26 Ekim 2009

Fenerbahçe 3:1 Galatasaray -->Beklenen Senaryo

90 dakika sonunda yazmamak için maç öncesi analizde belirtmiştim maça dair beklentilerimi, açıkçası tam da senaryoya uygun gerçekleşti her şey. Yenilen goller, yaşanılan gerginlik hiç yabancı değildi.

Maçı maddeler halinde özetlemek sanırım daha açıklayıcı olacak:

1) Arda'nın maç öncesi yaptıkları psikolojisinin yansımasından başka bir şey değil. Takımı sakinleştirecek, onlara cesaret verecek en önemli kişileren birisi Kadıköy sendaromu yaşadığını bu kadar belli eder ise cemaatten ne beklenir ki?

2) Galatasaray'ın kendi standardı yeterli olmaz dedik, genel çizgiden farklı değildi bu akşam. Yine defanstan çıkarken yapılan top kayıpları sonucu verilen pozisyonlar, rakip hücumlarda hatalı dizilişler, yanlış adma paylaşımları... Bu akdar çok hata yaparken gol yememek tabiki mümkün olamıyor.

3) Rijkard-Neskeens ikilisi maçı karşı yakaya çevirecek bu maç özelinde hiç bir hamle yapmaz iken Daum'un ise maçı ne kadar yaşadığı daha sahaya çıakrdığı kadrodan belliydi. Sol tarafa Wederson gibi ileri geri oynayabilen bir adamı koyarak Galatasaray'ın sağ kanat etkinliğini minimuma indirmeyi hedeflemişti ve bunu da başardı. Kazım'ı ileri uçta düşünerek sırtı dönük top almasından Servet-Gökhan ikilisini fizik gücüne karşı koyabilme potansiyelinden fazlasıyla faydalanmayı bildi.

Diğer tarafta ise takımının geçmiş performanlarının yeterli olmayacağını ne yazık ki göremeyen bir 2'li vardı. Kesinlikle geçmişte yapılanlardan farklı şeyler yapmak gerekirdi bu 90 dakika için ama aynı mantelite ile sahadaydı Galatasaray. Ne yapılan hatalardan ders alınmış ne de bu maç özelinde bir farklı taktik belirlenmişti.

Fenerbahçe ise orta sahada basan oyuncuların tümüne yer vererek Galatasaray'ın hücum alanını olabiliğince daralttı. Top Sarı-Kırmızılı ekipte görünse de Fenerbahçe kalesinde tehlike yaratacaka pozisyonlara girmekte bir hayli zorlanıldığı görülüyor.

4) Maç içerisinde kontrolün Galatasaray'a geçmesi tamamiyle Fenerbahçe'nin skor üstünlüğünü elde edip rakibi geride karşılamak istemesi ile alakalı. Yani oyunun kontrolünü elinde tutuyor gibi görünmesinin Galatasaray'ın hanesine hiç bir olumlu cümle yazdırmıyor. Bu açıdan sahadaki manzarayı doğru okumak lazım.

5) Galatasaray için asıl mesele maçı kaybetmek değil gelecek adına hiç bir olumlu işaretin olmaması. Geçen sene tablo ne ise bu sene çok da farklı değil. Rijkaard'ın Galatasaray'ının Skibbe'nin Galatasaray'ından çok da farklı olmadığını 2 takım arasında çok kayda değer farklılık bulmadığımı daha önce de yazmıştım. Gösterilebilecek tek fark Sabri'nin daha disiplinli oluşu ve geçen sezon kullanılamayan sağ kanadın Keita'nın gelişi ile verimli hale gelmiş olması. Bunun dışında takım savunmasındaki yumuşaklık, hücumda yaşanan tıkanmaların kabak tadı vermesi, oyun disiplininde kopuşlar bilindik manzaralar aslında.

Galatasaray taraftarı üzülecek ise bu maça ya da 10 yıla çıkan seriye değil, gelecek adına mevcut kadro yapısı ile bu takımın ne kazanımlar elde edebileceğinin ciddi soru işaretleri barındırması olmalı.

6) Arda'daki düşüşü anlamak mümkün değil. Zaten oyun temposunda sıkıntılar vardı, oyunu yavaşlatan oyun tarzı zaman zaman sıkıntı yaşatıyordu, bu haliyle ilk 11'de olması bile sorgulanır durumda.

Fenerbahçe dengeli kadro yapısı ile kendisinden beklenen oyunu ile, standardının dışına çıkmayan-çıkamayan Galatasaray karşısında rahat bir galibiyet aldı. Skor 2-2'ye gelse durum faklı olabilir demek için elimizde yeterli işaret yok, çünkü Galatasaray'ın her an gol yeme zaafını göz ardı etmek kolay değil.

Bir musibet bir nasihat olayından yola çıakrak haftalardır görülmeyen, görülmek sitemeyen, üstü örtülen oyun içi sorunları masaya yatırarak gerçeklerle yüzleşir ise Galatasaray teknik ekibi gelecek adına belli kazanımlar elde edilmiş olur aksi takdirde "Yediğinden fazlasını atmak" düsturu ile hareket etmek gibi bence çağ dışı bir düşünce ile ancak günü kurtamak mümkün olabilir. Çünkü her zaman istediğiniz golleri bulmak mümkün olamıyor bu akşam olduğu gibi.

25 Ekim 2009

Fenerbahçe-Galatasaray Maç Öncesi



Bir tarafta 9 yıllık galibiyet hasretine son vermek düşüncesinde olanlar diğer tarafta ise yenilmezlik süresini 2 haneli sayılara çıkarmak isteyenler, bir de bunun yanına galip gelenin haftayı lider kapatacağı gerçeği. Yılda 2 kez yaşanan bu heyecan öncesinde maç ile ilgili aklımızdan geçenleri sıralayalım:

Öncelikle maçın benim açımdan mutlak favorisi Fenerbahçe. Nedeni ise çok basit: Fenerbahçe'nin güçlü yönleri Galatasaray'ın zaafları ile bire bir örtüşüyor. Peki nedir bu güçlü yönler ya da zaaflar? Ligin ilk haftasından beri üzerine basa basa yazdığım, belirttim yegane nokta Galatasaray'a önde basan her takımın Sarı-Kırmızılı ekibi zorlayacağı gerçeği. Bu eksikliği giderme noktasında herhangi bir olumlu mesafe alındığını belirtmek de zor. Sadece Linderoth'un takıma girmesi bile takıma pozitif bir katkı yapabilirdi ama Ekim ayının başından beri idmanlara çıkmasına karşın teknik ekip tarafından bu maç özelinde hazırlanması düşünülmedi. Rijkaard'ın mantalitesine az çok aşina olduğumuz için bu aşamada şapkadan tavşan çıkarmasını yani sahaya Linderoth sürprizi ile çıkmasını beklemiyorum. Sadece Linderoth'un olması bile bu maç özelinde yazacaklarımızın çoğunu farklılaştırabilirdi ama klasik şablon üzerinden gideceğiz.

Ayhan-Topal-Sarp üçlüsünden hangi 2'li seçimi yaparsanız yapın modern bir kurgu oluşturmanız zor. Modern'den kasıt total olarak orta sahada oynayan oyunculardan beklenen gereksinimleri karşılama beklentisi. İleri-geri oyunu aynı verimlilikle ya da dengeli biçimde oynayabilme yetisinden bahsediyorum aslında. Buna bir de takım savunmasında yaşanan aksaklıklar eklenince rakip takımlar için bulunmaz nimet haline geliyor Galatasaray'ın 1. bölgesine baskı uygulanınca kapılan toplar. Özellikle de takım hücuma çıkarken kaptırılan topların gole dönüşme yüzdesinin yüksekliğini ve karşınızda Fenerbhaçe gibi bu hataları değerlendirecek oyuncuları olan bir ekibi düşününce Galatasaray'ın kalesinde gole dönüşecek tehlike senaryolarından biri otomatik olarak oluşuyor. Zaman zaman rakip sahada da kaptırılan sonrası geriye dönüşlerde yaşanan / yaşanacak sıkıntılar da bu akşam özelinde dikkat çekilmesi gereken hususlardan.

Galatasaray'ın dikkatimi çeken en önemli zaaflarından biri de "Oyun Dalgınlığı" olması. Nedir bu oyun dalgınlığı peki? Maçın belli anlarında takım içi bir hareket- savunma kabiliyeti-becerisinde önemli düşüşler yaşanıyor. Bu anlarda inanın hücum gücü yüksek bir takım bir anda 2-3 gol bile bulabilir Galatasaray kalesinde. Üstelik gol yedikten sonra disiplindne kopmaya meyilli oyuncuları da içeriyor Galatasaray kadrosu. İşte bu da Galatasaray için 2. ve 3. zaaf noktalarını oluşturuyor. Bu akşam Galatasaray'ın kısa bir zaman içerisinde kalesinde 1'den fazla gol yemesi de olasılıklar arasında duruyor.

Kadıköy tarafından bakınca bu zaaflara gerçekten iştah kabartan bir manzara ile karşı karşıya kalınıyor. Fenerbahçe'nin hücum-defans dengesini sağlama anlamında Galatasaray'dan daha ileride olduğunu belirtmek gerek. Kolay gol yemiyorlar ve takım olarak kalelerini daha iyi savunuyorlar. Buna zaman zaman orta saha oyuncuları ile ileride şok presi de ekleyerek rakip kalede pozisyonlar buluyorlar. Emre'nin liderliğinde başlayan bu önde basma eylemini bu maçın da belli anlarında göreceğiz muhtemelen. Özellikle Alex ve Emre ile savunma arasında bırakılan boşluklara iyi toplar atıp savunmayı dengesiz yakalama şansları da yüksek.

Galatasaray'ın oyunu rakip kalede oynama açısında Fenerbahçe'den daha ileride olduğu gerçeği üzerinden hareketle maçla ilgili tahminlerimizi açalım. Burada bir takımın hücum gücünü değerlendirirken rakip takımın savunma anlamında yapabildiklerini-yapamadıklarını da dikkate almak gerekiyor. Evet, Galatasaray iyi hücum ediyor ama Fenerbahçe'de kalesini iyi savunuyor. Üstelik Galatasaray'ın zaman zaman çektiği gol beceriksizliğinden arınması şart. Mutlaka rakip kalede pozisyonlar bulunacak ama çok fazla olmasını beklemiyorum ben. O nedenle de son vuruş becerisinin yüksek olması şart.

Fenerbahçe'nin rakip kalede etkili olma becerisi Galatasaray'ın savunma kabiliyeti ile alakalı büyük oranda. Yukarıdaki öngörü cümleleri Galatasaray'ın standart takım savunması üzerinde yazıldığı için ortalamanın üstüne çıkacak takım savunması ile Fenerbahçe'nin gol bulma şansı pekala azaltılabilir.

Maçın kaderini maddeler halinde çizecek olursak:

1) Galatasaray o bilindik takım savunmasını üst seviyelere taşıma çabası içerisinde olmaz ise Fenerbahçe maçında yediği goller Ankaragücü maçının gerisinde bile kalabilir. Savumadaki bireysel hataların azaltılmazı anlamında Mehmet Topal'ın savunmada stoper olarak oynamasısının hem Galatasaray hem de kendisi için en uygunu olacağını düşünüyorum. Bu akşam da Servet'in yanında Gökhan Zan'ın yerine oynatılması düşünülebilir, düşünülmeli. Hem topu daha iyi çıkarıyor hem Gökhan göre daha iyi savunma yapıyor hem de orta sahada oynama profiline çok da uymuyor.

2) Galatasaray'ın galibiyeti için en önemli şartlardan biri de ilk golü bulan taraf olması. Eğer ilk golü kalesinde gören taraf olur ise mutlaka oyun disiplininde kopmaması lazım. Yoksa ilk maddedeki senaryo devreye girer.

3) Fenerbahçe önde baskı yapacaktır maçın belirli anlarında bu anlarda Galatasaray'ın top kaybı yapmaması önemli, eğer yapılır ise kalede çok büyük tehlikler yaşanması olası.

4) Galatasaray rakip kalede çok fazla gol fırsatı bulamaybilir bu nedenle de son vuruş becerisinin ortalamanın üstünde olması şart. Özellikle Baros'un o bilindik sakarlığından arınması şart.

5) Daum geçmiş yıllarda da bu derbileri yaşadı ve 3 yıllık döneminde evlerinde oynadıkları maçları kazanmasını bildiler. Dolayısı ile tek galibiyet ile neredeyse sezonu kurtarmanın mümkün olduğunun farkında ki haftalar öncesinde izletmeye başladı Galatasaray'ı. Genel mantalitesi kontrollü ve topu tutmaya dayalı futbol oynatmak olduğu için bu akşam da benzer sahneleri göreceğiz. Belki zaman zaman rakibi uyutmak için de bu yola gidecekler.


Yazının girişinde de yazdım tüm faktörler göz önüne alınınca favorinin Fenerbahçe olduğunu söylemek mümkün. Eğer Galatasaray bilindik çizgisinin üstüne çıkamaz ise farklı bir skor ile dönmelerine de şaşmamak gerek. Bence maçın kaderi Rijkard-Neskeens ikilisinin ellerinde. Onların yapacakları ve yapmayacakları maçın kaderini çizecek. Çünkü bilindik Galatasaray performansı bu akşam için yeterli olmayacak.

18 Ekim 2009

Armand Neskeens

Referans olarak TFF'yi baz alınca bu işin tamamlandığını rahatlıkla söyleyebilmek mümkün. Johan Neskeens'in oğlu Armand, bugün itibari ile Galatasaray Altyapısı'na transfer oldu. Nereden geliyor,özellikleri nelerdir, ne yapar, ne yer ne içer mevzuları başka postun konusu olur buradaki ana tema Neskeens'in tercihindeki arka plan mesajlarıdır. Benim futbol bilgimin sınırları içerisinde başka bir örneği daha yok Türkiye içerisinde bu tablonun. Hatta 1. dereceden akrabayı geçtim dışarıdan gelip de genç takımlara ülke dışından oyuncu kazandırmış kaç teknik adam ayak bastı ki bu ülke topraklarına? 3'ü geçmeyeceğine eminim.

Bu tercihi bir kaç açıdan okumak mümkün. İlki, Johan Galatasaray'dan- Türkiye'den kısa zamanda oldukça etkilenmişe benziyor. Ötesi, Galatasaray altyapısının daha iyi konumlara taşınması için ciddi adımlar atılacağı gerçeği Johan'ı bu harekete sürüklemiş olma ihtimali gayet yüksek. 3. yorum ise Neskeens'in buradaki geleceğinin sanıldığından da uzun olacağını düşündüğü yönünde olabilir. 4. ise uslanmaz haylaz olan çocuğunu kontrol altına almak, göz önünde tutmak isteyen bir ebeveyn davranışı olarak değerlendirilebilir bu :) Tamam şaka yollu bir yaklaşım oldu...

Neyse ilk 3 madde üzerinden gidiyorum ve atılan bu adımın küçük görünen ama arka planında gayet önemli mesajlar barındırdığını düşünüyorum. Extensor'un da boğunda yazdığı gibi Dünya Galatasaraylılaşıyor mu ne?

12 Ekim 2009

Neil Robertson'dan Müthiş Final



2 genç ve parlak oyuncunun finalinde Ding'in turnuva başından beri ortaya koyduğu performans ile şampiyonluğa 1 adım daha yakın olduğunu belirtmiştim ama dün genel görüntüsünün aksine dağınık, kontrasyon kaybı yaşar bir halde bulduk Çinli'yi.

Oyunun kaderinin 9. frame'de çizildiğini belirtmek yanlış olmayacak sanırım. 4-4'lük skor ile açılan bu frame'i almaya bir kaç sayı kadar uzakken Neil ve herkes de artık skoru kendi kafasında 5-4'e taşımışken, Ding çok iyi 2 snooker ile 11 sayıyı bir anda hanesine yazdırıp farkı 10 sayıya kadar indirdi, bu anda masada tam 25 sayı vardı. Uzun süre Ding'in snooker arayışı ve Robertson'ın bunları çözüşleri ile devam etti oyun. Derken kahverengi için uygun bir pot bulmuşken Çinli öyle bir sayı kaçırdı ki belki de kendisi için maçın kaderinin değiştiği an oldu bu. Sadece bu frame şampiyonluğa patlamıştı ve zaten performans sorunu yaşayan Ding için sonun başlangıcıydı artık. Neil ise turnuva boyunca göstermiş olduğu olumlu çizgiden herhangi bir sapma göstermeden oynadı dün akşam ve haklı olarak kupaya uzanan isim oldu.

Dünya Şampiyonası'nda da yarı finale kadar yükselme şansı yakalayan Avustralyalı'yı ilerleyen zamanlarda daha iyi noktalarda görmemiz olası. Ding ise final noktalarında sıkıntı yaşamaya devam ediyor, gayet iyi başlangıçlar yapmasına rağmen sonunu da aynı şekilde bağlama noktasında eksiklikleri var ama gereken atılımı yapacağını beklemek gerekecek daha iyisini görmek için.

11 Ekim 2009

Glasgow'da Final'in Adı: Robertson v.s Ding

Bir önceki yazıda turnuvanın yıldızı olan 2 gencin finalde karşılaşamasının heyecan verici olacağını yazmış ama Higgins'in tecrübesi ile finalde Ding ile karşılaşacak isim olma ihtimalinin fazlalığına değinmiştim. Robertson-Higgins maçı nefesleri kesti ama Avustralya'lı formunun o kadar zirvesindeki Higgins'i kendi evinde 6-5 devirmeyi başardı.

Diğer tarafta ise favori oalrak gördüğümüz Ding 6-1 ile resmen sürklase etti Williams'ı. Bu trnuvada gerçekten çok farklı Çinli oyuncu. Daha önce çıktığı 3 finali de kazanma başarısı göstermiş biri olarak bugün aynı geleneği sürdürüp sürdüremeyeceğini merakla bekliyorum.

Çok formda iki ismin nefes kesen mücadelesine sahne olacak Glasgow GP'nin Final'i. Kim kazanırsa kazansın şaşırılmayacak elbette ama ben Ding'i 1 adım önde görüyorum.

Umutlar Başka Bahar'a

Beklenen son nihayet geldi ve 2010 Haziran'ında başka takımlarla heyecan bulmak zorunda kalacağız yine. Terim'in 4 yılda bir türlü oturtamadığı oyun şablonu, sistem, tutarsız oyuncu tercihlerinin -çok şanslı olduğumuz bir turnuva sonucu Final Kapısı'ndan dönülse de - eninde sonunda bizi gerçeklerle yüzleştireceği belliydi bir gün ve o gün bugündür artık.

Ortada bir başarısızlık var ve bunun tek sorumlusu ne yaptığını bilmez halde Milli Takım'ı yönetmeye çalışan Terim'dir. 2000 sonrası ne yazık ki tanınmaz halde ve bunu bugün için değil 3. olduğumuz Avrupa Şampiyonası sırası ve sonrasında da dile getirdik. Baktığınız şey çizginin topu geçip geçmediği değil ise ortadaki sonucun bir sistemin, planlamanın ürünü olmadığını anlamak çok da zor değildi.

İşte aslında nerede olduğumuz gerçeği ile yüzleşme vaktidir şimdi. Saman alevi gibi parlama ama elde ettiği başarıları istikrara dönüştürememe geleneğini sürdürmeye devam ediyoruz, sonumuz hayrola!

Çok da fazla bir şey yazmaya gerek yok, ortada o kadar çok yanlış var ki yazılacak, söylenecek... Bakalım kaç kişi cesaret edip taşıyabilecek satırlarına hataları, eksikleri ; Terim'in hışmına uğrama riskini göze alarak.

10 Ekim 2009

Glasgow GP'de Yarı Final



Turnuvanın şüphesiz en dikkat çekici yanı 2 genç yeteneğin ortaya koydukları performans oldu şimdiye kadar. Yarı finalde de karşılarında birer usta olacak Ding ve Robertson'un. Çin'li Williams ile karşılaşırken, Avustralyalı'nın karşısında son Dünya Şampiyonu Higgins olacak. Dünya 1 ve 2 numarasını eleyenlerin finalde karşılaşma ihtimalleri bir hayli yüksek. Yani Higgins-Ding finali çok daha yakın duruyor tüm senaryolar içerisinde.

Final yukarıda yazdığım gibi olursa tüm tecrübesine rağmen Higgins'in kesin favori olduğunu söylemek de kolay değil, çünkü Ding gerçekten bu turnuvada bambaşka oynuyor. Uzun zaman sonra bu kadar gelişmiş görmemiştim onu.
Favorileri aşağıda koyu renkde yazdım ama gönlümden geçen gençleri finalde görmek.Şimdi oturup yarı final eşleşmelerinin tadını çıkarmak gerek. Turuvanın yıldızı 2 genç ismi şampiyonluk için oynarken aynı karede görebilme ihtimali için ise Pazar gününü beklemek gerekecek.
Program: (TSİ ile)
10 Ekim Cumartesi
Higgins - Robertson 15:30
Ding - Williams 21:30
11 Ekim Pazar
Final 16:00 & 22:00

05 Ekim 2009

Takkenin Düşüşü : MKE 3:0 GS



Maçı izleyemedim, sadece özetleri gördüm. Bayağı pozisyon kaçmış Galatasaray adına ama yenilen 3 golün de son 6 dakikada gelmesi takımın maçın sonlarına doğru düşen direncinin yansımasından başka bir şey değil. Futbolda artık klasik haline gelen bir söylem olsa da tekrarlamak düşer burada:"Orta sahanız kadar güçlüsünüz. Onun kadar savunma yapıp hücuma destek olabilirsiniz". Galatasaray'ın sorunu ne sistemde ne de dizilişite. Oyun mantalitesinde ciddi problem var. Beşiktaş, Pana maçlarında görülmeyen, görmezlikten gelinen düşük savunma direnci artık iyice ortaya çıktı. O zaman yazdığımız için yeniden yazma gereği görmüyorum.

Orta sahası dengeli omayan, ileri-geri oynamayan, hücumcular ve savunmacılar olarak bölünen bir takımın kat etmesi gereken çok önemli bir yol var ve belki de en acısı bu. Güç, fizik olarak tamamlanabilecek bir eksiklik olsa giderilebilir ama mantaliteyi değiştirmek en zor olanı belki de. Galatasaray Futbol Takımı'nın futbol mantalitesinin değişmesi gerekiyor ve bunun ne kadar süreceğini de bilmek mümkün değil, emin olun Rijkaard da bilmiyordur.

Sonunda gelinecek yol bu olduğu için pek şaşırdığımı söyleyemem ama bu takımını geçen sezon Skibbe zamanında oynadığı futboldan farklı olarak ne sunduğunu merak ediyorum ki ben göremiyorum. Aynı kırılganlık yine sahnede.

Son söz, artık şifre alanen biliniyor: Galatasaray'a önde basan, sahada alan daraltan her takım ciddi biçimde zorlar bu takımı. Daha önce şifre diyorduk ama artık aşikar olduğuna göre gizli bir yanının olmadığı da açık.

04 Ekim 2009

Demirören'i Şampiyonluk da Kurtaramadı

Dün gece İnönü'de "Seba Gitsin, Ahmet Dursun" döneminden beri ilk defa bu kadar ciddi protesto vardı. Tribünler ikiye bölünmüş, kimisi "Çifte zaferin ardından vefasızlık yapıldığını" belirtip takımına destek verirken kimisi de maçı bir tarafa bırakıp ana amacının peşinde, Demirören'in karşısında yer alıyordu.

Öncelikle tepkileri abartılı bulduğumu belirteyim ama bunu düşündüren ana etken geçen sezon sonunda gelen 2 kupa kesinlikle değil. Çünkü yapılan onca yanlışın günü birlik başarılar ile örtülemeyeceğini düşünüyorum. Görev aldığı 5 küsür yılda 5 hoca ile çalışma istikrarsızlığını gösteren, Ertuğrul Sağlam gibi genç bir hocanın yanına Sinan Engin'i menejer diye koyma vizyonsuzluğunu sergileyen, yapıla fiyasko transferlere tonla para harcayan, transfer diye oyuncu peşinde koşan bir mantalitenin "denize düşen yılan sarılır" misali son şans olarak Denizli'yi bulması ve uzun yıllardır görülmeyen bir ortamda yapılan hatalara rağmen şampiyonluğun gelmesi hangi mantıklı düşünceyi etkileyebilir, içindekileri değiştirme dirayetini gösterebilir ki?

Demirören yıllardır yaptığı yanlışları örtmek için çok iyi bir şans yakaladı geçtiğimiz sezon ama başarıya o kadar hasret kalmıştı ki yaşadığı sarhoşluk geleceği kurgulamak için yakaladığı şansı kullanma becerisinin önüne geçti. Şampiyonlar Ligi'nde yer alacak olmanın rüzgarını gayet yerinde kullanabilirdi ama koskoca yaz dönemi resmen boşa harcandı ve bu müthiş şansı ne yazık ki kullanamadı Başkan.

Tamamiyle bir öngörü ve strateji hatası var, sonuçlarını çekmek de yine kendi kaderi. Şimdi kral gerçekten çıplak ve bu gerçek ilk defa bu kadar net olarak dillendirilmeye başlandı. Ocak ayında yapılacak kongrede karşısına sağlam bir aday çıkarsa o koltuğu Demirören'in daha fazla koruyacağına inanmıyor bir futbolsever olarak da inanmak istemiyorum. Çünkü Beşiktaş'ın bu kadar güçsüzleştirilmesine her şeyden öte Türk Sporu adına karşı çıkmak gerek ve bunun da en büyük sorumlusunun Ocak ayında yapılacak kongreden sonra o koltukta oturmuyor olacağını ummak en doğrusu.

Başkan'ı bu kadar yanlış içerisinde bulurken tribünlerin yaptığını onaylamadığımı belirttim. Ne yazık ki futbol sahası ile yönetim seviyesi ayrımını yapabilecek bir futbol seyircisi kültürümüz yok. O safları sırf takım sevgisi için doldurmadığımız adımız gibi biliyoruz, bizim için aslolan o yeşil tabloda gönül verdiğimizi sandığımız renklerin hoş sedası değil, karşımızda kim olursa olsun hep galip gelen, hep önde olan olmak, bu duyguyu iliklerimize kadar hissetmek. O kadar içselleştirmişiz ki bu duyguyu yaşanan başarısızlıkta belki de bundan en az sorumlu olan ve sahada tüm enerjisini harcamaktan başka yapacağı / yaptığı olmayan insanları bu kötü psikolojinin içerisine, tam merkezine çekiyoruz. Dün Tabata'nın attığı golden sonra tüm takımın yaşadığı sevinç bu buhrana karşı duruşun, isyanın göstergesi değil miydi? Adeta bir patlama gibi...

Yönetim sonuna kadar tek sorumludur ve en büyük protestoları hakediyor, burası kabul ama bunun yapılması için seçilen ortam, yer, zaman tam anlamıyla takımı kaosa sürüklemekten başka bir şeye yaramıyor. Bu ayrımın çok iyi yapılması gerekiyor ama henüz bu düzeyde olmadığımız da çok açık!

03 Ekim 2009

İbrahimovic Rekor Peşinde



Tıpkı Rijkaard'ın Galatasaray'da ya da Daum'un (ilk gelişi olmasa da) Fenerbahçe'de başardığı gibi yeni sezona kulüp tarihinin rekorlarını kıracak bir başlangıç yapmaktan daha iyisi ne olabilir ki? İsveçli golcü de işte tam bu noktada duruyor. İlk senesinde Barcelona tarihine bir ilki gerçekleştirerek girmeye çok yakın. 1950-51 sezonunda Cesar Rodrigez'e ait olan sezonu ilk 5 maçında gol atabilme rekorunu bugün Almeria ile oynanacak maçta gol atması haline 6 maça taşıyarak rekoru kıracak. Neu Camp'a daha 6. maçına bu amaç ile çıkmak, tıpkı reklam sloganı gibi "Paha biçilmez" olsa gerek!

Es-Es ve Graz Maçları'nın Ardından


Beşiktaş ve Pana maçlarından sonra tabloya gereğinden fazla olumlu bakıldığına dair eleştiride bulunmuştum, Rijkaard ve Galatasaray birlikteliği söz konusu ile geleceğe umutvar bakmak elbette normal bir durumdu ama gerçeklerin gözden kaçırılması da kabul edilemezdi. Bu tablonun yaşanacağının işaretleri aslında o maçlarda verilmişti. Eskişehir maçının ilk 45 dakikasında bence sezonun en iyi futbolu oynanmış olsa da ikinci 45 dakika ve Graz maçı'nın 90 dakikası sonrası konuşulması gerekenler var:

1) Takım gol pozisyonlarına giriyor ama genel bir organizasyon sıkıntısı var. Zaman zaman rakip kalede tehlikeler yaratılsa datad vermiyor takım sonuç olarak, bir şeylerin eksik olduğunu çok net görüyorsunuz.

2) Oyun disiplinine sadakat adeta pamuk ipliğine bağlı. Oyun disiplini sadece uzun top yapmadan yerden oynamak değil, aynı zamanda takı savunmasına destek vermek vs. gibi unsurlardan da oluşur. Dolayısı ile tam bir disiplinden bahsetmek mümkün değil. Graz maçının son 10 dakikasındaki görüntü çok şeyi anlatıyor.

3) Galatasaray orta sahası gereken sertliği sağlayamıyor, rakip için yumuşak kalıyor. Takım savunması olgusundan bahsetmek mümkün değil. Bir bütün haline topun gerisine geçilmiyor.

4) Ortadaki 2′linin top kullanma ve organizasyon becerileri Galatasaray'ın limitini belirliyor. Topal-Sarp'dan kurulunca da bu bölge işler tam da içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Bu 2′li sadece Es-Es maçının ilk 45 dakikasında beraber iyiydiler, çünkü Rıza Çalımbay 4 hücum elemanı ile çıkarak orta sahayı GS ye vermişti.2. yarı gol sonrası gerçek ortaya çıktı zaten.

5) Bundan 4 hafta önce blog’da bir yazı yazdım Elano hakkında. Link’i de koyuyorum. Özetle, tam bir tespitten ziyade Elano’nun görünen oyun yapısı ile GS'nin ihtiyaçlarının örtüşmesi noktasında sorunlar yaşanacağı yönündeydi. Mesele Elano’nun kalitesi değildi elbette ki onun için söylenecek bir şey yok.

http://sacitekin.blogspot.com/2009/09/elano-blumer-ve-galatasaray-oyun.html

Elano temposunun düşüklüğü, box-to box oynayabilen bir oyuncu olmaması itibariyle, Galatasaray’ın en fazla ihtiyaç duyduğu “forvet arkasında yaratıcı ve ileri geri oynayabilecek oyuncu” eksiğini kapatma anlamında soru işaretleri taşıyor. Solda-sağda oynamasından ziyade Galatasaray açısından burada verim vermesi önemli. Çünkü Elano forvet oynayıp sezonu 10 gol ile de bitirse bu verimli bir transfer anlamı taşımaz bence. Sadece Arda’nın yapmaya çalıştığı (tempo sorunu yaşadığı ve topu ayağında fazla tuttuğu, oyunu çok hızlandıramadığı gerçeğini de belirtiyorum) görevi yapacak adam Elano olmalı yoksa Galatasaray-Elano ortaklığı verimli bir işbirliği haline dönüşemeyecek ne yazık ki ve sezon boyunca bunun sıkıntıları yaşanacak. Takım Arda’ya çok daha bağlı bir hale gelecek.

Bu GS için en büyük problemlerden biri olarak görünüyor.

6) Bir soru?

Kapanan takımlara karşı neden hep üstlerine giderek boşluk bulunmaya çalışılır? Neden geri çekilip rakibin üstünüze gelip pozisyon aramasına çalışılmaz ve böylece daha büyük boşluklar peşinde koşulmaz? Galatasaray, Graz maçında bunu deneyemez miydi, ya da ilerleyen haftalarda yapamaz mı ?

7) Orta saha hayati bölge, buraya koyduğun her ada oyunu 2 yönlü oynayabilmeli, kanat adamları dahil. Galatasaray'a bakınca Arda-Kewell ve Elano takım savunmasına katkı anlamında eksikler, Topal-Sarp-Barış hücum zenginliği anlamında ciddi problem yaşıyorlar. İşte bu dengezislik içerisinde dengeli bir orta saha kurgusu oluşturmak ne kadar mümkün?

Örneğin Mehmet Topal sırf mücadele ediyor diye alkışlanıyor ama ben topu kullanma anlamında bu kadar sıkıntı yaşayan bir oyuncunun Galatasaray orta sahasında ne işi olduğunu sorguluyorum? Bence kesinlikle kendisini geliştirmeli ya da sezon sonu eğer talip çıkarsa satılmalı, çünkü yeri çok rahat doldurulabilir.

Geçen sene Galatasaray'ın sorunlarını konuşurken orta sahadaki bu oyuncu yapısındaki dengesizlikten dem vurmuştum çoğu kez. Lincoln-Elano değişikliği oldu ilaveten Keita geldi. Keita, orta sahanın hücum-savunma dengesizliğini geneye doğru çevirse de yine de bariz bir dengesizlik olduğu aşikar. Ben bunun da bu sene sorunlara yol açacağını düşünüyorum. Çünkü yapılan transferler görünen o ki bu sorunu giderememiş.

Rikkaard’da oyun içerisindeki sorunlara bakınca geçen sezon Skibbe’nin yaşadıklarına benzer problemler ile yüzleşiyor. Bakalım bunları aşma noktasında neler göreceğiz Usta’dan?