29 Eylül 2008

Konya Dersleri



Steau maçları ile birlikte toplamda 9 resmi maç var ortada ve genel olarak tek bir ortak sonuç: İlk yarıları sıkıntılı oynayan bir Galatasaray ve 2. yarılarda da bu tablou ortadan kaldırmak için daha fazla efor sarfeden bir takım. Artık kanıksanır bir tablo haline gelmeye başladı bu. 9 maçın 5'i 2. yarılardaki oyun ile çevrilmiş olsa da geriye kalan 4 maç ise hala bir soru işareti olarak duruyor ve Galatasaray'ın yapması ortadan kaldırması gereken endişelerin varlığına da bu maçlar neden oluyor.

Peki nedir sorun ya da sorunlar? Kapanan savunmaları aşmak için gereken hızlı oyunun oturtulması aşamasında sancılar yaşanıyor. Bunun da en büyük nedeni orta saha defans arasında köprü konumunda olan oyuncu ya da oyuncuların topu ileri taşıma hızlarının topu geriye ve yana taşıma hızlarına göre çok daha düşük olması. Mehmet Güven'in ne yazık ki A takıma yükseldiği günden beri herhangi bir gelişme gösterememiş olması ve Ayhan'n topu yana ve geriye doğru oynama sevdası da dünkü maçta ilk yarıdaki oyun bozukluğunun en büyük nedenleriydi. Eğer orta saha hızlı geçilecek ise eğer bunun en önemli adımı defanstan alınan topun mümkün olduğunca çabuk ileri uçtaki adamlara ya da kanatlara taşınması. Şu anda bunu yapabilecek en iyi isim için "Linderoth 3 maç üst üste fortma giydi mi?" sorusu zihin jimnastiği yaptıracak nitelikte karşımızda duruyor. Ne Topal, ne Ayhan ne de başkasının bunu O'nun kadar iyi yapabileceğine ihtimal vermiyorum. 2. yarı o tartışmalı ve erken gol gelmese takımın bu eksik yönünün sonuca ulaşma anlamında daha da baş ağrıtacağı olacağını düşünüyorum.

Bu maç pek üstünde durulmasa da Kewell ve Arda'nın bir arada oynaması gerçeğinin takım şablonu üzerinde yeterli inandırıcılığa oturmadığı da aşikar. 2. yarı Arda biraz daha sağ kanadı sahiplenir oynasa da direksiyonun hala sola meyilli olduğu ilk yarıdaki bazı pozisyonlarda Kewell ile üst üste oynaması ile görüldü. Hatta ilk yarı da çok daha net bir pozison var: Baros ceza sahasının hemen sağında topu alıyor, ve sola dönüp sağ açıktaki adama topu verip içeri kaçma düşüncesinde iken orada kimseyi bulamayacaığını görüyor ve topu geriye oynuyor. Peki Arda nerede? Evet solda...

2. yarı atılan golleri şöyle bir göz önünden geçirince çok net bir sonuç daha çıkıyor ortaya: Bütün goller orta sahanın sağından, yani sağa yatık bir takım görüntüsü ile geliyordu. Nedeni mi? Çok basit, Hasan Şaş'ın etkili bindirmeleri ve Arda'nın sağa kanadı daha benimser oynayışı, sol beklerin hücum önünün Alpaslan dışındaki 2. oyuncuda (Hakan ve Volkan) çok düşük olması. Tamam 2. yarı Balta biraz daha Ayhan'a yakın oynadı ama sol açıkda oynasa bile mevcut özellikleri ile yapabileceği katkının sınırlı olduğunu kabul etmek gerekiyor. Özellikle ilk yarıda soldan gelişen ataklarda Balta'nın 0 isabetli orta ile oynaması üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta.

Biraz karamsar bir tablo ile başladık 4-1'lik galibiyetin üstüne, kabul ediyorum ama bunlar hala takım içerisinde hala çözülememiş gerçekler. Bu olumsuz tablou ortaya koyarken bir yandan da problemlerin mevcut oyuncu ve kadro yapısı içerisinde çözülebileceğini de ayrıca belirtmek gerekiyor. İyi olan şeyler yok muydu elbet vardı: Lincol'ün, Kewell ve Baros'un gelişi ile birlikte çok daha istekli ve faydalı oynadığı 3. maçının olması, Skibbe'nin oyuna zamanında müdahale edebilme özelliğinin bir kez daha görülmesi, Baros'un boş alan bulunca neler yapabileceğinin çok daha net anlaşılması, takımın ayağa pas yapabilme yolunda hızla ilerleyişi ve Kewell'ın 4. golden sonra Arda'nın nefis pasıyla yakaladığı ve yaklaşık 20-25 paslık baş döndürücü bir seriden sonra gelen pozisyonu gelecek adına daha da umutlu olmanın çok da boş olmayacağını gösterir gibiydi.

24 Eylül 2008

Spor Dünyası'nın KANAT'ı Kırık...



Kazım Usta'yı hep oyuncuları soy ismi ile birlikte anması ve yazılarına 1-2-3...diye maddeler sıralayarak başlaması ile hatırlayacağım. Çok sinirlendirirdi beni yorumları ile hatta hiç beğenmezdim desem yeridir, ama o saf yürekli haline her zaman saygı duydum . Özellikle Ahmet Çakar - Gürcan Bilgiç ve Ersin Düzen ile birlikte Atv'de yaptıkları programda Ahmet Çakar ın tüm takılmalarına rağmen o sabırlı ve temiz kalpli adamı o kadar net görebiliyordunuz ki. Akşam işten geldikte sonra açtığım televizyonda tüm günün yorgunluğunun ardından ölüm haberini alınca gerçekten çok üzüldüm. Uzun zamandır bir de Hasan Doğan'ın ölümü bu kadar çok etkilemişti beni. Hemen aklıma yyine 0 4'lü geldi nedense, sanki bir bütündü onlar. Ahmet Çakar'ın o kinayeli laf atmaları, Kazım Kanat ın sabırla dinlemesi , sonra da "Ya doktor" diye başlayarak sakin bir şekilde cevap vermeye çalışması, diğer taraftan da Gürcan ve Ersin in o samimi kahkaları gözlerimin önüne geldi, gerçekten duygulandım. Dedim ya yorumlarını beğenmezdim hatta zaman zaman kızıp kanal değiştirir ama sonunda tekrar açardım programını. O'nsuz sanki spor programları daha renksiz olacak gibi geliyor. Beşiktaş ın her galibiyetinde sanki bir taraflarda yüzünde o malum tebessümü ile bizi izliyormuş gibi hissedeceğim galiba. Huzur içinde uyu güzel insan.

22 Eylül 2008

Körfez'de Yelkenler Fora



Bellinzona maçındaki 11'den o maçta mecburen sağ bekde oynattığı Serkan'ın yerine Hasan Şaş'ı koyarak ve Emre Aşık'ı asıl yeri olan kulübeye çekerek oyuna başlayan Galatasaray neyseki tek maçlık olduğunu düşündüğümüz 3-5-2'den 4-4-2'ye dönerek de haklı olmanın dayanılmaz hafifliğine yaşatıyordu taraftarlarına. Maçın başında gol yiyerek 1-0 yenik duruma düşmek Bellinzona maçından alınan "yenik duruma düşüldüğünde fazla gol atabilme becerisinin artması" dersinin bir yanısması mıydı bilmiyorum ama takımın o maçtan sonra bu maçta da ısrarla yerden oynama isteği kısa paslarla topa sahip olma becerisi her şeyden önce olumlu olarak bir tarafa kaydedilmeli. Yenilen gol zaten orta saha direnci çok fazla olmayan, rakibi çok fazla ısıramayan oyuculardan kurulu Galatasaray orta sahasının hücuma çıkarken top kaptırmasının çok daha kötü sonuçlara yol açabileceğinin bariz göstergesiydi. Taner'in çabukluğuna Servet'in ayı şekilde cevap verememesi ve Sanctis'in oyuncunun vurabileceği açıdaki yeri kapatamaması bireysel hataların da goldeki etkisini ortaya koyuyordu. Kocaeli'nin 2. gole de benzer bir şekilde yaklaşması ve Taner'in bencillik etmeyip topu sağa vermesi sonucunda olabileceklerin de vurgulanması gerekiyor.

Tüm bunların bağırdığı tek gerçek var : Galatasaray orta saha direncini arttırmak ve rakibin kendi sahasına bu kadar kolay geçmesini engellemek zorunda. Bu 2x2= 4 kadar reel bir durum. Ayhan'ın olduğu bir orta saha için "tek ön libero ile oynanıyor" demek fazla iyimserlik oluyor ne yazık ki. Topal + Linderoth bu orta sahayı çok daha dirençli hale getirir ve defansın ortasına yapılacak bir Emre Güngör takviyesi ile bu gol yeme sorunu çok rahat çözülebilir.

Özellikleri itibariyle sol bek sınıfına koyamadığım Volkan Yaman bugün gerçekten beni bile mahçup edecek derecede iyi oynadı özellikle 2. yarıda kademeye girişleri ve rakip atakları kritik anlarda önleyişi ile alkışı haketti. Hatta bir ara attığı çalımlar ve driplingler sonucu hafta içi bir yetenek takviyesi yapıldığını da düşünmedim değil. Lincoln'e ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Baros ve Kewell'ın gelişi mi , yoksa taraftarın sevgi pohpohlamasından vazgeçmesi mi yoksa başka bir şey mi nedir onu bu isekli hale getiren merak ediyorum doğrusu. 2 maçtır gerçekten çok istekli ve çok daha diri. Bugün de attığı paslar, ıslak zeminde fizik gücünü daha uzun süre mücadele edecek bir düzeye getirebilmiş olması Lincoln'den yavaş yavaş umudu kesmeye başlayan bir kesim için bir parıltı oluşturmuştur herhalde.

Baros ise gerek topla dikine gidebilmesi, sırtı dönük top alıp en uygun pozisyonadaki arkadaşına verebilmesi, sürati gibi pozitif özellikleri ile şu ana kadar yaptıklarının sadece bir "aperatif" kıvamında olduğunu düşündürtüyor bizlere. Son bir parantez de Alparslan için: Hakan Balta ve Volkan Yaman'da görülemeyen adam geçibilme ve dirpling yapabilme kabiliyeti bu gençte fazlası ile var. Tek düşündüren yanı fiziği, eğer herhangi bir sorun olmaz ise ilerleyen dönemde bu mevkide onu daha sık görebiliriz.

Kocaelispor lige iyi başlayamadı, Jesterovic ve Serhat'ın varlığı sonuca etki eder miydi, bu yapı ile çok zor. Orta sahanın hem oyun kurma hem de rakibi bozma anlamında ciddi sıkıntıları var. Engin İpekoğlu ve takımı için özümüzdeki haftalar çok daha zorlu geçmeye aday.

Skibbe şu anda 4-4-2 taktiği ile oynatsa da ön libero bölgesinde alternatiflerin artması ile takımı 4-5-1 ile sahaya süreceğini düşünüyorum ki takım savunması sorununun çözülmesi için de bu gerekli görünüyor. Ofansif çeşitlilik zaten forvet sayısına bağlanamaz; Kewell, Lincoln, Arda'lı bir orta saha ve ileri ucunda Baros'un olduğu bir takımın hücum zenginliğini olmadığı söylenebilir mi? Ha, eğer bu yapılmaz ise her maç Galatasaray belki bir kaç gol atar ama en az o kadar da yemeye meyilli bir görüntü çizer.

21 Eylül 2008

Chealsea vs. Manu



Deco ve Scolari ile çok daha farklı bu sene Chealsea. Özellikle Scolari'nin kulübede oluşunun Mourinho sonrası o ağırlığı, "ben buradayım" ı hissetmekte zorlanan oyucular için iyi bir kapı olacağından şüphem yok. Makalele'nin yokluğunda Mikel Obi'nin o dinamizmi ile ön liberoda yeterli katkıyı yapacağı görülüyor. Geçen sene bence en çok sıkıntı çektikleri hatta Avram Grant'ın Belletti'nin varlığına rağmen Essien ile çözmeye çalıştığı sağ beke orjinal bir sahip de bulunmuş durumda : Bosingwa. Drogba'nın yokluğunda Anelka'da ileri uçta takımın yıpratıcı gücü, fakat genelde ilk golleri atma konusunda sıkıntı yaşıyor. Genellikle takımın skor farkını arttırdığı rahat anlarda gol atıyor. Bugün Chealsea'nin atacağı muhtemel gollerde orta saha oyuncularının imzalarını görmek çok daha olası.

Manchester ise 2004 Şubat ayından bu yana 84 maçtır kendi evinde kaybetmeyen Chealse'nin bu serisine bir son vermek istiyor. Manchester'ın seri sonlandırma konusunda sabıkası olduğunu biliyoruz ayrıca. Şöyle 2004 yılına dönersek 50 maçtır yenilmeyen son şampiyon (2003-2004) Arsenal'in ritmini bozan, tepe taklak oluş sürecini başlatan mağlubiyete Old Trafford'da imzayı çakmışlardı. Muhtemelen bu sene Manchester'da büyük bir gol artaklığı kuracak Ronaldo - Berbatov ikilisinin de sahne aldığı maç olacak, ha perdeyi nasıl kapatırlar ilk maçta o konuda biraz soru işaretlerim var fakat ilerleyen dönemde bu ikiliden "çok güzel hareketler bunlar" dedirtecek çok şey göreceğiz eminim.

Evet heyecanlı bir maç bizi bekliyor, Premier Lig bir güzelliğini daha sunuyor bizlere. Son finalistlerin karşılaşmasında Mayıs ayının tersine ibre bu kez Chealsea'den yana duruyor.

20 Eylül 2008

Rotasyon Kralı Lyon



Hafta içi Şamp. Ligi macerasında sahada yer alan oyucularından yalnızca 4'ünü kullanarak Le Havre maçına çıktı Lyon : Govou, Toulalan, Lloris ve Bodmer. Daha sonra Govou'nun kırmızı kartı ve Benzema ve Boumsong'un oyuna girişi sonrası bu sayı 5'e çıktı. Takımın diğer oyuncularında bakıldığında da Chris gibi zaten takımın gediklisi, Mensah gibi kaliteli bir defans adamı, Reveillere gibi tecrübeli isimlerin aralarında olduğunu görüyoruz. Her şey bir yana takımın yarısını zor bir deplasmanda maçı kazanabilecek şekilde değiştirebilmek için oldukça hazır ve geniş bir kadroya sahip olmak lazım. Fransa Ligi'nin son 7 yılını domine edebilmiş olmak da böyle bir yapıyı gerektiriyor olsa gerek. Rakipleri Bordeaux ve özellikle Marsilya bu egemenliğe son verme adına bu sene önemli hamleler yapmış olsalarda Lyon'un bu hakimiyetini kırmak için zamana ve çok çalışmaya ihtiyaçları olduğu gerçeği su götürmez.

Bremen Mızıkçıları!


Alianz Arena'da 5 gol, bunun adı tam anlamıyla: Mızıkçılık. Nasıl olmasın ki? Ligde ilk 2 haftadaki beraberliklerden sonra 3'er faklı 2 galibiyet, Şamp. Ligi'nde deplasmanda alınan Steau galibiyeti her şeyi yoluna sokmuş gibi görünüyordu Klinsman ve Takımı için. "Hafta içi alınan Anartosis beraberliğinin acısını çıkarmak için başka takım bulamadınız mı" diye mıraldanıyor şimdi Bayern'liler. Geçen sezon ligde oynadıkları 2 maçta toplam 8 gol yedikleri ve yalnızca 1 gol atabildikleri Bayern'den de bu vesile ile rövanşı almış oldular.

Yeni Başlangıç...



Süper Lig'de 3 haftada alınan 2 yenilgi, Şampiyonlar Ligi gruplarına Porto karşısında alınan yenilgi ile yapılan kötü başlagıç. Bugün yeni bir başlangıç yapmak için Gençlerbirliği maçı iyi bir fırsat olabilir ama özellikle Edu ve Semih'in yokluğu onları zorlayacaktır. Mesut Bakkal'ın Gençleri belki başlangıç yapma maçı için iyi bir tercih olmayabilir, ama Aragones ve Fenerbahçe için rakipten ziyade kendilerinin ne yapacağı çok daha önemli. Zor maç olacak ve beraberliğe gebe gibi duruyor.

Rüya Bitti mi?



Galatasaray'a ilk transfer edildiğinde birçokları gibi neden alındığına anlam verememiş ve yanlış transfer gözü ile bakmıştım. Hatta ligde uzun bir süre iyi oynayınca yakında gerçek Servet'i görürüz diye de düşünmeden edememiştim. Yüreğiyle oynamasını, özverisini her zaman takdir ettim ama hiç bir zaman da bu değişimine anlam veremediğimden kalitesi ile ilgili övgü dolu sözler söylemekten hep kaçındım. Şöyle Servet'in buralara uzanışına kısaca göz atarsak :

*Denizli: Çok başarılı oldu, hatta orada oynarken çok beğenirdim ama nerden bilebilirdim ki gömülü defans anlayışı onu bu kadar başarılı gösteriyormuş. Futbol bilgisine güvendiğim bir arkadaşım üniversite yıllarında football manager oynarken takımımda görünce şaşırmış kendisini Servet Fenerbahçe'ye gidince haklı çıkaran o yorumunu yapmıştı: "Kapalı savunma oyucusu"
*Fenerbahçe: Geniş alanda oynayan bir takımda nasıl oynayacağını görmek hakkında daha net fikirlere sahip olabilmek açısından önemliydi. Yine ağır bir adam Luciano ile Servet in yan yana oynadığı maçlarda özellikle Servet'in hataları göze batar hale geldi. Shevchenko efsanesi hala akıllarda tabii.
*Sivas: Düşey geçişle Sivas'a. Daha kapalı oynayan bir takım da belki de İstanbul'dan gönderilmiş olmanın hırsı ile kendini gösterdi ve başarılı oldu.
*Galatasaray: Burada yanında hızlı adamlar ile oynama şansı buldu: Song ve Emre. Orta sahanın pres gücünün yüksek olması belki geniş alanda oynanmasına rağmen yanında hızlı bir stoper ile oynayan Servet'i umulandna daha başarılı göstermişti kim bilir. Ama O da her zaman yüreğini koydu sahaya.
***
Bugün geçen sürece bakıldığında rüyanın bittiğini düşünüyorum. Servet hep bildiğimiz Servet'di aslında ama geçen sene nasıl olduysa ekstra bir yıl yaşamıştı. Bu sene yine ağır bir Meira ile aynı uyumu yakalayabileceği konusunda ciddi soru işaretleri var. Meira'dan vazgeçilemeyeceğine göre yerine Emre Güngör'ü monte etmek şart gibi görünüyor.

Cimbom'dan Adrenalin Testi



Herkesin aklında bir acaba vardı taa Tromsö hezimetinden kalan. İlk gol yenince de acaba yerini muhtemelen "yine mi" ile başlayan cümlelere bıraktı. Bu bile ne yazık ki Galatasaray'ın o akıllardaki "Avrupa Fatihi" imajını sorgulatıyor. Neyse maça gelelim, sahaya biraz da mecburiyetten çıkan kadro konusunda söylenecek bir şey yok, zaten yedeklerde şu oynar denebilecek sadece Aydın var. Takım sahada 3'lü mü 5 li mi olduğuna karar veremediğim bir defans anlayışı ve önünde tek ön libero Ayhan ile oynuyor. Nonda - Kewell- Baros - Lincoln'lü ileri ucun ligdeki maçlarının aksine gol pozisyonuna girmekte sıkıntı yaşatmayacağı düşüncesi dakikalar ilerledikçe basitçe harcanan pozisyonlar ile kendini doğruluyordu. Aslında bunda Bellinzona'nın süper ligde takımların daha gömülü uyguladıkları defans anlayışlarının tersine daha açık bir futbol oynamasının etkisi vardı. Toplam 7 gollü ve son 14 dakikada 3 gol izlediğimiz 90 dakikanın ardından :

* Bu takımdan nasıl 3 gol yendiğinin hala anlaşılamadığı
* Defansında Meira'nın oynadığı bir takımın bu bölgeden bile kendi hücum oyuncularını pozisyona sokabilecek paslar dağıtabileceğini

*Defanstan topla ileri çıkacak yegane kişinin Meira olması gerektiği, Servet'in seyircinin yüreğini ağzına getiren denemelerinin hala neden yapıldığı

* Böyle dirençsiz, oyunun savunma yönü ile pek haşir neşir olmayan bir orta saha ile savunmanın çok zorlanacağı

*Ayhan'ın hazırlık kamplarındaki formsuzluk istikrarının halen devam ettiği ve şu hali ile değil ön liberoda sahanın herhangi bir yerinde yer almasının zor olduğu

* Linderoth ve Topal'ın kadro oluşturulurken Baros, Meira, Sanctis ve Hakan Balta ile birlikte tahtaya yazılacak 6 isimden 2 'si olması gerektiği

*Servet'in geçen sene bizlere yaşattığı rüyanın malesef bitttiğini ve defansın ortası için Meira -Emre Güngör ikilisinin ciddi ciddi düşünülmeye başlanması gerektiği

* Çok koşan oyuncularının teknik becerilerden , teknik oyuncularının da çok koşmaktan yoksun olduğu bir takımda orta saha seçimleri ve bu bölgede kurulacak dengenin aynı zamanda takımın dengesi anlamına geldiği

gibi düşüncelerle baş başa kalıyoruz.

17 Eylül 2008

Yaprak Dökümü

Ve Yaprak Dökümü başladı. Her ne kadar ilk gibi görünse de Raşit Çetiner'in ayrılışı, sezon öncesinde Hikmet Karaman ile başlayan sürecin devamı aslında. Belli ki geçen seneden bugüne ancak günler ilerlemiş, takvim yaprakları koparılmış, yaşanan her şey olmamışçasına üzerine çizgi çekilerek tozlu sayfalara gömülmüş.

Küçük ve vizyondan yoksun zihniyetlerin günü kurtarma çabasından daha öte amaçlar barındırmayan yönetim biçimleri ile Türk futbolu ne kadar ilerler, kaç Sivas ve Kayseri daha bulur bu lig orası meçhul işte. Hoş, Sivas ve Kayseri için de daha alınması gereken önemli yollar olduğu da ayrı bir gerçek. Bir kulüp kültürü, geleneği oluşturmak 3 ya da 4 büyüklerin pastanın büyük kısmında hakim olduğu bir düzende çok ciddi bir kararlılık gerektiriyor aslında. Bu kararlılık da kişilerden ziyade kulüplerin yapısına sirayet etmediği sürece bu şehir takımlarının belli aşamaları kaydetmesi çok zor. Özellikle de 3 maçta teknik direktör değiştirma saçmalığından halan medet umanlara. Bugün Raşit Çetiner, yarın Rıza Çalımbay, başka bir gün Aykut Kocaman... Aynı senaryo her sezon bıkmadan tekrar yazılıp oynanıyor, hiç yaşanmamışçasına.

Aslında bir körebe oynuyoruz; talip olunan kişi daha 1-2 hafta öncesine kadar sadece bir kaç maç yönettiği takımdan ayrılan bir teknik direktör değilmiş gibi kulübe yeni bir soluk getirecek havsında hareket ediyoruz. Bu mantıkla herkes birbirinin yerini alıyor, bir oyun almış başını gidiyor. En kötüsü de teknik direktörlerin de bu oyuna fena halde alışmış olmaları.

Evet, yine yaprak dökümü başladı ve bakalım daha kaç "sonbahar" ı bu mantalite ile yaşayacağız?

Göz Hakkı


Şampiyonlar liginin 16 Eylül gecesi oynanan ilk maçlarında atılan toplam 22 golün arasından 3 tanesine ayrı parantez açmak gerekiyor.

* Steven Gerard (Marsilya 1-1 Liverpool) : Ceza sahası dışından sadan sola tam çapraza vücuda belli bir dönüş açısı vererek vurulan topun kalecinin üstünden ağalara süzülüşünün ardından bir kaç dakikalık saygı duruşu az bile gelirdi.

* Fernandinho (Basel 0-1 Shaktar) : Prekazi'nin Monaco'ya attığı o enfes golün orta sahaya göre simetrisini alın ve o topun yerden 1.5 metre yükselerek ağlarla buluştuğunu düşünün. Evet, işte aynen öyle oldu. Nasıl gol ama?

*Juan Culio (Roma 1-2 Cluj) : Sağ taraftan süzülerek gelen topa penaltı noktasının 1 metre sol çaprazından sol vole ile sağ köşeye doğru yapılan kusursuz bir vuruş, bir golden öte Şampiyonlar Ligi'ne ilk kez katılan bu Romen takımının ilk maçında elde ettiği galibiyeti belgelemesi anlamında da çok şey demekti.

Maç başına 2.6 ortalama ve sadece 1'inin golsüz bitmesi iyi sayılabilecek bir başlangıç. Tabiki sadece istatistikten ibaret bu rakamlar, hiç bir zaman maçtan alınan esas lezzeti yansıtmıyor bizlere...

Aguero aldı götürdü...

PSV Eindhoven 2. torbadan girmesine karşın 3. ve 4. torbada yer alan bir çok takımın ağzı sulanarak istediği takımlarda biriydi. Öte yandan Atlethico'da 4. torbaya düşüşü itibariyle diğer torbadaki takımların Fiorentina ile birlikte grubunda görmek istemeyeceği takımlar arasındaydı.

Maç öncesinde Athletico favori görünüyordu, nitekim çok fazla zorlanmadan üstelik deplasmanda oynarken Şampiyonlar Ligi'nde sezonun açılış golünü atarak 3-0 galip gelmeyi bildiler. Gruptan çıkarak Şubat - Mart aylarını görmeleri ve 2. turda 1. torba dan çekecekleri rakiplerine bağlı olsa da çeyrek finali oynamaları şu anki görüntü ile normal görünüyor.

Bu galibiyetten bahsederken Sergio Aguero nam-ı diğer Kun Aguero'ya ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Kısa boyuna rağmen güçlü fiziği, hızı, ceza sahası içinde ve dışında etkili olabilme yeteneği ile şu an dünya futbolunda Messi ile birlikte izlenmesi en fazla zevk veren futbolcu. Defansın arasına sarkışı, süzülüşü tek kelimeyle "insan değilsin sen" dedirtiyor adama. Sezon sonunda sözleşmesi bitiyor, şu an için 60 milyon euro değer biçiliyor bu yaratık için, sezon sonuna kadar bu fiyatı muhtemelen arttıracaktır. Bu fiyatla yıllardır Barcelona'nın transfer yapmadığı düşünülürse ilk olarak Real Madrid'in talip olacağı düşüncesi yanlış olmaz sanırım. Aralarındaki rekabet düşünüldüğünde Madrid şehrinin diğer takımına transfer olmak için iyice düşünmek zorunda Aguero. Şu an için Athletico'da kalma ya da zengin "football manager" meraklılarının durak noktası İngiltere'ye transfer olma şeklinde bir yol izleyeceği şeklinde bir tahminde bulunarak sezon sonunun beklemeye koyuluyorum.

16 Eylül 2008

Bir bilmecem var...

Alex, Yattara, Delgado...

Evet, Türkiye'de oynuyorlar ama aranan cevap değil, başka: 4 büyük olarak ifade edilen kulüplerde oynuyorlar, evet başka : Yabancı futbolcular (süper cevaptı) , olmadı, daha büyük benzerlik var, peki peki :

3 kulübün taraftarına da sorsanız takımdaki 11'e yazacakları ilk isim ya da 11 den çıkaracakları son isimler bunlar aynı zamanda. Takımlarının yaratıcılıklarının çoğunlukla bağlı olduğu, onlarsız orta saha çeşitlemelerinin çok fazla yara alacağı, taraftarının takıma duyacağı güveni bile ciddi derecede azaltacak oyuncular bunlar.

Peki Galatasaray için benzer bir isim bulunabilir mi?

Lincoln: Tabiki hayır, zaten bir çok maçta sahada yok
Kewell: İyi isim ama Arda var
Baros: Nonda ya da Ümit iyiyse onsuz bir süre idare edilebilir ki onsuz'luk tabirine layık olacak kadar oynayamadı henüz
Linderoth: Kilit oyuncu olabilirdi ama takımdaki önemini tam anlayamadan sakatlanıverdi
Topal: Sağlıklı Linderoth ile yeri doldurulabilir

Geriye tek bir isim kalıyor: Arda, evet Arda da Galatasaray için çok önemli bir isim, belki de kadrodaki diğer oyuncular içirisinde yokluğu takımı en fazla etkileyecek isim ama hiç bir zaman yokluğu Alex, Delgado ya da Yattara'nın kulüplerinde oluşturacağı boşluk kadar olmayacaktır.Bunun da tek sebebi var, Galatasaray'ın kadro derinliği, şu ana kadar elindeki kadronun ederi bir oyun sahaya sürememesine rağmen ilerleyen zamanlarda daha iyi bir oyun ile karşımızda olacağını beklemek de çok büyük bir hayal olmasa gerek.

14 Eylül 2008

Milan Yeni Krallara Gebe


"Takımı ve yeni transferleri kaynaştırmak için zamana ihtiyacımız var" cümlesi ile bitiyordu Genova maçı sonrası Ancelotti'nin açıklamaları. Kötü sonuçlar alırken daha ne kadar zamanı olacak takımı kaynaştırmak için orası yönetimin tasarurrufu ama bu maçtan önce olası bir mağlubiyet sonrası tecrübeli hocanın koltuğunun sallanmaya başlayacağı konuşuluyordu. Hatta yeni krallar için 2 isimin adını ön plana çıkmıştı bile: Donadoni ve Rejkaard. Terim sonrası 6 yıllık Milan döneminde 3 şampiyonlar ligi finali ve 2 Kupa, 2 Süper Kupa ve 1 İtalya Ligi Şampiyonluğuna rağmen gönderilir mi Ancelotti hep beraber göreceğiz, ama asıl sorun Anceloti mi yoksa gerçekten takım kaynaşması için daha zamana ihtiyaç duyulması mı orası zamanın onayına muhtaç gibi görünüyor.

Kanatsız Cimbom

Tam olarak kimin klasik cümleleriydi, sanırım Ömer Üründül'e aitti : "Dripling yapan, çizgiye inip orta yapan" ifadeleri. mutlaka çok kişi kullanır bu tabirleri, ama Üründül kadar kimse klasik haline getirmemiştir herhalde. Zaten yıllarca futbolu hep aynı cümlelerle bir çok kişiye göre çok daha başarılı bir şekilde yorumlayabilmiştir. Asıl konu elbette Üründül değil, spor yazarımızın ifadelerinde belirttiği tanımlamada bek adamları aslında. Hakan Ünsal , Ergün Penbe, Capone sonrası bir türlü bulunamayan Orhan Ak ve Cihan'ın ayrılması sonrası "tamam bu kez bulacağız" denilen, fakat bir türlü dolduramayan kanatlar ve yaşanan sıkıntılar.

Sağ kanat için Uğur'un aranan kan olduğu fikri yavaş yavaş beyinlerde yer etmeye başlamışken yaşanan o talihsiz sakatlık "altın bulmuş madenci" mutluluklarını bitirdi Galatasaray'lıların. Sabri, Barış, Linderoth hiç bir zaman ilaç olamazdı o bölgeye, sadece emanete bir süre göz kulak olmaları beklenebilirdi onlardan. Şu an sağ bek sahipsiz bir şekilde gerçek sahibini bekliyor gözleri yaşlı, ama sahibin ne zaman dönecebileceğini sağlık ekibi biliyor mu orası soru işareti işte. Serkan'ın alınması o bölgeye bir hareket ve kalite getirebilecek mi, onu da zaman gösterecek.
Sol bek'in hali bence içler acısı. Ünsal ve Penbe mumla aranıyor şimdi. 95-2004 arası neredeyse 9 yıl sorun yaşanmayan bir bölgede Hakan Balta ve Volkan Yaman'dan medet ummak yukarıdaki 9 yıllık dönemi yaşayan gözler için elbette nafile çaba olacaktır. Üründül'ün tanımlamalarını duydular mı bilmiyorum ama bu tanımlamalardan bu kadar uzak olarak nasıl bek olunacağını sormak lazım mevkinin sahiplerine. Driplingsiz, ortasız, sadece tek pas yaparak bek olunmayacağını bu oyuncuları transfer edenler göremediler mi acaba? Alparslan'ın ne kadar faydalı olacağı da yine zamana bırakılması gereken bir mevzudan daha öte değil şu an.

Kanatsız ya da sadece bek olarak düşünürsek her iki kanadının bir bölümü yara almış bir organizasyonun kendilerine şifa verecek o "ayakları" beklemekten başka çaresi görünmüyor şu an özetle.

Guardiola Ne Zaman Barça' layacak?


Racing maçına başlayan yukarıdaki 11'e bakarken ilk gözüme çarpan 2 sene öncenin Şamp. Ligi şampiyonu olan kadrodan sadece 4 oyuncunun sahada olması, o kadrodan 5 oyuncunun da kulübede oturması. Guardiola, genç takımdan gelmesinin etkisiyle olacak Pedrito, Busqets gibi oyuncuları 11'e oturtma konusunda tereddüt yaşamamışa benziyor.

Maçın en dikkat çekici iki istatistiği var: Topa Sahip Olma Oranı : Barca %75 - Racing %25 İsabetli Pas Sayısı: Barca 532 - Racing 129 . Maçın sonucunu bilmeyen birine bu istatistikleri vererek skor tahmini yapması istense muhtemelen 2-3 farklı bir sonuç söyleyecektir. 1-1 lik sonuç bu öldürücü istatistiğin sonuca döndürülmesi noktasında yaşanan sıkıntıyı ortaya koyuyor aslında. Bu sonuç da orta saha yaratıclığı anlamında sıkıntı çeken bu takımda Iniesta ve Messi'yi vazgeçilmez kılıyor. Başka dikkati çeken nokta da Sevilla zamanından beri sağ açık mantelitesi ile bek oynayan ve Uğur Boral'ın bunu çok net biçimde kendisine gösterdiği Alves'in bu mevkide olması zorluk derecesi yüksek maçlarda iyi bir sol kanat organizasyonuna sahip takımların Barcelona'nın başına iş açacağı ğerçeği.

Barcelona taraftarı şüphesiz lige yapılan başlanıçtan memnun değil ama Guardiola'nın taraftarı mutlu etmek için 1 hafta beklemesine de gerek kalmayacak. 2 gün sonra Sporting maçı hünerlerini sergilemesi için onu bekliyor olacak!

13 Eylül 2008

FC Porto Analizi


Portekiz futbolu denince akla gelen ilk kulüp olan Porto, son 10 yılda 6 kez şampiyon olarak Fransa'da Lyon'un dominantlığının bir benzerini Portekiz'de ortaya koyma başarısını gösteren, 2003 Uefa, 2004 Şamp. Ligi şampiyonluğu ünvanına ve uluslararası maç oynama geleneceğine sahip bir takım. Mourinho sonrası teknik direktörlük konusunda sıkıntı çekmiş olsalar da 2006 senesinde takımın başına getirdikleri Jesualdo Ferreira ile bu sıkıntıyı aştıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Geçen sene Beşiktaş karşısına çıkan 11'den ligde oynadıkları 2 maçı da göz önüne aldığımızda 6-7 oyuncunun sahada olduğunu görüyoruz. Diğer oyuncular ise bu sene takıma katılan Rodrigez, Rolando, Tomas Costa, Sapunaru gibi isimler. Geçen seneki kadrodan Bosingwa, Postiga ve transferin son gününde Querasma gibi isimleri kaybettiler. Özellikle Bosingwa'nın pozisyonunda şu an için sıkıntı yaşadıkları görülüyor ligde oynadıkları maçlar baz alındığında. Uğur'un bu bölgede yapacağı çok şey olabilir. Buna ek olarak defanslarının kenar ortalarında yerleşme sıkıntısı yaşadığı da düşülürse Uğur'un performansının ne derece önemli olduğu ortaya çıkacaktır. Tabi ki burada Semih'in oyunda olması Uğur'un performansı kadar önemli olacaktır.

İki takım arasında ilginç benzerlikler göze çarpıyor. Hem Fenerbahçe hem de Porto'un kadro yapısı incelendiğinde takımlarda çok net olarak Latin esintilerinin etkisi görülmekte. Brezilya, Uruguay ve Arjantin kökenli futbolcuların sayısı dikkati çekiyor. Her iki takımın kadrosunda ülke dışındaki Avrupalı oyuncu sayısının azlığı da (Fenerbahçe (Guiza) Porto (Sapunaru ve Stepanov)) dikkati çeken diğer bir benzerlik.

Takımın sahada oynaması muhtemel 16-17 kişilik rotasyonunda 30 yaş üstünde oyuncu bulunmuyor, en yaşlı oyuncuları kaleci Helton (30). Onun dışında yaş limiti 27'den başlıyor. Ligdeki 2 maçlarında 24.5-25 yaş ortalamaları ile oynadılar.( Fenerbahçe de ortalama 27 civarında) Bu bilgi, takımın dinamikliğine işaret ediyor ki gerçekten çok koşan ve zaman zaman ön alanda şok presle top kapma çabası içerisinde bir havaları olduğunu ligedeki maçlarında da gösterdiler. Teknik kapasiteleri yüksek oyunculardan kurulu bir takım, hatta defans hattındaki oyuncular bile ortalama üstü tekniğe sahipler. Ayağa pas yaparak orta sahayı hızlı geçen bir takım hüviyetindeler ve golleri genel olarak defans arasına atılan toplar, ceza sahası dışından atılan şutlar ve bu şutlar sonrası alınacak reboundlar ile buluyorlar ve kanat organizasyonlarını bu hucum çeşitlemelerine göre daha az kullanıyorlar. Burada Edu ve Lugano'nun yokluğunda defansın ortasında muhtemelen görev alacak olan Yasin -Lugano ikilisine büyük yük düşüyor. Bu yükü hafifletme anlamında orta sahanın defansif hamallığını yapacak olan oyunculardan birinin zaman zaman bu ikiliye yakın oynayarak o bölgedeki ağı sağlamlaştırmasına da ihtiyaç olacak. Porto'nun forvet hattında oynayan oyucular gezen ve hareketli oyuncular. Lisandro Lopez takımın bankosu, şu anda da formda olduğu söylenebilir. Bu sene takıma kattıkları ve geçtiğimiz sezon Japonya'da 54 maçta 44 gol atan Brezilyalı futbolcu Hulk gerçekten dikkat edilmesi gereken bir isim. Orta sahanın beyni Lucho ile Benficadan bu sezon alınan Rodrigez de orta sahadaki diğer etkili ayaklar. Euro 2008'de açılış maçında son dakikalarda Milli Takım'ımıza golü atada Raul Meireles'de orta sahada defansif anlamda önemli bir rol oynuyor. Takımdan ayrılan isimlerden Postiga'nın pozisyonunda herhangi bir sıkıntı yaşamayacaklarını rahatlıkla söyleyebiliriz, fakat Bosingwa'nın yeri için zamana ihtiyaçları var. Queresma ise yeteneği ile tartışılmayacak bir isim, şüphesiz kaybı takım için önemli, fakat ondan sonra daha displinli ve koşan bir takım olma yolunda da ilerleyeceklerini düşünüyorum. Hazırlık kampında ve özellikle ligde oynadıkları maçlarda O'nsuz oyunu oturtmaya çalıştıklarını gözlemledik.

Çarşamba günü 2000’li yıllar itibari ile Avrupa’daki başarılarını kendi tarihleri açısından üst noktalara taşımış iki takımın mücadelesini göreceğiz. Fenerbahçe’nin eksiklikleri ve onların yerine oynayacak oyuncuların performansları maçın kaderini belirleyecek önemli bir etken olacak. Her ne kadar 3 önemli oyuncusunu kaybetmiş olsa da yıllardır takımdan önemli yıldızlarını (Deco, Pepe, Bosingwa, Quresma, Postga) göndermesine rağmen bu ligde oynama alışkanlığına sahip bir takım oldukları gerçeğini göz ardı etmemek lazım. Bu sene de ihtiyaçları olan bölgelere iyi isimler aldılar. Estádio do Dragão'da, Şamp. Ligine merhaba maçında deplasmandan alınacak 1 puan oldukça iyi bir başlangıç olabilir, tabiî ki 3 puana kimse hayır demeyecektir ama şu an bunun olması çok da kolay görünmüyor.

12 Eylül 2008

Terim Terim'e Karşı!


"Futbolculuk döneminde de liderlik vasıflarını çok net biçimde gözlemlemek mümkündü" ifadesini kullanmıştı dönemin teknik direktörü Çoşkun Özarı onun için. Belki de liderlik vasıflarının bu kadar güçlü olması, kendine olan güveninin sınırlarının genişliği Terim'in kariyerini bu noktalara taşıyan en önemli etken oldu. Futbolcuları için zaman zaman şefkatli bir baba, zaman zaman acımasız bir yönetici, zaman zaman da onlarla samimiyetle duygularını paylaşan bir arkadaş olmayı başarabilmesi başarısındaki en büyük etkendir ki teknik direktörler için de liderlik ve karizma takımın başarısında en az teknik beceri kadar önemlidir. Yani bir taktik ustası olabilirsiniz ve bu takımın başarısına kuşkusuz büyük katkılar sağlar ama en az onun kadar etkili olacak diğer bir özellik de takıma liderlik yapabilme becerisidir teknik direktörlerin ki ilk kısım işin "teknik", liderlik kısmı ise "direktörlük" parçasını oluşturur.

Bu çerçeveden değerlendirildiğinde Terim'in 87-90 yıllarındaki Ankaragücü ve Göztepe tecrübelerinden sonra, 90-93 yılları arasındaki U 21 Takım, Olimpik Teknik Direktörlükleri ve Sepp Piontek'in Milli Takım'daki yardımcılığı, 93-96 yılları arasındaki Milli Takım Teknik Direktörlüğü ve tarihimizde ilk kez Avrupa Şampiyonası'na katılmamıza giden süreç Terim'e tecrübe olarak çok şey kattığını görüyoruz. Bunun ardından 96-2000 yılları arasında da kariyerinin zirvesine ulaşmış bir teknik direktör vardı karşımızda. Artık o Türkiye'ye Uefa Kupasını ilk kez getirmiş bir kişilikten ziyade "İmparator" sıfatıyla anılacak bir başarı sembolüydü.

Zirveye doğru emin adımlarla gidiliyordu ama yukarı doğru tırmanmanın en büyük riski de düşüşün de bir o kadar can acıtıcı ve tamir edilmesi zor oluşuydu. 2000-2002 yılları arasında İtalya macerası Fieorentina'ya İtalya Kupasını kazandırması ( her ne kadar kupa Mancini ile kazanılmış olsa da herkes bu kupanın gerçek sahibini biliyor) ve ardından bir dünya devi Milan.2002 yılındaki Milan tecrübesi Terim'in kariyeri için bir dönüm noktası oldu. Terim’ in teknik direktörlük kariyerini 2002 öncesi ve sonrası olarak ayrılacak olması da bu zamanlara rastlıyor. Milan ile 3 ay gibi kısa bir sürede yolların ayrılması başarılı teknik adamın ulaşmış olduğu zirveden yavaş yavaş aşağıya doğru kaymaya başlatan sürecin de habercisiydi aynı zamanda.

2002 sonrası başarısız bir Galatasaray tecrübesi ve 2008 yılına kadar bir duraklama dönemi. Avrupa Şampiyonası'nda oynanan yarı final belki de Terim için ben hala buradayım demenin en güzel yoluydu, fakat bu 3. lük sadece sonuç ile tatmin olmayan bir çok insan için bazı gerçekleri gizlemeyi bir süre daha başarabilecek bir kamuflajdan başka bir şey değildi.

2002 yılında başlayan irtifa kaybetme süreci hala devam etmekte oynanan yarı finale karşın. Bu görüşü savunmamın birçok nedeni var. İlki Haziran 2006'dan beri başında bulunmasına karşın takımın hala neyi, nasıl oynamak konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyor olması. Apaçık bir şekilde görülüyor ki bu takımın bir sistemi, oyun şablonu, planı vs. konusunda ortaya koyabildiği hiç bir şey yok geçen 2 yılda. Terim'in kağıt üstünde herkesi etkileyen ve heyecanlandıran o oyun sistemini bir türlü ortaya koyamaması ve sahada üzerinde ısrarlı olunan bir şablonun görülememesi çok garip değil mi? Avrupa Şampiyonası sırasında özellikle Bilic'in "Türkiye'yi çözmekte zorlanıyorum" şeklindeki demeci trajikomik halimizi çok net bir biçimde ortaya koymuyor muydu? Bu organizasyonsuzluğun Avrupa Şampiyonası sırasındaki maçlarda da çok net görülmesi tesadüf değil, o ana kadar oluşturulamayan alt yapının bir sonucuydu. Portekiz maçının tamamı, İsviçre maçının yaklaşık 60 -65 dakikası, Çek Cumhuriyeti maçının yine 60 dakikalık bölümü bu plansızlığın sıkıntılarının görüldüğü anlardı. Durum böyle olunca bireysel yeteneklerin ön plana çıkması ancak sonuca götürürdü takımı ki öyle de oldu, Hamit-Arda- Nihat ve Tuncay dörtlüsünün değişmeli olarak yaptıkları katkıları bizi ötelere taşıdı. Almayan maçının tamamında oynadığımı o etkili futbolu bir daha kaç maç sonra oynayabileceğimizi tahmin edebilecek birisi var mıdır, merak ediyorum.

Hiddink 'in Kore, Avustralya ve Rusya'da kısa sürede becerebildiklerinden bahsediyorum olayı daha somut bir hale getirmek gerekirse. Bunu yaparken de her takımın kendi özelliklerine uyacak bir oyun sistemi sunmuştu bizlere. Örneğin, Kore gibi fizik olarak daha zayıf oyunculardan kurulu bir takımı presli, çok koşan, önde basan bir takım olarak oynatmış ve hakem kararlarının da etkisi ile yarı finale kadar ilerleyebilmişlerdi. Avustralya tarihinde ilk kez Dünya Kupası oynama şansına ulaştığında takımın başında yine Hiddink vardı ve oynadıkları o derli toplu futbol ile dikkati çekmişler ve 2. tura çıkma başarısı göstermişlerdi. Son olarak da Hiddink'in Rusya'sını izleme fırsatı bulduk son şampiyona da. Bu defa da sahnede daha kontrollü, ayağa pas yaparak oynayan, ne yaptığını bilen bir takım vardı. Hiddink'in bu yaptıklarını tecrübe olarak ondan geride olmayan Terim'den beklemek elbette ki normal bir şey olsa gerek.

2. bir konuda Terim'in üst noktaları hedefleyen yapısı ile yanında bulundurduğu yardımcılarının profilleri itibariyle bu hedefe ulaşmasına yapabilecekleri katkının çelişmesi. Terim'in Galatasaray'daki ilk 4 yıllık macerasında Bülent Ünder'in katkısını inkar etmemek gerekiyor. Şu anda ise milli takımda yanında bulunanların Terim'in aldığı her türlü karara katkı yapabilecek gerek dominant kişilik gerek donanıma sahip olmadıkları aşikar. Terim'in tek adamlığının yanında dik durabilecek bir yardımcı gerekiyor o kulübeye.

Terim'den bunları beklerken zaman zaman kontrol altına alınması güç görünen o agresifliğinin de dengelenmesi gerektiğini de kabul etmek gerekir. Yüksek motive etme gücünü inkar edemeyeceğimiz Terim'in ölçülü agresifliği ile takımı çok kolay hedefe yönlendirdiğini ve yönlendirebileceğini rahatça söyleyebiliriz, fakat sınırları zorladığı zaman takıma da bu agresifliğinin yansıdığını kabul etmek gerekiyor. Gerek saha içinde panik olarak, gerekse de saha dışında İsviçre maçında olduğu gibi rakibe yönelen bir öfke yumağı halinde göze çarpıyor bu ölçüsüzlüğün boyutları.

Sonuç olarak Terim istatistik olarak bu ülkenin yetiştirdiği en başarılı teknik direktör. Avrupa Şampiyonası'ndaki yarı finale rağmen halen formsuz bir hoca var sahnelerde. Her zaman oyuncuların bireysel performansları bizi sonuca götüremeyebilir, dolayısıyla Terim'in bu formsuzluktan kurtulması hem kendisi hem de milli takım gelecekteki başarısı için kaçınılmaz görünüyor. Bunu yaparken de Terim'in yapmış olduğu hataları gözden geçirip bazı gerçekleri görmesi, daha büyük başarılara yürüyebileceği bu yolda yine kendisine en büyük engelin o büyük "ego"su olduğunu da kabul etmesi gerekiyor tıpkı Özdemir Asaf'ın dizlerinde bizlere işaret ettiği gibi:

Dün sabaha karşı kendimle konuştum
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokuşun başında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum

07 Eylül 2008

Türkiye - Belçika maçı Öncesi Belçik Milli Takımı Analizi

2008 Pekin Olimpiyatları'nda Belçika'nın oynamış olduğu yarı finalin Tom De Mul(Sevilla), Moussa Dembele (AZ Alkmar), Thomas Vermaelen (Ajax), Vincent Kompany (Hamburg), Jan Vertonghen (Ajax) gibi Avrupa'nın önemli takımlarında forma giyen oyunculara sahip olan bu kadroya hem birlikte oynama tecrübesi hem de daha fazla güven kazandırmış olabileceği gerçeğini bir tarafa kaydetmek gerekiyor. 1998 Dünya Kupası Elemleri'nde ve 2000 Avrupa Şampiyonası Grupları'nda oynadığımız Belçika'dan en büyük farkları çok daha dinamik ve genç bir takım olmaları. Örneğin, 2000 Avrpa Şampiyonası'nda oynadığımız Belçika takımının 25 yaş altı tek oyuncusu Emile Empenza'ydı (22) ve o takımın 11'inde 30 yaş ve üstünde Nillis, Wilmots, Verheyen gibi tam 7 oyuncu vardı ve takımın yaş ortalması 29.6 idi. Bugün oynayan takıma baktığımızda, dün oynanan Estonya maçında 24.1'lik yaş ortalmasına sahip ve sahada 30 yaş ve üstü 3 oyuncu barındıran bir takımın karşımızda olduğunu görüyoruz. Pekin Olimpiyatlarında forma giyen oyunculardan 5'i dün gece Esonya maçında sahadaydı. Yine Estonya maçını dikkate aldığımızda 4-4-2 dizilişinde orta sahadaki 4 lünün yaş ortalamasının 20.25 olduğu görülüyor ki bu da orta saha dinamizminin bir göstergesi olarak dikkati çekiyor, diğer taraftan da bu gençlik ve dinamizmin tecrübesizliği de barındırdığını söylemek gerekiyor. Ermenistan maçında ilk 11 oynayan 26.25 lik yaş ortalaması ile Arda- emre-Tuncay-Marco dörtlüsünün çok daha ağır bastığını da belirtmek gerekiyor.

Orta sahada en önemli oyuncuları 2006-2007 sezonunda Belçika'nın en değerli oyuncusu seçilen, Estonya maçında da bir gol atan ve S. Liege forması giyen Steven Defour olarak dikkati çekiyor. En büyük Gol silahları takımın tecrübeli oyuncusu Wesley Sonck. Sonck, Estonya maçında 2 gol atarak takımının galibiyetinde büyük katkı sağladı. Ayrıca Pekin Olimpiyatlarında 3 gol atarak takımının yarı final oynamasınında büyük katkısı olan Dembele ile 2 gol atan Mirallas da takımın önemli gol silahları. Bu hareketli oyuncuları savunurken Servet ve Gökhan'ın dikkatli olmaları gerekiyor, özellikle de savunmadan top çıkarırken.

Teknik direktör René Vandereycken 2006 yılından beri takımının başında. Başarılı sayılabilecek bir kariyeri olmayan teknik adam Belçika Milli takımı'nı kendisi için önemli bir fırsat olarak görüyor ve oluşturmuş olduğu bu genç kadro ile 2008 Avrupa Şamp. gruplarından sonra 2010 için daha tecrübeli hale geldiklerini belirtiyor.

Sonuç olarak; gençleşen ve değişen, yarı final oynadıkları Pekin Olimpiyatları sonrası 2010 Elemeleri'ne 3 puanlık başlangıç yaparak moral kazanan bir Belçika takımı olacak Çaşamba günü karşımızda. Gerek futbolcu gerekse de teknik adam kalitesi ve tecrübesi olarak daha önde olduğumuz Belçika maçında sonucu Belçika'dan ziyade Milli Takımımızın oynayacağı oyun belirleyecek. Defansta hata yapmaz ve orta sahada rakibin dinamizmine iyi karşılık verebilir isek maç umduğumuzdan daha kolay geçecektir, ama rakibin son zamanlardaki gelişimini dikkate almadan oynarsak karşı taraftaki dinamizm başımızı ağrıtabilir. Yani, limit biziz!

Kapitalizm'in Football'u

Öncelikle şirketlerin kulüplerin belli kısmına ortak olmasıyla başladı süreç, daha sonra 1997 yılında Mısır asıllı İngiliz işadamı Muhammed El Fayed’in bir Londra kulübü olan Fulham’ı (36 milyon euro) satın alması artık daha önce daha ticari görülen şirket ortaklıklarının daha bireysel hamleler halinde sahne alacağının göstergesiydi. Bu hamleyi 2003 yılında Abramovic in 140 milyon Euro'ya Chealse'nin %51'lik kısmını alması takip etti ve bir anda geçmişe oranla çok daha fazla kişi futbolun bu yanını fark etmeye başladı. ( Chealse'yi 1982 yılında yalnızca 1 milyon euro karşılığında 0'dan devralan Ken Bates için oldukça karlı bir satış olduğunu itiraf etmek gerekir).Daha sonrası malum Ken Bates'in Leeds'i, Malcolm Glazer'ın Manchester'ı, Rus işadamları sayesinde 10 milyon erurolarca transfer paralarını gözlerini kırpmadan harcayarak bir çok oyuncuyu ülkelerine getiren Rus külüpleri ve son olarak da Bin Zayed Al Nahyan'ın Manchester City'si.

Bir yatırımdan daha çok sanal ortamda Playstation yada Futboll Manager oynamaktan sıkılan kişilerin bu heyecanı gerçek dünyaya taşıma istekleri gibi geliyor son bir kaç yılda yaşadıklarımız bana. Güçlerinin sınırsızlığını ortaya koyma adına istedikleri oyuncuyu transfer edebileceklerini göstermek için 100 milyonlarca euro ları bir çırpıda teklif ediyorlar. Arap iş adamının daha kulübü satın alır almaz Robinho için 40 milyon euro yu vermesi bunu çok net bir göstergesi değil mi? Şimdi de Christiano Ronaldo işin 240 milyon euro dan bahsediliyor. Bu rakamın üstüne daha ne yazılabilir ki?

Bu gelişmeler İngiltere, İspanya, İtalya gibi liglerde önümzüdeki dönemde mali açıdan zor duruma düşecek kulüpler için kurtuluş şanslarının aslında çok da uzak olmadığını gösteriyor. Bir gecede bir bakmışsınız bir Futboll Manager meraklısı gelip sizi buluvermiş. Şu anda maddi kris ile boğuşan Valencia için de yakın bir dönemde böyle bir gelişme duyarsak sürpriz olmaz herhalde.

İşin bir başka tarafı da bu kadar büyük kadrolar ile nispeten değeri daha düşük olan kulüplerin Şamp. Ligi, Uefa Kupası gibi uluslaraası ortamlardaki karşılaşmaları olacak. Para he zaman başarıyı getirecek mi, Chealsea'nin yaşadığı gibi 5 yıl geçmesine rağmen henüz Avrupa'da bir kupa kazanamama "başarısızlığını" bakalım daha kaç kulp yaşayacak? Ya da "Ruh", paraya üstün gelecek mi? İşin daha merak uyandıran boyutu da bu olacak.

Tüm bu gerçekler ışığında futbolun, 90'lı yılların sonuna kadar bizde uyandırdığı duygu ortamından daha farklı boyutlarara doğru ilerlediğini rahatlıkla söylebiliriz. Futbolun daha çok 90 dakikada sahada yaşanılanları ile bize yaşattığı ve "saf" futbol sevgisine dayalı o heyecanlarının daha çok saha dışında para ile ölçülmeye başlayan maddi ve gizemli bir dünyaya doğru sürüklendiğinin izleri çok net olarak görülüyor. Futbol değişiyor, küreselleşiyor dediğimiz dünyada futbolun bundan nasibini almaması elbette mümkün değildi, ama ekonomik ya da bir başka yorumla "göz önünde olabilme ve kişisel tatmin" boyutlarının bu kadar içinde olduğu futbol asla yalnızca o köken ismi ile "football" olmayacak bundan sonra.

Ermenistan - Türkiye

Her haliyle bir 90 dakikadan çok daha fazla anlam barındıran bir maçtı. Öncelikle 2008 Avrupa Şampiyonası öncesi ve hatta şampiyona sırasında bile ideal 11'ini oluşturamamış bir takım için ilk 11 de oynaması düşünülen 9-10 oyuncuyu maç öncesi sayabilmek ve onlar sahada görebilmek önemli bir gelişme. Buna ek olarak takımın edindiği tecrübe ile o kendine güvenli oyununun her haliyle sahaya yansıyor olması da gözle görülen bir artı. Çok üretken değildik hatta ilk yarıda ciddi organizasyon sıkıntısı yaşadık ama geçmiş 1 yıllık süre içerisinde bu stadda Polonya, Portekiz, Sırbistan, Finlandiya gibi takımlara yenilmemiş, toplamda bu 4 takımdan 1 gol yemiş bir takımdan üstelik onlar için belki de tarihi bir hesaplaşma motivasyonu taşıyan bir maçta genel oyun mantığı ve sonuç açısından bakıldığında 2008 elem gruplarına göre çok yol katettiğimiz kesin. Şunu da kabul etmek gerekiyor 2008 öncesi geçmişi başarılı olsa da sorgulanan bir Terim & ekibi ile 2008'deki başarının ardından daha rahat bir ortam bulacak olan Terim&ekibi 'nin bu takıma olan katkısı çok daha farklı olacaktır. Çok uzağa gitmeye gerek yok deplasmandaki Malta ve Moldova maçlarında yaşadığımız sıkıntıları ve aldığımız sonuçları incelemek bile oldukça geniş bir perspektif sunacaktır bizlere. Bu maç sıkıntılı ve zor maçları rahat ve "büyük takım" mantığı ile oynayabilme adına kazandığımız artıları sunmuştur bizlere.
Tabiki tüm grup için konuşmak için erken bekleyip en azından 4-5 maçlık süreci görmek lazım ama gelecek adına ciddi iyi işaretlerin görüldüğünü de inkar etmemek gerekiyor.

03 Eylül 2008

Galatasaray'ın transfer dönemi performansı

2 yılda yaklaşık 60 oyunculuk (24 oyuncu bu sezon) , 2 teknik direktörülük bir sirkülasyonu gerçekleştirmek, ilk yılında şampiyon olma başarısını göstermek ama buna rağmen şamp. liginden elenme başarısızlığını da yaşamak. Bu değişim içerisinde bu sezon yapılan transfelere genel itibari ile bir bakış atacak olursak:

Galatasaray'ın geçen sezon performası düşünüldüğünde özellikle Uefa Grup maçları ve Leverkusen hezimeti çok net bir biçimde bazı eksiklikleri ortaya koyuyordu. Peki neydi bu eksiklikler?

1) Türkiye liglerini her sene domine edebilme potansiyeline sahip 3 takımdan biri olarak bir sezondaki 34 maçın yaklaşık 26-27 tanesini çift forvetli tek defansif orta sahalı bir yapı ile çok zorlanmadan alabilecek bir yapıya sahip olduğunuz ortada. Özellikle GS rakibe önde basarak, tempo yaparak bir çok maçını rahatlıkla kazanabildi, bu yapı Süper Lid'deki bir çok maç için uygulanabilir olsa da , Türkiye sınırları dışındaki bir çok mücadele için pek de sonuç vermeyecek bir oyun yapısıydı ki bu net olarak da görüldü. Ne yapıyordu GS? Rakibe önde basıp, tempo yayıp rakibi sindirmeye çalışıyor, fakat bu tempo bir süre sonra sozluk derecesi yüksek maçlarda oyundan düşmesine neden oluyordu. Bunun de en büyük sebebi ayağa pas yapan, kontrollü bir anlayışa sahip bir takım olmaması. Sahip olduğu kadro itibari ile de bu kontrollü oyunu sahaya yansıtacak bir orta saha zenginliğine sahip değildi takım.

2) Nonda, Hakan ve Ümit : Biraz düşünün bakalım bu 3 oyuncunu ortak özelliği ne olabilir? Nonda'da diğer 2 oyuncuya göre daha iyi olsa da top ile süratlenebilen, rakip defansın arasına girebilen, adam geçebilen forvetler olmaması. Ayrıca "finishing" olarak ifade edilen bitiricilik ya da gol yapabilme özellikleri de çok iyi olmayan oyuncular bunlar aynı zamanda. Geçtiğimiz sezon bir çok maçın tek golle bitmesine bu oyuncuların bahsedilen özelliklerinin de yol açtığını çok net söyleyebiliriz.

3) Sağ kanatta Uğur sakatlandıktan sonra ve bence tüm sezon boyunca sol kanatta bek oyunculardan gerekli desteği göremiyordu oyunun hücum tarafı.

4) Kaleciler olarak bakıldığında ise "bu hata yapılmasa şu maç kaybedilmezdi" denebilecek maç sayısı 2 ya da 3 ü geçmezdi, fakat özellikle Aykut'un çizgiye yapışık oyunu, ceza sahası hakimiyeti sayıf bir görüntü çizmesi de zorluk derecesi yüksek Avrupa maçları için de bence yukarıda bahsettiğim maddeler kadar olmasa da tehlike sinyalleri veriyordu.

Şimdi bu maddelere göre GS için bir transfer önceliği listesi yapalım:

1) Alternatifi en az olan bölge defansın sağı: Neden mi? Sabri çok net bir şekilde açık oyunucus. Bek oynarken bile açık oyuncusu mantalitesi ile oynadığından belki gol attırıyor ama bir o kadar da gol yediriyor. ( bakınız Almanya maçı 3. gol). Barış ise Leverkusen maçında o bölgede nasıl patlamaya hazı bir bomba olduğunu gösterdi, o da çok açık biçimde bir orta saha oyuncusu.

Burada yapılacak ilk şey sağ bek transferiydi.

2) Takımın genel yapısı düşünüldüğünde Emre Aşık, Emre Güngör, Servet ve Song. Ortak özellikleri iyi birer kesici olmaları ama aynı zamanda topu oyuna iyi sokamamaları. Bu da takımın defansına topu oyuna iyi sokabilen, topla çıkabilen bir stoper takviyesini işaret ediyor ki Song un ayrılması sonrası bu transfer zorunluluk haline gelmiştir.

3) Hakan Şükür var iken bile bu takım golcü eksikliği çekerken o gittikten sonra alternatiflerin artması açısından kaliteli bir golcü takviyesi şart.

4) Yukarıda orta saha oyunucularının yapısı göz önünde alındığında kontrollü futbol oynayamayacağını yazdım GS nin. Çünkü ayağa pas yapabilmekten çok rakibi bozmaya, oynatmamaya, karşılamaya, pres yapmaya yatkın oyuncular grubundan oluşuyordu orta saha Lincoln, Linderoth ve Arda dışında. Dolayısıyla orta sahaya teknik, mücadeleci, koşan ve pas yapabilen bir oyuncu ihtiyacı çok net görülüyor. ( Emre Belezğlu, Davids tipi oyuncular tam GS nin aradığı tipte oyuncular). Mümkünse orta sahaya yapılacak takviyelerin 1 den fazla olması takımın kapasitesini daha ileri taşıyacaktır.

5) Hakan Ünsal ve Ergün sonrası Hakn Balta ve Volkan Yaman ın idare eden, tek pasa dayalı, adam geçmekten ve kanat bindirmesi yapmadan uzak futbol anlayışları bu takımın bek ihtiyacı olduğunu fısıldıyordu bizlere.

6) Tüm bu eksiklikler giderildikten sonra takıma kaleci takviyesi de yapılabilir.

Yani şöyle bir tablo çıkıyor ortaya: (Öncelik Sırasına Göre)

1) Sağ Bek 2) Stoper 3 ) Forvet 4) Orta Saha 5) Sol bek 6)Kaleci


Evet, bir de neler yapıldı onlara bakalım:

1) Orta Saha 2) Stoper 3) Kaleci 4) Sol bek 5) Forvet 6) Sağ bek


Yapılan transfelerin isim olarak gerçekten değerli ve GS ye değer katabilecek yapıda olduklarını belirtmek gerekir. Meira, Kewell, Baros hepsi bu takıma değer kataca oyucular, fakat benim konuya transfelerin yapılma zamanları ve verilen öncelikler açısından yaklaştım. Bu açıdan bakınca da sezon performasını sayısal olarak ölçmeye çalışalım ne dersiniz?

Kriterlerimiz şunlar olsun:

a) Zaman boyutu dikkate alınmayacak ( Forvet ve Sağ bek maçlarının Steau maçlarından sonra yapıldığı göz önüne alınırsa bence bu transfelerin değeri 0'a düşmüştür, ama ben bu kadar insafsız olmayacağım)

b) Yapmış olduğum sıralama ile aynı sırada yer alan transfer 100 puan alacak, her sıra değişimi için transfer değerinden 10 puan kaybedecektir ( 10 puan benim belirledğim bir değer, değiştirilebilir)

Orta Saha : 100 -30 (70) Stoper : 100 Kaleci :100-30 (70) Sol Bek: 100 -10 (90)
Forvet= 100 -20 (80) Sağ bek : 100-50

Yönetimin Trasnfer Performansı : (70+100+70+90+80+50)/6 = 76.5

Yani yönetimin öncelik sıralamasına göre transfer perfornmansı %76.5.

Eğer bu değerlendirmeye Steau maçında forvet ve sağ bek mevkiinde yaşanan sıkıntılardan dolayı zamanında yapılmayan sağ bek ve forvet transferlerinden ceza olarak 50'şer puan düşülmesi kriteri de eklenirse

Yönetimin Trasnfer Performansı = %60 olarak gerçekleşir.

Bu değer de hiç de memnun olunacak bu bir performans gibi durmuyor, ne dersiniz?

17. Şampiyonluk Sonrası Galatasaray

2008'de bir mayıs gecesi Ali Samiyen'de Adnan Polat'ın o meşhur tabiri '20:45' de şampiyon olarak sezonu kapayan bir takım olmasına rağmen bir sonraki sezon için çokça soru işaretleri barındıran bir görüntüdeydi Galatasaray. Şampiyon olan takımların aksine teknik direktörsüz ve yabancılarından yeterli verimi alamamış bir yapı vardı ortada. Takım ruhu denen oldugunun üzerine inşa edilen bu şampiyonluk bir çok gerçeği örtecek kadar da tehlikeliydi aslında ki günü birlik başarılardan medet ummaya alışık olan bir ülkede kurumsallaşmamış her yapı içinde baş gösterecek unutmaya ve önemsememeye götüren bir süreçin ta kensiydi aynı zamanda.

İlk hedef takımın başında getirilecek bir teknik direktörün en kısa sürede bulunması idi. Diğer taraftan da verim alınmayan ve gönderilmesi düşünülen yabancıların akibetleri belirlenmekteydi. Barusso, Bouzid, Carrusca ve 4 yıldır defansta başarılı bir şekilde mücadele eden Song. Geriye kalan kaliteleri bence tartışılmaz 2 yabancının da ( Linderoth ve Lincoln ) geçen sezon sakatlıkları nedeniyle takıma katkıları minimumda kalmıştı. Lincoln'ün sakatlık dışındaki problemleri de kimse belirtmek istemese de bir sonraki sezon da sürmeye aday boyuttaydı.

Aslında tüm bunlar çok sıkıntılı bür sürecin başlangıcıydı. Minimum 3 yabancı transferi yapacak ve bunu geçmiş senelerde yaptığı transfer yanlışları nedeniyle maksimum verimlilikle yapması zorunluluk haline gelmiş bir ortamda teknik direktörle birlikte yapılması gereken transferlerin en önemli karar vericisi ortada bile yoktu.

Tüm transfer sürecinin üzerinden tekrar geçmeye gerek yok ama en önemli sıkıntı teknik direktörün belirlenmesi aşamasında yaşandı ki bu takıma yapılacak transfelerin teknik ekiple yapılmasından ziyade yöneticilerin "uygun" gördükleri pozisyonlara "uygun" gördükleri isimleri getirmeleri sonucunu da beraberinde getiriyordu. Yaser, Ferdi, Kewell transfeleri daha ortada teknik direktör yok iken yapıldı. Zaten yaklaşık 35-40 gün süren teknik direktör arama operasyonunda istenilen isimlerle anlaşılmadığı için son alternatifler arasında yer alan Skibbe tercihi daha baştan bir çok soru işaretlerini de beraberinde getiriyordu. Özellikle 1+1 yıl şeklindeki bir kontrat daha baştan teknik direktöre olan güveni (!) açık bir biçimde ortaya koyuyordu. Bu aşamada yönetimin yaptığı nispeten iyi hamle Ümit Davala'yı yardımcı antrenör oalrak kulübeye yerleştirmesiydi. Bu hamleyi de şu şekilde değerlendirmek yanlış olmaz sanırım : Geçen sezon Kalli'nin yardımıcısı Ahmet Akcan antrenörlükten çok tercümanlık görevi ile ön plan çıkmış, hatta bir çok kez bu yardımclık görevini yapmadığı nedeniyle eleştirilmişti. Kalli'nin ve dolayısıyla Ahmet Akcan'ın son 6 haftada beraberce ayrılması ve takımı son haftalarda çaıştıracak apaçık bir adayın bulunmaması bu sene de böyle bir durum yaşandığında yerine konacak iyi bir alternatifin bulundurulması noktasında Ümit Davala tercihi önem kazanmı olabilir. Ayrıca Akcan'ın aksine takım içerisinde sevilecek ve ileride kariyer olarak daha iyi seviyelere gelebilecek bir alternatif olması açısından da Davala tercihi makul görünüyordu.

Daha sonra Meira, De Santcis ve Alparslan transfeleri gerçekleşiyor, camiaya ve taraftarlara umut aşılanıyor ve tek hedef olan Şamp. Ligi öncesi umut dolu bir tablonun hakim olması sağlanıyordu.