27 Haziran 2010

Dünya Kupası 2010 2. Tur Gün # 2













 Almanya da Arjantin de favori olsa da böylesine üst düzey turnuvada kritik maçlara kırılma anlarında hakemlerin yaptığı bariz hataların damga vurması bir futbolseverin iştahını kaçıracak cinstendi. İlk maçta yardımcı hakemin tarihle hesaplaşması vardı adeta. 1966'da İngiltere'nin çizgideki tartışmalı pozisyonuna çıkan ve teknolojinin "gol değil" diyerek son noktayı koyduğu pozisyonun dengelenişini izledik hep beraber. Lampard'ın gol diyerek tribünlere koştuğu pozisyonun çizgiyi bariz şekilde geçmesine rağmen yardımcı hakem tarafından görülmemesi maçın dengesini alt üst etti. Sahadaki görüntü Almanlar'ın çeyrek finale yakınlığını belgelese de böyle hatalar olmamalı.

Diğer tarafta da bariz ofsaytın yine bir yardımcı hakem hatası ile es geçilişi ve Meksika'nın darmadağın oluşu. O anda hakemlerin poziyonu tartışması sırasında dev ekranda pozisyonun tekrarı görülse belki de video görüntüsü ile gol iptal edilmesine şahit olacaktı Dünya Futbolu ama yayıncı kuruluş Arjantin'e sağlam kıyak yaptı.

Bu maçtan sonra Mehmet Demirkol muhtemelen 5. 6. hakemlerin muhabbetini yapacak, bir çok kişi çözümü tartışacak ama basketbolda olduğu gibi hakemlerin maç içerisinde emin olmadıkları anlarda video görüntüsünden yararlanması çözümüne gidilebilir ama amatör müsabakalar da ya da televizyon yayınının olmadığı maçlarda bu uygulamayı yapmak mümkün olmadığı için çok daha geniş kapsamlı alternatifler üzerinde durulabilir.

Gelelim işin saha içi boyutuna. Eleme gruplarını silip süpüren İngiltere'nin bu kadar çeresiz duruma düşmesi çok da anlaşılır cinsten değil. Yedikleri ilk gol kalecinin degajı ile geldi ve James'in pozisyonu seyredişi ile sonlandı. Bir kaleci, forvet oyuncusu topu ayağından o kadar açtıktan sonra hala yerinde bekliyorsa o topu ağlarında görmesi gayet normal. Orta sahadaki kısırı yapı, tüm hücum gücünü Rooney'nin becerisine bırakan bir anlayış ve ağır savunma hattı da bu sonuca bir anlamda davetiye çıkardı. Almanlar çokça defans arasına sızmayı başaran anlayışları ile attıkları kadar golü de yazabilirlerdi skorboard'a.Müller, Bayern performansına kaldığı yerden devam etti ve maçın tartışmasız yıldızıydı.  İlerleyen turda en dikkat etmeleri gereken nokta ise Neuer olmalı. Dengesiz yapısı ile bir anda maçı tersine çevirebilir. Adler'in olmayışı ilerleyen turlarda "keşke" li cümlelerin sayısını arttırabilir.

Arjantin-Meksika tarafında ise Maradona'nın organizasyondan uzak takımı yine bireysel becerilerin eline bakar havada bitirdi 90 dakikayı. 6 tane forvet oyuncusu ile gelip Aguero-Milito gibi adamları kenarda oturturken Cambiaso'nun şu takımda olmayışı nasıl bir anlayışın ürünüdür anlamak kolay değil. En baştan beri yazdığı cümleyi yine tekrarlayacağım: "Arjantin'in en büyük engeli Maradona'dır." İlerlerlerse 10'a rağmen yolu katedecekler.

Meksika için üst turlara çıkma ihtimali var demiştik, kapasiteleri buraya kadar taşıdı onları. Gol yemedikçe direnç kazanabilecek bir takım olarak yanlış kararla yenilen golden sonra maçı da kafada bitirdiler zaten. Çünkü ilk golü yerlerse işlerinin zor olacağının farkındaydılar, öyle de oldu zaten.

Arjantin - Almanya maçı özellikle Maradona iyi için çok bir test maçı olacak. Defoları var ve ortada, Löw'ün bunları gayet iyi analiz edip üzerine gideceğini düşünüyorum. Takım savunması ile de yıldız oyuculara boş alan bırakmamaya çalışacaklar. Genç ve dirençli kadroları ile Arjantin karşısında takım olarak daha fazla ümit veriyorlar ama yine de karşı tarafta Messi, Tevez gibi oyucular var iken kesin konuşmak da kolay olmuyor.

18 Haziran 2010

Dünya Kupası Gün # 7










Domench'den daha fazlasını beklemek hata, bu en baştan belliydi. Teknik adamın ruhsuzluğu takıma futbol kısırlığı olarak yansımış, takım pozisyon bulmakta inanılmaz sıkıntı çekiyor. Kadroya bakınca kenardan gelip oyunu koparacak isim görmekte de zorlanıyorsunuz. El yordamı ile gelinden Afrika'da İrlandalılar'ın çok fazla ahlarını aldıklarından olacak Fransız'ların gol atması bile mucize gibi görünüyor.

Meksika için sürpriz yapabilecek takımlardan biri yorumunu yapmıştık daha önce, bu akşam iyi iş çıkardılar çabuk ve dikine oynadılar ve maçın genelinde iyi uyguladılar bu mantaliteyi. Karşılarındaki ismi büyük ama sahadaki görüntüsü vasat düzeyde olan Fransa'nın da bu iyi görüntüde kuşkusuz payı var.

İsviçre değerlendirmesinde de yazdık, teknik adam önemli. Rıdvan Dilmen %20 diyiyor ya iyi teknik adamın etkisini bazen yüzdelerle açıklamak bile kolay olmayabiliyor. Hugo Sanchez zamanındaki Meksika'yı takip edenler bilecektir, daha 1 yıl öncesi, şimdi ise Aguire'nin Atletico'daki başarılı döneminin bir benzerini Meksika'da görüyoruz. Elinin değişi ile bir şeyleri olumlu anlamda değiştiren teknik adamları çok takdir ediyorum.

Fransa'nın en büyük sorunu kenardaki ışık vermeyen teknik adam ve kadro yapısı, burası kesin. Takımı organize edecek, yanındaki adamları oynatacak ismi bulamadılar Zidane'nin ayrılışından bu yana. Bazı oyuncular vardır kendi kaderlerini yaşarlarken bir ülkenin de kaderine yön verirler, Zidane da böyle bir adamdı işte. Fransa'nın orta sahasına sadece 10'u koyun ondan sonra Ribery, Anelka gibi adamların verimin seyreyleyin.

Henry'nin elle attığı gol sonrası çokları gibi ben de Fransa'yı daha fazla ilerlemiş görmek istemiyorum, buraya gelmesi bile fazla, uzatmadan geri dönmeleri en iyisi olacak.

Meksiksa'nun G. Afrika maçında defans hattında bıraktığı boşlukların bu maç için başlarına bela olacağına dair bir öngörüde bulunmuştum ama neredeyse hiç boşluk vermediler ve blokları birbirine çok yakın tuttular. İlerideki adamlar da savunma anlamında oldukça gayretliydiler ki Santos'u uzun zamandır bu kadar ileri geri oynarken görmemiştim. Galibiyeti hak ettiler, bize de tebrik etmek düşer.

Günün diğer maçlarında Arjantin gollü tarifeye başladı. Tek golle çıkılan ilk maçın acısını bu maçta çıkarmak ister gibiydiler ki gereğin yaptılar. 1.lik kürsüsündeki yerlerini de sağlamlaştırdılar. Komşu ile yine şerbeti, balı fazlasıyla almış. Maçın adamı olacak kalecinin topun da azizliğine uğrayarak ikram ettiği gol gruptan çıkma umutlarını arttısa da son maçta Arjantin karşısında vatan millet selanik savunması yapsalar da çok işe yaramayacağını düşünüyor ve umuyorum. G.Kore'nin alacağı galibiyet ile Tangocu'lar ile 2. tura çıkması bir futbolsever olarak daha adil geliyor bana ama bu oyundaki adalet duygusunu sorgulamak lazım!

17 Haziran 2010

Dünya Kupası Gün # 4-5-6















Maçların yarısını izleyemiyorum malum iş vakti... Maçların yarısı 6 dan önce bitiyor zaten biz de geri kalanlar ve özetler ile yetinmek zorunda kalıyoruz. 3 günün bir özetini geçmek istiyorum.

İlk tur maçlarına damga vuran bir kaç nokta var: Gol kısırlığı, kaleci hataları, tatsız tussuz futbol ve tabiki vuvuzela. Dün G. Afrika-Uruguay maçı ile başlayan 2. maçlar daha zevki ve heyecanlı geçecek orası kesin, en azından ilk turdaki sıkıcı atmosferden ciddi oranda kurtulacağız.

Bu 3 günde akıllarda neler kaldı derseniz herkesin derdi İspanya'nın yenilgisi olacaktır. Borgez bloğunda gayet güzel anlatmış, Otzmar Hitzfeld'in olduğu yerde her zaman umut vardır, benim açımdan da İspanya favoriydi ama hep bu teknik adamın elemelerde kaldığı yerden devam etme ihtimalini bir köşeye yazmıştım. Dün pasif bir oyu oynamış olsalarda Hitzfeld'in mutlaka bir bildiği vardır. 2 kez Şampiyonlar Ligi ve 1 kez de son dakikada yenilen 2 golle kaybedilen final üstüne 7 Bundesliga Şampiyonluğu olan varsa gelsin yorum yapsın ama tablo ortada. Bazı teknik adamlar vardır elinin bir takıma değdiğini anlarsınız,İsviçre'de bu durumda şu an. Gruptan çıkmaları da gayet normal sonuç olur benim için.

İspanya işi zora soktu. Şili maçı artık final havasında geçmek zorunda oradan mutlak 3 puan ile çıkmak gerek. Honduras'tan çok fazla beklenti yok, orada bulunmaları bile güzel.

2. tur maçlarının ilkinde Uruguay, ev sahibine net tarifeyi uyguladı. Zaten kısır bir kadro yapısı ve oyun kurgusuna sahip olan Pareira'nın ekibinin daha iyisini yapması mümkün değildi. Vuvuzela bile  kurtaramadı onları. Bşata Forlan'ın muhteşem orta saha performansı, sonrasında da Perez'in dinamizmi yazılmalı bu maç sonrasında, en sonda da Ömer Üründül hatırına Suarez'den bahsedilmeli. İyi bir kadro ve böyle öne çıkan isimlerle başarılı olmak gayet doğal. Meksika maçını kaybetmedikleri takdirde 2. tura yelken açacaklar.

Arjantin ilk maçta yapamadığını G.Kore karşısında yaptı, Messi-Higuain fırtısınası ile 4'leyiverdiler çekik gözlüleri. Farklı mağlubiyet Yunanistan'ın şanslı Nijerya galibiyeti sonrası onlara pahalıya patlayabilir. Sahada gördüklerimize bakınca Arjantin-G.Kore ikilisinin el ele çıkması bir futbolsever olarak beni memnun eder. Yunanistan'ın artık kabak tadı veren kadrosu ve uyutan futbolunun daha fazla ilerlemesine gönlüm elvermez açıkçası.

Hollanda ilk maçta şanslı bir golle galibiyete uzandı. Oger'in kendi kalesine gönderdiği top maçın dönüm noktasıydı, sonrasında gelen 2. golün pek de önemi yok aslında, zaten film kopmuştu. Yalnız acil bir Robben takviyesi hem izleyicilere hem de Portakallara iyi gelecek, orası kesin.

Portekiz bir başka hayal kırıklığıydı ilk maçlar neticesinde. Karşındaki rakip Fildişi Sahili tamam ama Brezilya'nın da olduğu gruptan çıkmak için daha fazlası gerek. Brezilya ısınmakta zorluk çektiği maçın kilidini kaleci hatası artı şans  karışımı bir gol ile açtı, onlar da ilk maçların ruhsuzluğuna ayak uydurdular.

Tempo yavaş yavaş artacak gibi görünüyor, beklemedeyiz...

14 Haziran 2010

Dünya Kupası Gün # 3















 Beklenenden uzak vasatın altında bir futbol seviyesi ile ilerliyor kupa. Bazı maçlara bağladı umudumu yoksa tatsız tuzsuz geçecek bu yaz.  Dün oynanan toplam 3 maç üst üste konduğunda ancak adam gibi tek maç yapıyor. Cezayir-Slovenya maçı tam bir kabustu, her kupada olur böyle vasat altı takımlar katlanacağız artık. Aslında Cezayir'in Afrika Kupası'nı kazanmış bir takım olarak daha efektif olmasını bekliyordum ama tam tersi görüntüdeydiler. Rusya'ya yazık olmuş, Slovenya'ya elenip bizi kendilerinden mahrum bırakmaları olmamış, 2008'deki fırtınaya benzer bir şey sunabilirlerdi Hiddink ile.

Gana-Sırbistan maçından daha tempolu bir oyun bekliyordum. Özellikle Sırbistan'ın maçın temposunu yükselten takım olmaısnı bekliyordum ama fazlası ile tutuktular. Krasic en fazla hayal kırıklığı yaratan isimlerin başında geliyordu. En göze batan oyuncu ise kesinlikle Javanovic'di, Liverpool'a gidişi zaten kalitesini az çok belli ediyor. Standart Liege forması ile de gayet iyi iş çıkarmıştı zaten. Oyundan çıkarılışı da çok mantıklı bir hamle değildi özellikle de takım içerisindeki etkisini ve o andaki performasını düşününce. Sanırım kırmızı kart kurbanı oldu, yoksa halen Zigic oyunda olsa muhtemel değişiklik Zigic-Subotic değişikliği olacaktı.

Sırbistan'ın tempo yapamaması ve tutuk oluşunda bir çok takımı fizik olarak etkileyen deniz seviyesinden yükseklik elbette etkiliydi ama Afrika'nın bana göre en atletik 2-3 takımından biri olan Gana'nın fizik üstünlüğü de bu tablonun ortaya çıkışına katkı yaptı. Özellikle ilk yarıda iyi pres yapıp önde bastılar ve rakibi yıldırdılar, bu kadar çok efor sarfedince de son 15 dakika onlar da oyundan düştü. O aptalca yapılmış penaltı olmasa berabere biten maçlar hanesine 1 çentik daha atma ihtimalimiz oldukça fazlaydı.Asamoah, Ayew, Annan takımın en dikkat çeken adamlarıydı. Defansda Mensah oldukça toparlayıcıydı. Ayew genç yaşına rağmen 2009'daki U-20 Dünya Şampiyonası'nda "en değerli oyuncu" ünvanının boşuna almadığını gösterdi.

D grubunun diğer maçında ise gözlerimizin pası biraz da olsun silindi. Bunda Avustralya'nın gerçekten kötü futbolunun da payı var ama Almanya genç kadrosuyla gayet iyi işler çıkaracak gibi duruyor. Mesut tartışmasız gecenin yıldızıydı ve turnuvanın ilerleyen döneminde yapabileceklerine dair önemli ip uçları verdi. Futbolu zekası ile oynaması ve bunu hem toplu hem de topsuz oyunda bunu çok güzel kullanması ne büyük artısı. Almanya klasik disiplininin yanı sıra dinamik ve genç kadrosuyla da gelecek adına ümit veriyor. Avustralya ise Cahill'in direkt kırmızı kartı sonrası gruptan çıkma umutlarını sahaya gömmüş oldu. Dün akşamdki görüntüleri de fazlasıyla iç karartıcıydı zaten. Ağır savunmalarının sürekli öne çıkışı ve arkasına adam kaçırışı pek anlam verilir cinsten değildi.

Bu maçtan Galatasaray'ın alması gereken dersler de var: Neill'ın yanına konulacak adam da aranacak en önemli özellik kesinlikle seri oluşu olmalı, yoksa Marquez gibi ağır oyunculara önceliğin topun oyuna sokulması mantığı ile yaklaşırsanız başınız çok ağrır.

Dünkü maçlar sonrası C grubunda İngiltere ve A.B.D'nin büyük ihtimalle üst tura çıkacağını söyleyebiliriz. D grubunda kötü performansına rağmen Sırbistan'ın şansının olduğuna inanıyorum en azından potansiyelleri yüksek ve Almanya maçı final havasında geçecek onlar için. Bir mağlubiyet evlerine gönderebilir onları. Zira Gana'nın Avustralya'ya kaybetmesi çok zor.

13 Haziran 2010

Dünya Kupası Gün #2

















2.günde de futbol ziyafeti bekleyenlerin aradıklarını pek de buldukları söylenemez. Özellikle Arjantin maçından ciddi güzellikler bekleyenlerin çok da tatmin olabildiğini belirtmek kolay değil. Aslında maçlarında alınan zevki etkileyen en önemli etmen "vuvuzela sesleri". Seyircinin sesini hissetmeden maçın içerisine girmek gerçekteşn kolay olmuyor, FIFA yerel etmenleri ön plana çıkarmak istedi-sınırlayıcı olmak istemedi ama futbolun ruhundan çok şey kaybettiği ortada.

Messi faktörünün ağırlığı ile birçoklarının favorisi Arjantin ilk maçında beklentilerin altında kaldı. Kupa sohbetlerinde çokça belirttiğim bir düşüncem var, hala da aynı kanıdayım: "Arjantin'in en büyük engeli Maradona'dır.". Özellikle kadro seçiminde yapılan bariz hatalar var. Takım hücumcumlar ve defans yapanlar olmak üzere 2'ye bölünmüş gibi duruyor. Cambiaso'nun şu kadroda olmaması büyük kayıp, zaman ilerledikçe bunu daha net anlayaağız. Afrika'ya gelirken işi son maçlara bırakmışlar ve sorunlu bir süreç yaşamıştı Arjantin. bu turnuvada da benzer manzaralar izleyeceğiz gibi görünüyor. Messi, Tevez, Di Maria gibi süper isimlere sahip olsalar da bireysel yeteneklerin tak başına etkileri 20 yıl öncesinde kaldı, artık yeteneklerin takım ile yakaladığı uyum sonuca drekt olumlu etki yapıyor. Bu anlamda Messi'nin her anı beraber yaşadığı Barça'daki takım arkadaşları ile sahada sunduklarını kısıtlı zamanda bir araya geldiği ve farklı yapıdaki oyuncu topluluğu konumundaki Milli Takım ile hemen yakalamasını beklemek fazlasıyla haksızlık, hem kendi umutlarımıza hem de Messi'ye.

Sözün özü, yarı finale kadr ilerlemesi Arjantin için başarıdır, sonrası ise bu kadro için normal görünse de Maradona'ya ramen büyük iş başarılmış demektir.

İngiltere-ABD maçı ise 5 maçlık dilimdeki en tempolu, hareketli maçtı. Capello yönetimindeki İngiltere kupanın gizli favorileri arasında gösteriliyordu. Kadro yapıları da ilerlemeye müsait ama forvet hattında sıkıntı yaşayabilirler. Dün akşam daha maçın başında bulunan gol sonrası tam da istenilen başlandıç yapılmıştı aslında ama yıldızı yükselen ABD disiplinli oyunu ile fazlasına isim vermedi. Geçen yıl aynı dönemde Konfederasyon Kupası'nda İspanya'nın yenilmezlik serisine son verip finale kadar yükselme başarısını götermişlerdi. Gitgide üstüne koyduklarını görüyoruz, sanırım futbol işini de söktüler.

İngiltere için kalecilerin formsuzluğu 1 numaralı problem olarak duruyordu. David James'in kesik yemesi ve kalenin Green'e teslim edilmesi "muhtemel 3 puana mal olmuş mudur?" sorusu Capello'nun beynini kemiriyordur herhalde. Zira gruba bakıldığında isim olarak pek ihtişamlı durmasa da artan ivmeleri ile sorun çıkarabilecek takımların olduğunu görüyorsunuz. Buna rağmen İngiltere'nin gruptan çıkmasını bekliyorum ama 2. takım için Cezayir ve Slovenya'nın perfoemanslarını görmek lazım. Son Afrika Kupası sahibinin neler yapacağını açıkçası çok merak ediyorum.

Turnuvanın 5 maçlık periyodu içerisine en kötü izlenimi veren kuşkusuz 2004 Avrupa Şampiyonu Yunanistan. O zamanlar yakaladığı jenerasyon ile yoluna devam etmeye çalışsalar da artık o neslin miadının dolduğu ortada. Tek güçlü yanları gol yemedikçe artan takım direnciydi ama çekik gözlüler daha 7. dakikada bileti kesiverdiler. Komşunun havluyu attığını söyleyebiliriz. Bu kriz günlerinde siyasiler için de alınacak galibiyetler ilaç gibi olacaktı ama şansları yokmuş. Karşı tarafa bakınca da Hiddink sonrası her geçen gün üstüne koyan bir ekip görüyoruz. Park'ın liderliğinde gayet aklı başında, ne yaptığını bilen bir ekip çıkmış ortaya. Nijerya ile gruptan çıkmak için çekişecekler, son maç grubun finali olacak.

2. gün sonunda da ruh doymuş bir futbol izleyicisi olarak ayrılamadım ekran başından. Vuvuzela sesleri zaten konsantrasyon bırakmıyor bir de vasat futbol... Sırf futbola sevgimizden zapping olayına girmiyorum; ama benden uyarması , böyle devam ederse zappingin kralını yaparım, bu böyle biline!

12 Haziran 2010

Yönetim Kurnazlığı!

Mustafa Denizli çok kibar, efendi adam. Belki de arkasından iş çevrildiğini bile bile kendisine vefa gösterisi kıvamındaki basın toplantısının düzenlenmesine izin verdi, yönetimi basının önüne meze olarak atmadı. Bu tablo beni de uyutmuş olacak ki 6 teknik adam ile görüşeceğiz açıklamasını ilk başta ciddiye aldım, fakat şimdi herşey gün aşığına çıkmaya başladı. Schuster ile çok önceden yapılan anlaşmayı yeni yapılmış gibi lanse etmek Yıldırım Demirören'in yönetim tarzı göz önüne alındığında pek de uygulanmasına şaşırılacak bir yöntem değil, fakat bu plan çerçevesinde arada kaynayan Juande Ramos oldu. Adam resmen kullanıldığını iddia ediyor ve futbol hayatında ilk defa böyle bir manzara ile karşılaştığını belirtiyor. Demek ki adam henüz Türk'ün keskin, kestirmeci zekası ile tanışmamış.

Schuster'i değerlendirmeyeceğim, hoca tercihleri hakkında fikir belirtirken Magath'ın ardından 2. tercih olarak yerleştirmiştik sıralamaya o nedenle iyi tercih deyip geçiyorum ama mesele yönetim mantelitesi, insanların gözlerinin içine baka baka yapılanlar.

Demirören hakkında çok yazı yazdık, blog arşivinde durur. Kulübü kendisine borçlandırarak koltuğunu sağlama almaya çalışan bir zihniyetten Beşiktaş'a ve Türk Futbolu'na ne hayır gelir çok merak ediyorum. Beşiktaş'ın Serdar Bilgili sonrası 5-6 yıllık zaman diliminde 1 adım ileri gittiğini söylemek mümkün mü? Ben göremiyorum, gören varsa buyursun yorumları ile açsın ufkumuzu!

Kısır Gece: Fransa 0:0 Uruguay

















İlk maçın değerlendirme yazısında bu maç için heyecan katsayısının yüksek olmayacağı öngörüsünde bulunmuştum. Maçın ilk 10 dakikasındaki görüntü "sanırım yanıldım" cümlelerini söyletti bana ama sonrasında geçen her dakika o dilimdeki tempoyu eritmeyi başardı. Burada Uruguay'ın defansif anlayışı ön planda tutan mantalitesi ve bunu başarı ile uygulaması da etkiliydi.

Fransa'nın sahadaki görüntüsü maçın ilk 10 dakikası dışında 2008'deki Avrupa Şampiyonası'ndan çok da farklı değildi, temel dark kadronun yaş ortalamasının yavaş yavaş aşağı çekilmesi. O zamanki sıkışan yapıdan daha iyi kurguya sahip olduklarını söylemek mümkün olsa da orta sahada bitirici tarzda bir oyuncunun eksikliğini hissettikleri gün gibi aşikar. Orta sahada Diabi-Gourcuff ikilisi aynı zamanda olgunlaşan Ribery ve Chealsea'de kariyerinin en iyi sezonlarından birini geçirmiş olan Anelka Fransa'da bir adım öne çıkan isimler kağıt üstünde ama gelin görün ki Zidane'ın 2006 yılında boşalan tahtını henüz doldurabilmiş değil Fransızlar. Yine de bu akşam ilk çeyrekteki arzu ve iştahla Govou ile girdikleri net pozizyonu bile değerlendirseler bu kısır görüntü altında bile rahat bir şekilde gruptan çıkmayı garantilediklerini söylüyor olabilirdik şimdi. 

Uruguay sıkı alan savunması ve disiplinli defansif bütünlüğü ile gol yememeyi ön plana alarak çıkmıştı sahaya. Fransa'ya karşı açık alan bırakma riskini alarak oynamak rakibin oyuncu yapısını göz önüne alınca pek de mantıklı durmuyor.İlk yarıda sağ kanadın boşluğu ve orayı hiç kullanmamaları dikkat çekiciydi. Forlan'ın Suaraz'in arkasında serbest oyuncu kıvamında ama gözler okşuyan oyununu beğendim, topu iyi kullandı takımı zaman zaman yönlendiren isim oldu. Gol kralı Suarez ise etkisizdi, Hollanda ligi yumuşaklığından çıkıp da karşında Fransız savunma sertliğine bulunca bırakın gol atmayı pozisyona bile girmekte zorlık çekiyorsunuz. Yine de oldukça gayretliydi. Perez'i beğendim, topa hakim ne yaptığını bilen görüntüsü etkileyiciydi. Fr

Güney Amerika ekibi bu maçta istediğini cebine koydu. İlk maçın berabere bitmesi aldıkları bu 1 puanı daha da değerli kıldı, 4 puan gruptan çıkmak için yeterli olacaktır. İş bir galibiyete bakar artık.

Peki 2 takım adına gelecek nasıl şekillenir? Öncelikle Fransa'nın temel problemi teknik adam mı yoksa kadro kaynaklı mı tam anlayabilmiş değilim ama cevap sanırım her ikisinin bileşimi. Dünya Kupası sonrası Blanc'ı göreceğiz Domenec'in yerinde, kimbilir belki bir çoklarının "şartlar elverseydi de Blanc'ı turnuvanın başından itibaren kenarda görebilseydik" diye akıllarından geçiyordur. Bu sıkıntılı yapı ile çok fazla ilerleyeceğini düşünmüyorum Fransa'nın, gruptan çıkacaklardır muhtemelen ama bu gol kısırlığını diğer maçlarda da yaşarlarsa çok da şaşırmam. Çeyrek final başarı bile sayılabilir mevcur şartlar altında.

Uruguay için yukarıda da yazdım, en büyük şans diğer maçın berabere bitmiş olması. Meksika bu akşamki açıkları verirse kapalı savunmalara karşı tıkanan Fransa'nın seri adamları işi psikopata bağlayabilir. Uruguay kadar etkili savunma yapmak zorundalar. Meksika'nın gruptan çıkmak için tek şansı Uruguay'ı yenmek, beraberlik bile yetmeyecektir onlara. Güney Afrika'ya 2. tur için fazla şans vermiyorum.

11 Haziran 2010

Vuvuzela Susmasın, Kupa Bitmesin!














Bir Dünya Kupası daha aylar, günler derken kapıya dayandı ve ilk maçı geride bıraktık bile hem de muhteşem Vuvuzela sesleri eşliğinde! İnsanın ruhunu dinlendiren, kulağının pasını silen, futbol maçını Cem Yılmaz'ın deyişi ile hem düşündüren hem eğlendiren bir havaya büründüren müthiş alet! Seni insanlığa  kazandıranın bayağı kulakları çınlıyordur bu turnuva sayesinde, eminim. Lafı uzatmaya gerek yok, GünEy Afrika'ya özgü tamam renkli yaşam, eğlence onlara da tamam da televizyonun sesin kısmayı bile aklımdan geçirecek kadar sahadaki futboldan uzaklaşmama neden olan şey her ne olursa karşısındayım, sen de kusura bakmayacaksın artık Vuvuzela!!! Seninle bu turnuva zor geçer...

İlk maç kardeşçe bitti, başlangıç için fena değil. Turnuva'da kendisini aşmasını beklediğim takımlardan biri Meksika idi, bu maçta da fena oynamadılar ama topu kontolünda tutma, gezdirme anlamındaki etkinliklerini  gol yollarında becerili olma anlamında kullanabildiklerini söylemek mümkün değil, sanırım en büyük eksiklikleri de bu. Rakip kaleye kadar topu ilerletmede sıkıntı yok ama bitiricilik ve pozisyona girme anlamında sıkıntı var bunu 2 oyuncu ile çok rahat aşabilirlerdi ama eldeki malzeme de bu çok fazlasını da beklememek gerek. Yine de Javier Agirre'nin iyi iş becerdiğini çok rahat söyleyebiliriz.

Güney Afrika'nın potansiyeli belli, vasat bir takım. Parreira eldekileri en iyi şekilde kullanmaya çalışmış ki bugün defansif anlamda gayet iyi iş çıkardılar. 2. yarının 30 dakikalık ilk diliminde yaptıkları alan savunması ile Meksika'yı 1-2 pozisyon dışında ceza sahası içerisine sokmadılar bile. Buldukları golde Meksika'nın başını ilerleyen maçlarda da ağrıtacak cinsten. İleride kaptırılan top ve 3 pas sonunda kalede görülen gol, daha kötüsü 1'i son dakikadaki direkten dönen top olmak üzere 2 net pozisyon daha buldular Amerika'lıların karşısında. Ev sahibi iyi mücadele etti ama dedik ya potansiyel ortada 3 puan alacakken 1 puan ile ayrılmak kötü ama hiç de kötü bir başlangıç değil.

Maçın en dikkat çeken adamı kuşkusuz Dos Santos'du. Stoch'u kaptıran Galatasaray muhtemelen Meksikalı'nın performansını yakından izlemeye başlamıştır ama işi Kupa'ya bırakılan bir oyuncunun taliplerinin artacağı da düşünülmeli. Üstelik ezeli rakibe kaptırılan oyuncuyu daha önce yakın miktarlara bitirememişken Dos Santos'u almak " bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" kıvamına dönüştürebilir olayı.

2 takım için de fena başlangıç değil en azından risksiz bir başlangıç oldu. Şimdi oturup akşamki maçı izledikten sonra grubun kaderi üzerine daha kalıcı yorumlar yapılabilir. Fransa-Uruguay maçı daha zevkli geçmeye aday, ama Domenech'in olduğu yerde çok fazla heyecan yaşanır mı emin değilim. İrlanda'nın elenişi sonrası bu akşam Uruguay'ı kendi kıtası dışından destekleyen taraftar sayısının da bir hayli fazla olacağını söylemek de kahinlik olmaz değil mi?

10 Haziran 2010

Kaçan Balık: Miroslav Stoch






















Başlığa uygun bir açılış yapalım, Miroslav Stoch transferinin özeti budur. Kaçan balık büyük olur, büyük olacaktır. Yaklaşık 3 haftadır uğraşılan ve belirli aşamaya gelmiş bir adamın Adnan Sezgin'in geçmişte Gökhan Ünal'ı kaçırdığı gibi küçük hesaplara yaparken ezeli rakibe kaptırdığı fikrine kaplıyorum nedense... Ya da futbol şubesinde iktidar kavgaları yapılırken ellerini arasıdna kayıp gittiğini düşünüyorum Miraslav Stoch'un.

Slovak oyuncu ile ilk tanışmam Fenerbahçe-Twente maçı için antu. com'da yazılan yorumlar sayesinde oldu. Fenerbahçeli taraftarlar "böyle bir kanat adamının takımlarına cuk diye oturacağından" dem vuruyorlardı. O zamandan beri de aklımın bir köşesinde durur, özel olarak da takip ederdim. Kesinlikle Fenerbahçe'nin ihtiyacı olan kanat adamı olduğunu belirtmek gerek. Sol tarafta zaman zaman Özer'in oynadığını düşünürsek ihtiyacın büyüklüğü daha net ortaya çıkar zaten.

Galatasaray tarafında sol tarafta oynayacak oyunculardan dem vurulacaktır ama Stoch'u Kewell-Arda
ve hatta Geovanni'den daha farklı kılan özellikleri takımın defoları ortaya konunca daha net anlaşılıyor.

1) Galatasaray'ın hücumlarını inceleyin, aynı anda ceza sahasında 2 den fazla adamı kaç kere göreceksiniz? Hemen vereyim cevabını, çok çok az. Galatasaray'a dair en büyük gözlemim bu son 2 sene baz alındığında. Bunun 2 nedeni var,  orta sahadaki sınırlı yetenekteki oyuncular , 2. si de kanat adamlarının içeri girmeyişi. Bu işi en iyi yapan adam Kewell ki ondan artık beklenen verimin alınamayacağı ortada. Arda desen, fizik zaafından öte yavaşlığıdır onu geri götüren. Arda'nın şu fiziğine hız ekleyin bakın manzara nasıl değişiyor.

Bu açıdan Stoch transferi kadroda yer alan oyunculardan farklı bir yapıdan olması açısından gayet olumlu olacaktı.

2) Galatasaray'ın diğer negatif yönü takımın hücumcular ve defans yapanlar olarak 2'ye bölünmesi. Bu nedenle orta saha ve hücumda kadroya katılacak her adamın oyunun 2 yönünü oynaması şart. Bu açıdan bakınca da Kewell dan tutun Arda'ya kadar oyunun defans yönünde sıkıntılar yaşayan oyunculara sahip bir takımdan bahsediyoruz.

Bu anlamda da değerli bir adamdır Stoch.

4-3-3 iin ideal bir açık adamıdır. Keita'yı bile şu haliyle baş tacı yaptıktan sonra şöyle bir adam için bahane bulmak çok da mantıklı değil orta sahanın göbeğine adam alınacak olmasına rağmen.

Galatasaray tarafı için de söylenecek tek cümle "geçmiş ola", kaçan balık büyük olur!!!

08 Haziran 2010

Beşiktaş'ın 6'lısı

Resmi siteden gündemde olan 6 ismi açıkladı Beşiktaş yönetimi. İsimler aslında kim olabilir sorusuna 1 çırpıda verileceklerin başında geliyor : Bernhard Schuster, Manuel Pellegrini, Felix Magath, Mircea Lucescu, Ronald Koeman, Juande Ramos.

Kim liste başı olmalı sorusunun tartışmasız cevabı benim nezdimde Magath'dır. Gittiği her takıma kısa sürede elinin değdiğini belli eden bir profesör edasıyla çok da başarılı olabilir. Tek soru işareti Almanya dışında çalışmamış olması ama bu kadar tecrübe kafadaki soru işaretlerinin yok olması için yeter de artar bile. Peki Schalke ile uzun süreli kontratı varken Magath ismi ne kadar gerçekçi bir yaklaşım? Hiç değil, sadece alternatifler arasında bulunsun diye eklenmiş gibi bir izlenim var bende.

Magath  sonrası 2. isim kesinlikle Schuster olmalı, hatta Magath'ın neredeyse imkansız olduğu düşünülürse eski Real Madrid'li için "1 numaralı aday olmalı" tabirini kullanmak gayet yerinde olur. Barça'nın en alevli günlerinde Madrid'i şampiyon yapmasının yanı sıra Getafe'ye parlak günleri yaşatan isim olması sebebiyle de bir hayli matıklı duruyor.

3. sırayı eski dost Lucescu'ya veriyoruz. Kendisini anlatmaya gerek yok. Yalnız o da Magath gibi gelmesi çok zor görünenlerden.


4. sıraya konacak isim ise Pellegrini. Villareal'deki performansı gayet istikrarlıydı. Ligde sürekli ilk 7 içerisinde tutunabilen ve Şampiyonlar Ligi'nde finalin kapısından dönen bir takım oluşturmayı başarmıştı. Real Madrid ile topladığı puan ile Dünya'nın herhangi bir ülkesinde açık ara şampiyon olmanız garantidir ama rakibiniz Barça olunca birden kendinizi 2. sırada buluveriyorsunuz işte. Bir artı not da ilk yarıda Neu Camp'da oynanan güzel oyundan kaparak 3.  sırada kendisine yer buluyor Şili'li. Gelir ise eski öğrencisi Nihat ile buluşacak olması da ilginç bir rastlantı olacak.

İlk 4 sıradaki herhangi bir isim Beşiktaş'ın geleceği açısındna kabul edilebilir ama son 2 adayın tercih edilmesi durumunda gelecek günleri çok da aydınlık göremiyorum. Öncelikle kötünün iyisi: Ramos.

Sevilla yılları dün gibi durur tarih sayfalarında ama sonrasında çok çabuk tüketti kredisini ve 3 yılda 3 kulüp gezdi. Şimdi yeniden bir ispat çabası içerisinde olacaktır muhakkak ama Beşiktaş'ın böyle bir denemeye bence ihtiyacı yok ve daha garanti hesaplar peşinde koşulmalı.

Koeman'a gelince neden listede yer aldığına anlam veremedim. Muhtemelen stepne konumunda kendisi ama yapılacak en büyük hata olur Hollandalı. Zaten cv'sine bakmak çok şeyi anlamak için yeterli olacak.


Del Bosque olayı listedeki isimler için çok iç açıcı bir referans değil, hatta kafalarını karıştıracak cinsten. Beşiktaş yönetimi için önlerindeki en büyük engel yine kendi geçmişleri olabilir. Bir tahmin yapacak olursam da muhtemelen Ramos'u teknik adam olarak görebiliriz Siyah-Beyazlı ekibin başında. Bu sadece adayların konumları düşünülerek ortaya konumuş bir öngörü. Eğer Koeman gelir ise o zaman tek bir mesaj kalıyor okunacak: "Diğer 5 isim ikna edilemedi".

07 Haziran 2010

Lincoln-Üstünel Kavgası

Uzak diyarlarda eteğindeki taşları dökmeye başladı Lincoln. Galatasaray’da yaşanılanlara dair detaylar yavaş yavaş günyüzü görmeye başladı. En sıcak bomba Hamburg maçında 2 dakika once Nonda’ya alda at pasını verdikten sonra oyundan çıkarken Bülent Korkmaz’a “Fuck off” çekince, Haldun Üstünel’in soyunma odasında alkollü şekilde üzerine yürümesi.
Haldun Üstünel bu açıklamalar üzerine  "Dün ve önceki gün medyaya yansıyan Casio Lincoln haberlerini ben de ilgi ile izledim. Haber kısmen doğrudur. Doğru olmayan kısmı ise benim lincoln ile yaşadığım diyalog sırasında alkollü olduğumdur. Kesinlikle böyle bir durum sözkonusu değildir. Ama bugün de aynı şeyler yaşansa aynı tepkiyi veririm. Kimse Galatasaray'ın 25 yıllık efsane kaptanına, teknik direktörüne küfür edemez. Bizim yönetici olarak görevivimiz Galatasaray'ın değerlerine sahip çıkmaktır. GS teknik direktörü de bu değerlerin başında gelir. Hiç bir futbolcumluz teknik direktörümüze küfür edemez. Ederse gereken cevabı yöneticelerden alır.” Şeklinde bir açıklama ile kendisini savunmuş.
Olaya kim haklı diye yaklaşmatan ziyade genel futbol yönetim mantığı içerisinde bakınca hala koskoca şube’nin nasıl amatörce yönetildiği apaçık ortaya çıkıyor. Ortada hocaya karşı bir hakaret var ise bunu konuşacak, tartışacak ilk isim teknik adam olmalı. Bu konuya yöneticilerin el atması gerekiyor ise asla yeri soyunma odası olmamalı. Zaten Galatasaray’da futbolcular ile sağlıklı iletişim kurulabilmesi konusunda ciddi problemler olduğu aşikardı.
İşin başka bir boyutu da Haldun Üstünel’in olayı “ 25 yıllık efsane kaptan” düzlemine oturtarak büyük bir popülistlik içerisinde olmasıdır. Bu kadar yüce bir kavram olarak görülüyorsa bu sıfat o zaman bu hareketi yapan adamı 1 dk. bile tutmayacaksın kadroda, o an biletini keseceksin. Galatasaray’ın efsane kaptanına yapılan “hakaret” in bedelini soyunma odasında diğer oyuncuların önünde takım elemanlarından biriyle tartışarak sormayacak, gerekeni adabına uygun bir şekilde yapacaksın. Asıl yöneticilik budur, iş transfer sihirbazlığı yapmakla bitmiyor, hatta o işin küçük bir kısmı. Sen oyuncunu mental olarak hazırlayamazsan, sorunları ile ilgilenmezsen sezon sonunda alınan 5. likler 3. lükler “neden” ile başlayan cümlelerin yanında meze olur.
Benim gözümde Lincoln ne kadar hatalı ise bu davranışından ötürü Haldun Üstünel’de aynı derecede hatalıdır. Transfer ile uğraşmak dışında herhangi bir numarasını göremediğimiz ki o transferlerin de üstün koru araştırılmadan yapıldığı ortada, Futbol Şubesi Yöneticisinin asıl sorumluluğu takım içeriside sevgi- saygıyı tesis etmektir ama görüyoruz ki yapılanlar tam tersi doğrultuda. Bu akfayla yönetilne şubede 3. Lük bile başarı ya neyse…

06 Haziran 2010

Dünya Kupası Hiç Başlamasın!!!
















Bu kupada bir şey var kardeşim, eldeki izlenesi ve kilit adamları birer birer tribüne göndermeye başladık. Daha kupa öncesi başladı tezgah. Önce Essien ardından Becham, sonrasında Ballack'ın forma giyemeyeceği açıklandı. Kupa yaklaşırken başka ayrılık haberleri de gelmeye devam ediyor. Ferdinand, Obi Mikel, Drogba derken şimdi de Robben'in sakatlandığı haberleri düştü gündeme.

Özellikle 2006'da fazlası ile umut bağladığım Fildişi Sahili ölüm grubunda iyi işler yapmış ama tecrübe ve gücü yeterli olmamıştı. Şimdi neredeyse aynı kadro çok daha tecrübeli ve başka bir ölüm grubunda daha büyük işler yapacağa benziyorlardı ama Drogba'nın olmayışı bütü dengeleri alt üst edecek. Afrika Kupası'ndaki kötü performansı takıma da yansımış ve finale kadar gelememişlerdi. Bir oyuncunun kötü performansı takımı bu kadar etkiliyorsa o oyuncunun kilit konumunu varın siz düşünün. Robben'e gelince bu kadar muhteşem bir sezonu Dünya Kupası'nda forma giyemeden kapatırsa hem ona hem de bizim futbola susayan bünyemize çok yazık olacak. Bunların yanına Etoo'nun da takım içerisinde yaşadığı sorunları da eklersek Allah Messi'ye zeval vermesini diyorum, O'nu da kaybedersek benim başıma da bir şey gelmesin diye sanırım kupa'yı izlememeyi bile göze alacağım!

02 Haziran 2010

Yap-Boz Basket Takımı














Galatasaray Basketbol Şubeleri'nin tam anlamıyla başı döndü. 3 sezondur geleni-giden hocanın haddi hesabı yok. Bayan Şubesi 2 sezonda 3 hoca değiştirdi, erkek şubesi de aynı dönemde teknik adam ile çalıştı. Forma skandalı sonrası göreve getirilen Cem Akdağ zor şartlarda takımın kümede kalmasını sağlayarak bir önceki sezon Bayan Takımı'ndaki görevinin ardından bu zorlu göreve talip olmuştu. Kolay değildi ama yaşanan skandalın etkisi anca böyle geçiştirilebilrdi: kümede kalarak.

Bu koşullar altında Cem Akdağ ile göreve devam edilmesi beklenirken göreve Oktay Mahmuti'nin getirildiği haberini aldık. Oktay Mahmuti'yi beğenirim özellikle de kenardaki Mourinhovari duruşunu ama bu nedir be kardeşim? Cem Akdağ'ın sorumluluk duygusuna, vefasına karşılık görülen bu ise söylenecek pek bir şey yok. Oktay Mahmuti transferi özünde tek başına ele alındığında gayet şık harekettir ama geride kalanları bu denklemin içinden çekip alarak durumu değerlendiremeyiz.

Galatasaray bu yönetim ile adam harcama makinası haline getirilmiştir. Bu kadar çok kişinin bu kadar pamuk ipliğine baplı kararlar ile geleceğini etkilerseniz bir bakmışsınız sizin Galatasaray'daki geleceğiniz de o pamuk ipliğine bağlanıp kalmış. Böylesine vizyonsuz bir yönetimin Galatasaray'ı hak ettiği yerlere taşıyamayacağı aşikar, geçmiş ola!

01 Haziran 2010

Garip Formülasyon : 6 + 2 + 2

Mantığını anlamaya bir hayli çabaladığım ama bir mana veremediğim hareketlerden biri daha. +2'nin manası nedir, 6 + 2'de hangi anlamda tıkanma yaşandı da ek bir kontenjan daha oluşturulma ihtiyacı duyuldu? Bence bu kararın tek bir yansıması var: Milli Takım'ın geleceğinin altına dinamiti koymak.

Burada hemen çıkıp burada oynayamayanlar yurtdışını tercih edecekler diye fikir sürenler olacak ama yurtdışına gidebilmek için gerekli performansı hangi arada derede gösterecekler? Altyapıların hallerinin içler acısı olduğu, koskoca ülkede adam gibi sol bek bulunamadığı düşünülürse oyuncu yetiştirme sisteminde ciddi sıkıntıların olan bir ülkenin bu karardan sonra bazı zorluklarla yüzleşmesi benim için sürpriz değil özellikle de Türk oyuncuların kendi kulüplerinde Avrupa arenasında daha az süre alacakları da göz önüne alınırsa (10 yabancının tamamı kullanılabiliyor). Bu da daha az tecrübe demek, daha az tecrübe demek ....

Kontenjan artışının diğer bir garipliği de sezonun büyük kısmında tribünde oturacak 2 oyuncunun artışın parçası olması. Ya tamamiyle arttırın ya da böyle garip uygulamalar yapmayın. Sanki Avrupa Maçları baz alınarak daha önce Aziz Yıldırım'ın ısrarla istediği değişikliğin temel argümanları baz alınmış gibi. Yani devlerle mücadele etmek için daha fazla yabancı oyuncu kullanma hakkına sahip olma isteği ve yukarılara bu şekilde tırmanılabileceği yönündeki ciddi takıntı egemen gibi duruyor. Neresinden tutarsanız tutun elde kalan bir karar bu!

Bir çok kulüp için ya tutarsa kontenjanı olarak kullanılma ihtimali de oldukça fazla +2'nin. Sezonun büyük kısmında yedek olacak oyuncu için büyük yatırımlar yapılamayacağına göre ya bonservisi elinde olan futbolculara ya da genç, gelecek vaad eden oyunculara yönelinilecek. Yeni Carusca'ları görme ihtimalimiz de bu vesile ile artmış oldu, gözümüz aydın!