27 Eylül 2009

1'i Dur Dedi: Cimbom 1:1 Es-Es

Maç öncesi orta sahada Topal-Sarp ikilisini görünce son haftalardaki performanslarının da etkisiyle maçın beklenenden daha sıkıntılı geçeceğini düşünmüştüm ama ilk yarıda belki de sezonun en etkili futbolu varı sahada. 3. bölgede son paslarda daha dikkatli olunsa ilk yarıdan istenilen skora ulaşılabilirdi. Tablo bu iken 2. yarıda oyunun 180 derece tersine dönüşü ve takımın her geçen dakika etkisizleşmesi ve bu görüntü altında Rijkaard-Neskenss ikilisinden beklenen hamlelerin gelmeyişi de gecenin önemli ayrıntısıydı.

Bir teknik adamın sahaya sürdüğü 11 üzerine daha ilk dakikadan ahkam kesmektense sahaya neler yansıtacağını beklemek gerektiği düşüncesinden dolayı Uğur'un sol tarafta başlaması, Topal-Sarp 2'lisinin göbekte yer alması üzerine yorum yapmayacağım ama özellikle maçın 2. yarısında rakip takım neredeyse bütün hücum silahlarını kulübeye çekmişken sağ bekten devşirme Uğur'un hala oyunda tutulması ya da takım bariz bir halde orta saha organizasyonunda sıkıntı çekerken uzun Eskişehir savunmasını kenar ortaları ile açmaya çalışmak ama Ayhan-Elano ikilisinden birini özellikle de Ayhan'ı Topal-Sarp ikilisinden birinin yerine çekmeyi düşünmemek ciddi bir tercih farklılığıdır Rijkaard'dan beklenmeyen. Üstelik kapanan bir takıma karşı Nonda-Baros değişikliğini yaparak gol bulmayı beklemek de üstü çizilimesi gereken bir hamle bence.

Teknik adamın oyuncu tercihlerinden sonra sahadaki oyuna dönünce Kewell'ın son haftalardaki düşüşünün aşağıya doğru devam ettiğini, takımın Keita'nın verimli oyununa gebe hale geldiğini, Arda'nın oyunun temposunu arttırmada yetersiz kaldığını, orta sahada yaratıcı oyuncu eksikliği çok belirgin biçimde çekildiğini gördük. Elano hakkında 3 hafta önce de yazmıştım, eğer Elano bu bölgede beklenen verimi veremez ise Galatasaray Arda'ya bağımlı hale gelir ve yaratıcı orta saha oyuncusu anlamında sıkıntı çeker diye, bu maç bunun yansımasıydı. Takım pozsiyona girmekte zorlandı özellikle 2. yarıda.

Yine de eğer Keita 2. yarının başında kaleye vurmak yerine boş durumdaki Nonda'yı görse çok daha farklı bir skor üzerinden yorum yapıyor olabilirdik.

Galatasaray'ın oyunundaki bu sıkıntı Linderoth ve Ayhan gibi oyuncuların takıma girmesiyle kısmen giderilecektir ama esas önemli olan Elano'nun orta saha yaratıcılığı anlamında gereken verimi verebilecek seviyeye gelmesidir.

Galatasaray'ın maçın ilk yarısındaki etkili futbolundaki en önemli etkenlerden biri de Rıza Çalımbay'ın Burak-Ümit-Youla-Mehmet Yılmaz dörtlüsünü aynı anda sahaya sürmesiydi. Belki de cesaret mesajları vermek istemişti ama orta sahayı o kadar boş bırakmıştı ki Es-Es dönen tüm topları Galatasaray'ı oyuncular aldılar ve orta sahada yeterli baskıyı göremediler. Topal ve Sarp'ın rahat hareket etmesi takımı da harekete geçirdi. Çalımbay doğru şablona 1-1'den sonra döndü. Rıza Hoca'nın en büyük şanı oyun rölantide giderken Hakan Balta'ya çarpan şans topunun Mehmet Yılmaz'ın önüne düşmesiydi yoksa o andaki oyun şablonu ile gol yemesi atmasından daha olasıydı.

Özetle Galatasaray dirençli bir takibin teknik adam tarafından düşürülen mücadele gücü karşısında ilk 45 dakikada istenilen düzeye yakındı ama 2. yarıda düşen tempoda bulunan Es-Es golü sonrası yapılan / yapılmayan değişiklikler Galatasaray'ın kaybedilen 2 puanının yolunu çizdi. Belki maç yine aynı skor ile biterdi ama kendi adıma daha aktif bir kenar değişiklik hamlesi beklemiştim.

Maçın dikkat çeken başka bir görüntüsü de Koch'un tribünde notlar alması ve 3 hafta sonranın hazırlıklarına şimdiden başlandığının işaretlerini vermesiydi. Belli ki Daum camianın nabzını 10. hafta alınacak bir Galatasaray galibiyetinin normale döndüreceğinin fazlasıyla farkında ki geçmiş tecrübeleri de zaten buna işaret ediyor, planlarını sağlam yapıyor. Şu andaki görüntü ile de 1 adım önde olduğu gerçeğini de belirtmek lazım dürüstçe!

22 Eylül 2009

Kasımpaşa 1:3 Galatasaray



Ne demiştik Ankaraspor maçı ile başlayan süreçte? "Galatasaray defansı ve ortadaki ikilisine baskı yapan ve bu ikiliyi defansa yaklaştıran her takım ciddi biçimde zorlar Galatasaray'ı. Buna rağmen geriye çekilip oyunu kendi yaraı alanında kabul eden her takımda inanılmaz baskı yer." Maçın özetini ve Galatasaray'ın karakterini de Yılmaz Vural maç sonrası çok güzel bir şekilde özetli zaten: "Takımın en etkili yerinin gireni-çıkarını ile birlikte öndeki 4'lü olduğu da ortadaydı. Defansın top kullanma sıkıntısını bildiğimiz için önde bastık ve oyunlarını bozduk. Geriye çekilmemek lazımdı ama oyunu kendi sahamızda kabullenince de hücum silahlarını durdurmak zor oldu."

Sarp-Topal ikilisinin takımın kimyasını bozduğu 4. maçı izledik dün akşam. Takımı ileri taşıma, dikine oynama anlamında sıkıntıları olduğu aşikardı ama mücadele anlamında da bu kadar kısır kalmaları asıl düşündürücü nokta. Mehmet Topal 2. yarıda biraz da vitesi yükseltti ama ilk yarıdaki gibi o rakibe refakat eden anlayışı ile oynaması kabul edilir gibi değil. Bu ikilinin alan parsellemesi ve rakibin koşu alanlarını kapatma gibi noktalarda da yol alması lazım. Dün yenilen ilk golde Mustafa Sarp'ın "misafiri gezdiren ev sahibi havasında" Moritz'in arkasında yürümesi ve gelecek tehlikeyi önceden sezememesi oldukça dikkat çekiciydi.

Galatasaray'ın kalesinde yaşadığı tehlikelerin -elimde bir istatistik yok ama- muhtemelen yarısından fazlası ileri doğru çıkarken yapılan pas hatalarından kaynaklanıyordur. Emre-Servet-Sabri-Topa-Sarp 5'lisi öyle anlarda top kayıpları yapıyorlar ki kalenizde pozisyon görmeni tabii bir hal alıyor. Onlarca maç izliyoruz her hafta ve şu sıralar özellikle de defanstan çıkışlarda ve orta sahayı geçerken yapılan top kayıplarına dikkat ediyorum. Bu yitirilen toplar ile atılan gol sayısı da azımsanmayacak kadar fazla.

İlk 45 dakikanın hakem dışında ki buna sonra değineceğim, başka önemli ayrıntısı Sarı-Kırmızılı ekibin pas alışverişlerinde oyuncuların hareketsizliği ve birbirlerine olan mesafenin fazlalığıydı. Takımın boyunu kısaltma amacı ve yerden ayağa güdüsü ile hareket eden bir takımda özellikle 2. ve 3. bölgede rakibin de sıkı markajı altında bu kadar mesafe olmamalı oyuncular arasında. Birbirlerine yaklaşmalı, daha hareketli olarak rakibin de dengesini bozmaya çalışmalı ama bu tür gereksinimleri yerine getirilemedi ilk yarıda. Bunda Topal- Sarp faktörünün yanında Arda-Kewell ve Elano'nun tutukluğu, Baros'un o bildiğimiz savrukluğu fazlasıyla rol oynadı. Brezilya'lı belki de o verilmeyen penaltının etkisiyle fazlasıyla gergindi ilk yarı boyunca. Düşük temposu nedeniyle top kayıpları yaptı, oyundan düştü.

2. yarıya Baros-Elano ikilisi yerine Keita-Nonda ile başladı Rijkaard. Açıkçası ben ortaya Ayhan hamlesi bekliyordum öncelikle olarak. Baros'un çok daha kötü oynadığı maçlarda 90 dakika sahada kaldığını gördüğümden Nonda'nın 45 dakika sahada olacak olması da beni şaşırtan diğer yönüydü bu değişikliğin. Aslında bu hamle sahaya yalnızca 2 yeni performansın eklenmesi olarak değil aynı zamanda Kewell-Arda gibi oyuncuların da vites yükseltmeleri sonucu rakibi karşısında daha baskılı bir Galatasaray olarak yansıdı.

Rakibin de geriye çekilmesi Galatasaray'ın o bildiğimiz oyun karakterini sahaya yansıtması için uygun ortamı oluşturdu ve müthiş baskı kuruldu rakip kalede. Önce Arda'nın kafasının 2 direk ile vedalaştıktan sonra dışarı çıkmaya kara vermesi, daha sonra Nonda'nın kaçırdığı pozisyon, sağlı sollu ataklar... Burada belki de Galatasaray adına en önemli artık takımın kavga etmesi ve maçı kazanmak için resmen savaşması. Bu savaş fitilini yakan isim de bilerek ya da bilmeyerek Kader Keita oldu. Rakibe salladığı tokatın yüzünde patlaması durumunda kırmızı kart görecekken şansıyla sıyrılıp bu pozisyondan takım arkadaşlarını bu savaşın içine kattı ve o andan itibaren maçın hakemin de kaçırdığı belki de hiç kuramadığı dengesi sarsılıverdi.

Silahlar kuşanılmış ve rakip ablukaya alınmıştı ama zaman ilerliyor, bu arada da inanılmaz pozisyonlar kaçıyordu. Özelikle Arda'nın kaçan pozisyonu maçın başından beri yaşananları da gözümün önüne getirince "ne yaparsanız yapın sonucu değiştiremeyeceğiniz türden" maçları hatırlattı bana. Örneğin 92'deki Galatasaray-Werder Bremen maçı böyleydi, tıpkı Estonya-Türkiye maçı gibi. Topun da bir canı vardı ve bir türlü rakip ağlarla buluşmak istemiyordu. Derken Nonda tekrar sahneye çıkıp maçın kaderini değiştiren isim oldu.

Devre arasında yapılan değişklik 3 gol 2 asistin yanına savaşan bir takım karakterini de eklenmişti ve Galatasaray adına en büyük kazanç dün akşamın da ardından bu olmalıydı ama ilk yarıda tıpkı Ankaraspor ve Beşiktaş karşısında görülen eksikliklerin de mutlak önlemi alınmalı. Çünkü Galatasaray'ın maçın belli anlarında inanılmaz bir yumuşaklığı içerisine düşüyor defansif anlamda ve bu şekilde gider ise çok daha oturaklı bir takım fena halde can sıkabilir. İşin en kötüsü bu sıkıntı artık deşifre olmuş durumda ve Galatasara'ıı yenmek isteyen her takım önde baskı yaparak gitmek isteyecek sonuca. Örneğin 7. hafta Eskişehir ve 10. hafta oynanacak Fenerbahçe maçları bu kırılganlığı cezalandıracak oyuncular için bulunmaz nimet. Çünkü her zaman istediğiniz kadar gol atamayabilirsiniz ama en azından defansif sertliğiniz, mücadeleniz ile gol yememek ya da kalenizde göreceğiniz gol sayısını minimum da tutmak mümkün olabilir. Bunun için de özellikle ilerideki oyuncuları mevcut görüntünün aksine takım savunması içerisinde rol alacak bireyler haline getirmek gerekiyor. Bu nedenle "2 yesek 3, 3 yersek 4 atarız" türünden bence anlamsız cümleler ile yol alınamayacağının farkında olmak lazım.

Bu açıdan bakınca Rijkaard-Neskeens ikilisinin önünde ciddi bir ev ödevi var üzerinde çok sıkı çalışılması gereken: Takımın bu kırılgan yapısını azaltmak ve takım savunmasını güçlendirmek

Bireysel performanslara gelince Nonda-Keita ikilisi maça damgasını vurdu ki bunu söylemeye bile gerek yok. Nonda'nın şu hali ile Baros'dan çok daha verimli olacağı ortada. Topu aldığı zaman ne yapacağını bilmesi, savruk değil derli toplu bir görüntü çizmesi O'nu farklı kılan unsurlar. Arda 2. yarı temposunu arttırdı ama hala istenilen düzeyde değil. Dün dikkatle izlediğim oyuncuların başında Caner vardı. Hakan Balta'nın hücum yönündeki kısırlığını sütüne oyunu 2 yönlü oynama anlamında neler sunacağını merakla bekliyordum. Pas hataları yapsa da ileriye çıkışları, top alış verişi, çizgiye inip orta yapması gayet olumlu. Balta'nın bir kaç maçlık orta performansını sayısal olarak bir maçta geride bıraktı. Defansif olarak da beklediğim çizginin üstündeydi, hücumcudan devşirme olduğu gerçeğinden hareketle. İlerleyen zamanda çok daha iyi olacağından şüphem yok.

Yazının başında yazmak istemedim bazı gerçekleri göz ardı etmesin diye. Evet, gerçekten çok kötüydü hakem. Maçın başında vermediği penaltı sonrası resmen dağıldı. Buna rağmen Ali Güneş'e Kewell'ı düşürmesi sonrası direk kırmızıyı göstermeyerek hatasını katladı. Bazı faul kararlarında Kasımpaşa aleyhine kararlar verdi ya da vermek zorunda hissetti kendisini, böylece oyunun sertleşmesine de çanak tutmuş oldu böylece. Allah'ın sevgili kuluymuş ki Nonda kurtardı kendisini, yoksa altından kalkamazdı dün akşamki puan kaybının. Yine de bir kaç hafta dinlendireceği kesin.

Son bir sözde Ali Güneş'in pozisyonu için. Maç sonrası çıkıp "Elle oynadım" demesini tebrik edenler vardı akşam. Kabak gibi ortada pozisyon, bir de çıkıp milyonların önünde yalan mı söyleseydi ne bekliyordunuz ki? Asıl marifet hemen pozisyon sonrası gidip hakem söylemek gerçekleri, yoksa maç dışında oyuncular isterlerse kitap yazsınlar sahadaki kabahatleri ile ilgili, ne anlamı var!

20 Eylül 2009

İyi Bayramlar



Sağlıklı, mutlu ... (boşlukları siz doldurun) nice bayramlara!

Beşiktaş'ın Sorunu

2 insan profili... Her ikisi de Beşiktaş'ın son 5 yılında belirli görevlerde bulunmuşlar. Sadece bunlara bakarak aslında ana problemin nerede olduğu o kadar açık görülüyor ki!

Bunlardan biri bir spor programında yorumculuk yapıyor, her hafta ahkam kesiyor, vizyondan, planlamadan, stratejiden bahsedip akıl veriyor.. Bakın Kayseri maçı sonrasında da neler diyor :" Beşiktaş transfer dönemini iyi geçirmedi, iyi planlama yapmadı. Yok mu bu kulübün izleme komitesi, gidip iyi futbolcuları bulup getirecek?". İnsanların bu kadar da pişkin olmasına, insanları enayi yerine koyarcasına konuşmasına da pes doğrusu. Çok okkalı ifadeler ile cevap vermek mümkün ama ben Seric, Diatta, Gordon desem yeterli olacak sanırım. Bazı dönemlerde isabetsiz transferler yapılabilir, eyvallah ama bu kadar kötü 3 adamı aynı dönemde Beşiktaş'a getirme becerisini (!) göstermek ancak Sinan Engin ve ona güvenerek Ertuğrul Sağlam'ın yanına menejer diye atayan Demirören'e yakışırdı zaten.


Diğer bir kahraman da Levent Erdoğan. Nedir bu adamı Beşiktaş yönetiminde tutan anlamıyorum. Sanırım bunda iki faktör var: Demirören'in vizyonu (!) ve para. İlk günden beri dengesiz dengesiz demeçler vermeye başlamıştı basına, hala da devam ediyor. Maç sonrası %100 futbola bağlanıp Demirören ve Denzili'yi istifaya çağırıyor, geçen sene kazanılan şampiyonluğu şansa bağlıyor. Şans konusunda katılsam da bunu "Asbaşkan" sıfatı ile yönetimde halen görev alan birinin çıkıp da TV'lerde dillendirmesi kadar manasız bir hareket olur mu? Yıllardır ilk kez bir yöneticinin ekranlardan başkan ve teknik adamın istifa etmesi gerektiği mesajını verdiğini gördüm. Burada Erdoğan'a da bir şey demeye gerek yok, çünkü postansiyeli- kapasitesi zaten sıırlı olan bu insan evladını yönetime alan Demirören muhatap alınmalı.


İnsanları ve yapabilecekleri çevresine topladığı bireylere, ekibe bakarak da değerlendirmek pekala mümkün. Demirören'in neden bu kadar başarısız bir yönetim sergilediği zaten çevresindekilere bakarak da anlaşılmıyor mu, ne dersiniz?

12 Eylül 2009

Aldatan Skor: Galatasaray 3:0 Beşiktaş



Mustafa Denizli yarın ciddi biçimde topa tutulacak belki ama bence en az eleştirilmesi gereken isimdir bu akşamki 90 dakikadan sonra. Eğer Keita-Baros ikilisi farklı formalar altında bile oynamış olsa bugün sahadan galip ayrılan takımın değişeceğini söylemek büyük bir kehanet olmayacak.

Galatasaray 3 gol attı ama oyuna bakıldığı zaman gol yememiş olması büyük mucizeydi. Bir çok pozisyonda orta sahası çok kolay geçildi ve tek paslara kaldı Beşiktaş'ın rakip kaleye inmesi. Bunların bir çoğu ofsayt ile sonuçlandı, 2 tane %100'lük pozisyonda Serdar Özkan'ın beceriksizliği ön plandaydı, 1 tanesinde ise Yusuf'un Tabata'nın önüne bıraktığı topu Sabri çok yerinde bir müdahele ile keserek gollük pozisyonu önleyen isim oldu.

Ankaraspor maçı sonrasında da yazdığımız gibi Galatasaray'ın boyunu uzatan her takım ciddi manada zorlayacak sarı-kırmızılı ekibi. Arda ve Kewell'ın takım savunmasından kopuk futboluna, Topal-Sarp ikilisinin maçın büyük kısmında sağlayamadığı sertlik eklenince çok çabuk geçilen bir orta saha gördük. Herşeyin ötesinde Galatasaray'ı bekleyen çok büyük bir tehlike var. Rakip önde bastığı zaman defansın ortasında oynayan ikilinin normalin ötesinde top yapma beceriksizliği, bunu bilen ortadaki ikilinin bu bölgeye yanaşarak top almaya çalışması ama bu 2'linin de topu sırtı dönük alarak dönebilen ve dikibe gidebilen oyuncular olmaması ilerleyen zamanlarda daha farklı sonuçlar yazdırabilir skor tabelasına. 45-65. dakikalar arasındaki oyunun özeti de buydu zaten. Bu eksiklik ciddi sıkıntı yarattı takımda. Transfer döneminde de eksikliğini belirttiğimiz orta saha oyuncusu da bu mantalite altında oynayabilecek bir isimdi zaten.Dolayısı ile bugün Denizli'nin Beşiktaşı'nın gösterdiği gibi defanstaki 2'lisi ve hemn önündeki orta saha adamları top yapma konusunda sıkıntılı olan Galatasaray'a iyi bir orta saha parsellemesi ile önde basan her takım sıkıntı yaratır.

Galatasaray'ın ilerideki oyuncularının takım savunmasındaki sıkıntıları üzerine yapılan eleştirilere karşı daha ciddi maçalrda bu isimlerin de takım savunmasına katkıda yapacak mantaliteye sahip olduklarını ve bu tür maçlarda bunun ön plana çıkacağını söylesem de Kewell'ın fizik yetersizliği, Arda'nın silik görüntüsünün etkisi ile beklentilerimin tersine bir görüntü çıkardı ortaya. Bu kurgu Yunanistan deplasmanında daha büyük belalar açabilir Galatasaray'ın başına.

Beşiktaş'ın aldığı skor bugün ortaya koyduğu futbolun hakkı değildi kesinlikle ama futbol nihayetinde bireysel becerilere takılıyor. 90 dakikanın sonunda da bu tür eksikliklerin cezasını çektiler. Serdar Özkan'ın beceri limiti 1 kademe yukarıda olsa emin olun tablo çok farklı olurdu.

Bireysel olarak değinilecek 2 isim var. Birincisi Mehmet Topal. Bu adam Galatasaray'ın oyun yapısında bir yüktür ortadaki diğer ismin Mustafa Sarp olduğu düşünüldüğünde. Geçmişten beri hep bir eksikliği olduğunu savunurdum şimdi daha net ortaya çıkıyor. Takımı ileri taşımaktan o kadar uzak ki, Sarp bile aşama kaydetti bu konuda geldiğinden beri ama kendisi hala yerinde sayıyor. Sadece mücadele etmesi tercih nedeni olmamalı bir futbolcu için.

Diğer isim ise Sabri olmalı zaten. Uzun zamandır defansif anlamda bu kadar iyi görmemiştim kendisini. İlk yarıda %100'lük pozisyona girecekken Tabata'nın önünde topu alışı bile alkışa değer. Geçen senelerin aksine sağ bek pozisyonunda da daha dengeli görüyorum kendisini. Teknik ekip ayarı vermiş Sabri'ye, işe de yaradığı görülüyor.

Özetle, Galatasaray için ciddi bir uyarı maçıydı, skor kesinlikle aldatmamalı. Bu sorunların nasıl aşılabileceği konusunda çözüm üretmekde kolay değil kadroyu düşününce. Rijkaard-Neskeens ikilisini en çok zolayacak konu bu olacak. Beşiktaş ise yukarıda da yazdık iyi oynayan, pozisyonlar bulan taraf olmasına rağmen sahadan mağlup ayrılan ekip oldu. Onların bireysel yeteneği fazla olan oyuncular konusunda sıkıntıları var, transfer dönemini geçmiş 3-4 yıldaki gibi boşuna geçirdikleri için bu problemleri yaşamaları artık olağan karşılanır oldu.

09 Eylül 2009

Trenin Arkasından El Sallamak

Tren kaçtı artık, bize de arkasından el sallayıp "uğurlar olsun" demek düşer bu vakitten sonra. Uzun uzun maç analizi yapmayacağım. Maçtan önce kesinlikle kaybetmeyeceğimizi düşünüyordum, hatta galibiyetin de çok uzağımızda olmadığı kanısındaydım. Bu kadar kötü oyuna rağmen galibiyete uzanacak pozisyonları da yakaladık ama olmadı. İşi sürekli son dakikalara bırakmanın stresi çok ağır oluyor, zaten olamayan sisteminizin üstüne bir de stres eklenince istenilen sonuç Kaf Dağı'nın arkasında kalıyor.

Bu maç özelinde ama Terim'li Milli Takım genelinde hep dile getirdiğim bir gerçeği vurgulamak gerekiyor yine. Avrupa Şampiyonası'nda son dakika galibiyetleri alırken de yarı finalde Almanya'ya son dakikalarda kaybederken de bu gerçek hiç değişmedi: Bu takımın belirli bir oyun planı, sistemi yok. Rakip teknik adamların "Türkiye'yi çözmekte zorlanıyorum" ifadelerini övgü olarak kabul ederken arka planında yatan gerçeği görmezden gelmemek lazımdı. Basbayağı "Ne oyandıklarını anlamak, çözmek zor" mantığı saklıydı bu cümlelerin arkasında.

Dün Ali Ece, Lig Radyoda "Total Futbol" programında "Terim ile birlikte, Türkiye'nin bir futbol ekolü vardır" diyordu. Şaşkınlıkla dinlediğimi ifade etmeliyim ki kendisinin futbol bilgisine çok güvenirim. Bugün ne kadar ekol takımı olduğumuzu daha net gördüğümüzü düşünüyorum. 11'ler değişir ki bu kadar değişmesi de pek hayra alamet sayılmamalı, ama belirli bir taktik disipliniz, anlaşılır bir planınız olur. Oysa ortada ne yazık ki böyle bir gerçeklik yok.

Bugün de sahaya çıkılan 11'den ziyade oyunu döndürmek için yapılan hamleler dikkat çekmeli. Sahaya kafanızdaki plan çerçevesinde bir tertip sürersiniz, istediğiniz verimi alamayabilirsiniz ama sonrasında yapılan hamleler ve Nuri Şahin gibi orta sahada gerçekten faydalı olabilecek bir oyuncunun görmezden gelinmesi pek de kolay üstü çizilecek bir hadise değil.

Neyse fazla uzatmaya gerek yok. Tek güvencemiz Emre-Arda-Hamit-Tuncay dörtlüsünün bireysel performansları ile gelibiyete uzanmakdı. Bu çarkda da sıkıntı olunca takım iyiden iyiye bocaladı. Deplasmanda 5. dakikada 1-0 öne geçmişken bu kadar kötü oynayıp geriye çekilmek, oyuncuların morallanerek çoşmalarını beklerken dakikalar geçtikçe tükenişini izlemek, teknik adamın gereksiz ve bıktıran gerginliklerinin şahidi olmak ve karşınızdaki takımın da grup 2. si olmasına rağmen sınırlı kapasitesini görmek...(Play off-larda takılma olasılıkları çok fazla)

Evet, başlıkda da yazdık. Bu trene bilet bulamadık, oysa gişedeydik ve sıra bize gelmek üzereydi. Yapacak bir şey kalmadı artık, ardından el sallamaktan başka...

06 Eylül 2009

Elano Blumer ve Galatasaray Oyun kurgusu


Transfer haberi gündeme ilk düştüğünde ismini fazlasıyla duymama ve 1-2 defa izlememe rağmen, çok fazla fikir sahibi aşağıdaki cümleleri karalamıştım:

Kalite olarak çok fazla söylenecek bir şey yok, isimin hep duyduğum ama daha çok maç özetlerinden tanıdığım bir isim, 90 dakika sadece Hamburg ile oynanan çeyrek final serisi 2. maçında izleme şansım oldu. Hücum hattında oldukça etkili olmuş, 2 frikiği direkte patlamıştı. Robinho ile takımın gol umutlarının bağlandığı isim olarak göze çarpmıştı.

Peki yukarıda yazdığımız öncelikli takviye tanımlamasına ne kadar uygun Elano? Aslında bu soruya cevap vermek için kemiksiz 3 maç 90 dakika izlemek lazımdı, ama ne yazıkki elde yeterli veri yok. Yine de mevcut database üzerinden gidelim. Lincoln'e alternatif olmaktan ziyade daha çok kenar adamı oyununa daha yatkın bir yapısı var Elano'nun.4-3-3'de ortadaki 3'lüden biri olabilir mi" gibisinden sorular da gelmiyor değil akla. Yani her iki çizgide de rahatlıkla oynayacak bir isim, ama forvet arkasında neler yapacağı ve oyunun defansif yönünde ne kadar var olduğu burada cevaplanması gereken en önemli 2 soru özellikle de Galatasaray'ın ihtiyaçları göz önüne alınınca. Eğer olumlu bir cevap alınmaz ise bu sorulara tüm kalitesine rağmen Elano transferini belli çerçeveler içerisinde sorgulamak gerekir bence.

Geride kalan Ankaraspor ve Talinn maçları, Gel Gidersin'de geçen sene Manchester City'de oynadığı bazı maçlardaki performansının özetleri, gerekse dün gece oynanan Arjantin maçı dikkate alındığında Elano'nun Galatasaray Kurgusu içerisindeki yerini sorgulamak zorunda kalıyorum. Mesele Elano'nun kalitesi değil bunu belirtmek istiyorum, burada mevzubahis olan konu Elano'nun mevcut özellikleri ve Galatasaray'ın oyun yapısındaki eksikliklerin giderilmesi anlamında ihtiyaç duyulan gereksinimler ile ne kadar örtüştüğüdür.

Elano fizik olarak orta sahada oynayacak ve oyunu 2 yönlü forse edecek görüntüden çok uzak şu anda. Daha çok durarak oynayan bir kenar adamı havasında. Kenar adamı olarak da tek toplar ile oyunu yönlendirmeyi tercih ediyor. Bu fizik gücündeki eksiklikten de olabilir. Burada sorulması gereken sorulardan biri ," mevcut durumda sorgulanan fizik kalitesinin genel bir durum olup olmadığı ve bunun nereye kadar geliştirilebileceği" olmalı. Bu tür durumlarda halef-selef karşılaştırması kaçınılmaz olduğundan Lincoln üzerinden gidiyorum. Elano-Lincoln arasındaki temel farklılık, Elano'nun Lincoln kadar "inceci" bir yapıda olmaması. Yani top ile adam eksilten, çalımlar atan bir yapıda değil. Elbette her oyuncunun farklı özellikleri vardır ama burada en azından Lincoln'den hücumda alınan verimin aynı pozisyonda alınabilmesi beklenmelidir. Ek olarak oyunu 2 yönlü oynama konusunda Lincoln'e ek olarak neler vereceği de önemliydi, farklılık olarak elimizde pek bir veri yok o nedenle de bunu da soru işareti olarak ilerleyen zaman bırakıyoruz..

Transfer dönemindeki eksiklikleri belirtirken Galatasaray'ın forvet arkasında oyunu 2 yönlü oynayacak bir oyuncuya ihtiyaç duyduğunu belirtmiştim. Arda'nın burada beklenenden iyi performans göstermesi önemli ama yeterli değil. Burada gözü kapalı oynayabilecek 1 oyuncu mutlaka olmalıydı kadroda. Elano'nun da bu bölgede verilen tarife ne kadar uyarak oynayabileceğidir benim için esas kriter sağ ya da sol içte göstereceği performanstan ziyade. Kalitesine söylenecek herhangi bir şeyim yok ama Galatasaray'ın mevcut kurgusunda eğer bahsettiğimiz pozisyonda verim veremez ise nerede oynarsa oynasın verimli bir transfer değildir Elano. Bu durum takımın Arda'ya olan bağımlılığını arttırır ve tıpkı geçen sezon Lincoln'ün olmadığı maçlarda yaşanılan zorluklara benzer manzaralar sunar bizlere.

Tabloyu bu şekilde okuyunca Manisa'dan Sezer Öztürk transferinin önemi daha da önem kazanıyor, keşke kadroya katılabilseydi, çünkü kenardan gelip forvet arkasında oynama özeliğine sahip oyuncu eksikliği hissedebilen ihtimali ciddi ciddi var Sarı-Kırmızılı ekibin.

An itibari ile Elano'nun performansı üzerinden transfere dair okuduklarımı paylaştım sizlerle. Transferin ilk duyulduğu anlarda yukarıda da bahsettiğim gibi çok fazla izleme imkanı bulmadığım için diğer bloglardan fikirler edinmeye çalıştım. Genel kanı çok çok olumluydu ama ciddi soru işaretlerinin görmezden gelindiğini görüyorum şu an. Umarım zaman içerisinde beklenen olumlu görüntüler ile karşılaşırız ve soru işaretleri eriyip gider.

Hayat 10'un İçin Daha Zor Şimdi...



Arjantin'in başına ilk geldiğinde görüşlerimi bu postta belirtmiştim. Maradona'nın mevcut yapısı ile beklenen başarıyı göstermesinin zor olduğunu düşünüyordum, hala da aynı fikirdeyim. Bugünkü tablo da geleceğin kendisi için pek parlak olmadığını gösteriyor. Arjantin'siz bir Dünya Kupası izleme riski ile karşı karşıya olmak hiç de iç açıcı bir gelişme olmasa gerek.

Şunu çok açık belirteyim, uzun yıllardır ilk defa bir Arjantin-Brezilya maçının banko 2 biteceğinden bu kadar emindim. Bunda 10'un ve takımının durumu kadar Brezilya'nın formda ve dengeli görüntüsü de etkiliydi.

Maça gelince, 5 puan önde yer alan Brezilya karşısında puan farkını 2'ye indirmek için çıkmıştı Maradona'nın öğrencileri ama bunu yapmak için sadece Messi-Tevez-Veron 3'lüsüne güveniyorlardı. İlk yarının büyük ksımında top Brezilya yarı sahasında dolaşsa da rakip kaleyi tehdit edecek fazla bir pozisyon göremedik. Sambacılar boşlukları çok iyi kapattılar, tangolcular ceza sahasına girmekte bayağı bir zorlandılar.

Derken sahneye duran toplar çıktı ve Elano'nun kullandığı ilk serbest vuruş bomboş durumdaki Luisao'nun kafası ile buluşunca skor 1-o'a geldi. 2. golde yine bir serbest vuruş sonrası geldi. Defanstan seken kaleciden dönen topu tamamlayan Fabiano oldu. O andan itibaren hiç bir Arjantinli'nin maçı kazanacağına dair inancı kalmadığına eminim. 2. yarıda skor 2-1'e gelse de hemen akabinde Fabiano tekrar sahneye çıkarak alevlenen ümitleri sönümleyen isim oldu.

Tangocular'ın ileri uçtaki tüm ümitlerinin Tevez'e bağlanmış olması da başka bir gariplikti bence. Tevez etkili bir hücum adamı olabilir ama Brezilya defansı içerisinde yer alacak son adam değildi kesinlikle. Aguero, Milito gibi isimler duruken fazlasıyla sorgulanır bir tercihdi bu. Herşeyden öte sırtı dönük top tutabilecek bir santrofora ihtiyaç duydukları açıktı.

Tek bir isimden bahsetmeden geçemeyeceğim: Juan Sebastian Veron. Son yıllarda yaşadığı sakatlıklar yeşil sahalardan uzaklaştırsa da kendisini dün geceki hali, top dağıtışı eski günleri hatırlatır nitelikteydi. Avrupa semalarından erken kopuşu nedeniyle ayrı kalığımız görüntüsü geçmişi hatırlattı bizlere.

Maradona'yı sıkıntılı günler bekliyor, işi kolay değil. Efsane futbolcunun CV'sine "Arjantin'i Dünya Kupasına götüremeyen teknik adam" ifadesini eklemesi hiç de hoş olmayacak ama manzara bundan farksız da değil!

Umut Bosna'ya Taşındı: Türkiye 4:2 Estonya



Kapanan bir rakiple oynayacak ve 4 maçlık ciddi bir sürece girecek takım için seçilen zemin gerçekten kötüydü. Sadec etek bir sakatlık vakası yaşanması büyük şans. İlk dakikalarda dripling yapan oyuncumuzun önünde zıplayan topu görünce, tek rakibin Estonya olmayacağıı daha rahat anlaşılıyordu. Galibiyet bu plansızlığın üstünü örttü sanırım, mağlubiyet halinde ilk sıraya yerleşecek ayrıntı basında fazlasıyla ıskalanmış. Kazanmış olsak da Kadir Has Stadı yanlış seçimdi.

Daha maçın başında Volkan'ın zaman zaman gördüğümüz dengesizliklerinden biri olan topu rakibe teslim etmesi, Arda'nın topu ayağında fazla tutma sevdası sonucu Hamit'in rakibin baskısı altında kalarak topu kaptırması, Hakan Balta'nın kapaması gereken bölgede olmaması ve Servet&Gökhan ikilisinin yanı başlarında duran rakip oyuncuyu unutması gibi hatalar zinciri ile gelen şok gole rağmen bazı orta sha ve ileri uçtaki oyuncularımızın formda oluşuna duyduğumuz güvenle 1 farkla olsa maçı alacağımızdan emindim. Sadece daha fazla efor sarfedecek olmanın acı gerçeği rahatsız ediyordu.

Nitekim asıl aktörler maça ağırlığını koydu. Arda-Emre-Hamit-Tuncay dörtlüsüne ve ileri uçta sürekli hareketli olan Sercan'da katılınca rakibin başı döndü. Baskı altına alınan rakip kalenin ağlarında gol ya da goller görüleceği kesindi ve ilk yarı 2 golle kapandı.

2. yarının başında farkı arttırırız diye düşünürken nedensiz bir şekilde rakibin baskısını yedik ve bir şans golü ile skor 2-2-'ye geldi. Hemen ardından arttırılan baskı ile bulunan 2 gol sıkıntılı da olsa geriye kalan 3 maç ve özellikle Bosna maçı öncesi kayıpsız devam etmemizi sağladı. Yenilen gollerden ziyade rakibin defansımızın üzerine bu kadar kolay gelişinin altını çizmek lazım. Orta sahadaki Emre-Hamit ikilisi hücuma fazla destek verdeğinde rakip takım ilk baskıyı yenince orta sahayı çok kolay geçi savunmayı ciddi biçimde zorlamayı başardı. Hakan Balta ve Gökhan'ın hem defansif hem de ofansif olarak yetesiz görüntü çizmelerinin de payı vardı bu götüntüde elbette.

Milli takımın en büyük şansı kesinlikle takıma hücum zenginliği sağlayacak oyuncuların formda olması. Bu aşamada ne yazık ki sisteme, sahadaki futbol aklımıza değil bireysel yeteneklerimize güvenmek zorunda kalıyoruz. Terim'in geride kalan 3 yılda takıma henüz bir sistem oturtamadığını da eklemek gerekiyor ve bu manzara Terim'in görev süresi sonuna kadar böyle gidecek. Tamam kolay değil bu kadar kısıtlı sürelerde bir araya gelen bir ekibde ortak bir şey yakalamak ama bu tecrübedeki isimden de bunu beklemek hakkımız olsa gerek. Hal böyle olunca da bireysel performansların parlak olması için dua ediyorsunuz.

Arda-Emre-Tuncay 3'lüsü açık ara sahanın en iyisiydi dün akşam. Emre uzun zaman sonra Milli Takım'da bu takımda 2000'li yıllardan esintiler sundu. Topla dikine ilerledi, verkaç yaptı, savunamdan dönen reboundları kaptı, pres yaptı kısaca futbol adına önemli bir kesit sundu bize. Emre'nin göze batan en büyük eksiği ya da defosu rakibe baskı yaparken yaptığı dengesiz müdahaleler hem kart hem de kendisi açısından sakatlık riski taşıması. Arda'ya gelince, sahanın her yerinde vardı: Sağda,solda, ortada. Takımın sıkıştığını, tıkandığını o kadar güzel farkediyor ki hemen insiyatifi ele alıyor, alan değiştirip oyunu açmayı deniyor ve bunu çok iyi de yapıyor. Son 1.5 yılda futbolundaki gelişmeyi çok rahat görebiliyorsunuz. Tüm bunlara rağmen Arda'nın zaman zaman topu ayağında fazla tutma sevdası dün ilk golde olduğu gibi kalenize pozisyon olarak da geri dönebiliyor, hızlı ilerleyebilecek bir atağı yavaşlattığı gibi rakibin kendisine sert müdahalelerde bulunmasına da yol açabiliyor. Tuncay ise "Fenerbahçe mi yoksa orta sıra bir Premiere League takımı mı ?" gibi ülkemize has sığ tartışmaların arasında katıldığı EPL'nin kendisine kattıklarını gösteriyor bizlere, tabiki anlayana. O'da Arda gibi son 1-2 yıl içerisinde futbolunu geliştirenlerden. Tuncay'daki en büyük değişim topa daha iyi hükmetmesi ve oyun görgüsünün üstüne koyması. Ayrıca kaptanlığın Tuncay'a çok yakıştığıı belirtmek de gerek, kişilik olarak bunu taşıyabileceğini yıllar öncesinden göstermişi zaten.

Şimdi, en zorlu viraja girdik geçen sene ki Norveç maçı öncesindeki gibi. O zaman ki virajın keskinliği içerisinde Bosna'da vardı şimdi olduğu gibi ama mevcut yapısında, gücünde değildi elbette. Dzeko, Müslimovic, İbisevic gibi isimler bizi fazlasıyla zorlayacak. Eğer dün akşam olduğu gibi orta sahanın defansa desteği yetersiz olursa bu hücum hattı ile başımıza dert açabilirler.

Geçmiş sayfaları karıştırmak çok mantıklı olmasa da İspanya maçında son dakikada yenilen gole yanmamak elde değil. Bosna'yı yenip kendi maçlarımıza bakmak varken, diğer 2 maçta da puan kaybetmelerini beklşeyeceğiz. Fatih Terim her konuşmasında planlamadan bahsediyor ama İspanya maçından önce belliki alınacak 1 puanın ne akdar önemli olduğunun ve gruptaki dengeleri bu kadar değiştireceğinin hesabını yapmamıştı. 4 kişilik ekipten böyle bir mantığın çıkmaması da çok ilginç ya neyse! Evet o akşam son dakikalarda İspanya kalesine panik içerisinde bilinçsizce saldırmamış olsaydık alacağımız 1 puan geleceğe daha güvenle bakmamızı sağlayabilirdi, ama heyecan yaşamadan olmaz değil mi tabiatımıza aykırı. Şöyle bir uçurumu görmek lazım. 2000'den bu yana katıldığımız tüm turnuvalara son anda bileti kapıyopruz bakalım bu defa "Pilav Yemeyi" başarabilecek miyiz?

01 Eylül 2009

Ufuk Ceylan Galatasaray'da

Ufuk Ceylan transferi beklenen hamlelerden biriydi, ama transferin son gününe kaldı işin nihayete ulaşması. Ufuk gibi yetenekli bir kalecinin takıma kazandırılmış olması önemlidir ama daha önemlisi Rijkaard'ın bu kadar kısa sürede bu takımda forma giyecek potansiyele sahip olamayan isimler ile yollarında ayrılmasını sağlamasıdır. Önce Ferdi, sonra Volkan Yaman, şimdi de Yaser ve Mehmet Güven Florya'ya elveda demek zorunda kaldılar. Futbolu bilen insan için çok uzun zamana da ihitiyaç yok, potansiyeli ve bunun geleceğini görmek için bir kaç maç bile yeterli. Rijkaard ve ekibi de bu tecrübeye ve vizyona fazlasıyla sahip ki bunu gün be gün gösteriyorlar. Gönderilen oyuncu listesine bakınca iş yapmayacak isimlerin çok doğru şekilde tespit edildiğini ve hem kadroda gereksiz yer işgal eden hem de bu yeri işgal ederken üstüne para alan isimler ile yolların ayrıldığını görüyoruz.

Transferdeki isimler içerisinde Orkun'un olması sürpriz diye nitelendirilebilir ama muhtemelen gitmeyi kendisi istemiştir daha çok forma giymek için. Aykut'da bir yıl daha forma giymemeyi göze almış ki kulüpte kaldı.

Rijkaard'dan beklediğim 1 hamle daha var : Serkan Kurtuluş'un da kısıtlı yeteneğini görüp makası vurması, en geç sezon sonunda bu hamleyi de yapacaktı Surinamlı. Bu kadar beceriksiz ismi Galatasaray'a katma başarısını gösterdiği için "Yüce Futbol Bilgini Adnan Sezgin" i de tebrik etmek gerek. Galatasaray'ın en büyük şansı Sezgin'in transferden elini eteğini çekmesidir. Yoksa bugün kadroda yer alan bir çok ismin Sarı-Kırmızılı forma ile Sami Yen'e ayak basışı Playstation görüntüsünden başka bir şey olmazdı.