kaldı, P.tesi oynanacak maçı Galatasaray alabilir ama 3. maç çok zor.

Salon: Ayhan Şahenk Spor Salonu

Hakemler: Ozan Çakar, Semih Vural

1.Periyot: 16-12
2.Periyot: 20-24
3.Periyot: 22-10
4.Periyot: 18-20


Galatasaray

Tuğba Palazoğlu 8 (2 R, 2 A)
Işıl Alben 6 (12 R, 1 A)
Kara Braxton 12 (3 R, 4 A)
Marina Kress 5 (4 R, 1 A)
Seimone Augustus 22 (6 R, 2 A),
Sophia Young 23 (5 R, 2 A)
Esra Şencebe (1 A)
Şaziye Karslı
Bahar Çağlar
Yasemin Horasan

Fenerbahçe

Esmeral Tunçluer 12 (1 R, 4 A),
Birsel Vardarlı 6 (5 R, 3 A)
Nicole Powell 7 (2 R)
Nevriye Yılmaz 18 (8 R)
Matee Ajavon 10 (5 R, 3 A)
Tammy Sutton Brown 10 (6 R, 2 A)
Nevin Nevlin (2 R)
Katie Smith 3 (2 R, 2 A)

25 Nisan 2009

Son Şampiyon'dan Erken Veda



Ronnie çeyrek finale kalma mücadelesinde 2. session'ı 9-7 önce geçtikten sonra son bölümde Mark Allen'e 13-11 yenilerek Dünya Şampiyonası'na erken veda etti. İlk günkü 8 frame'lik seride de çok kötü oyunlar çıkarmasına rağmen günü 4-4 bitirdikten sonra 9-7 sonrası çeyrek finale çıkacak ismin Ronnie olacağını düşünmüştüm ama beni de bu erken vedası ile yanılttı.
20. frame'den itibaren izleme şansım oldu, bariz bir şekilde O'Sullivan'da, Allen'ın skoru 10-10'a getirişinin baskısını görebiliyordunuz. Özellikle skor 11-11 iken Ronnie'in sağ alt cepe basit pozisyonda gönderemediği siyah top sonrası Allen bu hatayı affetmeyip gerçekten çok iyi bir seri ile 11-12'ye taşıdı skoru. Son frame'e de çok iyi başladı genç oyuncu, 60'lık serinin ardından güvenli vuruşa gitti, işte Ronnie'e nin savrukluğu ve konsantrasyonsuzluğu çok daha net görünür haldeydi artık: 2 güvenli vuruş yaptı ilkinde pot şansı olmasına rağmen Allen değerlendirmedi ama 2. sinde öyle bir hata yaptıki dünya 1 numarası, kırmızıların ortasında çok açık bir pot şansı ile bıraktı masayı Mark Allen'a ve bu hatayı affetmeyen Allen genelinde çok iyi oynadığı bu frame'i alarak 11-13 ile turnuvanın en büyük sürprizine ve kariyenin en önemli galibiyetine imza attı.

Allen, çeyrek finalde Ryan Day ile karşılaşacak. Nigel Bond'u çok rahat bir serinin ardından 13-5 ile geçti. Çekişmeli bir mücadele olacak ama Allen ebnim gözümü fazlasıyla korkuttu, yarı finale çıkan isim olması şaşırtmasa gerek! Kesinleşen diğer bir çeyrek final karşılaşması da Murphy ile Hendy arasında oynanacak.

Her Şey Wolfsburg İçin

Az önce Bundesliga'da biten mçaların sonuçları resmen Wolsfburg'a şampiyonluk yolun açacak cinsten.

Schalke, Halil'in golü ile Bayern'i Allianz Arena'da 1-0 mağlup ederek son haftalardaki formunu bu maça da yansıttı ve hem Bayern'i hem de Klinsman'ı ateşe attı.

Bir başka mağdur da Hamburg oldu, bir önceki postta da 4 haftadır zorlu rakipleri deviren Dortmund deplasmanında puan kaybetmelerinin çok olası olduğunu belirtmiştik ve 2-0'lık mağlubiyet ile ayrıldılar sahadan. Hafta içi oynanacak UEFA Yarı Finali'nden sonra hafta sonu Hertha maçı tüm şampiyonluk ümitlerini tüketmek için yeterli bile olabilir Hamburg'un.

Arka taraftan sessiz ve derinden gelen bir takım var: Stutgart. Babel'in gelişi sonrası inanılmaz bir yükselişe geçtiler. Bugün de Frankfurt'u 2-0 ile geçtiler. Bayern ve Hamburg ile aynı puana yükselip (54) "beni de yabana atmayın" mesajını veriyor edeta Kırmızı-Beyazlı ekip.

Yarın Wolfsburg, E. Cottbus deplasmanına çıkıyor. Alacakları 3 puan ile en yakın rakipleri Hertha Berlin ile aralarındaki farkı 5'e çıkaracaklar son 5 haftaya girilirken. Haftaya da Hoffenheim'i kendi sahalarında mağlup edebilirlerse işte o zaman rüya yavaş yavaş gerçeğe dönmeye başlar.


SIRA TAKIM MS PUAN
1 Wolsfburg 28 57
2 Hertha Berlin 29 55
3 Bayern Münih 29 54
4 Hamurg 29 54
5 Stuttgart 29 54

Hafta'nın Şampiyonluk Düğüm Maçları

Pek çok ligde Şampiyonluk yolunun kaderini belirleyecek önemli maçlar sahne alacak bu hafta. Geriye kalan haftaların azalması bu maçların telafi şansını da azalttığından her puan altın değerinde artık.

Turkcell Super Lig

Sivas -Trabzon: Şampiyonluk mücadelesi yapan 4 takımın da kaderini etkilemenin yanında bu mücadelenin bizzat içerisinde olan 2 takımın mücadelesi olması sebebiyle de büyük önem taşıyor bu mücadele. Alınacak beraberlik Beşiktaş ve Galatasaray'ın ekmeğine tereyağını, hemen üstüne de balı sürer.

Eskişehir - Beşiktaş: Denizli'nin liderlik hesaplarının tutma ihtimalinin ciddi olarka belirebileceği bir hafta olacak. Trabzon maçında Sivas'ın puan kaybetme durumu da göz önüne alınırsa, Eskişehir karşılaşmasından alınacak 3 puan zorlu fikstürü de düşününce çok önemli. Siyah-Beyazlı ekip için çok zor bir karşılaşma olacağı kesin, puan kaybetmesi normal karşılanmalı.

Galatasaray-Ankaraspor: Diğer maçların sonuçları da önemli elbet ama Galatasaray şampiyonluk potasına biraz daha girmek istiyorsa bu maçın tek sonucu var: Galibiyet.Fikstüre bakınca 6 haftalık dilimde alıncak 18 puan minimum Şampiyonlar Ligi vizesi getirir ki en za şampiyonluk kadar değerlidir. Bu arada "Galatasaray şampiyon olursa bu işten karlı mı çıkar, yoksa bu sarhoşluk amatör yönetim anlayışına prim yaptırıp kulübü yerinde saydırmaya devam mı ettirir" hususunu başka posta bırakıyorum. Bülent Korkmaz, ilk 2'ye giden yolu direkt etkileyecek takıma sahada yaptıracakları ile. Bakalım, en azından berni şaşırtıp iyi işler çıkarabilecek mi?

Bundesliga

Bayern Münih -Schalke 04: 54 puandaki Bayern açısından tek ihtimalli bir maç, her yolun 3 puana çıkması lazım. Fred Rutten'in ayrılışının ardından üst üste galibiyetler alan formda bir Schalke, Alianz Arena'da bir çelme takar mı Bayern'e merakla bekliyorum. Klinsman için de çok kritik bir hafta, eğer şampiyon yapamazsa sezon sonu koltuğunu koruması kolay olmayacak. Yani 6 puanlik maç bile sayılır : 3'ü Bayern'in 3'ü de Klinsman'ın hesabına yazılır.Gönlü Wolsfburg'un şampiyonluğudan yana biri olarak, "Forza Schalke" demek yalnış olmaz herhalde.

Borusia Dortmund - Hamburg: 4. sıradaki UEFA Yarı Finalist'i Hamburg, 4 haftadır üst üste zorlu maçlardan galip ayrılan formda Dortmund deplasmanına çıkacak. Bir yandan UEFA'da ilerlerken diğer yandan Şampiyonluk mücadeleri yapmak kolay değil. Bu hafta puan kaybetmelerini bekliyorum, en bu maç kadar önemli olan bir Hertha maçı var haftaya üstelik de hafta içi yorgunluğunun üstüne. Yani çok kritik 2 hafta, Hmaburg'un kaderini çizecek. Bitime 6 hafta kala eğer şampiyonluk yolunda devam etmek istiyorlarsa yapmaları geken ilk şey bugükü maçı almak olmalı.

E. Cottbus - Wofsburg: Potadaki 4 takım arasında en kolay gibi görünen maça çıkacak lider Wolfsburg. Kümede kalam mücadelesi veren 17. sıradaki Cottbus ile oynayıp 3 puan almaları, rakiplerinin oynayacakalrı zorlu maçlar düşünüldüğünde kendilerine büyük avantaj sağlayacak. İyi bir seri yakalayan Magath ve ekibi sürprize yer vermeden istediklerini alacaklardır deplasmandan.

Premiere League

Manchester United - Tottenham : Lider bitime 5 hafta kala 1 maç eksikle en yakın takipçisi Liverpool'un 3 puan önünde. Eksik olan maçı ile birlikte 6 puanlık fark olduğu düşnülür ise bu maçın getireceği 3 puan geride kalan 4 haftada 5 puan kayıp opsiyonu verecek Kırmızılar'a. Bu açıdan her ne kadar puan kaybetme toleransları olsa da Arsenal, Manchester City gibi takımlarla oyananacak maçlara kadar puan farkını korumak için amaçları 3 puan olacak.
Hull City - Liverpool : Hafta içi Arsenal'e karşısında galibiyete uzanamayarak (aslına bakarsanız beraberliğe bile dua etmeleri lazım) kaybettikleri 2 puanı çok arayacakları kesin. Yapacakları tek şey kendi maçlarını alarak beklemeye geçmek. Ligin ilk yarısındaki çizgisinden uzak olan Hull ile karşılaşacaklar deplasmanda TSİ ile 17:00'da. Daha sonra da oturup 19:30'daki Manu maçına bakacaklar, tabiki o maçtan beklentileri arttırmak adına ne yapmaları gerektiği ortada.

La Liga

Valencia - Barcelona: Bitime 7 hafta kala, çok kritik bir deplasmana çıkacak Barça. Haftaya oynayacakları Real Madrid karşılaşmasına puan farkını koruyarak çıkmak isteyeceklerdir. Valencia'da Sevilla'nın 2 puan gerisinde Şampiyonlar Ligi vizesi peşinde. Kulübün içerisinde bulunduğu maddi sıkıntıyı düşününce iyi bir gelir kapısı sayılacak bu fırsatın peşindne sonuna kadar gideceklerdir. Hedefi olan bu 2 takımın karşılaşması nefesleri kesecek. Deplasmanda zaman zaman sıkıntı yaşayan Katalan ekibi bu deplasmanda puan kaybedebilir.

Sevilla - R. Madrid: Kurgu olarak Valeci-Barça maçının kopyası. Bir CL vizesi peşinde takım ile Şampiyonluk heveslisi diğer bir takım. Barça için yazdıklarımızın kopyası olacak, Madrid için yazacaklarımız. Puan farkını hep 3 olarak belirtiyorlardı Barça maçını alacaklarını iddia eden Madrid'li futbolcular. Şimdi bu söylemi gerçekleştirmenin ilk adımı en azından puan farkını 6'da tutarak Barnebau'ya çıkmak, sonrası kader maçına kalacak zaten. Huande Ramos için de iyi bir nostalji gecesi olacak. 2 yıl ard arda UEFA Kupası kazandırdığı eski takımına karşı Sanches Pisuan'da olmak...

Ligue 1

Ligue 1 ile son 1 haftada geniş değerlendirmeler yaptık burada da devam edelim.

Lille - Marseille: Lyon-PSG sonrası şampiyonluk düşlerini gerçeğe dönüştürme fırsatına daha bir yaklaştı Marseille. Lig 5. Lille deplasmanında çıkacaklar ve çok zor bi maç olacağını belirtmeye gerek bile yok. Her ne kadar Gerets ve ekibi 3 puana gebe gibi dursalarda her sonuç normal karşılanmalı.

Rennes - Bordeaux: Daha önce de yazdım, şampiyonlu yolundaki en büyük favorip "Şarapçılar". Fikstürleri de gayet iyi, çarşamba günü oynayacakları Rennes karşılaşması ise bu fikstürdeki en zorlu karşılaşma. 3 puan alırlarsa yolları açıktır...

24 Nisan 2009

Fenerbahçe Ülker 89:62 GS Cafe Crown



Maçı izleyemedim ama skor çok normal, 15 sayı civarı fark olacağını tahmn ediyordum zaten. Solomon sonrası performansının artması beklenen bir şeydi Sarı-Lacivertliler'in muhtemeln bu sene Efes ile geçen senenin aksine çok çekişmeli bir şampiyonluk mücadelesi içerisinde yer alacaklar.

Periyotlara göre skor dağılımına göz attım, iş ilk periyotta bitmiş 2. periyotta Fenerbahçe skoru iyiden iyiye cilalamış, devre 16 sayı fark ile bitmiş. Sonraki periyotlar tamamiyle formaliteyi yerine getirme çabasından başka bir şey olmamış. Muhtemeen Galatasaray tarafına sorsanız devre arasındaki skora razı olarak maçı bitirmeyi kabul ederdi, son haftalardaki görüntüleri ile mücadeleden, hırsttan uzak bir havada oldukları aşikar. İşin ilginci Hossley ve Holliver sonrası, takıma 2 iyi takviye yapılmışken bu düşüşün yaşanması. Aslına bakarsanız Dedehayır'ın üstün çabaları sonucu takımın dengede gitmesi beklenemezdi. Bu kadar basketboldan nasibini almamış bir yönetici şube sorumlusu olabilir mi, anlamak gerçekten güç.

Skor dağılımlarında ise Galatasaray'da çift haneli sayılara ulaşan 3 isim var: Hosley (12), Graves (11), Milojevic (10), bu isim dışında skora katkı yapan 5 isim daha var. Fenerbahçe tarafında ise kadrodaki 12 isim de Sarı-Kırmızılı ekibin potasına sayı bırakmayı başarmış. Farkı en iyi açıklayan istatistiklerden biri de bu olsa gerek, sokrun tüm takım tarafından paylaşılması.

Solomon sonrası Beko Basketbol Ligi'nde finalistler de bellidir artık: Efes-Fenerbahçe, izlemesi çok zevkli olacak. Efes'de çok sıkın gidiyor, hatta CSKA Moskova ile hazırlık maçı yapmak için Rusya'ya gittiler. Son 2 yıldaki silik tablonun üstüne yeni bir dönem başlatmanın peşindeler ki yılların lokomotifi ve Türkiye'ye Basketbolu sevdiren kulübünden beklenen de daha farklı bir şey olmamalıydı.

Fenerbahçe Ülker - Galatasaray Cafe Crown
Salon: Abdi İpekçi
Tarih: 24 Nisan 2009 Cuma / Saat: 20:00
Hakemler: Rüştü Nuran, Fatih Arslanoğlu, Alper Özgök

PERİYOT SKORLARI

1P: 24-15
2P: 21-14 (45-29)
3P: 18-19 (63-48)
4P: 26-14 (89-62)

Fenerbahçe Ülker

Marques Green 3 (2A)
Willie Solomon 10 (2R, 3A)
Mirsad Türkcan 2 (1A)
Ömer Onan 12 (3R, 2A)
Rasim Başak 3 (1R)
Semih Erden 4 (2R, 2A)
Gordon Giricek 2 (4R, 2A)
Damir Kaan Mrsic 9 (2R, 1A)
Oğuz Savaş 16 (3R, 3A)
Ömer Faruk Aşık 6 (2R, 1A)
Devin Smith 7 (7R, 1A)
Emir Predzic 9 (4R, 3A)


Galatasaray Cafe Crown

Quinton Hosley 12 (2R)
Polat Kocaoğlu
Murat Kaya ( 1R)
Cüneyt Erden (1R, 4A)
Hüseyin Beşok 7 (2R, 1A)
Dejan Milojevic 10 (5R, 1A)
Altay Özurgancı 3 (1R)
Rashid Atkins 9 (1R, 1A)
Antonio Graves 11 (2R, 2A)
Anthony Tooliver 4 (6R)
Cemal Nalga 6 (3R)

İlk Çeyrek Finalist Hendry

Ding'i 7 saatlik mücadenin sonunda 13-10 geçen Hendry ilk çeyrek finalist oldu. Ding yine 2. turu göremeden bir Dünya Şampiyonası'ndan daha elendi. Skor 12-9 iken 22. frame'de 100 lük bir seri iel skoru 12-10'a getirince biraz da olsa umutlanmıştım ama Hendry'nin ard arda 3 frame vermesi de pek gerçekçi durmuyordu. Yine'de 23. frame'i almaya çok yakıken yaptığı o basit hata çok pahalıya patladı, Hendry geriden gelerek yakaladı Ding'i ve belki de frame'in sonlarına doğru yaptığı o güvenli vuruş ve sonrasındaki ilkvuruşta gelen Ding'in faulü hemen ardından 2. vuruşunda da yeşili orta cebe doğru yönlendirişi maçı getirdi Hendry'e.

Diğer eşleşmelere bakınca Ryan Day, Nigel Bond karşısında 11-5 önde, yalnızca 2 frame'i alması yetecek ona. Ronnie'de 9-7 önde götürüyor mücadeleyi, dün kötü gününde olmasına rağmen 4-4 tamamladığı 1. session'un ardından buradan maçı vermesi çok zor.

Lyon 0:0 PSG

Tatsız, tussuz vakit kaybı bir maç oldu. İlk yarısını izleyemedim 2. yarıya bakınca fazla bir şey kaçımadığımı düşünüyorum. Koca 45 dakikadan akılda kalan tek pozisyon Hoarau'nun defansında arkasına sarkarak kaleci ile karşı karşıya kaldığı an oldu.

Topa daha çok hakim olan taraf Lyon'du. Sahayı eşit 3 dilime ayırırsak eğer muhtemelen oyunun %60'dan fazlasa PSG kalesine yakın1.5'luk dilimde oynanmıştır, fakat o kadar iyi kapattılarki yarı sahalarını Lyon top gezdirebildi ancak gol bölgesinde efektif olamadı.

Şimdi puanlar 60 ve 61'e geldi. 1 maç eksikli Bordeaux ve Marseille'nin büyük bir avantaj yakaladıklarını söyleyebiliriz. Pazar günü Gerets'in ekibi çok çok önemli bir mücadeleye çıkacak, maçı almaları durumunda Lyon ile puan farkı 6'ya çıkacak. Kendi sahalarında oynayacakları Lyon maçını da hesaba katarsak ,ilk 2 sıranın neredeyse garanti olduğu bile söylenebilir. Çarşamba akşamı'da Bordeaux, Rennes deplasmanına çıkacak. Kalan maçlarını düşünürsek şampiyonluk yolundaki en kritik maç. Fransa Ligi'ndeki şampiyonluk mücadelesini değerlendirdiği bu postta da belirttim en avantajlı konumda olan takımın fisktüre bakınca Boredeaux olduğunu belirtmiştim ve alacakları 3 puan onların yollarına emin adımlarla devam etmelerini sağlayacak.

Lyon vs. PSG



Bu akşam 21:30'da, bitime 6 hafta kala Ligue 1'in şampiyonluk mücadelesini fazlasıyla etkileyecek mücadelelerden ilkini izleme şansını bulacağız. Cuma akşamları genelde böyle iyi maçlara Bundesliga sışında rastlayaamzdık, iyi oldu. 2 takımı direkt olarak etkilemesi sebebiyle, 3 hafta sonraki Marsilla-Lyon maçı ile aynı kategoride bir maç olarak sayılabilir.

Geçen sezon düşme potasındaki PSG'nin bu sene şampiyonluk mücadelesi yapması bile başarı sayılır, daha fazlasını elde etmeleri de mümkün değil zaten bu sene için. Lyon'un 3 puana fazlasıyla yakın duruyor, durmaları da lazım yoksa 7 yıllık saltanatın bitmesi içten bile değil!

Ding vs. Hendry 2. Session

İkili hala yan yana ilerliyorlar finish'e, 2. session'da 8-8 sonuçlandı. Hendry skoru bir ara 8-6'ya getirip büyük avantaj yakalasa da Ding sonraki 2 frame'i alarak skoru eşitledi. Özellikle skor 8-7 iken maçın 9-7 olmaması Hendry için büyük kayıp olmuş yaşananlara bakınca.

Seri bu akşam sonlanacak, kaçırmamak lazım!

23 Nisan 2009

Ipswich Town & Roy Keane Premiere League Yolunda



Bir kaç takım vardır Premiere League zamanlarından akıllarda yer eden, uzun zamandır orada olmasalarda bilinir adları: Nothingham Forest, Sheffield United, Sheffield Wednesday,Crystal Palace, Queens Park Rangers bunlar arasında ilk hatırlayabildiklerim. Şu an için içlerinde Premiere Leauge'e en yakın olan takım Championship'de 3. sırada yer alan Sheffield United gibi görünüyor.

Bu sene için tablo bu ama gelecek sene için şimdiden yatırım yapmaya başlayan başla bir efsane kulüp var yukarıda adını vermediğim: Ipswich Town

Bir kaç hafta önce kiralık olarak Geovanni Dos Santos transferi ile bu satırlara konu olan kulüp gelecek 2 yıl içerisinde Premiere League'e geri dönmek adına ilk ciddi atılımı Sunderland'den ayrılan Roy Keane'i teknik direktörlüğe getirerek attı. Her ne kadar anlaşmanın 2 yıllık olması hedefin 2 yıl içerisinde gerçekleştirilmek istendiğinin bir göstergesi olsa da Keane, hedefinin 1 yıl içerisinde bunu yapmak olduğunu üstünde duruyor.

130 yıl gibi köklü bir geçmişe sahip olan kulübün, 32000 kapasiteli stadında ortalama 28-29 bin civarı bir seyirciye oynadığı düşünülür ise gelecek sezon hedefleri olan bir takımın çok daha çoşku göreceğinden şüphe yok. Roy Keane bu faktöre ek olarak Başkan'ın vizyoner görüşlerinin de bu kararı vermesinde etkili olduğunu belirtiyor ve kısa olan teknik adamlık kariyerindeki en önemli görevi üstlendiğinin altını çiziyor.

Sezonun geriye kalan 2 haftasında oyuncuları tanımak için yeterli fırsatı bulup bulamayacağı bilinmez ama orta sıralarda yer alan Maviler'i gelecek sezon hedefe ulaştırmak için yapacaklarına karar verme adına önümüzdeki 2-3 ayın çok fazla mesai haracayarak geçeceği aşikar efsane kaptan için. Sunderland deneyiminde umduğunu bulamayan teknik adamın, sadece bir futbol efsanesi değil aynı zamanda başarılı bir antrenör etiketi kazanması adına önemli bir süreç olacak.

Ding vs. Hendry



Bir önceki post'da da yazdık en çekişmeli 2. tur maçlarını başında geliyor diye, şu anki tablo da onu gösteriyor. Bugünkü 8 frame'lik seri 4-4 bitti. Oyuna çok hızlı başlayan Ding skoru 2-0'a getirse de 7. frame sonunda 4-3 önde olan taraf Hendy'di. Son frame'i Ding alınca günü berabere bitirp yarın devam etmek üzere ayrıldılar.

İlk 3 frame'i izleyebildim sadece. Özellikle 2. frame de Ding'in 112 sayılık serisi görülmeye değerdi. 22'lik delikanlının en büyük özelliği son hızlı karar verip uygulamaya geçmesi, hatta Ronnie Sullivan'ın da onun bu hızlı oyununu tuttuğuna dair övgü dolu sözleri var.

25 frame üzerinden oynanan mücadelede 13'e ulaşan çeyrek finale çıkacak ve Gönlüm Ding'den yana. Daha önce katıldığı 3 Dünya Şampiyonası'nda da 2. tura çıkamamış bu gencin bir ilki başarma zamanı geldi artık, belki Hendry karşısında gelmiş olması zamanlama olarak çok doğru gözükmese de zorlu engelleri aşmasını öğrenmeli!

Fenerbahçe Final'e Çok Yakın



Bayan Basketbol'da ilk finalist belli oldu dersek sanırım yanlış olmaz. Bu sezon hiç yenilmediği Galatasaray'ı bir kez daha yenerek ligde aldıkları 2 galibiyetin de etkisi ile 1-0 başladıkları seriyi 2-0'a getirdiler. 1 galibiyet onlara yeterli olacak.

Dün akşam oynanan maç için Galatasaray'ın Okan Çevik sonrası başarı ile yapmaya başladığı maçın 2. yarılarındaki sert savunma ile rakibe daha az sayı şansı verme planını dün de uygulayacağını düşünmüş ve bu nedenle maçın Galatasaray adına kilidinin ilk devreyi kontrollü oynayarak maçı kafa kafaya götürerek 2. devredeye sert savunma ile devam etme adına motivasyonu katbetmeme olduğunu belirtmiştim.

Maça da kontrolüü bir anlayışla başlayan Galatasaray, hücumda acele atış kullanmadan topu mümkün olduğunca fazla gezdirerek set hücumları ile sayılar buldu ve yaptığı alan savunmasına Fenerbahçe'nin savrukluğu da eklenince farkı 14 sayılara kadar çıkardı. Kress'in etkisiz oyununa rağmen Kara Braxton pota altında oldukça etkili oldu. Sophie Yung'da pota altında o bilinen standardını sahaya yansıtmasını bildi. 2. periyodun son dakikasında 12 sayı önde giren Galatasaray devreyi böyle bitirse maçın kaderi çok daha farklı olabilirdi.

İşte ne oldu ise o son dakikada oldu ve o ana kadar suskun olan Ajavon devreye girerek attığı biri son saniye olmak üzere 2 üçlük ile bir anda skoru 5 sayıya indirdi. Bu basketler sayısal değerinin yanında hem Fenerbahçe'ye soyunma odasına moralli girme şansı verdi hem de Galatasaray'ın gayet efektif oynarken bile rakibin kendisine bu kadar yaklaşabilme olanağını ensesinde hissederek moral olarak etkilenmesine yol açtı.

İşlerim dolayısı ile 2. yarıyı izleyemedim ama o son 1 dakikadan sonra zaten Fenerbahçe maçın favorisi haline gelmişti. Son haftalarda sezonun ilk yarısındaki savrukluğundan uzaklaşan ve daha bir takım görüntüsüne bürünen Galatasaray için 3. periyot maçın kaybedildiği dilim olmuş.Sonuçta alınan 82-72'lik galibiyet çok da sürpriz değildi. Yalnızca Galatasaray'ın daha iyi savunma yaparak rakibe daya az sayı şansı vereceğini düşünmüştüm ama 50'ye yakın sayı yediler.

Bu maç özelinde Galatasaray adına gözle görülen bir eksiklikten bahsetmek gerekiyor. Takımda Augustus dışında sayı yükünü çekebilecek şutör yok. Ne Tuğba ne de Şaziye gereken katkıyı yapıyorlar. Gelecek sene bu noktadaki eksikliğin giderilmesi 1 numaları öncelik olmalı.

Seride gelecek 2 maç Ahyan Şahenk'de oynanacak. Bu iki maçı Sarı-Kırmızılılar alır ise serideki son maç Caferağa'da oynanacak. 3 maçı da Galatasaray'ın alması neredeyse imkansız gibi, dolayısı ile Fenerbahçe'nin bu maçlarda çok finalde rakibinin kim olacağını beklemesi daha muhtemel.

Snooker World Championship Sheffield (The Crucible Theatre)



Dünya Şampiyonası'nda son 16'ya doğru gidiliyor, sadece 2 maç kaldı geriye. Favoriler Higgins
ve Maguire. Şu an Maguire yolu yarılamış olsa da Higgins tarafında mücadele daha yakın seyrediyor ama bir sürpriz olacağını sanmıyorum.

Tüm maçlar içerisinde belki de en dramatiği 6 Dünya Şampiyonluğu bulunan efsane isim Davis'in ilk turda Robertson'a elenmesi oldu. Gitgide çaptan düşüyor Davis abi ama bu onun Sullivan ve Hendry ile birlikte Snooker'da efsane 3 isim arasında olduğu gerçeğini değiştirmiyor hatta bu iki isimden daha önce başlamış isim olarak da yeri apayrıdır. Turnuva sonrası devam eder mi yoksa bırakma kararı mı alır hep beraber göreceğiz ama şu an bulunduğu 29. sıradan daha gerilere doğru kayacağını düşünürsek bırakma ihtimali oldukça yüksek.

Peter Ebdon ve Joe Perry erken veda eden isimler oldular. Ebdon dışında ilk 10 yoluna devam ediyor. Son 16 ise Ding -Hendy mücadelesi ile başlayacak, çok çekişmeli olacağını düşündüğüm eşleşmelerin başında geliyor. 69'luk abinin favori olduğu maçta 87'lik çinli'yi de yabana atmamak lazım aradaki tecrübe farkına rağmen. Turnuva genelinde benim asıl merak ettiğim nokta ise favori görülmeyen Sullivan'ın neler yapacağı. 147 için 1 numaralı aday olarak görülse de şampiyonluk için aynı derecede şanslı görülmüyor. İzleyip görelim, World #1 neler yapacak?

Bülent Korkmaz'ın Takım Elbisesi

İnternet'de araştırırken Korkmaz ile ilgili rastladığım bir çok resimdeki ortak özellik üzerindeki takım elbise hatta içine giydiği bordo gömleğin değişmemiş olması. Sanırım Korkmaz'ın en sevdiği takım elbisesi tartışmasız resimdeki.

2006 Haziran -Ümit Davala'nın Düğünü-



2007 Nisanı -Memorial 11 Altın Adam Ödül Töreni (Erciyesspor Teknik Direktörü)-



2008 Aralık -2009 UEFA Kupası Final Organizasyonu Tanıtımı-



2009 Şubat -Galatasaray Teknik Direktör'lüğü İmza Töreni-

Premiere Leauge'de Dün Akşam

Şampiyonluk yolunda çok önemli 2 maç vardı : Manu- Porstmouth ve Chealsea-Everton. Kırmızı Şeytanlar, Liverpool'un 2 puan kaybettiği haftada dün akşam aldığı 2-0'lık rahat galibiyet ile bir maç eksik ile 3 puan öne geçtiler. Chealsea ise, Pool'un sendelediği haftada alacağı 3 puan ile puanını 70'e çıkarıp zirveye biraz daha yaklaşmanın hesabını yapıyordu ama karşılarındaki rakip de bunu yapmaları için fazlasıyla sertti ve 90 dakika sonunda sahadan 1 puan ile ayrılmak zorunda kaldılar.

Manu, haftasonu sahaya sürdüğü kupa kadrosunda büyük değişiklikler yaparak çıktı sahaya. Eveton ile oynanan FA CUP yarı final maçından sadece 2 isim vardı: Anderson ve Nemanja Vidic. Daha maçın 10. dakakasın Rooney ile buldukları gol maçı kolaylaştıran en büyük etkendi, bu golün vermiş olduğu güven ile rölantide giden bir oyuna imzayı Giggs attı ve takımının şampiyonluk yolunda attığı adımların şiddetini attırdı. Eksik olan maçından da 3 puan ile ayrılır ise puan farkını kalan 5 haftada 6'ya çıkarmış olacaklar ve büyük bir avantaj ile şampiyonluğa doğru ilerleyecekler.

Chealsea'nin ise şansızlığı gerçekten ligin en dirençli takımlarından biri ile oynamasıydı böylesine önemli 3 puan mücadelesinde. Elbette Chealsea için çok önemli bir detay değil bu ama daha önce yazdığım David Moyes yazılarında da belirttiğim "Everton'ın potansiyel gücünü" bildiğimden kolay maç olmayacağını düşünüyordum. Hafta sonu Manu'yu penaltılar ile kupa dışına ittikten 3 gün sonra Chealsea karşısında da sahadan yenilmeden ayrılmak hatta maçı kazanacak pozisyonları da bulmak takdiri hakediyor. 2013'e kadar takımının başında kalacak olan bu genç teknik adam bu sezon 6 yıllık Everton kariyerindeki en iyi sıralama (5. lik) ile bitirebilir ligi.

Maç sonu en gerçekçi açıklama yine Hiddink'ten gelmiş. Şampiyonluk şansının kaçtığını ve CL & FA Cup maçlarına konsantre olmaları gerektiğni belirtmiş, doğal olan da bu zaten. Son 5 hafta da liderin 8 puan gerisinde 3. sırada olup hala şampiyonluğu kazanacağını düşünmek de mantıklı olmazdı zaten.

Barcelona 4:0 Sevilla



Artık bi klasik oldu Barca maçlarının üst olması. Bence Barca iin ayrı bir bahis daha açılmalı: 4 gol altı / üstü gibi,v3 falan kesmiyor onları çünkü. Camp Neu'da hep aynı tarife. Bu maçın tek farkı golleri sindire sindire atmaları, 2 yarıya eşit şekilde dağıtmaları. Yalnız şundan eminim, eğer Messi olsa 4-0'a çok daha erken ulaşılırdı. Çünkü Barça'nın kusursuz hücum varyasyonlarına hızı katan en önemli isim bence.

Dün akşam Messi'nin olmaması Barça'nın zorlanacağı fikrini uyandırmış olabilir belki ama Barça'nın oyun yapısı incelendiğinde taktik planın temelini oluşturan 2 ismin Xavi-Iniesta olduğu gerçeğini itiraf etmek gerekir. Orta sahada oyunun iki yönünü de bu kadar naif, sanatçı edası ile oynayan kaç adam var şu futbol dünyasında. Bir Lampard, Gerard'da bu sanatçı sınıfına sokulabilir ama bu adamların oynadığı futbolun lezzeti çok daha başka benim için. Dolayısı ile Messi'nin olmaması bu takıma skora ulaşmada hız kaybettirir ama Inıesta-Xavi ikilisinin yokluğu ise oyun yapısının temelini sarsar. Barça'nın bu sene kaybettiği puanların çoğunun Inıesta'nın sakatlandığı döneme gelmesi de bir tesadüf olmasa gerek.

Sevilla maçında da bir Inıesta show vardı sahada, 1 gol 3 asist ile oynadı. Attığı gol (Barça'nın 1. golü) jeneriklik. Ceza sahsı dışından 85-90 arasına sağ ayak içi plase. 2 gol ise yukarıda bahsettiğimiz Xavi-Iniesta birlikteliğinin Barça'ya kattıklarının bir simülasyonu gibiydi. Iniesta'nın topu Xavi'ye bırakarak ceza sahası içine dalışı ve Xavi'nin süper pası, Sevilla defansı Inıesta'ya odaklanmışken O'nun bomboş pozisyonda kalan Etoo'yu görüşü ve klasik Barça golü. Dieğr gollerde yine aynı isimlerin farklı senaryoları uygulaması ile oluştu zaten, değişmeyen tek şey Katalanlar'ın her şeyi ile çalışılmış ve emek kokan varyasyonları.

Şundan eminim: Her ne kadar Real'li oyuncular zaman zaman verdikleri demeçler ile şampiyon olacaklarını söyleselerde, bu oyunun tekrar tekrar sahaya konuldğunu gördükçe içten içe şanslarının ne kadar da az olduğu gerçeği ile yüzleşmeden edemiyorlardır.

Barça üzerine tüm yazacaklarımızı tüketmemek lazım, zira daha bize yazdıracak çok maç çıkaracaklar gibi görünüyor.

Wiese'den Uygulamalı Dersler



Hamburg-Bremen, Almanya Kupası yarı finali'nde dün akşam karşılaştı ve normal süresi 1-1 biten maçta finale çıkan ekibi penaltılar yada diğer bir deyişle Bremen kalecisi Wiese belirledi, Hamburg'un attığı 4 penaltıdan 3'ünü kurtararak takımına kupa yolunu açmış oldu.

Yıllardı izlerim şu oyunu şunu çok net söyleyebilirim ki ilk defa kendinen bu kadar emin ve ne yaptığını bilen bir kaleci gördüm penaltı atışları sırasında. Gerçekten iyi atılmış 3 penaltıyı o kadar güzel çıkardı ki muhtemelen ilk 2 penaltıyı kurtadıktan sonra 3. penaltıyı atacak olan Jansen bayağı bir strese girmiştir. Bu nedenle olacak tam köşeye ve kalecinin kurtarmasının çok zor olduğu bir bölgeye vurdu ama Wiese çoşmuştu bir kere, "Bana mısın?" demedir ve topu çıkardı.

Altta linkini koyuyorum penaltı atışlarının özetinin, izleyin derim bana hak vereceksiniz.

22 Nisan 2009

Geçmişten Bir Galatasaray Analizi...

Geçmiş yazılara göz atarken 1 Aralık 2008'de yazmış olduğum ve Galatasaray'ın kadro yapısının bir dengesizlik içerdiğini belirten yazıma rastladım. Biraz gerilerde kalmış, kıyıda kalmış bu görüşlerimi paylaşmak istedim yeniden sizlerle.

Galatasaray'daki Sorun-2 (Teknik-Taktik-Takım Yapısı vs.)

"Bir önceki yazıda Galatasaray'ın istenilen çizgide olamamasının, istikrarsızlığının sebeplerini analiz etmeye başlamış ve ilk olarak olaya "Futbol Yönetimi" penceresinden bakmıştık. Şimdi de taktik, takım yapısı gibi boyutlarıyla meseleyi ele alacağım.

Öncelikle ciddi bir yanılgı içerisinde olduğumuzu düşünüyorum. Şu andaki takımdan bahsedilirken neredeyse "tarihinin en iyi kadrosu" etiketi yapıştırılıyor ki kesinlikle katılmıyorum. En yakın yıllara yani 1999-2001 yılına gidilirse; orta sahada oyunu iki yönüyle oynayabilen Hasan, Ergün, Okan, Emre, Ümit, Suat, Arif gibi oyuncuların yanında Hagi gibi bir virtüöz vardı. Günümüz futbolunun en büyük gereksinimlerinden biri olan defansif yönlerinin yanı sıra hücuma da katkı yapabilen bek türünün iyi örnekleri Ergün-Hakan Ünsal ve Capone-Fatih de bu kadronun içerisindeydi. En kritik bölgelerde bu kadar güçlü silahları olan bir kadronun UEFA Kupası'na uzanışı da bu zenginliğin en büyük kanıtı olsa gerek.

Şu an sahip olunan kadronun en dikkat çeken özelliği bireysel anlamda gerçekten kaliteli oyunculara sahip olması. Arda, Lincoln, Kewell, Baros, Meira, Mehmet Topal, Barıs, Ayhan, Sabri... Zaten bu noktada söylenecek bir şey yok. Asıl nokta, bu bireysellikten sıyrılıp işi takım boyutuna getirmeye çalıştığımızda karşımıza çıkıyor. En kritik bölge orta saha incelendiğinde takımın hem savunma hem de hücum anlamında en dengeli oyuncusunun Ayhan olduğu göze çarpıyor ki çoğu zaman yapmış olduğu yan paslar ile baygınlık verdiğini belirtmek gerekiyor. Ayhan dışında, oyunun her iki yönünde de etkili biçimde yer alan bir oyuncu saymak kolay değil. Mehmet Topal iyi bir kesici ama topu olumlu kullanma, dikine oynama, oyuna yaratıcılık katma anlamında oldukça zayıf. Arda, Kewell her ikisi de sol çizgide çok etkili, fakat defansif direnç oluşturabilme anlamında ne yazık ki devamlılıkları yok. Arda daha fazla savunmayı düşünse de fizik durumundaki düşüşler bu görevi her zaman yapmasını engelliyor. Lincoln'ü daha az koşan oyunculardan bir tane bulundurma kontenjanı dolayısı ile ayrı tutuyorum ki onun da çok durağan oynadığını söylemek mümkün değil, pres yaparken oyuncu kovalarken görebilirsiniz O'nu oyunun belirli anlarında. Barış daha gelişme içinde bir oyuncu çok koşarak orta sahaya kattığı dinamizmi top kullanmada da gösterebilir ama şu an istenilen seviyede olduğunu söylemek kolay olmayacak.

Dolayısı ile Galatasaray orta sahası teknik, topa hükmedebilen ama defansif direnç oluşturmaktan uzak oyuncular ile çok koşan ama oyuna ofansif zenginlikten katma konusunda sıkıntı yaşayan oyunculardan oluşuyor. Bu yapı içerisinde popüler deyiş ile "modern futbolun" gereksinimi olan bir orta saha kurgusu oluşturmak mümkün görünmüyor. Yapılacak şey, bu oyunculardan etkili bir bileşim meydana getirmek ama oluşturmuş olduğunuz bu düzen hassas dengeler üzerine kurulduğu için bir oyuncunun bile sakatlığı takıma zarar verecektir. Örneğin, bir Mehmet Topal'ın gelişine bağlanıyor orta saha direncinin arttırılması sakatların çok olduğu dönemde. Oysa bir oyuncu ile halledilecek kadar kolay değil mesele bence. Çünkü o zaman daha çok oyunculara bağlı oluyorsunu oyununun her iki yönünü oynayabilen bireylerden kurulu olmadığı için orta sahanız. Hep sakatlıklardan dem vurup sürekli onların yolunu gözler hale geliyorsunuz. Oysa bir Kewell, Meira ve Arda istenilen direnci oluşturabilseler ki orta sahada oynayan 3 oyuncunun bu direnci gösterememesi bir takım için çok da kolay kabul edilecek bir durum değildir; o zaman Mehmet Topal, Barıs'ın yokluğu bu kadar etkilemeyecek.

Buna ek olarak Galatasaray'ın en büyük sorunu sağ/sol bek mevkiilerinde oynayan oyuncuların hücuma katkılarının sınırlı hatta minimum seviyede olması. Sağ bek mevkiinde Uğur sonrası herhangi bir transfer girişiminde bulunulmadığı için mecburen forma giyen "sağ açık" Sabri'yi ayrı tutar ise sol tarafta oynayan gerek Volkan gerekse de Hakan Balta bir çok maçı 2'den daha fazla isabetli orta yapamadan tamamlıyorlar. Çizgiye inip orta yapma, adam geçerek dripling yapam gibi özellikleri bu oyuncularda görmek neredeyse imkansız. Dolayısı ile sol kanatdaki hücum etkinliğiniz orta sahanın solunda oynayan Arda ya da Kewell'a kalıyor, bu da takımın hücum zenginliğini etkiliyor. Sağ bekde Sabri elinden geleni yapmaya çalıyor hatta bir çok maç da Kewell ve Arda'nın sol kanatda üst üste binerek oynaması, takımın sağ açıksız oynaması nedeniyle o koridoru tek başına kullanmak zorunda olduğunu da belirtmek gerekiyor.

UEFA finalindan bahsedilen bugünlerde (Bu sene için çeyrek final bile başarıdır bana göre) mevzubahis hedefe orta sahaya Ayhan ve Topal'ı savunma yapsınlar Arda,Lincoln ve Kewell'ı hücum oynasınlar diye koyarak ulaşmak neredeyse imkansız. Bu takımın sınıf atlaması orta sahada Lampard, Gerard, Deco mantalitesinde adamların sayısınına artması ile olur. Kalitelerinin elbette o kadar olmasını beklemiyorum fakat en azından bu mantalitede olmalı oyuncular. Öyle 1-2 adam değil orta sahanın neredeyse tamamı böyle oynamaya yatkın olmalı, yoksa "GS Yumuşak takım" olmaya devam eder. Takımı daha ileriye taşımak adına özellikle orta sahada oyunun iki yönünü oynayan oyuncular ile bek mevkiinde hücum yönü daha kuvvetli (özellikle sol bek) oyuncuların sayısının arttırılması gerekiyor takımda. En azından alt yapıdan da olsa 99'un Emre'leri, Ergün'leri, Hakan Ünsal'ları bulunmalı.

Takımın taktik yapısına gelince, geçen sene en büyük özelliği tempo yaparak rakibe önde basan ama ayağa pas yapmaktan, kontrol futbolu oynamaktan aciz bir takım görünümündeydi Galatasaray. Bu tempo yüzünden özellikle 55-60'dan sonra yorgunluk belirtileri baş gösterince rakibin üzerine yığılmasına engel olamayan bir nalayışdı bu aslında. En bariz örneği de Ali Sami Yen'de oyanan Fenerbahçe FTK maçıdır. 30 dakika baskılı oynayan, önde basan Galatasray yorgunluk ile beraber kontrollü futbol oynama, tempoyu düşürebilme gibi bir özelliğe de sahip olmadığı için 10 kişilik Fenerbahçe oyunun sonraki 60 dakikasında daha etkili görünen taraf oldu. Bu nedenle şu an için ortaya sürülen "Galatasaray hep önde basan, pres yapan bir takımdı. Ne oldu bu sene?" gibisinden sığ yorumlara karşı "O tür önde basan ama kontrolden uzak futbola, önde basmayan ama kontrollü ve ayağa paslarla oynanan futbolu tercih ederim" cevabını veririm sürekli. Elbette hem kontrollü oynayan hem de önde basabilen bir takım olunmasını tercih ederim ama bir tercih söz konusu ise yukarıda belirttim görüşümü.

Süper Lig'deki bir çok maç için ideal sayılabilecek bu futbol Avrupa maçlarında , özellikle Leverkusen'de çuvalladı. 0-0'ın rövanşına önde basarak başlayan Galatasray 10 dakikada 3 tane yiyince tur umudunu daha o dakikada çimlere gömüvermişti. Bu sene Skibbe'de bunu görmüş olacak ki daha kontrollü, ayağa oynamaya çalışan bir takım oluşturmak ile başladı sezona ki O'nun hakkındaki olumlu görüşlerimi oluşturan ana nokta burası idi. Gerets zamanında beridir izlemekten sıkıldığım o futbol yapısından daha olgun ne yaptığını bilen bir takım olma noktasına doğru ilerleneceği havası veriyordu genel görüntü. Takımı 4-5-1 düzeni ile oynatması da özellikle zorluk derecesi fazla olan maçlar için vazgeçilmez bir taktik diziliş olarak çıkyor karşımıza. "Galatasaray hücum oynar, çift forvet oynar" gibi sanki yazılı kurallar ile sabitlenmiş yorumların sıkıcılığına rağmen Skibbe'nin hala bu noktada ısrarcı olması da diğer güzel bir nokta. Çünkü takım zorluk derecesi fazla olan maçları bu düzende oynayacak ise sistemin oturması için ısrarcı olunması normal karşılanmalıydı.

Bugün gelinen nokta kıyaslandığında Skibbe'nin doğru mantaliteye sahip olmasına rağmen bunun sahada disiplin ile yansıtılması noktasında takımda hale eksiklerin olduğu görülüyor. Skibbe'nin bu otoriteyi oluşturabileceğine dair şüphelerim onun hakkındaki en büyük soru işaretlerini oluşturuyor zaten. Takımın he maça aynı ciddiyet ile hazırlanamaması, oyun içerisinde zaman zaman disiplinden kopması, aynı hatarlın tekrarlanması teknik direktörün takım üzerindeki etkisini de sorgulattırıyor bizlere. Gelecek adına da Galatasaray'ın en temel problemi olabilir bu nokta. Bu düzeye gelinmesinde yönetimin sezon başından beri almış olduğu çelişkili kararlar, teknik direktörün oyuncular üzerindeki etkisini azaltacak hamleleri de çok önemli bir rol üstleniyor tabiki.

Özetle, bireyse anlamda iyi ama takım oluşturma anlamında sıkıntı oluşacak oyuncu topluluğu, taktik anlayış olarak doğru fakat taktik disiplin oluşturma anlamında sıkıntı yaşama ihtimali bulunan bir teknik direktör, antrenörünün otoritesini ve futbolcular üzerindeki etkisini sıfırlamak için uğraşan, futbol takımını bir kaç başlı bir hale getiren, günü kurtama çabası içerisindeki bir yönetim ile Galatasaray'ın geleceğe çok da umutlu bakması kolay değil. "

Evet, aradan 4.5 ay geçmiş ve düşüncelerimin kendini biraz da doğrulattığını düşünüyrum geçen zaman içerisinde. Bilmiyorum benim gibi düşünenler var mı, ama bu konuda çok net bir şekilde kadro yapılırken belirli dengelerin göz önüne alınmadan bireysel isim bazında olaya bakıldığı daha baştan göze alınması gereken takım olgusunun bireyler bir araya geldikten sorna şekillendirilmeye çalışılması çabası var ortada. Bu ise malzemeleri aldıktan sonra bina yapmak gibi, oysa ne yaapcağınızı bilip ona göre malzeme alsaydınız çok daha şekilli bir şey çıkacaktı ortaya. Bu da çok ciddi bir fark demek nihayetinde!

Premiere League Çoşkusu: Pool 4:4 Gunners



Böylesine bir maçı izleyememiş olmak ne kadar da acı! Müthiş maç olmuş belli ki özellikle de 2. yarısı. 8 golün 7 si 2. 45 dakikada atılmış. 8 golün altında ise 3 farklı ismin imzası var: Arshavin, Torres, Benaouyun.

Gecenin kahramanı da kuşkusuz Arsenal'in tüm gollerinin sahibi Arshavin oldu. Premiere Leauge'e transfer olduktan bu kadar kısa zaman sonra 4 gole birden aynı maçta imza atan kaç isim vardır acaba? Baptista'yı biliyorum ne tesadüftür ki yine bir Pool maçında bu kez Carling Cup mücadelesinde 6-3'lük maçta 4 gol atmayı başarmıştı. İki oyuncunun da Liverpool maçlarında 4 gollük serilerle sahadan ayrılması da ilginç tesadüf.

Pool ve Benitez için çok önemli bir karşılaşmaydı. 3 puan alsalar yılların özelmini sona erdirme yolunda önemli bir adım atacaklardı. Yine de "son dakikaya 4-3 geride girdikten sonra 1 puanı kurtarmak da bir kazanç olabilir mi?"diye düşünüyor olabilirler.

Arsenal'in şampiyonluk şansı çok az olsa da avuçlarının içinde tutukları 3 puanı hanelerine yazıp bu yükselen form ile sezon sonunda nereye kadar çıkacakları konusunda sürprizler sunabilirlerdi bizlere ama ciddi bir şans kaçırdılar bu gece.

Şampiyonlar Ligi, hatta bazı UEFA maçlarının ardından ülkemizde oynanılan ve bizlerin de boş gözlerle baktığı şeyin futbol olup olmadığını sorgularken, Premiere League'nin bu gerçeği kafamıza vura vura böyle maçlar ile karşımıza çıkması her şeye rağmen güzel ama en acı olanı böyle bir görsel şölene şahit olamamak, bu maçı izleyememek!
Not: En azından internetden golleri bulup izledim. Tüm goller usta işi, ama özellikle Arshavin'in 2 ve Torres'in 3. golleri ayrı bir yere konmalı. Liverpool'un yediği ilk 3 golde bariz defans hatası var. İlk 2 gol, topu kontrol altına almaya çalışırken Arsenal'li oyuncuların baskısı ile yitirilen toplardan geldi. 3 gol de defansın Arshavin'e yatptığı asist var ve sonrasında da Reyna'nın kaleye sorgusuz sulasiz kabulu, bu kadar kolay gol yersen attığın 4 golün bir anlamı da kalmıyor haliyle.

20 Nisan 2009

Lyon Saltanatı'nda Sona Doğru...



Fransa Ligue 1'in son 7 yılına damga vurarak arda arda şampiyonluklar yaşayan Lyon'un saltanatı bu sene kuvvetle muhtemel son bulacak. Bu defa işleri gerçekten zor, artık geçmiş senelerdeki kigi tek rakipleri yok, önlerindeki Marsilla ve Bordeaux hemen arkasında 1 puan geride de PSG ile ciddi bir yarış içerisindeler şimdi.

Bu hafta Gerets'in Marsilla'sı deplasmanda Lorient'i 1-0 geri düştükleri maçta 1-2 mağlup etmeyi başardı ve Lyon ile puan farkını 4'e çıkardı. En yakın takipçileri Bordeaux ile aralarında 2 puan var. Son olarak 92-94 yılında şampiyon olmuş bu ekibi 16 yıl sonra şampiyonluğa taşır ise Gerets heykelini dikmeleri içten bile değil. Kendisi ayrılmak istemedikçe en az 4-5 yıl daha kalır Fransa'da.

Blanc'ın Bordeaux'u da 1 ay öncesinde 5. sıraya kadar geriledikleri yarışta, üst üste maçlar kazanarak liderin 2 puan gerisine konuşlanmayı başardı. Bu hafta üst sırada yer alan Lyon'u 1-0 yenerek önemli bir engeli aşmayı başardılar. Maçın büyük bölümünü Kanal A'da izledim bir yandan internet üzerinden Superclassico'yu takip ederken...

Lyon açısından bu konuma gelmiş olmalarında son yıllarda istikrarlı çizgilerini, teknik direktör istikrarsızlığı yönünde bozmuş olmalarının büyük payı olduğunu düşünüyorum. Son 3 yılda 3 ayrı teknik direktör ile çalışarak Türk Kulüpleri'ne nazire yapar hale geldiler, en büyük hataları bu. Takım yapısı açısından bakılırsa da Juninho'nun artık belirli bir yaşa gelmiş olması nedeniyle vasat oynadığı maçların fazlalaşabileceği de düşünülürse O'nu yedekleyecek isimlerin takımın orta sahasına monte edilmesi gerekiyordu. Ederson zaman zaman bu göreve soyunsa da henüz gereken verim alınmış değil. Orta sahada yaşana b sorun dün oynanan maçta çok net görülüyordu.


PSG ise arka tarafta 59 puan ile liderin 5 puan gerisinde. Geçen sene küme düşmekten son ahfta kurtulmuş bir takımın bu sene ilk 4 içerisinde yer alabilmesi ve bunu geçen seneki teknik adam ile gerçekleştirmek yönetim adına bir başarıdır. Le Guen'in kalitesini bildikleri için yola onunla devam ettiler ve karşılığını da aldılar. Şampiyon olmaları zor ama şampiyonlar ligi bileti almaları içten bile değil.

Ligin bitimine 6 hafta kaldı ve yukarıdaki resimde de ayrıntısı ile görüleceği üzere en avantajlı fiktür Bordeaux'da. Fotoğrafın üstüne tıkladığınızda da göreceksiniz her takımın oynadığı takımların ligdeki sıralamalarını toplamı var alt tarafta. Marseille 6 haftada ligdeki sıralama toplamı 44 olan takımlar ile oynarken, Bordeaux ise toplamı 78 olan takımlar ile oynayacak, üstelik bu takımların 4'ü 12 sıra ve gerisindeler. Buradan en zor fikstürün Marseille'de olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Buna ek olarak PSG-Lyon ve Marseille kendi aralarında oynar iken, Bordeaux'un böylesine zorlu bir maçı yok. Elbette küme düşme hattındaki takımlar ile oynamak da ligin sonlarında kolay değil ama genel manada avantaj olarak görülebilir. Şampiyonluğun kaderini belirleyecek olan maçlardan özellikle 36. haftadaki Marseille-Lyon maçı nefes kesecek.

Foto'nun alt tarafında da ligin sonunda alacakları tahmini puanları verdim, göreceğiniz üzere benim favorim Bordeaux.

19 Nisan 2009

Superclasico : Boca 1:1 River



90'lı yılların başında futboldan tad almaya başladığınız dönemlerde futbol maçları yarı gölge / yarı güneşli sahalarda oynanıyor ise bu görüntü elbette lezzetli bir tat bırakıyor hafızanızda. İşte bu derbiyi bana sevdiren en büyük etkenlerden biri de gündüz maçlarına olan özlemimin ta kendisi.

2 hafta önce dünyanın en büyük derbilerinden diyerek kendimizi kandırdığımız futbol rezaletindne sonra ne izlesek daha güzel bir tat alacağımız kesindi zaten. Bugün ki maç da müthiş bir tempoda oynanmasa da topun sürekli iki ceza sahası arasında gezdiği, hakemin oyunu gereksiz düdüklerle bölmediği izlenesi bir mücadele oldu.

İlk yarıda Boca'nın hakimiyeti vardı, daha çok pozsiyona giren taraf da onlardı. 2. yarıya da etkili başladılar, özellikle alan parsellemeleri çok iyiydi. Takım halinde geriye çekiliyorlar ve River'a top yapma şansı vermiyorlardı. Pres yaparak da kırmızı-beyazlıların top kullanmalarını engelliyorlardı. Bu görüntü ile biraz da kalecinin hatası ile Palermo'nun ceza sahası dışından attığı şut golü getirdi Boca'ya. Kendi adıma, River'ın gol bulmasının çok zor olduğunu düşünürken Diego Bouanette'nin oyuna girişi dengeleri biraz değiştirdi. Tıfıl ama top ile hareketli ve bu hareketliliğini kontrol ile birleştirebilen bu gencin Boca sahasına hızlı top taşımaları River'a rakip kalaye daha rahat gitme şansı verdi ve ceza sahası önünde Diego'nun kazandırdığı faul'ü "Güzide Basınımız"ın 2002-2007 arasında her yaz Galatasaray'a göz kırptırdığı Gallardo güzel bir vuruş ile ağlarla buluşturunca skor eşitlendi. Golden önceki 6-7, golden sonraki 9-20 dakika River'ın koca 90 dakikada rakip kalede en etkili olduğu anlardı.

Ceza sahaları arasında gidip gelen oyun yaratıcı hareketler ile birleşemeyince daha fazla gol olmadı ve takımlar sahadan 1-1'lik sonuç ile ayrıldılar. Muhtemelen 90 dakikanın ardından 2 takım taraftarı da ezeli rakiplerine yenilmemiş olmanın sevincini yaşıyordu.

Hayranlıkla izledim, belirtmeden geçemeyeceğim. Çok ilginç bir mimarisi var Bombonera'nın. Bu kadar dik tribünlerde seyircilerin aşağı düşmeden maç izlemesi çok kolay olmasa gerek. Bir gün o stadda derbi izleyeceğim günler de gelecek, buna eminim işte o zaman Boca ya da River farketmez 90 dakika skoru düşünmeden çılgınca tezahurat etmenin tadına varmak istiyorum.


Boca Juniors: Roberto Abbondanzieri, Hugo Ibarra, Julio Cesar Caceres, Juan Forlin, Claudio Morel Rodriguez, Fabian Vargas, Sebastian Battaglia, Cristian Chavez, Nicolas Gaitan (Leandro Gracian 73'), Rodrigo Palacio (Pablo Mouche 73') and Martin Palermo.

Coach: Carlos Ischia.

River Plate: Daniel Vega, Paulo Ferrari, Gustavo Cabral, Nicolas Sanchez, Cristian Villagra, Gustavo Bou (Mauro Rosales 66'), Oscar Ahumada, Nicolas Domingo, Marcelo Gallardo, Cristian Fabbiani (Diego Buonanotte 65') and Radamel Falcao Garcia.

Coach: Nestor Gorosito

Goals: Martin Palermo (58'), Marcelo Gallardo (68')

Yellow Cards: Nicolas Sanchez (33'), Paulo Ferrari (39'), Cristian Chavez (49'), Nicolas Domingo (51'), Martin Palermo (58'), Hugo Ibarra (81')

16 Nisan 2009

UEFA Kupası Yarı Final Yolu

Devre arasında kısa bir değerlendirme yapıp tekrar City-Hamburg maçına döndüm. 2.yarıya gerçekten çok iyi başladı Maviler. 50. dakikada Caicedo golü bulduktan hemen sonra, Elano'nun frikiği direkte patladı ama maçın dönüm noktası Caicedo'nun 1 metre'den zoru başarıp topu dışarı attığı pozisyon oldu ki dakikalar henüz 55'i gösteriyordu. Skor 3-1'e gelse çok çey değişebilirdi. Bu pozisyonun ardından 3 ney pozisyon daha yakalasada City son 15 dakikada yorgunluğun etkisi ile oyundan düşmek zorunda kaldılar.

İtalya'da 3-1 biten ilk yarının ardından 60. dakikada Diego ile golü bulunca Bremen turu neredeyse cebine koydu ama yine de bir beraberliği taraflarıan yazdırmak istediler ve Pizarro Bremen'e puanı getiren isim oldu.

Lucescu, 3 yıl önce Sevilla'ya son dakikada Palop'un kafası ile uzatmaya giden maçta yarı finali kaçırmıştı. Bugün Gerets'in Marsill'sını 2 maçta da yenip 1 diğer Ukraynalı, Dinamo Kiev'in rakibi oldu. Gerets'in kader bu zaten, uluslararası arenada doğru dürüst başarısı yok ama Türkiye'de hala birileri "Galatasaray'ın bu kadrosu Gerets'de olsa idi" tarzında ağıt tutuyor. Gerets bu işte, ne 3 adım ilerler ne de geri gider.

2 Alman, 2 Ukraynalı karşılaşacak yarı finalde. En azındna Almanya-Ukrayna finali olacağı kesin.

UEFA Kupası Yarı Final Yolu 1/2

İlk yarıların ardından kısa da olsa bir değerlendirme yapalım.

Internet'den M. City-Hamburg maçını takip ettim. City, hücum hattında Elano, Robinho gibi isimlerin yapacaklarına bağlı gibi görünüyor. Organize değiller, rakibin defans hattını çok zorladıklarını söylemek kolay değil. Caicedo biraz daha hareketli olsa daha fazla pozisyon bulabilirler ama ağır bir oyuncu izlenimi verdi bana. City, 60. dakikaya kadar 1 gol bulamaz ise turu geçmeleri zor görünüyor.

Lucescu, Gerets'in de ifadesini almış gibi görünüyor. Marsilla'nın 3 gole ihtiyacı var turu geçmek için. Çok zor be...

Udinese gecenin bombasını patlatacak gibi görünüyor. Şu an 3-1'lik skor ile durumları eşitledi İtalyanlar. 2. yarıyı kaçırmamak lazım.

Kiev, 3 golle Frasızları evine gönderdi ve yarı finale çıkan ilk takım oldu. Ukrayna'nın Ülke sıralamasında önümüzde olduğunu ve Shaktar ile beraber iki takımın da yarı finalde mücadele edeceğini düşünürsek pek de iç açıcı bir durum değil bizim adımıza. Neyse ki yarı finalde eşleşecekler de en azından finalde 2 Ukrayna Takımı görmeyeceğiz.

Buyrun Yeni Malzeme



Laudrup, Spartak Moskova'dan ayrılmış. Geçen sene Adnan Polat bayağı diretmişti bu isimde ama olmamıştı. Şimdi özellikle basın için çok iyi malzeme çıktı. Korkmaz'ın tartışıldığı şu ortamda Lucescu'nun yanına da iyi gider. İsim zenginliği oluşturmak lazım değil mi?

"Geçen sene çok uğraştığı halde anlaşma sağlayamadığı Laudrup'un Moskova'dan ayrılması sezona yeni bir hoca ile başlamak isteyen Galatasaray yönetimini harekete geçirdi. Polat, Üstünel'e bu tarnsferi bitirmesi içn tam yetki verdi ve Üstünel'de Laudrup ve menejeri ile görüşmek için Fransa'ya uçtu. Geçen senenin aksine, bu sene yapılacak teklife Danimarkalı Teknik Direktörün'de çok sıcak baktığı ve iki tarafın anlaşmaya çok yakın olduğu öğrenildi"

Buyurun burada yakın, burada yazılmışı var...

15 Nisan 2009

CL' de Yarı Final Yolu-1



Resmen uyutuluyoruz, en büyük diye adlandırılan derbimizden bile bir tutam futbol tadı alamıyor ve dün akşam takır takır futbol görüyorsak sahada, geçmiş olsun. Bu tür maçları izlemenin iyi mi kötü mü olduğuna bir türlü karar veremedim, yine de bu tip maçlar da olmasa futbol hiç çekilmeyecek.

Dünkü maç 4-4 bitse de ilk tebrik edilecek isim Benitez olmalı. Takımına müthiş bir inanç aşılamış ve sahaya sürmüştü. İlk yarıda o kadar panikten uzak oynadıkı Liverpool, sanki istediği an gereken skora ulaşacak bir havası vardı. Nitekim ilk yarının bitimine 10 dakika kala skor 2-0 Kırmızılar lehine gelmişti bile. Devre sonuna kadar 3. bile bulmaları içten değildi.

35. dakikada spiker Uğur Önver'in "Malouda'sı" Kalou'nun yerien giren Anelka maçı çeviren isim oldu. Yaptığı ortaya dokunan Drogba'nın da payını belirtmek lazım ama bir o kadar da Reyna'nın emeği var orada. Yediği 2. golde de top ne kadar sert gelse de üstüne geliyordu, bu 2 goldeki hatalar olmasa maçın nereye gideceği hiç belli olmazdı. Tamam Cech'de ilk yediği golde hatalıydı ama Aurelio'nun topu resmen direği yalatır biçimde kaleye göndermesinin de hakkını vermek gerekir.

Burada skorun her 2 takım aleyhine geliştiği anlarda didiplinden kopmamaları ve doğru bildiklerini oyunu her dakika sahaya yansıtmaya çalışmalarının da üzerinde durulmalı. Hamburg maçında skor 2-2 olduktan sonra futbol adına tüm bildiklerini bir kenara iterek oynamaya çalışan Galatasaray ya da İspanya karşısında skor 1-1 iken defansını bomboş bırakacak kadar savruklaşan Türkiye gibi takımlara örnek olmalı bu futbol mantalitesi. Anlaşılan daha çok ekmek yememiz gerekecek bazı şeylerin değişebilmesi için. Biz görürmüyüz orası da soru işareti ya neyse...

Hiddink'i zaten çok beğenirdim ama din akşamdan sonra Benitez'i takımı elenmesine takdir ediyorum. Maç öncesi demeçleri ile takımını bu kadar iyi motive edip, bu kadar kendinden emin bir şekilde oynatabildiği için. Maviler tarafında ise geçen sene Avram Grant ile çok yaklaştıkları kupayı Hiddink bu defa onlara kazandırabilir ama önlerinde çok ciddi bir engel var: Barcelona.
Maviler ile Kırmızılar'ın bu mücadelesine tüm çabasına rağmen Uğur Önver'de gölge düşürmeyi beceremedi. O nasıl rezil bir maç anlatımıdır Allah aşkına? Hiç mi kadroya bakmaz, oyuncuları bilmez bu adam? 30 dakika boyunca Malouda'yı takip etmekten yoruldu millet. 5 sn. içinde bir adam nasıl karşı kanada çapraz pas verip aynı topu yine kendisi alır. Koskoca Kalou'yu 30 dakika Malouda diye yuttumaya çalışmak, pes yani!

Diğer tarafta ise bir formalite maçı vardı. Sadece prosedürü yerine getirmekti amaç, yoksa kimsenin inancı falan yoktu turu geçen tarafın değişeceğine dair. Cezalı Guardiola, tribünden izledi maçı. Çok da fark etmiyor nerede olduğu aslında, takım zaten bazı hareketleri artık ezberlenmiş bir bağımlılıkla yapabiliyor. Attıkları gol yine muhteşem paslaşmalar sonrası Xavi'nin ceza sahası önüne bıraktığı topa Keita'nın şık vuruşu ile geldi. Klasik Barça yani...

13 Nisan 2009

Spor Basını & Hakan Ünsal



Dün maç sonrası, yolda radyodan yorumları dinliyorum. NTV'de Hakan Ünsal ve Sergen, Ali Sami Yen'den canlı bağlanıyorlar %100 Futbol'a.

Sergen yine bildiğimiz gibi, daldan dala atlıyor söylüyor bir şeyler, aslıdna o da zorlanıyor bir şeyler üretmekte çünkü ortada futbol adına bir şey yok. Aragones & Bülent Korkmaz'ı eleştiriyor haklı olarak.

Hakan Ünsal'a bakıyoruz teknik direktörler adına tek bir cümle yok ağızdak çıkan. Aragones'i bile eleştirmiyor. Neden? Aragones'i eleştirdiği zaman ondan aşağı kalmayan Korkmaz'a da bindirmesi gerekiyor da ondan. İnce hesaplar peşinde belli ki! Benfica'yı, Olimpiakos'u, Hertha'yı yenerken başarıları oyunculara bağlayan, Metalist'e, Fenerbahçe'ye yenilirken Skibbe'ye verip veriştiren bu adam değil miydi? Skibbe'nin Galatasaray'da bir şeyleri değiştirmeye çalıştığını ve ilk yarıda Lincoln'ün parlak performansına rağmen "eh işte" diyen futbol uleması bu kişilik değil miydi? Peki şimdi ne yapıyor? Futbol ile alakası yok, ince hesaplar peşinde arkadaşını kolluyor.

Gelecek sene yedek kulübesinde kendine yer bulabilmenin hesaplarını yapıyordur kimbilir kendi kafasında? Yoksa bu kadar taraflı, yanlı yorum yapılmaz kardeşim. Biraz objektif olun, sürünün peşinden gitmeyin, zaten yerlerde geziyor seviye spor basınında biraz daha dibe doğru itin, başka da bir şey beklenmez zaten bu kafalardan!

Tabloyu Okuyamamak & Hedef Şaşırtmak



''Tamamıyla çok güzel bir tezgah ortaya konmuş. İki takım da ligden düşürüldü. Yetkilileri tebrik ediyorum. İkinci yarı başladığından beri senaryo gayet güzel uygulandı. Galatasaray ve Fenerbahçe gibi Türkiye'nin iki önemli takımı devre dışı bırakılmaya çalışılıyor ve başarılı da oluyorlar bana göre.''

Bu maçta Fenerbahçe takır takır oynayıp maçı alsa bu açıklamaları yapabilecek miydi Sayın Polat? Başarısızlığını örtmek için yine aynı mazeretleri uydurabilecek miydi? Bu kulübün 1 yılını berbat etmenin kabahatini nasıl örtecekti?

Bir başkanın daha sağ duyulu, daha vizyonlu olması gerekir. Adnan Polat ve O'nun fenerbahçe endeksli başarı hedefi Galatasaray'ın en büyük sorunudur. Attığı her adımın arkasında Fenebahçe'yi geride bırakma, o takıma gönül vermişlere bir şeyleri ispat etme çabası var. Buna adım gibi eminim!

İşte bu vizyonsuzluk Galatasaray'ın en büyük düşmanı şu an. Bu nedenle artık günü birlik kararlar ile yönetilen bir kulüp olarak anılıyor Sarı Kırmızılılar. Geleceği şekillendirmenin bu mantık çatısı altında gerçekleştirilmesi mümkün mü?

Kendi şirketinde karar alırken kılı 40 yaranların 104 yıllık kulübü yönetirken milyon dolarları düşünmeden sokağa saçmaları, bakkal dükkanı yönetir gibi hareket etmeleri hayret verici!

Bu sorun çözülmedikçe, geçen sene olduğu gibi sadece yıllık başarılar avunmak zorunda kalan bir camia olmak bir kader olacak gibi görünüyor ne yazık ki!