29 Kasım 2009

Neu Camp'tan Lider Çıkmak // Barça 1:0 Real

Bir derbinin en güzel taraflarından biri de rakibiniz sizin üstünüzde yer alıyorsa sıralamada, maç sonrası zirveye konuşlanıp onların aşağıdaki çırpınışlarını seyretmektir. Neu Camp'a lider olarak gelen 200 küsür milyonluk Real Madrid'den alıncaka 3 puan tam da bu zevki yaşatacaktı Barcelona'ya.

Hafta içi oynanan maçın aksine daha kontrollü ya da daha az baskılı başladı Barça. Bunda hem hafta içi oynanan maçta harcanan efordan ötürü maçın başında yapılacak baskı ile maçın sonuna doğru oluşacak yorgunluk korkusu hem de Inter'in aksine Real'in daha komple ve efektif oynayabilen orta sahasının alan daraltmadaki başarısı etkiliydi. Alonso-Lass-Kaka-Marcelo dörtlüsüne yaklaşan defans hattı ile Barcelona'ya top ile fazla oynama şansı vermediler. Burada başka bir takıın top ile oynama ortalaması çok daha fazla düşebilirdi ama karşı tarafta Xavi-Iniesta-Messi gibi oyuncular olunca Barça buna fazla izin vermedi. Topa sahip olduklarında ise çabuk bir şekilde defans arasına adam kaçırmayı düşündüler ama Henry oyunda iken bunu bir türlü başaramadılar.

Ronaldo'nun varlığı başlı başına bir güven unsuru. Kaka ile geliştirdikleri ataklardan ilk yarıda 1 gol çıkaramamaları büyük şanssızlık, bu tür maçlarda fırsatını bulunca kaçırmamak lazım. Daha sonra Higuain ile yitirilen fırsat da Barcelona savunmasının çabukluğunun göstergesiydi.

Barcelona'nın boşluk ve gol bulmasının zor olduğu kanısında iken oyuna İbrahimovic'in girişi kısa süreli bir baskı yarattı Real kalesinde ki bu anlarda gol geldi. Daha sonra özellikle Ronaldo ile yüklenmeye başladı Madrid ekibi. Hızı ile Barcelona savunmasını çok zorluyordu. Busqets'in kartı sonrası ibre tersine dönebilirdi ama bu sırada Pelegrino'nun hamlesi bence Barça'nın ekmeğine yağı sürdü. Ronaldo oyunda kaldığı süre içerisinde etkiliydi ve sürati ile Barcelona'yı fazlası ile zorluyordu, oyundan çıkarılması dengeleri değiştirdi. Sonraki dakikalarda gola tmanın yolunu tüm forvetleri sahaya sürmekte bulan Arjantinli teknik adam Raul'ü de Arbeola'nın yerine aldı oyuna ama baskı sonuç getirmedi. Orta sahada oluşan boşluk sonrası Barcelona topa daha hakim olmaya başladı. Iniesta'nın büyüleyici performansı ve topu ayağına yapıştırma büyüsü ile kontrolü yavaş yavaş eline aldı Katalan ekibi ve maçı bu şekilde bitirdi. Zaten Lass'ın oyundan atılması ile psikolojik olarak Real de mağlubiyeti kabullenmiş oldu.

90 dakikanın geneline bakınca mücadele gücü yüksek bir maç olsa da beklenen temponun uzağında kalındığını düşünüyorum. Aslında ilk gol sonrası oyun daha da güzelleşebildi ama Busqets'in acemice elle oynama tutkusu hevesimizi kursağımızda bıraktı adeta. Barça adına sahada Iniesta'yı ve Puyol'un müthiş hırsını izlemek müthiş bir keyif. Özellikle mPuyol'un defantaki müdahalellerini Servet ve Gökhan oturup ders niyetine izlesin. Karşı tarafta ise Ronaldo ise uzun süren sakatlığı sonrası sahalara Neu Camp'ta gol ile dönme şansını tepmiş oldu, ama maçın genelindeki performansı fena değildi.

Alınan 3 uan ile yeniden liderlik koltuğuna oturdu Barcelona. Ronaldo'nun gelişi ile yeniden farklı galibiyetlere başlar Real ve şampiyonluk mücadelesi böyle kaf kafaya kadar gider lig sonuna kadar.

Sessiz Darbe // Fenerbahçe 1:3 Kasımpaşa



Emre'nin Fenerbahçe için öneminin büyüklüğünden bahsederken, yokluğunun da Sarı-Lacivertli ekibi ciddi biçimde etkileyeceğini belirtmiştik. Son haftalardaki çıkışı ile seyircisiz Kadıköy Vural ve öğrencileri için puan almak için biçilmiş kaftan gibiydi, ellerine gelen şansı da kaçırmadılar.

Fenerbahçe'nin savunma ve orta sahansının göbeğinde Lugano-Bilica ve Emre ile oynamadığı her maç potansiyel puan kaybı yazılır haneye. Cristian'ı saymıyorum çünkü onun performansını etkileyen faktör ya da başka bir deyişle onu oynatan etken kesinlikle Emre'nin varlığı olduğundan buradaki 2. adamın fazlasıyla mücadele eden biri olması yeterlidir ki Brezilyalı'da topu kullanma anlamında sıkıntılı olduğundan mücadele gücü ile sahadfa yer alıyor. Orta sahada oynayacak oyuncu tipi için çeşitli defalar genel tarifi yaptık, Baroni-Topla-Sarp gibi adamların en iyi yaptıkları şey yer kaplamaktır, daha fazlasını beklememek gerek.

Tablo böyle iken Daum, Kasımpaşa'yı fazlaca analiz etmeden 2 ileri uç elemanını da sahaya sürerek, Emre gibi mücadele gücü ve topu kullanma becerisi üst düzey olan bir adamın yokluğunda orta sahayı eksik bırakmayı tercih etti ki kesinlikle yapılmaması gereken bir hamledir. Daha ilk 30 dakikada Kasımpaşa'nın kaçırdığı goller bunu en net göstergesi. Elinizde Özer gibi bir adam var ise, Selçuk-Baroni gibi yaratıcı yanları zayıf adamların yerine mutlaka saha içerisinde hata da yapsa Özer tercih edilmeli ki 2. yarıda oyuna girdikten sonra takımda Alex ile birlikte dikine oynamayı düşünen yegane adamdı ama siz takım geriye düşümüş iken oyuna alırsanız kendisini kısa zamanda çok şey yapmak için çırpınırken hata yapma potansiyelini de otomatik olarak arttırmış oluyorsunuz. Oysa ilk 11'de düşünülse daha sakin bir şekilde oyuna ısınması pekala mümkün. Burada Daum'un yaptığı strataji hatasınında altını çizmiş olalım.

Tek tek oyunculara değinmeyeceğim zira dün sahada giydiği formanın hakkını veren var mıydı? Bir ara Kasımpaşa'nın pasları karşısında Fenerbahçe'nin o ruhsuz hali dikkatlerden kaçmadı. Formsuz, hasta vs. olabilirsiniz ama futbolcu olarak sahadaki ilk görevini ne şart altında olursa olsun mücadele etmektir, eğer onu da yapmıyorsanız yırtın lisansınızı bırakın bu işi. Dün sahada bu mantıkla oynayan yığında adam vardı.

Dün akşamki skordan çıkan başka bir ders ise takımın kadro yapılanması aşamasında daha sistematik yaklaşılması gerektiği. Eğer 1-2 oyuncunuzun eksikliği takımın dengesini bu kadar derinden sarsıyor ie orada bazı şeyleri yenidnen değerlendirmek gerekiyor.

Yılmaz Vural için Fenerbahçe'yi yenmek artık sıradanlaşmaya başladı, Aziz Yıldırım bu işten Vural'ı takımın başına getirerek sıyrılacak galiba. Göreve gelişi sonrası Murat Erdoğan-Cenk-Gökhan gibi Süper Lig'in tecribeli iismlerini kadrosuna katarak işi iş yaptığı dah net görülüyor. 0 puan ile aldığın takımı 8 hafta sonunda 15 puana ulaştırması alkışlanacak hareket ama bu ivmelenmenin devam etmesi gerek. Vural'ın takımlarında bu tip çıkışları genelde görürüz ama sezon sonunda da küme düşme potası içerisinde can çekişirken buluruz kendisini. Dün akşam takımının dengeli ve ayaa top yaparak oynaması gayet güzel hareketti, gelibiyeti de sonuna kadar haketti.

Fenerbahçe , özellikle de oturup düşünme vaktidir çoktan gelmiştir, bir musibet bazen bir nasihattan iyidir ama bunu gerçeğe dönüştürebilmek tamamen de sizin elinizde. 10 hafta sonra planladığınız yerde olmak istiyorsanız böyle mesajlardan gereken dersi çıkarmanız lazım.

Ard arda 2 gün zirvedeki 2 takımın puan kaybetmesi ile Beşiktaş ve Bursa üst sıraların dengesini iyicer bozdular. Onlar bu ivmeyi devam ettirme derdinde iken, Galatasray ve Fenebhaçe ise en kısa zamanda toparlanma derdinde olacaklar. Kadıköy tarafı işleri toplama konusunda daha şanslı görünüyor ama Galatasaray'ın sezon boyunca işi zor gibi görünüyor. Mevcut kadro yapısı ile benzer kayıplar yaşayıp yukarıdaki 3'lüyü yalnız bırakmak zorunda da kalabilirler.

27 Kasım 2009

Bursaspor 1:0 Galatasaray



Barcelona'yı izlemek futbolseverler için keyifli olduğu kadar ızdırap dolu. Hafta içi oynanan maçtan sonra böylesine bir 90 dakikaya tanıklık etmek, üstelik takımlardan birinin başında Barcelona'yı 2 sene öncesine kadar 5 yıl süre ile çalıştırmış bir hoca var olduğu gerçeği sizi futboldan soğutabilir. Rıdvan Dilmen'in hafta içi mnaçta yapmış olduğu " suçunu inkar etmeyeni Barcelona'nın karşısındaki takımın orta sahasına koyacaksın" espirisini biraz daha değiştirerek "Xavi-Iniesta resitalinden sonra Mehmet Topal-Mustafa Sarp-Hakan Balta-Barış dörtlüsünü 90 dakika izleteceksin" şeklinde degiştirmek de pekala mümkün.

Rijkaard-Neskeens 2'lisinin bazen ne yapmak istediğini anlamakta zorluk çekiyorum. Bazı gerçekleri nasıl bu kadar görmezden geliyorlar gerçekten şaşırıyorum. Sahaya çıkan kadroya baktığınızda, Barış-Topal-Mustafa 3'lüsü ile oynayan 3 maçta ortalama sırasıyla 2-3-3 gol kaydedildiği, toplamda ise 2 gol yenildiği görülüyor. Yani bu 3'lü takıma defansif direnç katarken hücum anlamındaki üretkenliği düşüren bir hüvviyete sahipler. Bunun yanına sezon başından beri Galatasaray'ın oynadığı maçları dikkatli izlerseniz atakların çoğunda ceza sahası içi ve çevresinde gole yakın oynayan oyuncu sayısının pek nadir durumlarda 3'ün üstüne çıktığını görürsünüz. Bunu daha önce de yazdım Galatasaray'ın bariz bir ceza sahasında çoğalma problemi var. Ortada bu gerçek durur iken sahaya Nonda gibi bir oyuncuyu kenarda bırakarak başlamanın manası nedir? Üstelik başlangıçtraki saha içi dizilişi bakınca Arda-Kewell 2'lisinin neredeyse üst üste binerek başladığını, Keita'nın sağ çizgide yer aldığını ve Barış-Topal-Sarp 3'lüsünün ise klasik görev yerlerinde olduğunu görüyoruz.

Başlangıçtaki bu şablon bir süre sonra değişti; Barış, Sabri'nin önünde sağ çizgide daha çok görülmeye başlandı Keita biraz daha içeriye ve sol çizgiye kaydı, Kewell ortaya geçti ama tüm bu gelişmeler olurken ceza sahası içerisine giren, pozisyon kovalayan herhangi bir oyuncu görülmüyordu. Mustafa Sarp'ın ileri çıkışlarından yararlanılması düşünülmüştü ama onun da serseri bir kurşun olduğu geçtiğimiz haftalardan belliydi, olumlu sonuç alma garantisinin olmadığını görmek için kahin olmaya gerek yoktu. Sahaya Nonda'sız çıkmak için elde geçmişten gelen sağlam veriler yokken, saha içindeki dizilişte takıma gol kazandıracak organizasyonlardan uzak olduğunu belgeliyordu. Bu durum ciddi bir teknik adam öngörü hatasıdır benim için. Haaa bu 2'linin hata yapma lüksü elbet vardır, olacaktır da ama bunun bence bir hata olduğunu söylemek de bizim açımızdan yapılması gerekendir.

Peki ne yapılabilirdi? Eğer sahaya Nonda'sız çıkıyorsanız orta sahanın hücum dönük iş yapmasını sağlayacak, takımı ileri taşıyacak oyunculara görev vermelisiniz. Örneğin, Ayhan-Elano kullanılabilirdi bu anlamda (Elano'nun verimli olamayacağpını yazdım ama genel düşünce olarak teknik adamın vermek istedeği nokta santraforsuz mesaja daha uygun oalcağını belirtmek için yazıyorum). Çünkü yukarıda da belirttiğim gibi Barış-Sarp-Topal 3'lüsünden başka bir görev beklenmekteydi ama özellikleri itibariyle totalde bu katkıyı yapacak oyuncu üçlemesi bu olamazdı.

Oyuncu değişikliklerine anlam vermek de kolay değildi. Gole ihtiyacı olan bir takımda tüm savrukluğuna rağmen çıkan isim Keita mı olmalı ortadaki 3'lünün verimsizliği gün gibi aşikarken? Ya da oyuna sonradan giren Elano'nun temposuzluğu ve dikine ilerleyememe özelliği bilinirken, forvet arkasında hücuma destek vermek yerine defanstan top çıkarmasını beklemek de neyin nesi? Her açıdan kötü, çok kötüydü Sarı-Kırmızılı ekip. Teknik yönetim, futbolcular...

Teknik yönetimdeki bu soru işaretlerine oyuncuların saha içerisindeki her an hata yapmaya meyilli, ruhsuz, mücadeleden kaçan, top takım arkadaşında iken boşa kaçıp ona alternatif yaratma derdini taşımayan be statik duran, disiplinden uzak görüntüleri de eklenince daha 15-20 dakika geçtikten sonra Galatasaray'ın bu maçı kazanmasının zor olduğu anlaşılıyordu. Bu formayı giren oyuncuların sıradan bir takımda oynarmışçasına motivasyondan yoksun bir şekilde oynamaları kabul edilecek gibi değil. Her şeyden önce öyle bir geri dörtlüsü varki Galatasaray'ın, inanın 2 farklı bile önde olsa takım için galibiyetin garanti olduğnu söylemek zor. Haftalardır yanı saha içi diziliş hatasını yapan bir savunmadan bahsediyorum. Rakip oyuncu çizgiden ceza sahasına doğru yaklaştığı sırada defans oyuncularının birbirleri ile olan mesafelerini, haretketlenme doğrultularını ve adam paylaşmalarını dikkatle izlerseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız. Bursaspor'un Sercan ile maçın başında sol çizgiden getirdiği topu Franco almasa arka tarafta muhtemelen Turgay içeri gönderecekti. Geçen hafta Simpson ve 10. haftada Alex'in attıkları goller neredeyse bu pozisyonun kopyası gibiler. Temel bir yanlışlık va savunmada, 4 oyuncunun totalinin ortaya koyduğu sorynlar yumağı bu.

Hep takım savunmasının öneminden bahsederiz, mutlaka takımın yediği gol sayısını azaltacak en temel etkendir topkeyün topun gerisine geçmek ama eğer savunma oyuncularınız bireysel savunma anlamında yeterli değillerse her ana gol yeme riğski ile başbaşasanızdır. Beşiktaş'ta Ferrari, Fenerbahçe'de Lugano savunma özellikleri gelişmiş oyuncular olarak takım savunmasının zaafiyet gösterdiği anlarda önemli hamlelerle sıkıntıları bertaraf edebiliyorlar. Oysa Galatasaray tarfına gelince hem savunmanın göbeğindeki Gökhan-Servet ikilisi hem de sol tarafta Hakan Balta her an patlamay hazır bomba gibileri. Servet-Gökhan ikilisinin aynı anda sahada olmalarının artık dayanılmaz boyutlara ulaştığı ortada; fakat hücum yönünde yokları oynayan Hakan'ın savunmada da düşük performans göstermesi sorunu daha da büyütüyor. Savunmanın göbeği acilen yakviye istiyor, 2*2=4'tür artık bu. Balta'nın yerine de takviye şart ama oraya gelene kadar daha acil pozsiyonlar var.

Orta saha ise evlere şenlik. Mehmet Topal-Arda gibi oyuncuları Galatasaray yurtdışına nasıl satacak ya da hangi kulüoler talip olacak bu adamlara merak ediyorum. Mehmet Topal, özellikleri kısıtlı, sadece mücadele eden bir adam. Savunmanın göbeğinde oynaması kendi kariyeri için daha iyi olacaktır, yoksa bu haliyle modern bir orta saha oyuncusu olması neredeyse imkansız. Arda, eğer Polat'ın kariyer planlamasına göre hareket decekse futbolu burada bırakarı. Hiç bir süt düzek takım almaz Arda'yı kardeşim, buraya yazıyorum. Arsen Wenger gibi adam Arda'nın temposuzluğunu, oyunu yavaşlatan yapısını ve bunun geliştirilmesinin çok kolay olmadığını görmeyecek mi sanıyorsunuz? Arda eğer kalbürüstü bir takıma gitsin müthiş bir menejer başarısı olur bu.

Bu sezon Fenerbahçe maçı ile beraber en kötü 2. performansı gördük bu akşam. Kadro yapısını göz önüne alınca benzer manzaralar ile sezon boyunca karşılaması çok doğal Galatasaray'ın. Şablondan bağımsız olarak modern futbol oynamaya elverişli bir kadro yapısı yok Galatasaray'ın. Takviye yapılmaz ise bu sezon böyle 2 ileri bir geri modunda gider. Orta sahay hayati bölge ve adma gibi tempo yapacak, oyunu 2 yönlü oynayacak oyuncu nerdeyse yok kadroda. Burada en büyük suçun yönetimde olduğunu itiraf etmek gerekiyor. Adam akıllı bir transfer sistemi olmadığı için 2-3 yöneticinin çabaları ile daha çok isimler üzerinden gidilerek ilerleniliyor. Örneğin, Elano hangi eksiği kapatması için alındı Galatasaray'a? Haid onu geçtik, hangi eksikliği giderebilecğeini kim söyleyebilir? Yapılacak şey, Dünya Kupası sonrası piayasısını bulmasını beklemek ve elden çıkarmak, şimdiden geçmiş olsun.

Bursaspor'un iyi oynadığından dem vurulacaktır yarın ama bunu söylerken/yazarken bir de karşı takıma bakmak gerekiyor. Defansı ve orta sahası rezil halde bir Galatasaray'a karşı fazlası ile çekingen oldukları da iddia edilebilir. Daha önde basarak zaten top kullanma konusunda ciddi sabıkası olan defans ve orta saha hattını çok kolay bozarak daha etkili olabilirlerdi, ama bunu çok fazla denemediler. Kanatlara yüklenmeyi düşündüler, golü de bir kanat akını sırasında buldular ki o ana kadar hem Sabri hem de Hakan Balta'nın bıraktığı boşluklardan net pozsiyonlar bulmuşlardı. Ertuğrul Sağlam daha cesur adımalr atrabilirdi, Galatasaray'lı oyuncuların üstündeki formalraı bile değiştirseniz Bursaspor'un saha içindeki çekiğnik tavrı değişiebilirdir. Bazen takımlar gereğinden fazla büyütülüyor, içindeki küçük futbol beyinleri görmezden gelinerek. Galatasaray'da bunun kaymağını yedi. Her hattı ile çresiz ve ne yaptığını bilmez halde iken karşısında bu zaafları kullanmayı düşünmekten ziyade maçı kaybetmemeyi düşünen bir mantelite vardı, bu akşam Galatasray adına yazılacak tem olumlu taraf buydu.

Artık farkına varmak, gerçekleri görmek vaktidir. Galatasaray'ın sorunu şablonlarla, saha içi dizilişleri ile kolayca açıklanacak yada 4-3-3 oynayamaz denilerek sıyırılıncak cisnten değil. Temel bir kadro palnlaması zaafiyeti olduğu açık, bireysel oyuncuların bir araya gelişi ile oluşna bütünlüğe takım demek çok Sarı-Kırmızılı ekipte. Zaman geçiyor ama futbolun üstüne konulmuyor, ilerme sağlanamıyor.Nasıl çözülür, kim çözer açıkçası ben de bilmiyorum, çünkü geçen seneden ileride görmüyorum şu an gelinen noktayı futbol olarak. Puan tablosu da benzer şeyi söylüyor: Yalnız bırakılmış Skibbe'nin geçen sezon aynı haftada getirdiği nokta bu senenin yalnızca 1 puan gerisinde. Varın gerisini siz düşünün!

25 Kasım 2009

Barça - Inter Maçının Ardından

Messi ve İbrahimovic'în yokluğunda Barcelona'nın zorlanacağı düşüncesi hakimdi ama futbolda sistemin ve orta sahanın önemi dün Barça'yı 90 dakika rakibini sahadan silecek kadar etkili kılan en temel 2 unsurdu. Sahayı enlemesine ve boylamasına bu kadar etkili kullanabilmek, defanstan ne şart altında olunursa olunsun ilk hedefin topu oyuna düzgün sokmak, topu bu kadar iyi koşturarak rakibin yormak ve daha altını çizerek belirtilecek bir çok futbol güzelliği...

Barça'yı bu kadar farklı kılan kenarda 2 yıldız ismi otururken bile izleyenleri mest etmesini saplayan ise Xavi-Iniesta ikilisinin oyunun 2 yönünü de kusursuz oynayan yapısı. Gerektiğinde oyunu hızlandıran, dikine oynayan, müthiş ara paslara atan bu ikili 4-3-3 oynayan diğer takımlara nazaran Katalan ekibinin futbolundan başka bir tat alınmasının ana sebebi. Özellikle Iniesta'nın sahanın oyun sitili, topu taşıyışı, bir mıknatıs gibi ayağına yapıştırışı izlerken müthiş keyif veriyor. Barça için olmazsa olmaz ilk isim Messi değil, kesinlikle Iniesta'dır.

Dün atılan 2 golün forvet ve orta ssaha oyuncularından gelmesi, sahadaki forvet sayısını atılacak gol ile orantılı bulanlar için ders niteliğinde. Eğer etkili bir orta sahanız var ise, takımdaki herkes gol atabilir. Üstelik asıl forvetiniz sahada değilken bile kolayca gol bulabilirsiniz.

Mourinho'ya ya gelince O'nu hiç bu kadar çaresiz durumda görmemiştim, sadece sahadaki oyuncular değil saha kenarında O da ilk dakikalardan itibaren havluyu atmış, 90 dakikanın bitimini bekler gibiydi. Bu egoyu bu kadar sinmiş hale getirmek bile başlı başına büyük iş.

Maçın bombası ile Rıdvan Dilmen'den : "Suçunu itiraf etmeyen adamı, Barcelona'ya karşı orta sahada oynatacaksın."

23 Kasım 2009

Evert Van Derks Galatasaray Futbol Akademisi'nde



Uzun zamandır üzerinde durduğumuz bir mevzuydu Galatasaray Altyapısı'nın son yıllardaki verimsizliği. Sürekli hakkında övgü dolu cümleler kurulan bir yapının şu an A takımda ilk 11'de oynayabilen 2 oyuncu çıkarmış olması oldukaç düşündürücüydü. Dolayısı ile mevcut düzenin daha profesyonel bir biçimde ele alınması gerektiği ortak kanıydı.

Ali Yavaş'ın ardından nasıl bir yola gireceğini merak etmiştim Altyapı'nın. Derken Futbol Akademisi adı verildi ve Fatih İbradı Genel Koordinatör olarak görevlendirildi. Çok fazla ümitli değildim, öyle de oldu. Değişen sadece isim oldu, fazla bir aksiyon göremedik.

Rijkaard-Neskeens 2'lisinin gelişi ile Futbol Akademisi'nin yapılanması yönünde de bir beklenti oluşturmuştu. Yaklaşık 1 ay önce Neskeens'in oğlunun da Akademi'ye transfer olması üzerine yakın bir zamanda önemli bir değişimin yaşanabileceğini belirtmiştik. Beklenen hamle bugün geldi, Evert Van Derks Futbol Akademisi Koordinatörlüğü'ne getirldi.

Evert Jan Derks

Doğum tarihi: 02.03.1950

2006/07 PFC Litex Lovech Futbol Akademisi Direktörü
2004/06 PFC Levski Sofya Futbol Akademisi Direktörü
2004 Hollanda Futbol Federasyonu (KNVB) Akademisi Uluslarası Eğitmeni
2000/03 Glasgow Rangers Futbol Akademisi Direktörü
1995/99 Go Ahead Eagles Futbol Akademisi Direktörü
1989/95 Hollanda Futbol Federasyonu Antrenörü

Beden Eğitimi Akademisi mezunu olan Evert Jan Derks, UEFA Pro-lisans sahibidir. Derks, 1989 yılına dek Hollanda Futbol Federasyonu'nda Teknik Dersler Eğitmeni ve U14, U 16, U 18, U21 Gençlik Planlaması Bölgesel Antrenörü olarak çalıştı ve Be Quick Zupthen’de teknik direktörlük yaptı.

Gençlik Planlaması Bölgesel Antrenörlüğü sırasında Marc Overmars ve Philip Cocu, Hollanda Futbol Federasyonu Yaş Grupları Milli Takımları Antrenörlüğü sırasında Clarence Seedorf, Patrick Kluivert, Jaap Stam gibi oyuncularla çalıştı.

Hollanda Federasyonu'nun A ve B antrenörlük lisans kursu eğitmenliği sırasında Johan Neeskens, John Van't Schip, Rob Witschge ve Danny Blind gibi önemli futbol adamlarının yetişmesine katkıda bulunan Evert Jan Derks halen, UEFA, İskoçya Futbol Federasyonu, ABD Futbol Federasyonu ve Bulgaristan Futbol Federasyonu'nun davetlisi olarak seminerler ve antrenörlük dersleri vermektedir.

Galatasaray'ın bu hamlesi gelecek adına umut verici, meyvelerini görmek için beklemek lazım. Muhtemelen yeni antrenörler de gelecektir kısa bir süre içerisinde. En büyük sorunlarımızdan biri de özellikle antrenrölerimizin kendilerini yetiştirme anlamında yerlerdinde saymalarıydı. Bu açından farklı bir bakış çok şey kazandıracaktır genç yeteneklere. 19-20 yaşına gelmiş gençlere futbolun temelini baştan öğretmenin zorluğundan dem vurulur ya hep işte o fundemental eksikliğini gidermek için çok önemli bir adım.

Galatasaray 1:1 Manisaspor



Bir gün önce oynanan derbi sonrası 3 hafta öncesinde liderin 5 puan gerisine düşümüş takıma liderlik şansı altın tepsi ile sunuluyorsa ne olursa olsun yapılması gereken o mçaın kazanılmasıdır. Geçen sene Beşiktaş ve Sivas'ın defalarca ikramda bulunmasını değerlendiremeyen takımın izlerini yeniden görüyor olmak, eldeki fırsatları cömertçe harcanmasına tanıklık etmek kolay anlaşılır bir durum değil.

Fenerbahçe maçı sonrası denenen 4-3-3'e uygun diziliş ile gelen puanlar sonrası benzer bir kurgu ile sahaya çıktı Galatasaray. Sarp-Topal-Ayhan 3'lüsü ile oluşturulan yapı ile en temel amaç defansif bütünlük oluşturmak ve orta sahada topa basan bir takım yaratabilmek ama burada daha temel bir gerçeklik malesef göz ardı ediliyor ya da tercihler listesinde arka plana atılıyor. Önde hücum gücü yüksek oyuncular ile oluşturulacak kadro ile takım savunmasında yaşanılan sorun ile yüzleştikten sonra mecburen bu tür hamleler yapıldığı kanısında olsam da bu orta saha 3'lüsü ile top kullanmanın mümkün olmadığı tahmin edilmeli özellikle de kenarda Rijkaard-Neskeens ikilisi var ise.

Surinamlı'nın imzası sonrası 4-3-3'e ilişkin görüşlerimizi belirtip Galatasaray'ın mevcut kadrosu ile yapılabilecekleri sıralarken üzerinde durduğumuz en temel mevzu orta sahadaki 3'lünün oyunu 2 yönlü oynama becerilerinin en azınddan ortalama seviyede olması gerektiği yönündeydi. Önlibero denilen kavrama fazlasıyla takılıp orta sahaya sırf mücadele ettikleri için bazı oyuncuların yerleştirilmesi takım dengesi üzerinde dün akşam görüldüğü gibi fazlasıyla negatif etki yapıyor. Eğer elinizde Topal-Sarp-Ayhan gibi adamlar varsa aynı anda Ayhan'ın yanında diğer 2'liden 1'ini tercih etmeniz ve bunu da yaparken 3. adamınızın Emre Belezoğlu tipinde oyunu 2 yönlü oynama becerisine sahip olması gerekiyor. Bunu yapmadığınız zaman da ileride gol kısırlığı çektiğiniz durumlarda orta sahada topa sahip olamamanın getirdiği sıkıntı ile rakipten baskı yemeniz ihtimali de artıyor tıpkı dün akşam olduğu gibi. Tamam belki Manisa hissedilir baskı kurmadı ama topun kimin yarı sahasında daha çok kaldığı verisine bakmanız bile çok şey anlatır size.

Elano'nun transferini ilk andan itibarem işte bu açıdan değerlendirmiş ve bu orta sahada oyunu 2 yönlü oynayan oyuncu eksikliğini gidermez ise sahanın diğer hangi mevkisinde oynarsa oynasın Galatasaray için verimsiz bir transfer olarak değerlendireceğimi söylemiştim ve malesef zaman beni haklı çıkaryor. Elano büyük bir futbol belası olma yönünde ilerliyor Galatasaray'da.

Tüm bu konular bir yere çıkarıyor artık yolumuzu: Kadrolar kurulurken strateji ve planlama eksiklikleri. Evet, Galatasaray oyuncu transferi yaparken ne yazık ki isimler üzerinden hareket ediyor ama nerelere, hangi mevkilere, hangi özelliklere sahip oyunculara ihtiyacı olunduğu, takım içerisindeki oyuncu yedeklemesini nasıl yapılacağı gibi derinlemesine konulara yeterince değer vermiyor. Daha teknik bir tabirle Kadro Mühendisliği mantığı ile analitik hesaplar yapılması gerekirken yuvarlak mantıklar ile rota belirleniyor. Örneğin, orta sahadaki eksiklik bas bas bağırırken forvet ya da daha farklı mevkiler üzerinde duruyor. İşte ana sorun burada.

Bugün bir futbol takımının ortalama yapabilirliği hakkında tahminde bulunmak istiyorsanız yapmanız gerekn orta sahadaki 4 ya da 5 oyuncusunun birbirini bütünleme, oyunun 2 yönlü oynayabilme kapasiteleri açısında değerlendirmektir emin olun başka hiç bir şeye bakmanıza gerek bile yok. Bu açıdan ortasaha bu kadar önemli iken başka şeylere takılmanın hiç bir anlamı kalmıyor. İddia ediyorum, Galatasaray tüm sezonu sadece Baros ya da Nonda ile oynasın ama orta sahası bu modern anlayışa biraz daha uygun olsun, hiç bir maçta gol sıkıntısı çekmez. Genel anlayışın tersine gol atma beceriniz sahadaki forvet oyuncularının sayısından ziyade, orta sahada gole yakın durabilen oyuncularınızın sayısı ile orantılıdır daha çok.

Tüm bu görüşlerden sonra sorulacak tek kalıyor geriye dünkü maçı daha iyi yorumlayabilmek adına?

1) Galatasaray hücum ederken aynı anda ceza sahası içerisinde ya da hem çevresinde gole yakın kaç oyuncu bulunuyor?

Bir çok maçta özellikle dikakt ediyorum bu noktaya, kesinlikle temel sorunlardan birinin bu olduğunu düşünüyorum.

Bunun ana sebeplerinden biri de dün akşam olduğu gibi Servet-Gökhan 2'lisinin geriey fazlası ile yaslanarak , alanı ve bloklar arası mesafeyi daraltamadan geniş alanda oynaması. Özellikle Gökhan'ın oyun tarzının Galatasaray'ın sahadaki futbol mantalitesini etkileyen en önemli negatif etkenlerden biri olduğunu düşünüyorum. Servet'e yakın tipte bir oyuncu olması da cabsı tabiki. Dolayısı ile Servet var ike yanı tipte başka bir oyuncuyu daha göbeğe yerleştirmenin bir anlamı yok. Önümüzdeki sezonun planlaması yapılırken dikkat edilmesi gereken başka nokta da bu olmalı.


Galatasaray adına en sevindirici hadisa Kewell'ın son haftalardaki artan performansının geçen sezonun da ötesinde bir boyuta taşınmış olması. Mücadele gücünün oldukça arttığını görüyoruz ve ileri-geri oynama adına oldukça gayretli, dün yine gol pozisyonlarının çoğunda O vardı.

Dün bu sıkıntılara sahip Galatasaray karşısında ileri uçta Simpson dışında bir üretkenliği olmayan Manisa sadece orta saha dinamizmi sahayesinde tutunabildi 1 puana. Yiğit-Nizamettin gibi oyuncular Topal-Sarp 2'lisine göre çok daha verimliydiler. Orta sahada hücumda destek verecek, top yapabilen bir isim ile ileride Yaser'e göre daha yetenekli biri olsa tabela da rakip takım adına daha farklı bir skor görmek de mümkün olabilirdi. Mesela Sezer Öztürk kenarda otururken Mesut Bakkal'ın oyuna sokmayışı şaşırttı beni.

Galatasaray'ın bu kadro sıkıntısını aşması kolay değil, çünkü dengeli bir kadro yapısının oluşturulamadığını görüyoruz. Dolayısı ile sezon içerisinde benzer konulu yazıları Sarı-Kırmızılı ekbin yazdırma olasılığını fazla görüyorum.

22 Kasım 2009

Matteo Ferrari



Futbol çoğunlukla fiziksel yetilerin ağır bastığı, yetenekli olmanın yeterli görüldüğü bir oyun olarak algılanır ama yılların bana öğrettiği en önemli şey, futbolda performansın üst düzeye taşınabilmesi için oyun zekasının da en az yukarıda saydıklarım kadar önemli olduğu. Oyun alanı içerisinde bazen yüksek oyun zekanız ile daha az koşarak, bazen belki de daha fazla bitiricilik gereken bir noktada sırf bu özelliğiniz ile kolay sonuca ulaşabilirsiniz.

Zaman zaman mücadele gücünün yüksekliği ile övülen futbolcular görürüz, sahada basmadık yer bırakmazlar ama dikkatli izleyince sahip oldukları enerjinin kontrolsüzlüğe dönüştüğü anlar olduğuna, top ile buluşunca anlam veremediğiniz hareketlerin ortaya çıkışına tanıklık edersiniz. İşte bu anlarda asıl eksikliğin varkına varırsınız. Tamam her futbolcunun futbol zekası aynı gelişimi göstermez ama buna hiç sahip olmayanları izlemenin de ızdarabına can dayanmıyor.

Savunma oyuncuları açısından konuya bakınca genelde iri yapılı oyuncuların hareketlerinin ağır olmasındna dem vurulur ve bu tür oyunculardan kurulu savunmaların aralarına sızmanın kolaylığından bahsedilir. Savunma oyuncularında ilk aranacak özelliğin hız olması gerektiğini düşünmüşümdür hep. Sonrasında ise top kullanma becerisi gelir. Bu nedenle fizikli oyuncuların ağırlığı savunmayı sıkıntıya sokabilir ama tek bir artıları bu tip oyuncuları savunmada oynarken verimli bir hale getiriyor, O da oyun zekası.

Matteo Ferrari ike mevzu tam bu noktada kesişiyor. Sezon başındaki ilk hazırlık maçında yaklaşık 30 dakika izlemiş ve ilk izlenim olarak fazlasıyla ğır bulmuştum kendisini. Hatta itiraf etmeliyim ki "Demirören'in facialarından birini daha mı göreceğiz" diye düşünmekten alamamıştım kendimi. Zaman içerisinde gerek Süper Lig gerekse de Şampiyonlar Ligi maçlarında daha fazla izleme fırsatı buldukça, Zago'dan sonra gerçekten değerli bir savunma oyuncusuna kavuştuğunu düşünmeye başladım Beşiktaş'ın.

En önemli özelliği Gökhan Zan ve Servet'e yakın bir fizik yapısına rağmen çok daha ileride bir oyun zekası var ve ilk hamlelerdeki başarısı her 2 oyuncunun da çok ötesinde. Savunma oyuncusu iseniz yapacağınız ilk hamle mutlaka sonuca hizmet etmeli yoksa oyundan düşme ya da rakibe müdahale yapma riskiniz çok fazla. Ek olarak İtalyan futbolcunun pozisyon alma ve yer tutma becerisi, sezileri çok gelişmiş. Sahada deli danalar gibi koşmasına gerek kalmıyor bu yüzden ya da biz bu tür enerji safları içerisinde yakalayamıyoruz. Şu an için tek görünen defosu top ile çıkamaması ve topu kullanma anlamında çok da becerili olamaması, yine de bir çok defans oyuncusuna göre daha ileride olduğunu söylemek gerek.

Aslında gerek Milli Takım gerekse de yerli oyunculardan kurulu kulüp savunmalarımıza ders niteliğinde izletmek lazım bu tür oyuncuların hareketlerini. Alt yapılarımızda öğretemediğimiz bir çok şeyin gelecekte başımıza neler açtığı ortada.

Kulüplerimiz için ise çok küçük bir tavsiyem var, savumacı alacaksanız ilk tercih İtalyanları kesinlikle ilk sıralara koymalı, adamların genetiğine kadar işlediği kanısındayım bu defansif kodların.

21 Kasım 2009

Beşiktaş 3:0 Fenerbahçe



Bazen maçların çok naif kırılma anları vardır, takımın ve oyunun dengesi birden bire değişiverir, işte bu akşam İnönü'de kader ağlarını 53. dakikada ördü ve Emre Belezoğlu'nun sakatlığı hem Fenerbahçe'nin hem de maçın dengesini bir anda farklı rotaya doğru sürükleyiverdi. Evet rota değişti ,çünkü maç öncesi de üstünde durduğumuz nokta bu maçta ilk golü atan takımın maçı kaybetmeyeceği yönündeydi.

Başka yazılarda da değinmiştik, Fenerbahçe her hattıyla daha dengeli bir takım ve bu takım içerisinde çok kritik 3 bölge var. Defansın göbeği (Lugano-Bilica ikilisi), Emre'nin liderliğinde takımın mücadele gücünün vitesini değiştiren orta sahanın göbeği ve takımın hücum yaratıcılığına yön vermesi açısından orta sahanın önü yani Alex. Bu isimlerin eksiklikleri Fenerbahçe'nin oyun içerisindeki performansını bire bir etkiliyor. Örneğin, yaklaşık 4 hafta boyunca Emre'nin oynamayacağı haberleri çıktı maç sonrası, bu süreçte Fenerbahçe'nin orta saha veriminde çok ciddi bir düşüş olacaktır. Denge dedik belki ama o dengeyi ince hesaplar üzerine inşa edince 1-2 oyuncunun yokluğu alt üst ediyor kağıt üstündekileri.

Bu açıdan bakınca Sarı-Lacivertli ekibin 53. dakika sonrasında kalesinde golleri görmesi çok manidar. Oysa ilk yarıda 10-15 dakika kalesinde baskı gördükten sonra topa hakim olmayı başarabilmişti ve rakibi sindirmişti Fenerbahçe. Sonraki 30 dakika boyunca Beşiktaş'ın yarısahasından çıkarken zorlandığı çok bariz görülüyordu. Bunda özellikle Yusuf'un vasatın altındaki görüntüsü fazlası ile etkiliydi. Zaten pres yapan bir rakibiniz varken tempodan, driplingden uzak tek hamleli bir Yusuf ile böylesine sıkışmış bir alanda oynayabilmek kolay değil. Bu anlarda herşeye rağmen Beşiktaş'ın en büyük şansı defans hattının konsante ve pür dikkat oyunuydu. Fenerbahçe bu topa hakimiyetini sonuca odaklı kullanabilse ve öne geçen ekip olsa maçın kaderi bence çok farklı olurdu. Tartışmalı pozisyonda penaltı kararı çıksa maçın seyrinin çok farklı olacağını söylemek ne kadar yanlış olurdu ki ? 53'ten sonra ise kelepçelenmiş bir Alex'ten sonra Emre'nin de olmayışı sonrası sahada sunulacaklar elbette değişecekti.(Emre ilk gol sırasında fiziksel olarak sahada olsa da Fink'e basacak kişi olacaktı adelesindeki sorunu yaşamasa). Santos-Cristian 2'lisinden tempo olarak değil ama mücadele olarak istediklerinizi almanız kolay değil. 2. golün de ara vermeden gelmesi kağıt üzerinde olmasa da pratikte kafalarda maçı bitirdi.

Daum'un çıkaracağı kadro aşağı yukarı belliydi, Wederson-Santos ile Guiza-Kazım tercihlerinin olabileceği düşünülüyordu. Guiza'nın olmayışı Kazım'ın yerini garanti etmişti ama Santos tercihi tamamen rakibin o kanattaki hücum gücü ile alakalı. Galatasaray maçında Keita-Sabri işbirliğini yıkmak için ileri geri oynayabilme anlamında daha tutarlı olan Wederson tercih edilirken bu maçtaki farklılığın açıklaması Daum'un Beşiktaş'ın sağa kanadı üzerinden gelebilecek tehlike derecesine dair düşük beklentiler taşıdığını gösteriyor.

Maçın geneline bakılınca Santos'un tek yönlü oyun anlayışına rağmen Siyah-Beyazlıların çok da etkili olmadığını görüyoruz ama diğer kanatda hesapları karıştıran bir Deli İbo performansı vardı. En son sağ ayağını Ali Samiyen'de Lucescu'lu Beşiktaşın 1-0 kazandığı maçta uzak direğe bıraktığı plase ile bu kadar verimli kullandığını hatırlıyorum Üzülmez'in. Muhtemelen Fink'e yaptığı orta da 2. oluyor ki atılan golün şıklığını da belirtmeden geçmemek gerek. Maçtan önce Fink ile ilgili Cristian'dan daha iyi değil diye bir arkadaşıma yorum yapmıştım ama bu akşam gerek attığı gol gerekse de savunma gücü olarak meslektaşının çok ilerisindeydi. Atılan ilk golden sonra da neredeyse tüm atakların içindeydi Kaptan. Ek olarak Ekrem'in performansının da altını çizmek gerekiyor. Oyunun 2 yönlü oynayabilme becerisi değerli ve özellikle sol tarafta İbo ile güzel iş çıkardı. Mehmet Topuz mücadele ediyor gibi görünse de Gökhan'ın bir çok pozisyonda rakip 2'li ile karşı karşıya kalması da dikkatlerden kaçmadı. Bir bekin bu kadar sıkıştırılmasına izin verilmemeli.

Denizli'nin sahaya çıkardığı kadro üzerine söylenecek pek bir şey yok. Yusuf tercihinin pek tutmadığını yukarıda da yazdım ama gerek devre arası değişikliği gerekse de sonraki Yusuf-Uğur değişikliği gayet yerinde ve zamanlı, Bobo-Nobre hamlesi de biraz daha erken yapılma ihtimali olan ama düşünce olarak olumluydu. Uğur yerine Tabata'da düşünülebilirdi ama buradaki ilk amaç orta sha direncini daha yukarılara taşımaktı. Bunun yanında Denizli, Uğur'un dinçliğinden, tazeliğinden faydalanıp onu özellikle gol bölgelerine girmesi konusunda uyardığını düşünüyorum. Çünkü o anda rakip defans içerisine sızmak için yeterli enejiye sahip oyuncuların başındaydı. Ofsayt olmasına rağmen 3. golün böyle bir planın ürünü olduğunu söylemek lazım. Daum cephesine gelince her şeye rağmen Alex'i sahada tutma çabasına anlam veriyorum ama Emre sonrası göbeğe Santos'u çekmesi pek de anlaşılır değildi. Zaten Santos-Cristian ikilisinin sonraki 30-35 dakika içerisindeki total performasına bakınce herşey net olarak görülüyor. Futbolda bazen 1 oyuncunun performansına tekil olarak bakmak yerine 2 kişinin birlikteliğini bütün olarak değerlendirmek daha doğru oluyor, yani her zaman 1+1=2 olmuyor.

Bu galibiyet ile ligin başında şampiyonluk hesapları içerisinde anılmayan Beşiktaş yeniden potanın tam içerisine girmiş oldu. Demirören ve Denizli için iyi bir nefes alma fırsatı oldu bu, devre arasına kadar götürür bu hava. Yine de atılan 3 gole rağmen gol kısırlığını aşma adına alınacak mesafeleri olduğunu düşünüyorum, çünkü bu tür maçlarda extra motivasyon faktörü bir çok şeyi değiştiren baş etken oluyor.

Fenerbahçe cephesi için ince nüansların sonucu belirlediği bu maçın ardından özellikle Emre'nin yokluğunda ilerleyen haftalar orta sahada bariz bir sıkıntı çekilmesi muhtemel. Selçuk-Deniz tercihleri ile işlerin yürüyebilmesi kolay değil özellikle de yanlarında oynayan oyuncunun Cristian olduğu düşünülür ise. Başka bir belirtilmesi gereken nokta da Denizli'nin Fink ile Alex'i her ne kadar modern bir futbol anlayışı olarak görmesem de kilitlemesi diğer takımlar için bir mesaj olarak değerlendirilip sahaya özel görevlendirilmiş bir Alex kelepçesi çıkarıp çıkarmayacakları.

Yarın akşam Galatasaray'ın 3 puan alması halinde ligin zirvesi iyice yaklaşak birbirine. Bu tablo ilerleyen haftaların daha heyecanlı geçeceği mesajını veriyor, gerçekten öyle olup olmayacağını görmek için ise bize de beklemekten başka bir şey düşmüyor.

Derbi Önü

2 haftalık aradan sonra bir derbi mücadelesi ile başlıyoruz heyecana. Hafta içi yaşanan önce Cemal Nalga, daha sonra da Almanya'dan Türkiye'ye uzanan şike olayları nedeniyle biraz geri planda kalsa da gün itibariyle maçın önemi yavaş yavaş hissedilmeye başlanıyor.

Beşiktaş ligdeki kötü başlangıcının ardından açılan puan farkını en azından arttırmayarak bir nebze oldun azalttı. Son haftalardaki galibiyet serisi de özgüven olarak darmadağın durumda olan futbolcular için ilaç gibi oldu ama hala geride kalan 12 haftada atılabilen 13 gol ciddi bir soru işareti olarak duruyor. Şu an Beşiktaş'ın bu konumda olması tamamiyle yediği 6 golün bir armağanıdır, yoksa bu kadar kısır bir görüntü ile 3. sırada 24 puan ile oturmanız neredeyse imkansız olurdu. En büyük silahları tabiki takım savunmaları, ama bu savunma gücünü sahaya yansıtırken kalenin de aynı uyumu göstermesi gerekiyor, yoksa Galatasaray maçında olduğu gibi kırılma anlarında yenilen goller maçın kaderini çizebilir. Yani bugün Beşiktaş için 2 önemli bölge var: İleri uç ve buradaki oyuncuların göstereceği beceri düzeyi, kale ve muhtemelen Rüştü'nün göstereceği sakarlık seviyesi.

Fenerbahçe tarafında ise Daum'un klasik görüntüsüne dönülmüş görünüyor. Mücadele gücü yüksek, zaman zaman geriye çekilerek rakibin üstüne gelmesini bekleyen bir takım hüviyetindeler. Fenerbahçe'nin 2 kilit bölgesi var: Lugano-Bilica ikilisinden oluşan ve rakibi yıldıracak sertliği oluşturabile savunma göbeği, diğeri ise Emre'nin iki yönlü ve tampolu oyununa Cristian'ın da kapsitesi ölçüsünde katılarak oluşturulan verimli orta saha ortası. Bunun dışında Alex'in sahada olması da takımın verimli hücum etmesini etkilemesi açısından önemli. Bu 2 bölge, dolayısıyla buralarda oynayan Baroni dışındaki 3 isim ve Alex faktörü Fenerbahçe'nin saha içerisindeki dengesini belirliyor. Bunlardan herhangi birinin olmaması mutlaka takımın genel performansını etkileyecektir.

Maça gelelim bu ilk değerlendirmelerden sonra:

1) Denizli de Daum da bu tür maçlarda performans olarak iyiler, rakibi şaşırtmak adına iyi hamleler yapıyorlar. Dolayısıyla değişik teknik adam kararları görebiliriz ama daha çok şaşırtacak olan muhtemelen Denizli olacaktır.

2) Beşiktaş'ın kaderini hücumdaki becerisi çizecek. Tabiki burada ortasaha-ileri uç bütünleşmesi önem kazanıyor.

3) Fenerbahçe'de ise Bilica cezalı. Lugano yorgun olmasına rağmen sahay çıkacaktır. Emre ve Alex'in de oynayacağını düşünürsek ortalama Fenerbahçe performansı göreceğimizi düşünüyorum. İleri uçta yine bir Kazım hamlesi gelir ise Daum'dan daha mantıklı olur. Çünkü Ferrarı-Sivok ikilisi ile Guiza'nın boğuşması biraz zor.

4) İlk golü atan takım bence maçı kaybetmez, özellikle de Fenerbahçe atar ise maçı muhtemelen kazanır. Beşiktaş ilk golü atan taraf olursa maçı en kötü berabere biter onların adına.

5) Kaleci performanslarının da altını çizmek lazım. Volkan her an dengesizlik yapmaya hazır olsa da bir standart tutturdu ama Rüştü için aynı şeyi söylemek zor. Beşiktaş'ın ona da dikkat etmesi lazım.

İlk notlar şimdilik bu kadar, ilerleyen saatlerde eklemeler olacaktır.

19 Kasım 2009

Dinamit

Salsabasket'in ortaya çıkardığı gerçekler gündeme bomba gibi düştü. Adnan Polat'ın Mart seçimlerinde elindeki gücü kaybetmesini sabırsızlıkla bekleyenler ya da koskoca camianın adını şaibeli olaylar ile yan yan anmak isteyenler hatta yıllarca ağızlara dolancak bir malzeme peşinde koşanlar için daha iyi bir fırsat bulunamazdı. Saçma sapan, mantıkı sınırlarının bir kaç kilometere yakınından bile geçemeyecek bu hareketin açıklaması nedir, o an neler düşünülerek böyle davranılmıştır bilmiyorum aslında bilmek de istemiyorum çünkü tam da "Özrü Kabahatinden Büyük" cümlesine anlam kazandıracak bir durum ile karşı karşıyayız.

Yönetim Kurulu ilk olarak teknik ekibi görevden alarak başladı işe ama bu hamle ile sınırlı kalınmayacağını tahmin ediyorduk. Derken gün içinde Yiğt Şardan'ın istifa haberi duyuldu. Açıklamasında olaydan haberdar olmadığının altını çizerek sorumluluğu kabul ediyor ve istifasını belirtiyor. Galatasaray adına en büyük kayıp bu olurdu: Yiğit Şardan'ın kulüpten ayrılışı. Yönetim Kurulu içerisindeki kuru kalabalık arasında iş yapan bir kaç kişi arasındayken böylesine bir olay sonucu veda etmesi gerçekten büyük kayıp ama "Şeritain kestiği parmak acımaz" diyerek sineye çekmek gerekecek anlaşılan.

25 Kasım'da yapılacak olan Divan Kurulu Toplantısı ile çok daha büyük sarsıntılara sahne olacak. Yönetim Kurulu'na yüklenmek için beklenen fırsatı bulanlar kürsüde yer arayacaklar kendilerine. Mart seçimlerinde de Adnan Polat'ın önünü tıkar mı ya da erken bir seçime gidilme kararı alınır mı göreceğiz.

Az önce Okan Çevik'in açıklamalarını da okudum. Milli duyguların kabarması gibi bir saçmalık sürmüş ortaya. Zaten bu duygu kabarmasını yaşadığımız anlar başımıza en büyük belaların açılmasın yol açmıyor mu? Almanya'da sıradan 3-5 hazırlık maçı yapıyorsun, sanki Cemal Nalga Jordan'ımsı bir performansa sahip de ondan vazgeçemiyor üstüne üstlük milleti enayi yerina koyup kurnazlık yaparak başka forma ile sürüyorsun sahaya. Amatör liglerde bile insanların yaparken defalarca düşüneceği bir hareketi Galatasaray gibi bir takımın Basketbol Takımı'nda iç rahatlığıyla yapabiliyorsun. Bravo!!!

Cemal Nalga tarafına gelinirse muhtemelen katmerli bir ceza alacak o da. Bu karar alınırken neler yaşandı, aralarında ne tür diyaloglar geçti bilemiyoruz ama kendisinden çok başkalarının verdiği bir karar ile ceza alacak olmak işin en acı tarafı. Keşke kurnaz davranıp, bu planı Nalga bozabilseydi, maça çıkınca sakatlanıp oyundan çıkma gibi ince bir oyun çevirip yine rezillik meydana çıksa da ucundan yırtabilseydi ama o zekaya sahip olmasını da beklemiyorum. Şimdiden geçmiş olsun demek lazım çünkü ucuz yırtaması kolay değil.

Galatasaray'ın içine konulan bu dinamitin yaratacağı tahribatı önümüzdeki günlerde daha net göreceğiz ama olayın neden yapıldığı sorusuna cevap aramak ama her defasında bu soruya hiç bir cevap bulamamak da aynı tahribatı yaratan bir etkiye sahip. Şaşılacak şey doğrusu!

17 Kasım 2009

Elano Mevzusu



Uzun zamandır yazamadık, fırsat bulamadık, yazmak içimizden gelmedi, hayat meşgalesi peşindden sürükledi vs. vs. Ama işin özeti blog işi ciddi emek, özveri istiyor; kolay değil. Dükkanı kapatmaya falan niyetim yok, sadece esnaf deyişi ile "cumadaydık gelecez" tabelasını bıraktık arkamızda.

Gelmişken de şu sıralar yine basının ısıtmaya çalıştığı mevzudan, Elano'dan giriş yapalım. Pazar günü gazeteler de internet sayfalarında Brezilya-İngiltere maçından bahsedilirken Elano'nun yaptığı asiste dikakt çekilmişti. Hatta bazı kaynaklar daha ileri gidip Brezilya Milli Takımı'ndan farklı Galatasaray'da farklı bir tablo çizdiğinden bahsetmiş. Ortada bir bilgi kirliliği var, kendi penceremden Elano ve Galatasaray üzerinde konuyu özetlemek istiyorum.

Öncelikle eğer konu bir futbolcu ise mantıklı yorum yapmak için kemiksiz 3 maçını izlemek lazım. Elano transferinin gündeme bomba gibi düştüğü ilk anlarda Brezilyalı hakkındaki ilk yorumum bu olmuştu (Transfer Sonrası İlk Değerlendirme). Temkinli bir yaklaşım vardı, çünkü ortada sağlıklı bir değerlendirme yapacak kadar bilgi sahibi değildim.

Transferden yaklaşık 1.5 - 2 ay sonra Brezilya Milli takımı ve Galatasaray'daki bazı maçları sonrası Elano-Galatasaray birlikteliğinin sağlıklı bir zemine oturması noktasındaki endişelerim üzerine bir yazı yazdım(Buradan ulaşılabilir) .Genel görüşüm mevcut Elano çizgisinin Galatasaray'ın ihtiyacı olan oyuncu tipi ile uyuşmadığı ve an itibari ile transferin pek de verimli olmadığı yönündeydi.

6 Eylül'de yazılmış o yazının üstünden yaklaşık 2.5 ay geçti ve ortadaki manzara Elano'nun bu görüntüsü ile Galatasaray için bir hayal kırıklığı olacağı yönünde. Peki neden? Gerek Brezilya gerekse de Galatasaray forması altında oynadığı maçların en büyük ortaklığı Elano'nun temposuzluğu hakkında fikir vermesi oldu. Son İngiltere maçında asist yapsa da maçın büyük bölümünde temposuz ve dikine oynamaktan uzak duran, top ile dripling yapıp adam eksiltme konusunda girişim de bulunmayan oyuncu havasındaydı. Dunga, Elano'yu kenar adamı olarak sağ çizgiye yakın oynatıyor ama burada oynayan oyuncudan daha hareketli ileri-geri bir oyun yapısı beklenirken daha durağan bir görüntü ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Ortada oynama mevzusuna gelince, topla dripling yapma adına net bir şey görememenin de etkisiyle bu bölgede oynama adına da ciddi eksiklikleri bulunduğunu düşünüyorum.

Oysa Galatasaray'ın orta sahada ileri geri oynayabilecek, adam eksiltebilecek, ara pasları atabilecek bir oyuncuya ihtiyacı vardı. Lincoln sonrası takımın yaratıcı oyuncu noktasındaki sıkıntısını aşması ve aynı zamanda Lincoln'ün yaratıcı özelliklerine ek olarak oyunun takım savunmasının içinde olabilme tarafını da yerine getirebilecek bir oyuncu orta sahaya ilaç gibi gelecekti. Çünkü geçtiğimiz sene Skibbe zamanında kaybedişen puanların çoğu Lincoln'ün olmadığı maçlarda geldi. Buradan hareketle orta sahaya bu özelliklerde Emre Belezoğlu'nun oyu karakterine sahip bir ekleme gerekliydi.

Diğer taraftan da ilk transfer sonrası bloglarda yazılanları, bazı spor adamlarının Elano için söyledikleri övgü dolu ifadeleri düşündükçe nasıl bu kadar aykırı düşündüğümüzü anlayamıyorum ama Elano neredeyse 180 derecelik bir değişim geçirmediği müddetçe Galatasaray için ihtiyaç duyulan boşluğu doldurabilecek oyuncu olamaması nedeniyle efektif bir transfer hareketi olarak adlandıramayız İngiltere'den gelişini. Forvette oynayıp 20 gol dahi atsa bu konudaki fikrimin değişmeyeceğini de belirtmem gerekir, çünkü ne yazık ki Türkiye'de kulüplerin transfer hareketleri 2-3 yöneticinin futbol bilgisi çevresinde döndüğü için takım ihtiyaçları-oyuncu özellikleri örtüşmesinin maksimum düzeyde gerçekleştiği hamleleri görmek kolay olmuyor. Elano'da bu tür bir değerlendirme ile örtüşüyor. Takımlar trasnfer yaparken "Kadro Mühendisliği" gerçeğinden hareket etmedikçe, alternatifleri analitik bir süzgeçten geçirerek değerlendirerek karar vermedikleri müddetçe bu tür konular üzerindne bize daha çok malzeme çıkar. Mesele Elano, Kewell gibi adamları almak değil kimse tanımazken forvetinize Ilie gibi adamı koymak sağ bek de Filipescu gibi bir oyuncu ile açığınızı kapatabilmektir doğru olan bence. Bu noktada daha önce de yazdığım görüşlerimin altını yine bu şekilde çizmek istiyorum.

Sözün özü, oyuncu yapısı-takım gereksinimleri kesişmesindeki alanın büyüklüğü göz önüne alınarak yapılmış bir transfer değil Elano'yu Manchester semalarından Florya' ya getiren. İlerleyn zamanlarda takım içinde basının abarttığı gibi bir sorun çıkarmasa da Rijkaard ve Elano özelinde huzursuluk kaynağı olacak bir mesele olacağa benziyor.