30 Haziran 2009

Bülent Korkmaz'ın Bilmecesini Avustralyalılar mı Çözecek?



Yukarıdaki resim Four-Four-Two Dergisi Avustralya Versiyonu Temmuz 2009 sayısı. Onur konuğu kapakta da görüldüğü üzere Emre Tilev'in deyişi ile nam-ı diğer Harry Potter. Atılan başlık ise oldukça ilginç:

"Kewell is the toast of Turkey" burası tamam ama bomba sonradan geliyor: "So why is he playing in defence?" Bülent Korkmaz'ın Hamburg serisindeki hamlesi anlaşılan yıllardır Harry'yi hücum hattında gören hemşehrilerinin de kafasını iyice karıştırmış ki "Neden defansta oynatıldığı?" sorusuna cevap arar hale gelmişler.

Bülent Korkmaz büyük insansın, antrenörlük kariyerinin başında yaptığın hamle ile elin Avustralyalılarının da aklını karıştırdın ve ellerine bombayı bıraktın ya helal olsun!

27 Haziran 2009

Skibbe'den Rijkaard'a Kalan Miras



Bazen arkadaşlar arasında, bazen gazete sayfalarındaki yorumlarda bazen forumlarda görüyorum yapılan eleştirileri de futbolun bu tür ayrıntılarını keşfedemeyen beyinler bu oyundan nasıl zevk alıyorlar diye düşünmeden edemiyorum. Ne kadar tek düze, bayağı ve futbolu topun 2 direğin arasından geçmesi ile özdeşleştiren bir anlayışın hakim olduğunu görmek çok şaşırtıyor beni.

Şimdi neden böyle bir eleştiri cümlesi ile başlandı diye soracaksınız. Mevzuu hala Skibbe hakkında yapılan ve bu adamın geçen sene bu takıma yıllar sonra oynattığı o akıl futbolunun izlerini, esintilerini görmeyen o futbol kısırları. Evet futbol kısırları bunlar çünkü izledikleri şeyin gerçek tadını almaktan o kadar uzaklar ki.

Gerets'in takımı 5+5 olarak bölen ve total futbol ile alakası olmayan o saçma hücum futbolunu özleyen, Marsilla son 5 haftaya lider girdiğinde arkasından ağıt türküleri yakılan ama Blanc sezon sonunda kapağı yapıp şampiyon olunca sesleri çıkmayan bir ordu olduğunu görmek, bilmek... Var mı daha ötesi? İşte topun 2 direğin arasından geçmesini futbol zevkleri ile orantılı olduğu tayfanın taa kendisi bunlar.

2001 sonrası sahada deli danalar gibi koşan, ama futbolun özüne hizmet etmeyen bir futbol anlayışı ile oynayan, ortay koyduğu kaos futbolu anlayışı ile Lucescu sonrası Avrupa sermayesini tüketen bir takıma tam 7 yıl sonra yeninde futbolun güzelliklerini hatırlatan insandı Skibbe tüm defolarına rağmen. Evet, lider değildi, yumuşaktı ama bi futbol eğiticisiydi. Arda'yı 1 yılda gözle görülür 1 biçimde geliştiren isimdi O bir çokları bunu farketmese de. Yönetimin tüm altını oyan hareketlerine rağmen sadece kendi başarısı ile tutunmaya çalıştı Florya'da.

Futbolumuzda saçmalıklar almış başını giderken akıl futbolundan kesitler sunu Galatasaray ile bizlere. Uzun zaman sonra defanstan ileriye amaçsızca atılan toplar görmediğimiz maçlar izledik takım yenik durumda olsa bile. Bugün, Rijkaard kendi sistemini oturturken çok zorlanmayacak ise bunun yegane sebebi de Skibbe'nin zaten geçen sene takıma aşıladığı o akıl futboludur. Bu takımın küllerinde o futbolun esintileri var, eğer bunu göremiyorsanız geçen seneye gidip Benfica, Trabzonspor, Hertha Berlin, Olimpiakos, Gençlerbirliği, Anakaragücü maçları başta olmak üzere bir göz atın.

Bu arada Skibbe nin elbette negatif yanları vardı ama Benfica maçından sonra sarfettiği bu cümleyi acaba Terim, Denizli gibi hocalar söylese manşet olmaz mıydı: Maça Ümit ve Baros ikilisi ile başlayıp 4-2-3-1 dizilişinden ödün vermeden oynamasını ve her 2 oyuncuyu birden sahaya sürmesini "takımdaki oyunculara defansif bir futbol oynayamayacapğımızı sahaya kazanmak için çıkacağımızın mejasını vermek için tercih ettim" demişti. Bu söz çok ama çok değerli ama dediğim gibi sadece Skibbe gibi uysal birinin ağzıından çıktığı için dikkate alınmadı oysa Terim veya Denizli söylemiş olsa idi manşetlerdeki yerien çoktan almıştı.

Özetle Skibbe bu takımda yıllar sonra oynanması gereken futbolun temellerini attı şimdi Rijkaard alıp onu daha yukarılara taşıyacak. Eminim bu takım total futbolu oynarken bir çokları tüm payı Rijkaard ve ekibine biçecek ama uzaklarda, Almanyada olup da bu futbolun başlangıcını yapan O Değerli İnsanı ben buradan selamlıyor olacağım.

Aziz Yıldırım'ın Arda Teklifi


Olayı duymayan kalmadı, medyanın önde gelen isimlerinin de katılıdğı bir buluşmada Aziz Yıldırım, Adnan Polat'a "Arda için 15 milyon eoru vereyim, bize satın" gibisinden bir öneride bulunmuş.

Bu teklif yine bir Fenebhaçeli M.Y.Yılmaz tarafından Hürriyet Gazetesi'ndeki köşesine taşındı. Başkan'ın teklifinin bir Fenerbahçeli tarafından duyurulması, ne tesadüf değil mi?

Hiç de öyle değil işte. Yıldırım'ın zaten Arda'yı almak gibi bir niyeti olsa bunu Polat'a herhangi bir anda dile getirebilir fakat teklifin yapıldığı ortam tercihi o kadar manidar ki! Bu tamamen Aziz Yıldırım'ın planladığı bir güç gösterisi, başka hiç bir şey değil. Para ile her şeyi yapabileceklerinin en iyi kanıtını ezeli rakibinin başkanı ve medya karşısında Futbol Takımı'nın maddi ve manevi olarak en değerli oyuncusuna güya transfer teklifinde bulunarak da bunu apaçık ortaya koyuyor.

Peki bunu neden yapıyor? Dedik ya tamamiyle bir güç gösterisi ve psikolojik bir hamle. Medyanın önünde yapılması da bu olayı manşetlere taşımanın seçilebilecek en iyi yolu. Tabiki Galatasaray'ın maddi krizde olması da Yıldırım'ın kendisinde bu cesareti bulmasını sağlayan diğer etken. Oysa Galatasaray en az Fenerbahçe kadar maddi güce sahip olsa o zaman Polat'ın da benzer bir teklif ile karşılık vereceğini düşünüp adımını ona göre atardı. Şimdi ise elinde "Gidin önce stadınızı yapın o parayla" noktasına kadar gelecek koz var.

Yıldırım penceresinden göz attık yaşanılanlara. Bir de Polat tarafından bakalm. Bir Galatasaray Başkanı'nın bu teklife verilecek çok üsturuplu cevapları olmalıydı, basına yansıyan klasik söylemlerin dışında. Yıldırım'ın teklifine verdiği cevabı manşet yapabilen Başkan olmalıydı ama Polat bunu beceremedi, Aziz Yıldırım'ın cuzu teklifi kadar ucuz bir şekilde cevap verdi.

Kıssadan hisse, güçlü değilseniz 3-5 kuruş fazla kazanan dünün arka sıradakileri ulu orta önünüzde güç gösterisi yapmaya kalkar. Bu olay öyle basitçe geçiştirilecek bir durum değildir, ibret alınacak bir hadisedir aynı zamanda tabiki anlayabilene!!!

24 Haziran 2009

Biri İspanya'ya Dur Dedi!

Maçtan önce mutlak favori olarak görünüyordu İspanyollar, hatta finalin adı İspanya-Brezilya olarak konmuştu bile. Bu akşam da sadece bu formalitenin yarısını gerçekleştirmekten başka bir amaç taşımıyordu. İspanyollar da muhtemel Brezilya finali öncesi egale ettikleri Sambacılar'ın Rekoru'nu kırmak için böylesine bir rakip bulmanın rahatlığı içerisindeydiler. 36 maçlık yenilmezlik serisine ulaşarak yeni rekora sahip olacaklarından emindiler sahaya adım attıklarında. Tüm bu cümleler kağıt üzerinde kalan birer taslaktan ibaret kaldı, çünkü A.B.D'nin sahaya koyduğu müthiş performans göz önüne alınmamıştı.

Aslında daha 10 dakika geçmeden Birleşik Devletler'in maça ne kadar ciddi bir plan ile hazırlandığı meydana çıkmıştı. Bir defa topu bu kadar iyi kullanan bir takıma karşı oynuyorsanız rakibin bu pas organizasyonunu kurarak üzerinize gelmesini önlemeniz şart. Bu pencereden bakında A.B.D tarafında önde basarak İspanya'nın top yaparak üzerlerine gelmelerini engellemek ilk planlarıydı ki çok mantıklıydı bu hamle. Hatta Ömer Üründül maçın başında yadırgamış ve defansı ileri çizgi ahline çıkarmak olarak yorumlamıştı bu görüntüyü ama daha sonra İspanya'yı etkisizleştirmedeki etkisini görünce yorumlarını kesti. İşte bu pres ile kapacakları toplar ile çıkacakları hızlı hücumlar da planın önemli diğer parçasıydı. Maçında başındaki ilk 10 dakikalık dilim içerisinde buldukları 2 pozisyon sadece İspanyollar için değil aynı zamanda onları ciddiye almayan herkes için önemli bir uyarıydı. Attıkları ilk gol kurguladıkları planın çok iyi bir yansımasıydı. Hızlı bir hücum ve kötü son vuruşa rağemn gelen bol. 2. golde de yine hızlı ve seri adamları ile orta sahayı hızlı geçiş ve Ramos'un hatası ile birleşen öldürü darbe. Sahanın genelinde çok iyi alan daralttılar, defansta full konsantrasyon ile oynamanın artılarını sundular bizlere. Özellikle de Onyewu'nun performansı dikkat çekiciydi. İri yapısna rağmen oldukça seri ve topu oyuna iyi sokabilen bir oyuncu. Turnuva sonrası taliplerinin artacağı çok açık.

Benzer planı Barnebau'da ilk 30 dakika biz de çok iyi uygulamıştık. Tuncay-Nihat-Semih ile ileride başlayan pres ve orta sahanın da ileri çıkışı ile kapatılan boşluklar ile kitlemiştik İspanya'yı. Net 2 pozisyonu da bu dilimde bulmuştuk zaten. Geriye doğru çekildiğimiz analrda ise İspanya'nın baskısını daha fazla hissettik ve golü de bu anlarda gördük kalemizde. Amerika'nın bu akşam yaptığı en büyük doğru da maçın başındaki planı 90 dakikaya yaymak oldu. Tabiki bunda atılan golün getirmiş olduğu motivasyonun da etkisini belirtmek gerekiyor.

İspanya açısından bakılırsa da Iniesta'nın boşluğunu Fabregas + Alonso'nun dolduramaması çok dikkat çekiciydi. Riera'nın da kötü performansı da bu tabloya eklenince böylesine motive bir rakip karşısında çok zor durumlara düşebiliyorsunuz. Hatta Fabregas'ın çok daha erken oyundan alınması gerekirdi, geç bile kalındı aslında. İspanyol Takımın'ın genelinde de gerilim ve motivasyonsuzluk karışımı bir etki olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. İlk 45 dakikada fazlasıylı hissedildi bu hava.

Bir futbolsever olarak böylesine güzel bir maç izlemenin keyfini yaşamak düşüyor bizlere. İspanyollar'ın rekorunu görmeyi arzu ediyordum maçtan önce ama A.B.D'nin performansı karşısında da söyleyecek söz kalmadı. Final'de muhtemelen Brezilya ile oynayacaklar ama keşke hakemin Bradley'e gösterdiği o saçma sapan kart olmasaydı. En fazla sarı kart gösterilecek bir pozisyonda böylesine ağır bir karar ile takımın en önemli ismini finalden mahrum etti Urguaylı Hakem. Bu kararın final'de hem Bradley hem de Birleşik Devletler için önemli bir kayıp olacağı süphesiz.

20 Haziran 2009

Servet Çetin Gider mi?



Malum Galatasaray gündemindeki en önemli mesele şu anda Servet'in Marsilla'ya transferi. 8 milyon Euro gibi meblağlardan bahsedilirken 1 dakika bile durulmaması lazım ki yönetim de satmayı düşünüyor, işin uzamasının tek nedeni Marseille'deki yönetim krizi. 500 bin Euro'ya alınan bir adam özellikle de Servet için ömrü billah bulunamayacak bir miktar bu. Bu işin tek çıkar yolu vardır, o yol da Marseille'ye çıkmalıdır.

Burada transfer kadar önemli bir mesele de sonraki süreçte Galatasaray'ın izleyeceği stratejidir. Adam akıllı bir transfer politikası, organizasyonu, planı ve ekibi olan takım için oyuncu satmak (takımın kilidi konumundaki oyuncuları ayrı tutuyorum) gayet normal bir işlem olmalı, çünkü her zaman alternatifleriniz mevcuttur. Servet özelinde konuşursak da hiç bir zaman 8 Milyon Euro edemeyecek oyuncu için bu miktar bulunduğu zaman düşünülecek şey yerinin nasıl doldurulacağı olmamalıdır. Bu tür sorular yukarıda bahsettiğim organizasyon eksikliğinden kaynaklanıyor. Eğer zaten alternatifli bir transfer politikanız var ise Servet'in yerini dolduracak oyuncuyu kısa zamanda takıma kazandıracak aksiyonları alabilirsiniz.

Galatasaray'ın da genel bir organizasyonluk sıkıntısı içerisinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani sıkı ve geniş bir oyuncu izleme ve tarama sürecinden ziyada piyasada ismi bilinen ve menejer tavsiyeleri ile görüşülen oyuncular görüyoruz kulüplerin aylar boyu yaptıklar dev (!) operasyonlar sonucunda ki bu sadece Galatasaray'ın değil 3 büyüklerin genel problemi. Sarı-Kırmızılı ekib'in Servet transferinden karlı çıkması adına yapacğaı şey de bu transferde kazanacağı paranın örneğin yarısı ile bu mevkiyi dolduracak ismi bulmaktır ki Dünya Futbolu'nda yığınla var bu adamlardan, sadece bizim yöneticilerimizi haberi yok. Yoksa aynı para ile başka bir oyuncu alırsanız yaptığınız iş karlılıktan çıkıp takasa dönüşür. Oysa bir fuıtbol kulübü aynı zamanda karlılığını düşününen bir kurum olmalıdır.

Teknik olarak da Servet'in yüksk mücadele gücüdür eksikliği hissedilebilecek olan. Defans adamlarını her zaman belirli bir tekniğe de sahip olmaları gerektiğini düşünmüşümdür hep, bu nedenle de sahadaki oyununa saygı duysamda hep eksikti Servet benim için, şimdi en azından yalnızca mücadele etmeyen aynı zamanda geriden oyun da kurabilen bir oyuncu bulma şansı var Galatasaray'ın, ve bunu değerlendirmesi gerekiyor. Akıllıca bir transfer ile yeri gayet rahat doldurulur, rahat olmak lazım.

Eğer bu transfer gerçekleşir ise yeni sezonda yenilecek her golden sonra edilecek kelemlar, yazılacak cümleler bellidir Yüce Türk Basınını Kalemşörleri tarafından :" Servet gibi adam satılır mıydı?". Tıpkı bir önceki sezon Song için edilen anlamsız ifadeler gibi. Bir kulüp Song, Servet gibi oyuncuların yerini çok rahatlıkla doldurabilir, doldurabilmelidir de. Defans adamı denince de akıllara hep tabiri caiz ise kazma oyucu mu gelmelidir? Bu adamlar da hiç mi estekik aranmamalıdır? Song-Servet ikilisinin ileriye çıakrdığı 10 toptan en az 6'sının rakip tarafından alındığını görmelerini bellemek de fazlaca mı hayalciliktir acaba? Daha şimdiden görmek o kadar kolay ki basınımızın düşeceği halleri. Bu ülke de Spor ve özellikle de Futbol gelişmiyorsa en büyük nedenlerinden biri de Spor Basını ve yerlerde genine kalitedir ama bu konuyu açmak istemiyorum, ilerleyen dönemlerde bolca malzeme verilecek zaten bizlere.

07 Haziran 2009

Frank Rijkaard Transferi Üzerine



Daha önce de yazmıştım :

"Bu takıma kaos futbolundan daha farklı ufuklar açacak, bizlere akıl fubolundan kesitler sundurup futbolun aslında ne olduğunu hatırlatacak bir hocaya ihtiyaç vardı. Bu sezon Skibbe’nin kısa döneminde bile Arda’nın futboluna ne kadar akıl eklediğini gördük. Dünkü milli maçta (Azerbaycan) bu aklı resmen takıma bulaştıran ve o ayağa yerden paslaşmaların fitilini ateşleyen isimdi. Dolayısı ile takımın sahada sadece deli gibi koşturmasından daha fazla şeyi görmeyi hakettiğimizi düşünüyorum. Bu açıdan Co umut veriyor bana. 4-3-3 ya da 4-2-3-1 ile arkaya yaslanıp futbol izlememizi sağlayacak adam olabilir. Ya da benim bilmediğim başka biri varsa bunları yapabilecek ona da kabul."

Bu cümlelerden hareketle Rickaard transferi gayet umut vaadedici. Geçen sezon Skibbe'den geriye kalan esintilerin devam edecek ve gelişecek olması da işin diğer olumlu noktası tabiiki. Spor basınının aksine Bloger'lar olarak üzülmüştük Skibbe'nin gidişine oynatmaya çalıştığı akıl fuboluna yıllardır duyulan özlemden ötürü. Bugün eminim herkesin gözlerinde o "akıl futbolu" na kavuşacak olmanın parıltısı var.

Tardini, Rijkaard transferini değerlendirirken akıl fubolu düsturundan hareketle Skibbe - Rijkaar futbolları arasındaki benzerlikten dem vurmuş ve Skibbe'yi oynattığı futboldan dolayı eleştiren yönetimin benzer futbol mantalitesine sahip bir teknik adam tercihi yapmasını mantığını sorgulamış. Mantık olarak doğru bir yaklaşım ama şu gerçek gözden kaçırılmamalı: Ne Galatasaray yönetimi ne Türk Medyası Skibbe dönemi Galatasaray futbolunun farklılığını anlayamadı. Yani yılların kaos futbolu yerine yerden ayağa pas yapmaya dayalı bir futbol anlayışı geliyordu ve bizrçoğumuz için sevindiriciydi bu peki nasıl oldu da asıl farketmesi gerekenler farketmedi? Burada en dikkat çekici husus Alman Hoca'nın özellikle ilk dönemlerinde takımın mücadele ve defansif güç anlamındaki düşük direnci oldu. Yani evet takım rakip ceza sahası çevresinde 1 şeyler yapmaya çalışıyordu ama takımın rakiple mücadele etme gücü beklenenin altındaydı.

Özellikle ilk zamanlarda bu sıkıntı çok dikkat çekince zaten kariyerinden ötürü (-) puan verilmiş 1 antrenör olarak Skibbe'nin kalemi kırılmıştı ama uygun zaman bekleniyordu. Bu arada sakatlık geri dönüşlerinin etkisyle de takımı rayına oturmaya başlamıştı ama kafalarda hala o ilk başlardaki imaj vardı. Sonuçta malum son oldu. Geçmişe dönüp bakıldığında Skibbe'nin belki de Galatasaray Yönetimi içerisinde bazı isimler tarafından bile ciddiye alınmadığını ve oynatmış olduğu fubolun da bu nedenden dolayı anlaışlmaya çalışılmadığını düşünüyorum. Yoksa Galatasaray Futbol Şubesi'nin bu benzerliğin farkında olduğunun hiç ama hiç sanmıyorum.

Hollandalı'nın yardımcılığını ise Neskeens yapacak ki aslında transferin en önemli noktası burası. Bir antrenörün ne kadar güçlü olduğunu görmek için yanındaki 2. adama bakmak gerekir diye düşünürdüm hep ve ortadaki tablo daha fazla konuşmayı gerektirmeyecek kadar da net. Neskeens hakkında Aceto'nun yazdığı o güzel yazıyı okuyunca da kafanıza tüm parçalar rahatlıkla yerine oturtulabiliyor. Eğer Neskeen değil de yetişmesi için bir Türk Antrenör koyalım denirse işte o zaman ibre tersine dönebilir çünkü tek başında Rijkaard'ın olması yeterli değildir ve olmayacaktır.

Şimdi Rijkaard oturup takımın geçmiş maçlarını izleyecek ama birileri mücahil olup Benfica, Berlin, Trabzon maçlarını en başta izlemesini sağlasın ki aslına bu takımda O'nun oynatmaya çalışacağı futbolun izlerini görsün. Genel olarak yapılan "Aragones-Fenerbahçe" karşılaştırmasından işte tam da bu noktada ayrılıyor "Rijkaard - Galatasaray" birlikteliği. Evet yeni bir sistem gelecek ama geçen sezonun yaklaşık 20 haftasını zaten bu mantıkla geçiren futbolcular için büyük bir değişim olmayacak bunu hep beraber göreceğiz zaten.

Yaşanacak ilk sıkıntı ise GS Teknik Analizi yaparken sürekli dem vurduğumuz ve Rijkaard'ın oturtacağı sistemde de çok öenmli olan orta sahada oyunun 2 yönünü oynayabilen oyuncuların varlığını azlığı. Ayhan biraz daha yetenkeli olsa da özellikle Topal ve Barış gibi ofansif yaratıcılık anlamında sıkıntı yaşayan oyuncular ile bazı problemler yaşanabilir. Mustafa Sarp transferi de yine aynı çerçeve içerisinde değerlendirildiğinde yanlıştır, çünkü Galatasaray ön libero değil orta saha oyuncusu aramalı.

Daha geniş değerlendirmeleri ilerleyen döneme saklamak lazım çünkü yazılacak çok şey bulacağımız apaçık ortada...