31 Mayıs 2010

Acıbadem Güzelleri

















Voleybol dünyasında pek çok güzel sahne alır, 1 taşla 2 kuş vurursunuz, hem maç izler de hem de gözlerinizi doyurursunuz. Porsiyonun büyük olması için de garanti maçlar vardır, örneğin Polonya ilk sırada gelir, hem yetenekli hem de güzellerde dolu bir kadrosu vardır. Rusya'da ardından gelir Polonya'nın normal olarak.


Son 2 yılda güzellerden bir liste yapılması istense ilk 10'a koyacağım 2 garanti isim vardı. Biri Gamova ki bu sezon Fenerbahçe Acıbadem maçlarında doyasıya izlemeye çalıştık, diğeri de bence daha güzel olanı Polanya'lı Skowronska. Türkiye'deki  Avrupa Şampiyonası'nda dikkatimi çeken (!) Polonya takımını takip etmeye başladıktan kısa süre sonra tanıdım. İşin ilgi çekici, bomba tarafı ise Polanyalı güzeli bu sene Acıbadem forması altında izleyecek olmak. Böylesine mantıklı transfer hamleleri yapılırsa bu sene hareketlenen tribünler gelecek sene daha da şenlenecek hatta özel tribünler oluşacak. Ben şimdiden Polonyalı'yı görmek için 3 maçı yazdım listeye...

30 Mayıs 2010

Bu Taş da Guardiola'ya
















Etoo takası sonrası büyük umutlarla geldiği Barça'da geride kalan yılın ardından 2 tarafından da pek memnun kaldığı söylenemez. Katalanlar'ın David Villa harekatı bu takımın gelecek yıl 1 numaralı ileri uç adamının kim olacağını net olarak göstermektedir. İbrahimovic tarafında ise menejerden Guardiola'yı suçlayan açıklamalar geldi İtalya dolaylarından ve Marca'da satırlarına taşıdı bu ifadeleri:

"75 milyon verip de halen İbra'yı oynatamıyorsa gidip akıl hastanesine görünsün". Biraz ağır laf olmuş.

Ardından da Barcelona ile yolların ayrılabileceği sinyalini de çakmış: "İbrahimovic'in aklında Barcelona'nın kendisinin son kulübü olacağına dair bir düşünce hiç oluşmadı. Mourinho gibi o da herşeyi kazandığında yeni ufuklara yelken açabilir. Şu an Barcelona'nın futbolcusu ama İngiliz kulüplerinin de ilgilenmesi normal çünkü malzeme ortada".

Barcelona tarafında da İsveçli oyuncunun satılması fikri ağır basıyor olabilir, çünkü böylesine pahalı bir ismi kulübede tutup fiyatını düşürme riski mantıklı bir hamle gibi görünmüyor.

29 Mayıs 2010

Adamımsın Neeskens!













"..... Anlayamadığım beni çok şaşırtan birşey daha var. İçeride olsun dışarda olsun karşılaşma yapacağımız sahaya gittiğimiz zaman futbol sahasına çıktıklarında futbolcular bir birleriyle karşılaşıyorlar birbirlerine sarılıyorlar, şakalaşıyorlar, öpüyorlar. Doğal olarak bizim oyuncularımız Galatasaray’da oynamalarından dolayı diğer oyuncuların belkide gıptayla baktıkları oyuncular fakat bu sarıldıkları oyuncular müsabaka sırasında bizim oyunculara gayet sert müdahalede bulunuyorlar bizde bunu anlayamıyoruz. Biz de futbolcularımızdan bunu yapmamalarını rica ettik. Bir örnek vereyim, benim dönemimde Feyenoord’da oynayan sol ayaklı bir oyuncu vardı. Çok sevdiğim bir oyuncuydu. Milli Takım’da da beraber oynardık. Fakat ben Ajax’ta oynadığım zaman oraya gittiğimizde tünelde maç başlamadan önce saha içinde hiç onu görmezdim, bakmazdım bile. Maç biterdi birbirimizi tebrik ederdik. Biz de oyuncularımızdan bunu rica ettik; hala yapanlar var bunu yapmamalarını istiyoruz. Maç bittikten sonra gitsinler tebrik etsinler birbirlerini. Mesela Fenerbahçe ile oynadığımız iki müsabakaya bakın; oradaki maçta sahaya çıktık, sahaya atılanlar, su şişeleri.. Ondan sonra bakın maç ne kadar gergin geçti. Buradaki maça bakın; sahamıza geldiler bizimkiler gitti onlara sarıldı. Olmaz bu."

Galatasaray TV'de sezon değerlendirmesini yapan Neeskens'in verdiği cevap ders niteliğinde. Futbolda psikolojik faktörlerin ne kadar önemli olduğunu net olarak anlatmış Hollandalı. Özellikle Sami Yen'deki 2. Fenerbahçe maçı öncesi yaratılan süt liman hava gerçekten rakip takımı baskı altına almaktan çok, gereğinden fazla misafirpervelik göstermekten başka bir şey değildi.

Röportajın tamamı burada.

Futbol Asla Yalnızca Futbol Değildir















Tarihinde talip olduğu böylesine büyük çaplı hiç bir organizasyou düzenlemeye hiç bu kadar yakın olmamıştı Türkiye, ama sadece futbol değil daha ötesinde birşeyler de gerekliydi, olmadı... Umutları başka baharda yeniden meydane çıkarmak için naftalinleyip sandıklara kaldırmaktan başka yapacak bir şey yok artık...

Uzun maratonun ardından bugün 13'de Plantini gururla açıkladı organizasyona ev sahipliği yapacak ülkeyi. Oylama 2 turda yapıldı. İlk turda 13 üyenin her biri aday 3 ülkeyi 1.'ye 5, 2.'ye 2 ve 3.'ye 1 puan verecek şekilde değerlendirmeleri istendi. Bu tur sonucunda tablo şu şekildeydi:

1) Fransa  43
2) Türkiye 38
3) İtalya    23

Bu oyları hangi kombinasyonlarda almışlar diye baktım. Fransa'nın 7, Türkiye'nin 5, İtalya'nın ise sadece 1 ülkeden 5 puan aldığı görülüyor.  İşin ilginç yanı Türkiye'ye sadece 3 üye 1 puan verirken, Fransa için bu sayı 4, İtalya için ise 6 olarak gerçekleşmiş.

İlk turda İtalya en düşük puanı alrak elendikten sonra, geriye kalan 2 ülke arasında en fazla oyu alan 2016'nın evsahibi olacaktı. Yeninden yapılan oylamada da 6'ya karşılık 7 oyla zafer Fransa'nın oldu. Aslında yukarıda manzara da her şeyi açıklıyor. Zaten ilk turda 7 üyenin oyunu alarak 1. liği garantilemiş Fransa. Eğer İtalya en az 5 puan daha yüksek alsa ve yine 3. sırada yer alsa o zaman İtalya'ya 5 puan vermiş ülkelerden kayacak oylar bizi ilk sıraya taşıyabilirdi. İlk turda 7-5 olan skor, İtalya'dan gelen 1 oy ile 7-6 olarak gerçekleşmiş 2. turda.

Bu aşamada yapacak bir şey yok ama yıllardır UEFA'nın çeşitli kademelerinde görev almış, her Avrupa mücadelesi öncesi kendisinin görevini, konumunu hakemler tarafından herhangi bir yanlı tutuma maruz kalmayacağımızın bir garantisi olarak görmemize rağmen zaman zaman hakların ayaklar altına alındığını göre göre sineye çekmek zorunda kaldıktan sonra bu son olan ile Şenez Erzik'in de UEFA'daki etkisi ciddi soru işaretidir benim için. Tamam tepede Fransız başkan var, lobi kuvvetli ama yıllarını verdiği bir organizasyon içerisinde daha fazlasını yapabilir miydi diye düşünmeden de edemiyor insan. Yazının başlığına ters bir şekilde sitem dolu cümlelerimizi yöneltmemizin tek sebebi kendisine dair beklentilerin yüksekliğinden başka bir şey tabiki değil.

Bir turnuva daha uçup gitti, hayaller arasında yerini alarak. Şu tablodan sonra 2020 için aday olursak ve yine seçilemezsek bir daha da talip olmamak en iyisi olacak herhalde ama ben bir sonraki başvurunun geri çevirlemeyeceğini düşünüyorum.

26 Mayıs 2010

Mourinho'nun Vedası

Sert ve asi adam Mourinho'nun göz yaşlarına boğulduğu an. Staddan ayrılırken köşede tek başına duran Materazzi'yi görüyor ve çok hüzünlü bir veda yaşanıyor. Öğrencisinin boynuna sarılırken ağlayan Mourinho, tek bir isim mezdinde tüm takıma veda etmiş oluyor. Linki aşağıda, mendili hazırlayıp tıklayın!

Mourinho Salya Sümük

25 Mayıs 2010

Çağlar Birinci Galatasaray Yolu'nda





















Fatih Terim'in tek seferlik adamlarından biri daha Florya'nın kapısından girmek üzere. Yunanistan deplasmanında 4-1 alınan maçta İbrahim Üzülmez'in yerine oyuna dahil olan ve hiç de fena olmayan bir performans ile aklımda yer eden, benzer yoldan geçmiş bir diğer oyuncu da  Volkan Yaman'dır. İlk izlediğimde samimiyetime inanın "iyi hoş da bir şeyler eksik gibi. Tamam tamam, sadece tek pas yapıyor ama dripling falan yok, adam geçme yok". O zaman vermiştim notunu, sonrasında Adnan Sezgin'in müthiş futbol bilgisi ile Galatasaray'a transfer oluşu ama büyük hoca Surinamlı'nın da futbolcudan gerçekten anladığını belli edercesine sezon başında biletini kesişi...

Çağlar Birinci'nin de hem Milli Takım kariyeri hem de bende oluşturduğu izlenimler Volkan Yaman ile çok benzer. Benim futbol bilgim, zevkim, anlayışım bek olarak adlandırılan futbol insanının adam geçmesini, çizgiye inip orta yapmasını, dripling yapmasını, hücuma yeterince ve içi dolu destek vermesini bekliyor. Hakan Ünsal ve Ergün gibi adamları gören bu gözler kolay kolay kimseye de bek sıfatıı yakıştıramıyor.

Velhasılkelam, Galatasaray.org'da "Denizlispor’un milli oyuncusu Çağlar Birinci’nin transferi için kulüp ve oyuncu ile görüşmelere başlanmıştır." şeklinde yayınlana haber aslında işin bitmek üzere olduğunu gösteriyor. Şu ana kadar bende uyanan intiba Volkan Yaman transferinin düşündürdükleri ile aynı. Hakan Balta'yı yetersiz bulan birisi olarak bu transferin de bek beklentilerini yeterince karşılayamayacağı yönünde. Türkiye'de zaten adam gibi bek yok, motive olduğu zaman en iyisi Santos iken gidip de Süper Lig'den oyuncu bakmak mantıklı değil. 4-3-3'de de bekler çok önemli iken vereceksiniz parayı sağlam bir bek alacaksınız ama Adnan Sezgin yapıyorsa vardır bir bildiği!!!


Tersini düşünen varsa, en kral yerde yemeğine iddiayı açıyorum. Bakalım kim haklı çıkacak ama şunu da belirteyim umarım yanılırım da hem Galatasaray hem de Milli Takım uzun zaman yararlanacağı bir bek kazanır.

23 Mayıs 2010

Inter 2:0 B.Münih : Mourinho...














Portekizli sağa sola laf ata ata, göstere göstere şampiyon yaptı Inter'i. Barcelona performansından sonra bu maçta Van Gaal'in elindeki kadro ile kupaya uzanması gerçekten de zordu. İtalyanlar'da bir önceki turdan idmanlı oldukları oyun felsefesi ile sahaya çıkıp topu rakibe vererek elinde rakibin açıklarını çok iyi değerlendirebilecek oyuncuları ile sonuca gitmeyi denedirler, tablo ortada. Bayern elinden geleni yaptı ama Hamit'in bu akşamki performansı Ribery'yi arattı. Tabiki bunda sol çizgide oynamasının da ciddi payı vardı. Van Gaal'in neden maç içerisinde kısa süreli de olsa Hamit-Robben pozisyon değişikliği yapmadığını anlayamadım. Tamam 2 kanat da gayet iyi tıkanmıştı ama oyun bu kadar kitlenmişken denenebilirdi.

Mourinho Milito-Etoo-Sjneider-Lucio eklemeleriyle takımın çehresini değiştirdi ve yolun sonu kupaya uzandı. Takım kurmanın ne olduğunu da gayet iyi biliyor, özellikle de "Rocky" kılıklı Milito'nun Genova'dan alınması gayet şık bir hamle. Bu adam Zaragoza'da da oynarken "benim" diye bağırıyordu ama neden kimsenin dikkatini çekmedi orası da oldukça ilginç.

Maçı izlerken arkadaşa "inşallah ilk golü Bayern atar da maçın temposu yükselir" ama çark tersine işledi. Milito 35'de golü attığı zaman kafamda maç bitmişti. O savumayı aşmak eldeki hücum yapısı ile özellikle de Robben bu kadar kitlenmişken çok kolay değildi.

Neyse boynuz kulağı geçti, "The Special One" sonuna kadar hakettiği kupayı aldı. Defansif bir yapı havası versede takıma bu bütünlüğü sağlatabilmek ve mutlu sona hem Chealsea hem de Barça'yı eleyerek ulaşmak alkışı sonuna hakediyor. Muhtemelen seneye çokça adım atacağı çimlere kupa ile merhaba demesi de başka bir güzellik Mourinho için. Madrid ile anlaşırsa, ilk basın toplantısında "siz evinizdeyken ben sizin sahanıza kupa kaldırıyordum" gibisinden gider yapar ise hiç şaşırmam.

19 Mayıs 2010

David Villa Barcelona'da















Etoo takasının ardından İbrahimovic ile yakalanamamış uyum sonrası akıl kokan bir transfer hamlesi bu. Yetenekleri tartışılmaz ama Barcelona oyun sistemindeki verimliliği soru işareti olan İsveçli'nin, Kamerunlu'yu arattığı aşikar. Şimdi yine ele avuca sığmaz, gezici, bileklerine daha hakim sisteme cuk diye otutacak en uygun ismi alarak ne aradıklarını, neye ihtiyaçları olduğunu da çok net saptadıklarını göstermiş oluyor Katalanlar. 40 milyon euro anasının ak sütü gibi helal olsun böyle adama. Iniesta-Messi-Xavi-Pedro-Villa 5'lisi seneye çok can yakar. İşin daha kötüsü transfer hareketi bununla sınırlı kalmayacak. Zaman zaman rotasyonda sıkıntı çekildiğini belirtmiştik, muhtemelen orta sahaya da ekleme yapılacak. Fabregas ismi çokça dillendiriliyor ama Wenger sezon ortasında satılık olmadığını üstüne basa basa söylemişti. Şimdi seyreyleyelim bakalım "el mi yaman yoksa bey mi?"

18 Mayıs 2010

Menmet Batdal & Serdar Özkan Transferleri Üzerine...











Son yıllarda Adnan Sezgin'in değerli (!) katkıları ile fiyasko derecesinde yerli oyuncu transferlerine imza atan Sarı-Kırmızılı ekip yeni sezonun hamlelerine erken başladı ve sezonun bitişinin hemen ardından 2 hamle ile gündeme oturdu. Kokusu daha önceden çıktığı için şaşkılık yaratmayan bu transferleri saha raporunu gördükten sonra değerlendireceğiz elbet ama eldeki verilerle mevcut durumun resmini çizmek de mümkün.

Sanırım en az 3-4 yıldır her sene geleceği parlak olan gençler arasında adı sürekli geçtiğinden özellikle İstanbul'un büyüklerine transferi mevzubahis olurdu hep Mehmet Batdal'ın. Aradan yıllar geçti ve 24 yaşında Galatasaray ile yıllardır beklenen anlaşmayı imzaladı. Açıkçası çok fazla takip ettiğim bir isim değil genç oyuncu, geniş yorum yapmak için dikkatli şekilde kemiksiz 3 maç izlemem lazım ama yine de bazı değerlendirmeler yapacak kadar da bilgi dağarcığına sahibim. 1.95 boyu ilk dikkat özelliği normal olarak ve bu fizikteki oyuncularda çok da fazla görülmeyen göze hoş geşen bir tekniğe ve yumuşak bileklere sahip. Bu vasıflar forvet oyuncu olarak asist özelliğinin de ön plana çıkmasını sağlıyor. Uzakten keleyi düşünen anlayışı ile etkili şutlar çıkarabiliyor ve sol ayağını gayet iyi kullanıyor. Tüm bu özelliklerinin yanında rakip savunma içerisinde hareketsiz bir görüntü çizdiğini söylemek yanlış olmayacak. Şu ana kadar saydığım özellikleri ile İbrahimovic'e yakın bir tarz  oluşmuş olabilir  kafalarda ama burada üzerinde durulacak en önemli mevzu İsveçli oyunucunun Barça'da durağan yapısı ile Etoo sonrası beklenen verimi verememesi olmalıdır. Yani Baros'un aksine gezici fotvet yapısından daha uzak bir oyuncu olarak Mehmet'in direkt 11 oyuncusu olması kolay değil ama futbolunun üstüne koyacakları kendi geleceğini şekillendirecektir elbet.

Gündemde olmasından mıdır nedir "Mehmet'in abisi olur" düşüncesi oluşmuştu ben de ama Serdar kardeş kıvamındaymış, henüz 23 yaşında. Yaşının genç olması ilk bakışta olumlu bir ışık verse de,"bonservisi yok, ya tutarsa" anlayışı ile oyuncu almak gereksiz yere kadro şişkinliği oluşturmaktan öte bir şey değil. Beşiktaş'da yapamadıkları ortada. Tüm sezon boyunca kısır futbol beyinlerinin sahada yapamadıkları yüzünden geldiği konum ortada olan bir kulübün ilk aldığı oyuncunun benzer profilde bir isim olması yaşananlardan hiç mi hiç ders alınmadığını gösteriyor. Galatasaray kadrosu benzer oyuncular ile dolduruluyor ama adam gibi bir kurgu oluşturulmuyor. Keita-Serdar, 2 side ayak-beyin koordinasyonu konusunda önemli zaafları olan adamlar. Zaman zaman kontrolü kaybedip garip hareketler yapyıklarına sahne olabiliyorsunuz. Dolayısı ile elde benzer tipte adamlar var iken sizin daha zeki, futbol zekası daha ileride adamların peşinde olmanız lazım ama Galatasaray'da ne bunu görecek ne de gördüğü zaman gerekli hamleleri yapabilecek yöneticiler var.

Özetle, daha çok rotasyon oyuncusu kıvamında olan 2 isim eklendi Galatasaray kadrosuna ama çok daha önemlisi ana 11'deki sıkıntıları çözebilmek. Doğru hamlelerin yapılacağına dair ciddi soru işaretlerim var, uzun zamandır becerilemeyenlerin ne kadar isabetli yapılacağını merakla bekliyorum açıkçası...

14 Mayıs 2010

Bizim Çocuk Deneyi


















Belki de Guardiola'nın Barcelona'nın başında yakaladığı başarının örnek olduğu 2 kulüpten biriydi Milan. Kimbilir Barça'nın bağrından kopmuş genç teknik adamın ışıltılı karnesi ilham oldu onlara. Ferrera ile bu deneye girişen Juventus'un ardıan bir başka İtalyan devi Milan'da "Bizim Çocuk" lardan Leonardo'ya teslim etti futbol takımını. Dürüts olmak gerekirse daha baştan fazlasıyla yumuşak bulmuş ve Milano'daki geleceğinin 1 yıldan fazla sürmesinin büyük sürpriz olacağını düşünmüştüm. İnişli çıkışlı sezonun ardından beklenen son bugün gerçekleşti ve Milan ile Brezilyalı teknik adamın yolları ayrıldı. Geride kalan görevi boyunca çok şey öğrendiğini belirtiyor Leonardo ki fazlası ile haklı. Daha kariyerinin başında böylesine bir konumda başlamak büyük risk, yere düşmeniz çok olası ama asıl mesele yaşadıklarınızdan ders alıp yeniden ayağa kalkabilmek. Elbette kariyerine bir soru işareti olarak yazılacak bu yıl, yine de gelecek yıllarda bu eksileri pozitife döndürmek ders olarak aldıklarına fazlası ile bağlı. Yolu açık olsun!!!

13 Mayıs 2010

Galatasaray'ın Yıldız'ı
















Bu sezon Galatasaray'ın taraftarı çıldırtacak 2 hamlesi olabilir. Bunlardan ilki bir süredir konuşulan Serdar Özkan olayı, diğeri de şu an gündeme yavaş yavaş oturmaya başlayan Mehmet Yıldız. Lafı uzatmaya gerek yok, memlekette güreşçi mi kalmadı? Nedir bu Mehmet Yıldız takıntısı, nereden geliyor bu tutku? Biz mi futbolu farklı algılıyoruz?

Sevgili Galatasaray'lılar bu 2 adamın özellikle de Mehmet Yıldız'ın Florya'nın 5 kapısının birinden içeri girmesi demek, kadrodaki kazmaların sayısının azalmasını beklerken tam aksine yine "futboldan soğutan büyük yetenekler" hanesine 2 artı daha konması anlamına geliyor. İşte asıl sorun da bu , iş bilmez, futboldan anlamayan yöneticilerin ne sunabildikleri ortada. 3 senedir adam gibi yerli oyuncu trasnferi yapamadı bu kulüp var mı daha ötesi?

Her sene kadroyu gereksiz isimler ile doldurarak "Türkiye'nin en geniş kadrosuna sahip takım" etiketini haketmediği halde taşıyan bir kulüp hala gerçekler ile yüzleşmemişse diyecek fazla bir şey yok. Mesele oyuncu almak değil ki, olmadı da mesele takım kurabilmekte. Bu adamlar takım kuramıyor, hangi mantığa göre adam aldıklar belli değil. 3 yıllık yerli bilançosu ortada.

Borges çok haklı, bu takım Rijkaard gibi hocalarla gelemez bir yere. Tam yetkiyi alıp Polat-Üstünel-Sezgin 3'lüsünü düstursuz Florya'ya sokmayan eli maşalı bir adam gelmez ise başarı daha yıllarca hayal olacak, bu 2x2=4 kadar net.

Devre arasında kadroya katılan ve sezon sonunda imza atacak Musa Çağıran'ı da göreceksiniz. Topal'ın ardından bu kulüp İspanya'ya buğulu gözler ile bakıp geçmişi özleyecek hale gelecek sanırım, nasıl alıyorlar bu adamları anlamış değilim.

Polat-Üstünel-Sezgin 3'lüsünün bu kısır futbol bilgisi ile Galatasaray'ın geleceğini şekillendirme çabası anlaşılan başarı özlemiyle geçen yıllar olarak geri dönecek bu renklere gönül vermişlere anlaşılan.

Mehmet Topal'ın İspanya Yolculuğu






















Adnan Polat'ın 2 sezondur ağzından düşürmediği "genç oyuncular Avrupa'da kupa kaldırmadan gidemez" sözüne sanırım artık kendisinin de inancı kalmadı ki Mehmet Topal'ı daha sezon başlamadan elden çıkardı. Başka şansı da yok aslında, Şampiyonlar Ligi gelirinden yoksun kalmış bir Galatasaray'ın gelecek sezonların gelirlerinden medet umarak transfer yapması çok da mantıklı değil. Bu açından 5 milyon euro'luk bonservis bedeli fena sayılmaz, aslında 2 yıl önce Everton treni çok daha kaymaklı fırsatdı ya neyse...

Aslında 1 ya da 2 sezon önce olsa "bu paraya gönderilir mi?", "bu adamın yerini doldurmak kolay değil" gibisinden lafları çok duyardık ama bu sezon birçokları gerçekle yüzleşti. Özellikle orta saha oyuncusunun neleri yapması gerektiği konusunda daha bilinçli bir taraftar topluluğu var artık. Ben geçen sezondan beri zaten Topal'ın aslında defansif yönü dışında takıma katkısının sorgulanması gerektiği ve potansiyel olarak da hücum anlamında katedeceği yolun azlığından dem vuruyordum. Hala aynı görüşlerden hareketle şu aşamada satılmasının her 2 taraf için de en hayırlısı olduğunu tekrar belirtiyorum

20'li yaşların ortasına gelmiş bir oyuncu bazı yönlerini geliştirme anlamında bu kadar kısır kalıyor ise aynı ortamda devam etmek en başta kendi gelişimi açısından sorgulanmalı. Yukarıda da yazdım, gelişim sağlama anlamında alacağı yolun fazla olduğuna inanmıyorum ama bunu yapmazda yıllar sonra iyice gözden düşücek bir adam olabilirdi. Şimdi Tugay'ın kariyer yolu ile kıyaslama yoluna gidilebilir belki ama çok aykırı rotalardan bahsedildiğini baştan belirteyim. Tugay Kerimoğlu her zaman belirli potansiyellleri olan bir adamdı, oyunu ileri doğru oynayabilen, adam eksilten, şut atan bir oyuncu temeli her zaman varoldu onda ama zamanla bunları sergileme anlamında geri gittiğini gördük. Oysa Mehmet Topal bilmem kaç küsür yıllık futbolculuk hayatında hangi tür zenginliklerden kesitler sunduki bize böyle bir karşılaştırmaya girme yoluna gidelim? Tamammiyle aykırı noktalar, oyun zekaları çok farklı 2 oyuncuyu aynı gemide yol alan yolcular gibi görmek pek de mantıklı değil.

Valencia macerasına gelince, topu bu kadar yi kullanabilen bir takımda Mehmet Topal defansif becerileri ile sırıtmayabilir ama ben onu defansif sertlik anlımdanda da çok yeterli bulmam. Bu konuda gelişebilir ama burada olduğu gibi top kullanmla, takıma hücum zenginliği katma anlamındaki sıkıntıları yaşamaya devam eder. Herşeye rağmen Silva, Mata, Hernandez gibi topla aşinalığı oldukça fazla olan oyuncuların arkasını toplama anlamında mutlaka katkı yapacaktır ama bir Albelda olabilmesini ben beklemiyorum. Defansın ortasında oynama becerisi belki orada keşfedilir de yıllar sonda iyi bir stoper olarak görebiliriz kendisini La Liga'da, bu da ihtimal dahilinde benim için.

İşin özeti, hem Galatasaray hem de Mehmet Topal için en doğru zamanda gerçekleşmiş bir transfer hareketi. Umarım her iki tarafta beraber olmadıkları sürece geçmişe dair özlemler duymaz, keşkeler ile bezeli cümleler kurmaz. Örneğin Galatasaray tarafında sayıklanıyorsa bu cümleler bilinki Adnan Sezgin yine iş başındadır ve "yüce bir futbol yeteneğini" daha kazandırmıştır kulübe Yaser, Mustafa Sarp, Ferdi, Serkan Kurtuluş örneklerinde olduğu gibi.

09 Mayıs 2010

Vittek Yoksa Gol de Yok
















Yarın oynanacak maç öncesi kadrolara bakınca söylenebilecek en net şey Vittek'siz Ankaragücü'nin en etkili ve formda hücum gücünü kaybettiği. Trabzon maçı sonrası sakatlanan Vittek ülkesine dönmüş ve tedavisinin ardından Dünya Kupası kampına katılacakmış. Bu kupa öncesi en ufak sakatlıkların bahane edilerek oyuncuların ülkelerine dönmeleri kabak tadı veriyor. Böylesine önemli bir maçta Vassel sakatlıktan yeni çıkmışken, Slovak golcünün olmayışı yarın Fenerbahçe defansının rahat nefes alacağını gösteriyor, üstelik de takımının en büyük hücum kozu olacakken. Bursaspor'un duaları Ankaragücü'nün gol yememesi üzerine kurulmalı yoksa gol atmaları çok da kolay görülmüyor.

Elde Var 1

















Sezona son derece sancılı başlayan Bayern'de Hollandalı Hoca'nın akibetine dair haberler türeyivermişti manşetlerde kısa zamanda. Takım istenilen çizgide değildi, aslında yeni bir oluşumun meyvelerini almak kolay değildi ama söz konuzu Bayern ise başarı kısa zamanda gelmeliydi bazılarına göre. İlk 4 haftada 7 puan kaybedip zirvenin bayağı gerisine düştükten sonra çok kritik 2 hamle ile ilk yarının sonlarına doğru işleri yavaş yavaş oturtmaya başladılar. Bunlardan ilki ve en önemlisi kesinlikle Robben transferidir. Oli Hooness'in imzasını taşıyan bu hamle Van Gaal'in kurtarıcısı olmuştur. Sonrasında ise Schweinsteiger'in orta sahanın göbeğine çekilişi ile kazanılan dinamizimin takımı nerelere getirdiği ortada. Haa unutmadan Olic'in ilk zamanlarda yedek kulübesiden giren oyuncu kıvamında iken sonrasında takımın değişmezleri arasına girişi de etkilidir bu iyi gidişte belirtmek gerek. Sözün özü, takım kurgusunda yapılan yeriden değişklikler ile şu an 3 kulvardan birini cebine koymuş durumda Van Gaal ve öğrencileri, el de var 1. Sıradaki gelsin!


(Resim olarak büyük hoca'nın bir pozunu koymayı uygun gördüm, o kadar hakkı var değil mi? )

Barcelona İşi Bitirdi
















En zor maçı Sevilla deplasmanıydı Barcelona'nın. 3-0 önce geçtikten sonra ard arda yedikleri 2 golile kısa süreli çok yaşasalarda Sanches Pisuan'dan 3 puan ile dönmeyi başardılar. Bitime 1 hafta var ve kendi evlerinde Valladolid karşısına 2. Real Madrid'in 1 puan önünde 96 puanlık inanılmaz bir toplamla girecekler. Son düzlükte sımsıkı sarıldıkları kupayı bırakmaları mucize olur. 17 yıl önce Madrid'in Tenerife'ye yenilip şampiyonluğu kaybettiği sahaneler çok geride kaldı ve Neu Camp'a uğraması da olası değil. Yalnız bir takım muhtemelen 98 puan toplayıp şampiyon olamıyorsa o ligin çivisi çıkmıştır arkadaş!

08 Mayıs 2010

Karşı Yaka'ya Kıyak






















Bundan 3 hafta önce bir Fenerbahçeli teknik adamından tutun yöneticisine oradan da taraftarına kadar herkesin Galatasaray'dan sezon sonuna kadar 2 beklentisi olabilirdi:

1) Bursaspor'dan puan almaları

2) Beşiktaş'ın son hafta Bursa deplasmanına turist olarak değil, 3. lük şansını yakalama iddiası ile gitmesini sağlayacak şekilde puan cetvelini ayarlamak

Önce Bursaspor maçında alınan 0-0'lık sonuç ardından da Antalya maçında Samiyen'de bırakılan 3 puan... Sürecin 3 hafta daha öncesine dönünce şampiyonluk potası dışında kalacak Fenerbahçe'ye Sami Yen'de 1-0 yenilerek de hem kendisini yarışın dışına iten hem de Sarı-Lacivetlilere yeninden motivasyon yükleyen de yine aynı futbolcu takım oldu. Bu sezon kendi hedeflerinin peşinden koşmayı bırakmış, karşı yakadaki rakibinin hedeflerine ulaşması için canla başla çalışan bir takım haline gelmiş Galatasaray. Bravo... Bakalım zaman daha neler gösterecek de şaşırtacak bizi?

06 Mayıs 2010

Vucinic-Olic-Milito














3 farklı isim ama futbol stilleri, akıllar ımodern futbola o kadar uygun ki... Bu adamları sahada izlemek, yeşil çimlerdeki enerjilerine tanıklık etmek kazma futbolcularda geçilmeyen şu piyasada çölün ortasında bulunmuş bir damla su gibi adeta. Vucinic'in orta sahadan top taşıması, forvet arkası oynarken sunduğu büyük futbol; Olic'in bitmez tükenmez enerjisi, Evliya Çelebi misali gezginliği ve hızı; Milito'nun topu ayağına bu kadar yakıştıran hali,bitiriciliği gün geçtikçe kirlenen futbolda herşeye rağmen "güzel oyun" düsturunu yaşatan gerçeklerden. Bu adamlardan kurulu forvet hattım olsun, geçtim 3'ünü sadece 1'i 11'imde yer alsın,  Güiza'da bonusları olsun.

04 Mayıs 2010

Crucible'da Avustralya Bayrağı...






















 Robertson sonuna kadar hakettiği şampiyonluğa ulaştı. Martin Gould'u 11-5'den gelip turnuva dışına ittikten sonra Davis'i sürklase edişi, Carter'a karşı aldığı rahat galibiyet ve sonrasında yine geriden gelip Dott'ı mağlup edişi.... Britanya dışından kupaya uzanan ilk isim olmak kolay değil. Geçen sene de yarı finale kadar ilerleme başarısını göstermişti ama bu sene zirveye ulaşmayı başardı. 30 yaş öncesi kupaya uzanmak da psikolojik olarak önemli, elbette 30'lu yaşlar gayet makul bir dönem olsa da snooker için, bu olgunluk dönemine sağlam apoletlerle girmek kendi kariyeri adına dönüm noktası olabilir.  Dott, 3 finalde yalnıca 1 kez gülebildi. Buraya kadar gayet iyi geldi, Murph'yi 13-12 ile geçişi gayet etkileyiciydi. Sakin ve mütavazı yapısı ile sempatiyi direkt topluyor, yolu açık olsun.

Turnuva genel anlamda iyi geçse de Higgins'in şike skandalının ortaya çıkışı biraz gölge düşürdü. Dünya Şampiyonu olmuş halen de 1 numara daki bir ismin böylesi bir olaya karışmış olması gerçekten şaşknlık verici. Muhtemelen klasman da çıkarılacak ve bu şampiyonluk ile Neill Robertson Dünya 1 Numarası olacaktır.

Rocket için de tma bir hayal kırıklığı oldu turnuva. Geçen sene daha erken veda etmişti bu sene ise ancak çeyrek finali görebildi. Müthiş yeteneğine rağmen her an konsantrasyonunu kaybetmeye meyilli yapısı en büyük zaafı. Açıkçası bazen kabak tadı veriyor bu sallamaz, oyun bitse de gitsem tavırları ama yapacak bir şey yok, geçmişine -yaşadıklarına bakınca altında böylesi farklı bir kişilik olması da gayet normal.

2010 Robertson'ın yılı oldu, önce baba oluşu ve bu şampiyonluk. Bu müthiş yetenekle yeni finallerde görmek için fazla beklemeye gerek kalmayacak gibi...