31 Ekim 2010

Galatasaray 2:1 Antalyaspor















Uğur Meleke'nin yazısını okuyarak başladım güne, hata etmişim.  Şaşırdım, temelsiz bir maçı yazısı ile doldurmuş köşesini bakın ne diyor Sayın Meleke: "Galatasaray, kendi evinde Antalya karşısına da Fenerbahçe’yle oynayacakmış gibi çıktı. Eğer bir duran top organizasyonuyla Servet’in sayısı gelmeseydi, maç üç gün üç gece golsüz gitmeye müsaitti. Sarı-kırmızılılar aynen Kadıköy’deki gibi önce savunmayı düşünüyorlardı, rakip duran toplarda kendi ceza alanı dışında Antalya 4, Galatasaray’sa sadece 1 kişi bırakıyordu. Dün oynayan 14 Galatasaraylı içinde sahaya kafasında gol atma düşüncesiyle çıkan adam sayısı iki buçuğu geçmez (Pino, Misimoviç + yarım Emre)..."

Bir takım hakkında böye bir değerlendirme yapıyorsanız sadece sonuç üzerinden değil, sebeplerden de dem vurarak ilerlemelisiniz. Fenerbahçe maçındaki oyun anlayışı ile aynı olduğu konusuna da katılmıyorum da bu takımın hücum oynamaya ne kadar yatkın ya da hücumda yaratıcı işler yapmaya ne kadar yatkın olduğunu irdelemeli Uğur Meleke. Ayhan,Baros-Arda-Elano gibi ilk 3'ünü ilk 11'e gözünüz kapalı koyacağınız (Belki Elano dışarıda kalabilir) hücum gücü yüksek olan 3 oyuncunuzdan yoksunsanız ve orta sahada Barış, Mustafa Sarp, Cana gibi isimler ile oynuyorsanız takımın hücum gücünün çıkabileceği maksimum seviyenin ne olduğunu düşünmek gerekir ki Galatasaray dün maçın belirli anlarında rakip üzerinde baskı kurmayı ard arda net pozisyonlara girmdiğini söylemek için maçı izlemek bile yeterli. Hagi mantıklı olarak her maçı kendi içinde bir final olarak değerlendiriyor ve eldeki malzemeye uygun işler yapmaya çalışıyo bu açıdan sahadakileri okumak lazım ve sahada oynanan futbolu. Meleke'nin yaptığı gibi Mourinho'nun otobüsüne benzetmek garipliğine düşmemek lazım.

Neyse, Rijkaard sonrası daha olgun cümleler kurabilmek adına 2 maç geride kaldı peki değişenler neler geleceğe dair neler okunuyor tablodan?

1) Şunu ne başta belirtmek lazım, Rijkaard'ın da Hagi'nin de en temel sorunu bireysel kalite. Kadroda bir kaç oyuncu dışında ciddi bir kalite zaafı var, bu limitle müthiş işler yapmasını beklemiyorum Hagi'nin. Dün akşam çıkan kadronun da yapabileceği belki biraz daha becerikli olmak olurdu gol noktalarında ya da Antalya'nın baskısını biraz olsun az hissetmek ama topu topu o kadar olurdu yapılacaklar.

2) Hagi sonrası Rijkaard'dan farklı olarak takım olarak topu gerisine geçilmeye çalışıldığını görüyoruz. Özellikle 2. yarıda ve maçın büyük çoğunluğunda en az 8 kişiyi topun gerisinde gördük. Gayet olumlu ama buna rağmen rakibin araya sızmaları dikkat çekici ki bunlar ile gelen 2-3 net pozisyon da var.

3) Rijkaard'ın 3 temel dayanağı vardı. Önde baskı yapma, oyuncuların birbirine yakın durması ve pozisyon almaları, oyun mesafesini daraltma. Hagi de geçen hafta GSTV'de ki programda takım oyuncularının yakınbirbilerine yakın oynamaları ve arkadaşına pas pozisyonu yaratmaları gerektiğinden bahsetti. Fenerbahçe maçında oyuncular arasındaki yakınlık ve pozisyon alma anlamında geçen 1.5 senenin en iyisini seyrettik. Dün akşam da bunlara dikkat ettim özellikle. Zaman zaman uygulansa da Rijkaard dönemi ile aynı belki çok az üstündeydi, takımın savunması eskiye göre biraz daha geride yani önde baskı yapıp alan daraltmadan ziyade defans çok öne çıkmadan öndeki oyucular arka taraf ile mesafeyi daraltıyorlar. İki teknik adam arasındaki mantalite farklılıklarından biri bu. Eldeki malzemenin belki de bunu uygulanabilir kılması da mevcut şartları oluşturmuş olabilir.

4) Saha içi diziliş ilk yarıda 4-5-1 çok az da 4-3-3- karışımı gibiydi. Misimovic alışılmışın dışında sol çizgide oynamaya devam etti taa ki Emre oyuna girene kadar. Emre ile saha içi diziliş 4-2-3-1'e döndü ki Hagi'nin bu hamlesi hem hücumcu bir oyuncu alarak takıma mesaj vermesi hem de 2. yarının başından itibaren üstünüze gelen Antalyaspor'un baskısını kırma anlamında olumlu ve değerliydi. Emre sonrası Misimovic'in merkeze geçişi ve burada son 30 dakikada sergilediği futbolun altını da çizmek gerekir. Pino-Emre-Misi 3'lüsüne Sabri ve Mustafa'nın verdiği destek ile bulunan pozisyonların gole dönüşmemesi üsütnde duurlması gerekn oktalardan biri üstelik sonrasında rakip maçı beraberliğe getirecek pozisyonları da bulma fırsatını yakalamışken.

5) 2-0'lık bir skor belki bir çok takım için rahatlık unsuru olabilir ama başta Galatasraay taraftarı olmak üzere geçmişte yaşadığı acı tecrübelerle sabitlenen sürecin sonucunda Galatasaraylı futbolcular üzerinde de psikolojik bir baskı oluşturduğu kanısındayım. Geriye çekilme, rakibin baskısını hissetme, yürekleri ağza getiren anlar geçmiş ile ortak noktalar ama en temel fark daha dikkatli olma konusunda sahip olunan yüksek motivasyon ve mücadele gücünün fazlalığı. Bu pozitif etmenler ne kadar devam eder bilemiyorum ama bu baskı süresinin azaltılması gerektiği bir gerçek.

6) Galatasaray Pino'nun hücum gücü ile beraber oyunun sıkıştığı noktalarda artık Baros'un yanına hemn arkasına sürecek türden bir oyuncu kazandı Hagi ile birlikte. Baros-Pino ortaklığı bazı maçlarda daha net olarak çıkacaktır ortaya.

7) Takımın savunma direncine müthiş katkı yapan Cana'nın 2 haftadır dışarı alınışına bir anlam veremiyorum. Mustafa Sarp'ın da Barış'ın da çok daha ötesinde olduğu açık üstelik hücum yapamama anlamında onlardan fazlası yok. Oyuncu değişikliğindeki bu hamle biraz düşündürücü. Mustafa Sarp, Hagi'nin de prensi olursa futbol bilgimi gözden geçireceğim artık...

8) Sabri'yi bir açık oyuncusu olarak değerlendirmeye ve enerjisinden orta sahada faydalanmaya çalışmak takım direncine katkı sağlamayı amaçlamak güzel hamle ama arka tarafta özelikle Ali Turan oynayacak ise çok da mantıklı durmuyor bu hamle. "Kayserispor ile papaz olunmasına sebep olunan oyuncu bu mu ?" diye sormadan alamıyorum kendimi. Serkan Kurtuluş'da da geleceğe dair yüksek potansiyel görmediğim için sağ bek problem olarak duruyor bir köşede.

9) Galatasaray'a lınmasının manasız bir hamle olacağını düşünmüştüm hala da aynı kanıdayım ama sezon başındaki Fenerbahçe hazırlık maçında Serdar Özkan'ın sol tarafta segilediği müthiş performans, Arda'nın yokluğu, Misimovic'in merkezdeki etkili futbolu bir araya gelince  Sedar'ın sol tarafta denenmesi gerektiğini düşünüyorum.

10) Aykut'un tribünde oluşu sakatlık ya da ceza ile ilgili değilse (araştırdım ama bulamadım) cesur bir hamle olu,muş. Ufuk'da ısrar edilmesi güzel, ışık var ama gereksiz işlerden kaçınması lazım. Konsantre olsa o pozisyon gol olmazd zeki olmalı futbolcu her şeyden önce. En büyük sermayesi eli olan adam bunu ofsaytı belirtmek için kullanmamalı, tabiki bu sermayenin yanına aklı da eklemeli.
Dün akşamın artıları da eksileri de var, en önemlisi umut var fakat malzemenin yapmaya imkan verecekleri de kısıtlı olduğundan şok kaybedilen puanlar da yaşanabilir. Burada benim dikkatim teknik ekibin uygulamaları, sahada sunmaya çalışacakları olacak. Alınan puanlar elbette değerli ama gelecek adına belki de daha önemlisi 2. goldeki samimi kutlamının sahipleri Hagi-Tugay Kerimoğlu 2'lisinin çizecekleri tabloyu merak ediyorum.

Haftaya Trabzonspor deplasmanı gerçek bir final aslında. Zorlu deplasmandan alınacak 3 puan ivmelenmeyi hiç beklenemdik şekilde arttırabilir. Sabırsızlıkla bekliyorum.

Antalyaspor ligin başında Fenebahçe maçında düşmeye aday takımlar arasında gösterilmişti otoriteler (!) tarafından. 6 haftada Beşiktaş deplasmanında son dakika golüyle alınan mağlubiyet sonrası 3'de 3 ile geldiler Sami Yen'e. Ne yapmaya çalıştıklarını bilen, Tita ve Necati'nin liderliğini yaptığı Sedat'ın şçok değerli katkıalr yaptığı oyunu hızlı oynamay çalışan ve rakip kaleye dikine kısa sürede ulaşma çabaları dün akşamın güzellikler arasındaydı. Mehmet Özdilek en başta da Antalyaspor hem teknik kadro hem de takım iskelet kadrosundaki istikrarın meyvelerini topluyor.

25 Ekim 2010

Hagi'nin Realizm'i

Yenilsen de Yensen de Programı'nda da üstüne basa basa söylediğim ve bu maça biraz da olsa umutlu bakmamı sağlayan unsur olarak belirtmiştim Hagi'nin Realizm'ini. Rijkaard'ın romantizmi ile çıkılsa bu maça en az 2 farka garanti gözü ile bakıyordum ama Hagi'nin olaylara daha mantılı yaklaşımı ile bu tehlike ile karşı karşıya kalınmayacağını düşünüyordum.

Bu maç özelinde skor değildi benim için önemli olan, karakterli bir futbol duruşu yeter de artardı bile, çok daha fazlasını görük bu akşam.

Sahaya çıkan 11 tam anlamıyla kusursuz. Pino'nun en uçta kullanılması isabetli hamle ki; güçlü yapısı, patlama özelliği ile fazlasıyla zorladı Fenerbahçe defansı ve kalesini. Rakibin en tehlikeli yanı olan kanatları kapatmak için alınan  tedbirler gayet mantıklı. Elano sağ çizgide geldiğinden beri en faydalı oyununu ortaya koydu. Mustafa'da hem orta alan hem de sağ tarafı kapatmak için görevlendirilmişti. Sabri ile beraber Caner-Stoch birlikteliliğini sonlandırdılar, bu sayede Caner neredeyse hiç hücuma çıkamadı. Misimovic'i forvet arkasında değil sol tarafta Balta'nın önünde kullandı ve sağ tarafta Mustafa'nın yaptığını sol tarafta Ayhan yaptı,  sık sık bu bölgeye yardıma geldi.

Bu tedbirler ile kanatlar kapatıldı ve Fenerbahçe'nin en etkili bölgelerine gereken tedbir alınmıştı.

Fenerbahçe için merkezi kullanma obsiyonu elbette vardı ama Pino-Misimovic-Ayhan-Elano dörtlüsünün önde baskısı; Cana-Ayhan ve Sarp'ın şu ana kadar görülenden farklı olarak sert futbolu topu merkeze rahatça taşımalarının önüne geçen asıl faktörlerdi. Başta Cana bu sertliği sağlayanların başındaydı.

Savunmaya gelince, Niang'ın gezginliği, dolaşımına karşı Neill'ın önde basışı ve topu rahatça aldırmayışı da teknik akibin önemli kararlarındandı. Niang'ın top ile birlikte üstünüze gelmesinden ziyade topla buluşmasını engellemek en garanti çözümdü.

Galatasaray'ın topu şişirmeden, yerden oynamaya çalışması, defansta baskıya rağmen top kaptırmadan yapılan çıkışlar gelecek için umut verici.

Bu sahaya çıkarken yapılan plan, peki oyuna yapılan müdahaleler?

Fizik güçlerdeki tükenme etkilemiştir mutlaka dışarıya alınan isimleri belirlemede "ama derbinin önemini bilen yerli oyuncuların motivasyonundan yararlanma düşüncesi var mıydı?" diye düşünüyorum. Bir teknik adamın oyuna yaptığı müdahaleler ve bunları yaparken segilemiş olduğu zenginlik eldeki potansiyeli anlama noktasında oldukça önemli.

2. yarıda Fenerbahçe'nin yüklenmeye başladığı dakikalarda Barış-Misimoviç değişkiğini yadırgsam da orta shadaki direnci arttırmada başarılı olduğunu söylemek mümkün. Yine aynı şekilde Cana-Serkan değişikliği ile Sabri'nin sağa Elano'nun ortaya geçişi de bir düşünce zenginliğinin göstergesi Bu değişikliğin Stoch karşısında Serkan'ın çevikliğinin yeterli olamama durumundan dolayı risk taşıdığı ortadaydı ki net pozisyonlardan biri Serkan'ın yanından basıp giden Stoch ile geldi. Serkan'ın oyuna alınışı yine aynı şekilde Elano-Emre değişikliklerinde genç oyuncuları daha iyi tanıması itibariyle Tugay Kerimoğlu imzasını görüyorum. Hagi 5 yıl önce Ayhan'ı sol tarafta kullanıyordu, Misimovic kenara gelince uzun zaman sonra sol tarafta görmek de ilginçti Kaptan'ı. Esk dinamizmi olmadığı içn kanatda oynaması pek kolay değil, ama iyi idare etti.


Galatasaray bir derbi için iyi bir plan ile sahadaydı, yapılan değişiklikler riskler barındırsa da istenilenin alınmasına hizmet etti. Bu açıdan teknik ekibi ve futbolcuları tebrik etmek lazım.

Bu maç gelecek adına umut vericidir ama ölçü değildir. Çünkü Galatasaray'ın sorunu kazanması gereken anlarda istenilen refleksi gösterememindeydi zaten. O maçların seyrine ve nelerin değişebileceğine bakmak lazım, zira kadroda o noktada sıkıntı hala mevcut.

Aykut Kocaman kendisini zor bir derbinin beklediğini biliyordu mutlaka, Çükü karşı tarafta ne oynayacağını bilemediğini bir rakip var, sahaya yansıyacak planı kestirmek mümkün değil bu anlamda. Bu açıdan bir mazeret var ama sonrasında herhangi bir tedbir alamamak ilginç.

Son 10 yıl hatta 20 yıla bakıldığında ilk yarıda gol atamadığı maçların sayısının 3'e ulaşamayacağı kesindir, fakat bu akşam ilk yarıda kaleyi bulan şutu olmayan bir Fenerbahçe vardı sahada. Rakip sizi şaşırtabilir, baştaki hesapları tersine döndürebilir ama bunu etkisiz hale getirmek için olumlu hamleler beklenir, Fenebahçe bu anlamda kayıtsız kaldı. 45-60 arasında sonuca gidemeyen ama etkili, 60-75 arası da topa sahip ama etkisini kaybetmiş bir takım görüntüsündeydi Aykut Hoca'nın öğrencileri.

Bu beraberlik üst sıralarda yer alanlara yaradı, özellikle Bursaspor ve Trabzonspor'a. Lig uzun maraon, şimdiden aradaki farkların kapanmasının zor olduğunu söyleyenler var, klasikleri bir tarafa bırakamak lazım. Çıkp maçlarını alacaksınız, diğerlerini kendi hallerine bırakacaksınız. 10 hafta sonra görün bakalım neler oluyor. O nedenle konuşmak için erken. Yalnız Bursaspor'un bu ligin dinamiklerine çok uygun yapıda ilerlediğinin altını çizmeden geçmeyelim.

Galatasaray morallendi, hem taraftar hem saha içindekiler ile birlikte ama soru işaretleri kalkmadı,zamanı var daha. Hagi-Tugay ikilisinin gelişi için kaynağı olmayan bir umut var içimde demiştim, ufak kırıntılar var umut kaynağı olarak, biraz daha ilerlesin zaman umut frekansının gücünden dem vururuz.

Maçın hakemi için eleştiriler gelecektir ama yıllardır bir tarafı doğrayan hakemlerden sonra Bülent Yıldırım için acımasız cümleler kurmak fazlaca insafsızca olacak. Başarılıydı, pozisyonlara yakındı ve baskı altında kalmadan yönetmeye çalıştı, ne hakemler gördü Kadıköy'de bu gözler el insaf diyorum. 2 yıl önce Hüseyin Göçek'in yönetimini inceleyin yeter de artar bile!

Son not, Hagi futbolcu kimliğinden daha bir sıyrılıp teknik adam sakinliğine bürünmüş, bu da güzel...

24 Ekim 2010

10-0 !





















Yazının başlığındaki sonuç, Eredivisie'de 14 şampiyonluğu(sonuncusu 1999'da), sonuncusu 2002'de olmak üzere 2 UEFA Kupası Zaferi bulunan Feyenord'un sahadan mağlubiyetle ayrıldığı  PSV Eindhoven maçının skoru. 1999 sonrası 2006-2007 sezonuna kadar 1. kere 4. lük ile biten sezonları istisnasız ilk 3 içerisinde bitiren kulübün bu sezon küme düşme hattındaki performansına dair tehlike çanları son 5 sezonda çalmaya başlamıştı aslında. Sürekli ilk 5 dışında kalınan yıllar ve son olarak Marvijk'in Hollanda Milli Takımı'na gidişi sonrası geçen sezon 9. lukla biten 2009-2010 sezonu. Bu yıl ise 18 takımlı ligde 16. sırada kırmızı bölgenin içerisindeler.

Kulüp tarihine kara leke olarak geçecek bu sonuç muhtemelen. PSV'nin de hiç acıması yokmuş be kardeşim, 102'lik yıllık tarihe sahip rakibe saygı duyulur önce. Elbette 10 gol attığı için eleştirecek değiliz PSV'lileri, fırsatı verirsen karşı tarafta da tarih sayafalarında yer alma şansını kaçırmayacaklar mutlaka bulunacaktır.

UEFA Kupası kazanan takımların sonraki yıllardak peformanslarını mercek altına alacak bir yazı  yazacağım zira 8 yıl sonraında gelinen tablo ortada. Galatasaray'ın da beklenen çizgiden uzak oluşu bu soruyu getiriyor akıllara.

Cümleten Feyenord Camiası'na geçmiş olsun...

Trabzonspor 3:1 Gençlebirliği
















Trabzonspor öyle ya da böyle 7 golle kapatmışken haftayı ki en son ne zaman yaptığına dair araştırma yaptım bulamadım, tribünlerde boşluklar görmek, o çoşkuyu hissedememek hayal kırıklığı. Maç 1-0 Gençlerbirliği üstünlüğü ile bitse neler yaşanacağı da ciddi soru işareti.

Tribün tarafı hayal kırıklığı, sahaya gelince ortada 2 perdelik bir oyun var birbirinden çok farklı duran. İlk yarıda rakibine boş alan vermeyen, önde basan dirençli bir Gençlerbirliği ve rakibin baskısına karşılık veremeyen, orta sahadaki yaratıcı oyuncu varlığına rağmen rakip kaleye inmekte zorluk yaşayan bir Trabzospor vardı. Bu görüntü hemen akıllara Manisaspor maçını getirdi doğal olarak ama o maçta da ilk yarıda maçı çözecek pozisyonlar ama bunlardan çıkan tek gol vardı Bordo-Mavililer adına.

Peki neden bir takım dünden bugüne bu değişimi gösterir? Futbol çok boyutlu bir oyun olduğu için tek sebebe bağlamak mümkün değil ama rakibin oyun anlayışına yukarıda değindik. Rakip önemli ama sizin neler yapacağınız da önemli. Bir takım oyunundan bahsetsek de bireysel performansların önemi de ortada. Alanzinho, Colman, Burak, Ceyhun hatta Serkan'ın toplu etkisizliği dikkat çekiciydi. Umut'un topla buluşamayaşının temel nedeni de bu. Burada ilerleyen haftalarda oyunun bu kadar büyük bir diliminde sergilenecek verimsizliğin önemli kayıplara neden olacağını belirtmek lazım. Eğer zirveye oynuyorsanız maçın bu kadar uzun bir periyodunu verimsiz hatta kötü oynamanız kabullenilir gibi değil.

Gençlerbirliği'nin golü hem kendi anlaşyılarının bir ödülü hem de Trabzon'a kesilen bir ceza niteliğindeydi. Galatasaray'da 2007-2008'deki şampiyonlukta kritik Trabzonspor deplasmanında 1-0'lık galibiyetin altına imzasını atan ve 1.5 sezon kesintisiz sakatlık yaşayan Serkan'ın dün akşam o güzel golle gündeme gelmesi bir futbolsever olarak mutlu etti beni, futbolu bırakma noktasına gelen bir oyuncunun gözlerindeki mutluluğu görmek güzel.

2. yarıda ilk yarının üstüne hiç yaşanmamış gibi başlayan Trabzonspor ardı ardına pozisyonlar gelebilecek gol ya da gollerin habercisiydi. İlk yarının kötülerinden Ceyhun'un yerine giren Engin'in sol kanadı etkili kullanışı, ayağında top tutma becerisi ile Cale'nin de hücumlara katılmasına katkıda bulunması, Burak'ın dinamizmi ve herşeyden öte Serkan'ın müthiş temposu maçın kaderini çizen başlıklardı. Golün Alanzinho-Jana değişikliğinin bir kaç saniye sonrasında gerçekleşmesi mesaj niteliğindeydi adeta (elbette bu durum bir rastlantıydı ama ilginç olduğu ortada). Baskı, ardından gelen gol sonrası morallenen orta saha Selçuk-Jaja-Engin gibi ayağına top yakışan isimlerin kontrol edişleri oyunu tamamiyle tek kaleye çevirdi.

Burada Serkan'a ayrı bir parantez açmak lazım. İlk goldeki asist çok iyi ama 3. goldeki 30 metrelik orta biraz rakibin pozisyonunun kötü olmasının payı da olsa tam bir asisttir, ayakta alkışlanmalıdır. Dün 3 puan yazılmışsa haneye baş aktör elbette Sekan'dır. Geçen sezon 30 maçta 3 asist yaparken, bu sezon 9 maçta 5 asistlik performansa ulaşması bile çok değerli. Yanına da galibiyet için savaşan oyuncuların başında gelen Burak'ı yazarım ben, Hiddink'in tribünde oluşu ilk yarıda tedirginlik yapsa da 2. yarıda doping etkisi yapmışa benziyor.

Jaja, yavaş yavaş ısınıyor takıma ve izlemesi büyük keyif. Basit oynamayı ayaüında top tutmayı da biliyor, fizik gücü iyi, Trabzospor'un başarılı hamlelerinden biri olacak.

Bu sezon duran top organizasyonu ile  (Yattara'nın Sivaspsor'a attığı firikiki saymıyorum) 5 gole imza attı Şenol Güneş'in takımı. Bu da % 21 civarı yapıyor ki önemli bir oran.

Trabzonspor bu orta saha zenginliği ile he maçta rakip üzerinde belirli bir dönem baskı kurmayı başaracaktır, ama mesele yukarıda yazdığımız gibi oyun içerisindeki etkisizliği, bilinçsizliği minimum sürelere indirebilmekte.

Gençlerbirliği antrenör değişikliği sonrası ne kadar değişecek, ne kadar farklılaşacak hep beraber göreceğiz. İlhan Cavcav'da düzene uygu artık her sezon teknik adam değiştirme modası içerisinde, son 4 sezonda 4. teknik adam ile çalışacaklar Thomas Doll sonrası, kadroları küme düşme potasının üstünde yer alacak potansiyel de ama istikrarsızlığın getireceği sonuçları kestirmek kolay değil.

Frank Rijkaard & Johann Neskeens // Gidenler & Geride Kalanlar
















Yine büyük futbol vizyonumuz (!) bir değişim hamlesine daha hakettiği şansı tanımadı, sabır temennileri ile başlayan bir süreç daha çaresiz bakışlarla 2-3 futbol bilgininin(!) dudaklarının arasından çıkan kelimelerle sonlandı. Hagi'nin gelişi için umut dedik elde herhangi bir kaynak olmadan, oysa Hollandalıların gelişi ne kadar da temelli hayaller kurdurmuştu bizlere. Turuncu bir futbol devriminin temsilcileri artık Florya'da idi. Derwall'den beri belki de kimsenin gelişi bu kadar heyecanlandırmamıştı bizleri.

Barcelona'daki yapı ile Türkiye'de bulunacak ortam, oyuncu kaliteleri arasındaki farklılıklardan dem vuruldu ilk kıyaslamalarda. Barcelona'da herhangi birimizin babasının da rahatlıkla başarıya ulaşabileceğini öğrendik bu dönemlerde. Klişelere alışmıştık elbette, dinledik geçtik yazdık elbette aklımızın bir köşesine daha sonra kullanılmak üzere. Benim umudum oldukça fazlaydı, mesele yerden ayağa oynamaksa Skibbe döneminin Galatasaray'ı zaten bunu fazlasıyla yapabiliyordu. Ardından gelen Bülent Korkmaz ne kadar tırpanlamaya çalışsada takımın genlerinde var olduğunu düşündüğüm bu alışkanlığın Surinamlı'nı işini kolaylaştıracağı başlıca dayanak noktamdı. Sorunlu adam Lincoln'ün bu oyun yapısındaki önemi de göz önüne alındığında Hollandalılar'ın Brezilyalı'dan maksimum verimi alabileceğini düşünmüştüm her ne kadar 4-3-3 için ideal oyuncu tipinde olmasa da. Nereden bilebilirdik ki adam zaten dönmemek üzere gitmiş. Önemli bir eksiklikti ama baştaki tecrübe bunları aşacak çereyi elbet üretecekti.

Evet, artık daha çok genç oyuncu görecek, onlardaki gelişimi küçük bir çocuğun büyümesini gün be gün kaydeder gibi belleklerimize kazıyacaktık.Servet defanstan topu ileri şişirmeyecek, Ayhan ve Mehmet Topal geriye doğru daha az oynayacaktı, kimbilir blki Barış gibi sağa sola bilinçsizce koşuşan bir adam bile evrim geçirecekti.Yerden ayağa oynamak, oynarken hem bu oyundan zevk alıp hem zevk aldırmak ana mantelitemiz olacaktı artık. Zorluk görecektik tıpkı Barcelona'da olduğu gibi, orada bile neredeyse 1 yıla yayılan uyum sürecini göz ardı edemezdik.

Sezona yapılan güzel başlangıca dair en güzel fotoğraf Gaziantep maçı sonrası teknik heyetin soyunma odası koridorlarında takımı karşılayışı ve tek tek tebrik edişiydi. O güne kadar hiç görmediğimi manzara çok etkilemişti bizleri, bu birliktelik kim bilir hangi başarılara gebe olacaktı, düşünmesi bile güzeldi. 6 haftalık galibiyet serisi bu güzel düşünceler eşliğinde geçmişti. Elbette takım içerisinde aksayan noktalar dikkat çekiciydi ama baştaki üstadlar eninde sonunda bunlara gerekli önlemi alacaktı.

7. haftada oynanan Eskişehir maçı ile 10. hafta Fenerbahçe maçı arasındaki dönem belki de sezonun genelini etkileyen olaylara gebeydi. Rijkaard ilk puanını ardından ilk maçını hemen ardından da ilk derbisini kaybetti. İlk puan ilk mağlubiyet değil ama bağıra bağıra gelen ezeli rakibe karşı kaybedilen maç Surinamlı'nın dengesini alt üst etti. Sonrasında oyun kurgusundaki değişiklik, bazı oyuncular en başta da Servet ile yaşanılan problemler ön planlaydı. Belki de çöküşün başlangıcı 10. hafta sonrasında başlamıştı. Sırıtan orta saha problemine çare bulmak için ilaç niteliğindeki devre arası operasyonu beklenen verimlilikte kullanılamayınca 3. olarak bitirilen sezon,  hayal kırıklığı olarak tozlu sayfalardaki yerini aldı.


Tamam sezon kötü geçmişti ama gösterilmesi gereken şey sabırdı. Taraftarlarda yeterince görülen bu oldu, aslı karar verici mercilerde ne derece vardı, asıl mesele burasıydı. Mayıs 2010'da Adnan Polat'ın Galatasaray Dergisi'de yayınlanan yazısı umut verici olsa da 2'şer yıllık Başkan Yardımcılığı ve Başkanlın dönemindeki eylemlerinin pek güven vermediği ortadaydı. Bakın ne demişti sayın başkan:


"Her ne kadar alınan sonuçlar tatmin edici olmasa da, geniş ve uzun vadeli bakabilenler, geleceğin Galatasaray’ının futbolunu, dünya futbol ekolüne yaklaşan oyun anlayışının ipuçlarını alabiliyorlar.
Bu konuda tepkiler ne kadar çok olursa olsun, biz  günlük yaşamamaya ve sabırlı davranmaya kararlıyız.Yönetim olarak biz bu kararlığımızı bir kez daha herkese ilan ediyoruz.
Bize inanın ve güvenin. Bunu yapabildiğimiz zaman, efsane takımların ve kadroların belli bir sürecin sonunda oluştuklarını hatırladığımız zaman, sabrımızın karşılığını alacağız. Başarı, bu süre sonunda gelir. Biz şimdi böyle bir süreçteyiz."

Mesaj çok acıktı hatta sezon başında daha Eylül ayında NTVSPOR'da da 2 yıllık yeni sözleşmenin arefesinde oldukları mesajını da üstüne basa basa veriyordu.

Artık beklenen hamle gelmeli ve Hollandalılar'ın kafalarındaki oyun modeline uygun transfer hamleleri yapılmalıydı. Bunun için de öncelikle biletinin kesilmesi beklenen oyuncular ile yollar ayrılmalıydı. Günler, haftalar derken 3 aylık dönem bir çırpıda geçiverdi ve geride Stoch'un Fenerbahçe'ye kaptırılışı, Rijkaard'ın gelişindeki mimarlardan Haldun Üstünel görevinden ayrılmış ve daha da acısı ne gelenler ne de gidenlerde beklenen değişimin yapılacağına dair herhangi bir umut verilememişti.

Sezona başlamadan tabloyu okuyabilen aklı başında bir Galatasaraylı için sezonun bir öncekinden daha zorlu ve çalkantılı geçeceğini tahmin etmek hiç de zor değildi. Gazete sayfalarında yönetim ile Rijkaard arasında ayaşan transfer uyuşmazlıkları, uzun transfer listesi ile kadroya katılanlar arasındaki çelişkiden, futbolcular ile teknik ekip arasındaki çekişmelerden dem vuruluyordu, ortada sorun olduğu açıktı.

İşte daha o dönemlerden yolun sonunun pek de aydınlık olmadığı belliydi aslında. Kötü sonuçlar sonrası hep arkasındayız denilen teknik adamların bu kulüpten nasıl gönderildiğini bilenler için yukarıda Başkan'ın söylediği cümlelerin de pek bir anlamı yoktu.

Sonrasında yaşanılanlar ve bugün gelinen nokta ortada...

Yaşanılan süreci elbette tek taraflı  olarak ele almak haksızlık olur. Rijkard'ın geçen sürede uyum sürecini atlatamamış olması bugün gelincen sürecin an etkenlerinden. Uyum sürecinin atlatılmasında en rolü üstlenecekler ise yine Futbol Yönetim Ekibi aslında, ama daha önce oluşturmadıkları gibi bugün de teknik ekibin çalışması için sağlıklı bir ortamı oluşturamadılar. Bu konuda Ebru Kılıçlıoğlu'nun Skibbe ile yaptığı röportajda önemli ipuçları alıyoruz:

"Galatasaray’ın teklifi kabul ederken Galatasaray’ın aslında yüzde 60’ı yabancı yüzde 40’ı Türk olan bir teknik direktör aradığını anlayamadım. Sanırım beklentilerin çakışmamasında en önemli nokta bu oldu. Pişmanlık değil ama bunu daha önce fark etmiş olmayı isterdim.

... Şunu demek istiyorum: Galatasaray yönetimi uluslararası isimlerle çalışırak, iyi isimler transfer ederek ‘Uluslarası’ olmaya çalışıyor. Ama bu formülün tutmasına olanak yok.

... Galatasaray Yönetimi'nin beklentilerini daha önce anlamış olmayı isterdim. Haldun Üstünel ve Adnan Sezgin’in yetkilerinin hangi konularda olduğunu ancak 2 ay sonra anlayabildim. Bana baştan bilgi verilmedi mesela. Bir de ben bazı şeylerin temelden değişmesi gerektiğini savunuyordum. Ama bana ‘bunlar değişmez’ diyorlardı."

Rijkaard tarafına gelince, çok şey değildi beklediğim. Büyük başarıların kısa sürede gerçekleşeceğine dair hayaller de kurmadım ama geleceğe daha umutlu bakabilmeyi umut ettim, değişime dair işaretler bekledim hep. Her ne kadar eline saçma sapan malzeme verilse de çürük elmaları ayıklamasını, daha dik durmasını diledim, olmadı olmayacaktı da. Tüm bunları belki de yanlış bir isimden bekledik. Yani çok daha farklı bir karakter aynı durum ile karşı karşıya kaldığında örneğin Magath ya da Terim ki bu isimler zaten kontrolü elinde tutar, neşteri vurmaktan çekinmezler ama daha önce böyle bir modelde çalışmamış, kibar adamımız için içinde çıkılmaz bir durum oluşturuyordu tüm bu yaşanılanlar.

Son zamanlarda gözlerindeki inanıc kaybettiğini o kadar net görebiliyordum ki haketmediği şartlarda çalışmak zorunda kaldığı için açıkası üzülüyordum, bu yönetim Rijkaard ile çalışamayı hakedemeyecek kadar amatördü.

Dünya çapında bir teknik adamı göreve getirmek öenmlidir ama bu adama doğru dürüst malzeme verememek onu Mustafa Sarp'a, Gökhan Zan'a, Serdar Özkan'a mahkum bırakmak vizyonsuzluğu taa kendisidir.

Burada Rijkaard bu isimlerle çalışmayacağını belirtebilirdi görüşü savunulabilir, doğrudur da bunu yapacak teknik adam modeli Rijkaard değildi, o nedenle de bu beklenenler olmayacaktı.

Şimdi daha önce hiç bir teknik adam ya da futbolcuya yapılmamış bir organizasyon peşinde taraftarlar. Hakedildiği gibi uğurlanma derdininde olan futbol sevdalıları havalimanında olacak ve hayatı boyunca unutmayakları bir an yaşatacaklar 4 değerli futbol adamına.

Frank Rijkaard, Johan Neeskens, Albert Roca ve Carlos Cuadrat , yolları Florya'ya düşmüş 4 değerli futbol adamı. Sizleri Florya çimlerinde Sarı-Kırmızlı renkler altında görüp kısa süreli de olsa Barcelona modeli hayalleri kurmak bile güzeldi. Yaşatamadığınız ama tüm inacımızla yıllar sonrasında dair kurduğumuz hayaller için teşekkürler...

Not: Lyon'un Frank Rijkaard ile ciddi manada ilgilendiği haberleri çıktı Fransa basınında. Malzeme hayet iti, Guel'in yerien göreve gelir ise neler yapabileceğini merak ve heyecanla takip edeceğim.

22 Ekim 2010

Umut...



















Sezgin & Polat ikilisinin bütün çabasıyla kirletmeye çalıştığı Florya'ya doğan güneş gibiler. İşleri zor belirtmeye gerek yok, ama içimde herhangi bir veriye dayandıramadığım umut var. Rijkaard'ın romantizminden Hagi-Tugay ortaklığının realizmine geçiş Galatasaray için daha iyiye gidişin yolunu açacaktır.

Yolunuz açık olsun...

19 Ekim 2010

Teknik Adam Seçen Futbolcu

sabah.com.tr'de Abdulrahim Albayrak'a yeni hoca adayları hakkında sorular sorulmuş birtanesi de futbolcuların hoca değişikliği durumunda kazanacakları motivasyon ile ilgili:

Muhabir: Bir de takımdaki bazı oyuncuların Rijkaard ile arasının kötü olduğunu bilmeyen yok.
Abdulrahim Albayrak : Başta Servet geliyor. Şimdi Kadıköy'e yeni bir hocayla gidilirse, bu oyuncular Rijkaard varken oynadıkları gibi oynamayacaklar, daha özverili oynayacaklardır.

Bu nasıl bir cevap, sen Galatasaraylıyım diye kendini yerden yere vuruyorsun, Galatasaray Futbol Takımı'nda futbolcuların özverili oynamama gibi bir lüksleri olduğundan dem vuruyorsun. Ağzınla böyle bir şeyi itiraf ediyorsun. O zaman Servet başta olmak üzere o çetenin defterini dürmek lazım. Ulan ne hala düştü şu Galatasaray, yıllardır hoca gidince gaza gelen futbolculardan bıktık hala da kurtulamadık. Defolun gidin lütfen...

Şu takımın en çok da ba sabotajcılarından kurtulmaya ihtiyacı var, her kimki bunu yapacak beceriyi gösterecek işte o Galatasaray'ın parlak geleceğine dair ilk temiz sayfayı açacak. Yoksa bu kervan böyle gider.

Ne Olacak Bu Cimbom'un Hali?

















Şu andaki tablo görünen köy klavuz istemez kıvamında. Olay çok boyutlu, işin yönetim tarafı var, teknik heyete bakan yönü var, "hırsızın hiç mi yok" misali futbolcuların da sorumlulukları mevcut ve tüm bunların yanında tribündekiler de bir tarafındna tutuyorlar yaşanılanların.

Bu tablonun yaşanacağını yaz başından beri yazan, Galatasaray'ın ilk 4'e giremeyeceğini o zamanlardan beri iddia eden biri olacak en büyük hatanın Adnan Polat ve yanında futbolu yönetmekten aciz her kim varsa onlara ait olduğunu çok rahat söyleyebilirim. Bir takım 4 senede ancak bu kadar kötü yapılandırılamaz, tam bir başarısızlık hikayesi. Tabiki bu düşüncenin nedenleri var, onları detaylı olarak yazacağım ama kurtuluş için en sonda yazacağım reçeteyi başta yazayım:

Ya Adnan Polat çıkıp ben ve yanımdaki sorumlular bu işi beceremedi yani futbol yönetimini yüzüne gözüne bulaştırdı diyecek ve futbol yönetimini gerçek manada yeniden yapılandıracak ve arkasına dönüp bakmadan orada yapılanları kendi koltuğundan izleyecek ya da en geç önümüzdeki mart ayında karşısında kim çıkarsa çıksın seçimi kaybederek yüzüne gözüne bulaştırdığı futbolu en azından daha kötüsü olamazdı diye bizleri bir umut rüzgarına kaptırmak üzere bayrağı başkasına teslim edecek.

Evet kurtuluşun 2 yolu var o da yukarıda, başka hiç bir şey kurtaramayacak Futbol Takımı'nın geleceğini. Asıl kahramanlar dışında kim giderse gitsin ya da kim gelirse gelsin değişmeyecek, göreceksiniz.

Yönetimin yanında 2 yılda ne kadro değişimini becerebilen ne de bu takımda forma giyemeyecek seviyesizlikteki oyuncuları ayıklayacak cesareti, değişim gücünü göstebilen teknik ekip de nasiplenecek elbet ama önce tepedekilerden başlamalı.

Futbolcular da işin içerisinde elbet ama futbol yönetimini Adnan Sezgin gibi yaptıkları (!) yapacaklarının teminatı olan birine bırakırsanız, takım içerisideki sorunlarıu-uyumsuzluğu ortadan kaldıracak sistemi kurması gerekirsen sevgisizlik tohumlarının mimarı olan şahsa bırakırsanız amatör şubeden farkınız kalmaz. Üstelik değerli futbol bilginimiz asla Floryanın o meşhur 5 kapısından birinden giremeyecek isimleri kadroya katma başarını gösterebiliyorsa diyecek bir şey kamıyordur artık.

Galatasaray formasını giymek bu kadar ucuz hale gelmemişti belki de tarihide. Yaser'ler, Ferdi'ler, Serkan Kurtuluş'lar, Volkan Yaman'lar, Servet'ler, Balta'lar hemen akabinde Mustafa Sarp'lar bu kulübn formasını 3 yıl gibi kısa bir zamanda ard arda ve çoğunlukla beraberce giyiyorsa geçmiş ola!

Detaylı yazıyı daha sonraya saklıyorum ama tablo vahim. Bana en çok acı veren bu tablonun geleceği o kadar açıkken orada baş sorumluların gözlerimizin içine baka baka başarı dolu hikayeler anlatabilmesi ve bunları görmezlikten gelmesi! Vallahi yatacak yeriniz yok sizin!!!

18 Ekim 2010

Derbiye Hazırlık // Konyaspor 1:4 Fenerbahçe

Alex'in olmayışına en çok Aykut Kocaman sevinmiştir şüphesiz, hem polemiksiz bir maç yaşayacağı hem de kafasındakileri sahada rahatça uygulatma fırsatı bulacağı için. Bu akşam ilk 45 dakikada sahada yaşananlar sezon öncesi açıklanan planlarla uyum içerisindeydi: Hızlı, yerden ayağa oynayan, zevk veren bir takım.

Bir antrenörün kaderi çoğunlukla kendi elindedir, elbette kontrol edemediği durumlar vardır fakat kendi üzerine düşenlerin eksiksiz yaptığı zaman alacağı sonuçların olumsuz olması pek de kolay değil. Bu noktadan hareketle işin başlangıç kısmını yani takım kurgusunu oluşturma bölümünü kusursuz ya da az hata ile yapabilen bir antrenör sezon içerisinde yaşayacağı fırtınalı havalara karşı kendini korumaya almış olur. Aykut Kocaman Yobo, Niang, Dia, Stoch transferleri ile takımın oyununa pozitif katkı yapan 4 ismi kadroya katarak ilk kısımda önemli adımlar attı. Ek olarak problemli noktalara ilişkin teşhisler de gayet yerinde. Geçen sezon nasıl transfer ettiği soru işareti olan Baroni'yi artık ilk 18'e bile almaması kafalarda soru işareti oluştursa da doğruluğu süphe götürmez. Bilica'ya da kesik atması yerinde. Yani sorunlu bölge- oyuncu uyumsuzluğunu süzebilmiş. Bu konuda Rijkaard da güven veriyordu, örneğin Servet kesik yemişti, sol bek arıyordu ama kadrodaki alternatifsizlik ya da Rijkaard'ın dik duramaması sonucu Sarp, Servet gibi tek düze adamları kadroda görüyoruz. Gereken değişim cesaretini gösterememe, kadroda yapılması gereken hamleleri yapamamanın ya da yaptıramamanın ağır bedelini ödüyor Rijkaard ve ödemeye de devam edecek. En büyük hatayı işin mutfak kısmında yapınca ortaya çıkan malzemenin tat vermesini beklemek de kolay değil.

Fenerbahçe için hep kadrosunun genişiliğinden en azından kaliteli oyuncuların varlığının fazlalığından dem vurduk. Bu kaliteli oyuncu zenginliği içerisinde bazı oyuncuların alternatif ekskliği olduğu ortada. Örneğin takım temposunda Emre vazgeçilmez bir isim, yokluğu takıma ciddi  ivme kaybettirir. Niang'da biraz alt tarafta tahtaya ilk yazılacaklar arasındaki yerini sağlamlaştırıyor, yokluğu hissedilir. Mesela Stoch, bu takım için çok çok önemli bir isim olacak zaman ilerledikçe. Yokluğu da aynı oranda etkileyecektir, alternatifler oluşmadığı zaman ki Özer'in sakatlığı, Santos'un formsuzluğu, Caner'in dengesizliği düşünüldüğünde.

Kocaman'ın Topuz tercihi hep beklenilen hamleydi, daha önce burada denendi Daum tarafından ama bu akşamki gibi ilk defa görüyorum onu. Çok hareketli, oyunun iki tarafında da var olan tam bir orta saha oyuncusuydu. Baroni + Selçuk'dan daha verimliydi.

Aykut Kocaman'ın en büyük sınavı takım ruhunu oluşturma ve saha içi motivasyonu yerleştirme noktasında olacaktı, zira eldeki malzeme bence gayet yerindeydi. Bu akşam zamanla daha iyi olacaklarına dair sağlam işaretler verdiler. Rakip Konya'nın zayıflığı da etkiliydi ama galip tarafın hakkını vermek gerek.

Ziya Hoca'nın işi kolay değil, her türden adam var takımda ve çoğunlukla vasat altındalar. Montona göze batan isimlerin başında, gerisi puzzle ı tamamlar mı emin değilim, kolay gelsin.

Bu hafta derbi var, Fenerbahçe bu hızlı oyunu sergilemek iin Galatasaray'ı üstüne çekip boşluk vermesini sağlarsa ortalık şenlik yerine döner, o nedenle Rijkaard'ın da iyi okuması lazım Konya deplasmanını ve Kocaman çomak sokmaz ise sezon sonuna kadar şampiyonluğu kovalayacak bir ekip olmamaları için elde neden yok.

Bu arada Özer'i sol ayak tarak kemiğinde aynı sakatlığı yaşaması üzücü, zor bir durum özellikle psikolojik olarak, geçmiş olsun.

17 Ekim 2010

Kasımpaşa 0:7 Trabzonspor

Daha ilk dakikada gelen gol maçı Kasımpaşalılar'ın kafasında bitirmişti, 2. golü yiyene kadar bir direniş çırpınma çabası ama Burak'ın plasesinden sonra kopan film. Gerisi zaten malum.

Yılmaz Vural'ın futbol kaderinin tekrarlarını yaşıyor. İlk teslim aldığı sezon müthiş çıkış yapan, dikkatleri üstüne çeken takımlar bir süre sonra düşüşe geçip çoğunluklar lige veda ediyorlar. Geçen sezon ligin Barcelonası diye adlandırdığı takımın temel direkleri Murat Erdoğan, Koray Avcı, Cenk işler, Andre Moritz, Emre Toraman gibi isimlerin bu seneki alternatifleri beklenen katkıyı yapmaktan uzaklar. Yaklaşık 1 yıl önce göreve başladığında takımın yabancılarının çoğunu gönderip yoluna yerli oyuncu ağırlıklı kadro ile devam eden Yılmaz Hoca yukarıda ismi geçen yerli oyuncuların yerine ters bir hareketle yabancıları yerleştirmeye çalıştı ama bugün  Azar Kardaş ile Keller yani sadece 2'si sahadaydı, 4'ü ise kulübede. Gol umutları da hala ileri uçta Ersan Martin'de..

Kasımpaşa takımında parlayan tek isim var: Yekta, onun dışında gerçekten sıradan bir takım havasındalar. Fenerbahçe maçında 6 gol yiyen, ortsa sahası yol geçen hanına dönmüş takımın o maçı defterden silmişçesine aynı hataları tekrarlaması, savunmayı sadece 4 oyuncu ile yapmaya çalışması, savunmada sürekli çizgi halinde yakalanması anlaşılır gibi değil. Maçın ilk yarısında kalelerinde sadece 3 gol görmelerinde Trabzonspor'un başlangıçtaki tutuk oyununun etkisi fazlaydı.

Yılmaz Hoca maçtan sonra görevinin başında olacağını, tabloyu hep beraber iyiye döndürmeye çalışacaklarını belirtmiş, güzel verilmesi gereken mesaj buydu ama yönetimin muhtemel kötü sonuçlar sonrası takınacağı tavır da önemli özellikle de önümüzdeki hafta İnönü Fatih'i Manisaspor, sonrasında ise Kayserispor ile oynayacakları düşünüldüğünde. 5-11. haftalar arasındaki fikstürlerinin zorlu olduğu ortada fakat Kasımpaşa şu andaki savruk, kopuk, rakibe baskı yapmayan teslimiyetçi, hücumda tüm yükü Yekta'nın omuzlarına bindirmiş hali ile umut vermediği de ortada.

Trabzonspor için yorum yapmak kolay değil çünkü rakip ortada ama orta saha yapılarına olan beğenimi de belirtmeden geçemeyeceğim. Rakip kötü ise övgü dolu cümleler dizme noktasında dikkatli olmak gerekse de 2. golden önceki 20 ye yakın ard arda pası bu ligde yapabilecek çok az takım var. Bu maç özelinde en dikkat çekici husus sol açıksız oynanan futboldu. Colman'ın desteklemesi gereken bölge hücum özelliği olmayan Cale'ye kalınca o bölgeden fazla atak gelişmemesi gayet normal. Ek olarak takım içerisinde pas tercihlerinde zaman zaman yaşana bencilliklerin de altı çizilmeli. 1. golden hemem sonra bazı pozisyonlarda uygun durumdaki oyuncuların görülemeyişi Beşiktaş maçındaki aynı tablodan sonra hafif can sıkıcı. Jaja'nın golle buluşması güzel, topu onun ayağında görmek de. Gözlerimizin pasını sileceği haftalar da gelecek, bekliyorum.

Trabzonspor iyi takım sonuna kadar gidecekler sadece 2 noktada sıkınıtı yaşayabilirler. Golcülerin gol kısırlığı yaşaması (hücuma destek veren orta saha oyuncularının varlığı burada önemli ki ziyadesiyle var) ve defans hattındaki  (özellikle sol bek) alternatif sıkıntısı (Egemen'in pimi çekilmiş bomba kıvamında oluşu). Umutvar olmak için ise fazlasıyla neden var. Bu lig çok şeye gebe, orta sahada kayıp yaşamadığı sürece Bordo- Mavililer bu yarışın içinde olmaya devam edecekler.

Maçın hakemi Suat Arslanboğa Bebbe'nin pozsiyonundaki sarı kartında haklıydı ilk başta ben de %100 penaltı olduğunu düşündüm ama yanılmışım. Onur topa dokunamayacak şekilde uzanmışken Bebbe kendini bırakmayı düşünmese zaten penaltı olacak ama zeka önemli işte anlık kararler ve isabet derecesi belirliyor sonuçları.

16 Ekim 2010

Bursaspor 2:2 Karabükspor

Birbirinin zıttı iki devre, müthiş tempo ile iştahları kabartan bir ilk yarı o açlığı bastırmak için önünüze konulan lezzet vermeeyn bir yemeüin getirmiş olduğu hayal kırıklığı. 35 dakikadaki 4 gol sonrasındaki 10 dakika da en az 2 gole gebeydi ama sonrasındaki 45 dakika beklentinin altında kaldı.

Volkan Şen affedilse bile hala kulağı çekiliyordu ki sahada değildi, yerine alt yapı kökenli İsmail yerleştirilmiş. En uçta Turgay, solda Ozan arkada futbol zekası ile dikkat çeken Batalla. Buraya kadar her şey normal gibi, hemen arkaya geçince defansın önünde Insua'yı görüyoruz. İlk topları alan, dağıtıcı rolünü üstlenen Arjantinli zaman zaman oyunu hızlandırarak rakib defansta eksik yakalanmasını sağladı, pozisyonlar gelse de son vuruşlarda yeterli bereci gösterilemedi.

Karabükspor'da ise gerçekten takımın çehresini değiştiren isimlerin başında gelen Cernat'a ayrı bir parantez açmak gerek. Takımın orta sadahaki hücum dinamosu, oyun zekası üst düzeyde.Attığı 2. gol bunun en net göstergesi.Bu sezon Emenike ile birlikte takımın sıralamada üst noktalara gelmesinde büyük katkı yapacakları açık. Oyundan çıkışı sonrası takımın hücum gücünün azaldığını ama yerine giren Şenol ile defansif direncin arttığını gördük.

Bursaspor'un ik yarıda Karabükspor orta sahasını çok hızlı geçmesi dikkat çekiciydi. Burada Karabükspor'un dirençsizliğinin yanında pas rafiğini belirli anlarda çok iyi oturtarak topu ileri hızlı taşıyan Bursaspor orta sahasının da payı büyük. 2. yarıda orta sahada daha dik duran, pres gücünü arttırmış Karabükspor'un biraz da yorulan Bursaspor'un ileri ucuna umdukları fırsatları vermediğini gördük.

Bursaspor neden kaybetti, takımda düşüş mü var peki? Aslında net bir düşüş olduğunu söylemek mümkün değil. Bursaspor'un puan aldığı maçlardaki temposuz oyunu kontrol altında tutmaya çalışan, çok bir şey oynamazken skora gidebilen yapısı ile kıyaslayınca ilk yarıdaki takım bu çizginin üstündeydi. 2. yarıda saha şartlarının ve ilk yarıdaki yüksek temponun etkisi ile yorulan takımdaki düşüş de pek anormal değildi. Oyuna giren Sercan'ın zaten oyun zekasının düşüklüğü ortada tek silahı hız iken geride iyi yerleşen bir takıma karşı pek etkili olması kolay değildi,üstelik sol gözünün üstünde duran bantın muhtemelen görüşü açısının yarısını kapattığı düşünülünce.

Bursaspor açısından en büyük eleştirim şöyle kilitlenmiş bir maçta bu sezon kadroya katılan oyuncuların takımı galibiyete taşıyacak adımları atacaklarına dair şüphelerin kafada oluşması. Nunez, Insua gibi oyuncuların zaman zaman tek başlarına bu sorumluluğu alacak oyuncular olması ya da Bursaspor'un en azından bu şekilde 1 oyuncuyu kadroya katmasını bekleridm ben hayal kırıklığına uğradım. Rotasyon zenginleştirildi diye cevap verenler olacak ama bir oyuncunun ortasyon oyuncusu olması için takıma katkı yapması lazım, yoksa Maldonado'da rotasyon oyuncu olarka isimlendirilebilir o zaman.

Emenike için iyi oynamadı şeklinde yazılar var ama 2-3 kişi ile baskı uygulanırken onları yıpratmak bile başarıdır.Maçtan sonra Ömer ve İbrahim'in hallerini iyi incelersek Emenike'nin katkısını daha net anlayabiliriz.

Yücel Hoca ne yaptığını bilen, ayağa pas yapan iy bir takım kurmuş. İlk yarıdaki gibi kolay geçilen bir orta sahanın üstüne set çekerlerse yolları açık!

12 Ekim 2010

Çöküşün Resmi...

Almanya maçındaki son 20 dakika kafaları karıştırmanın ötesinde bir umutsuzluk aşılamıştı ama "ne de olsa rakip yılların Panzeri , aradaki güç farkı için bu görüntü belki de normal" diye avutmuşuz kendimizi. Tablo gerçekten vahimmiş. Kalemize gelip gelmeme konusunda ciddi tereddüt yaşayan Azerbeycan karşısında maçın 20-40. dakikaları arasında gerçekten adına futbol denecek şeyi sergiledik sahada, geriye kalan 70 dakika için yorum yapmak bile nafile. Saha bozuk, top sürekli sekiyor tamam da ard arda 4-5 pas yapmak bu kadar zormu kadrodaki isimleri tek tek değerlendirince.

Bazı maçlar vardır, topu içeri dürtemezsin, direkten döner, kalecinin orasına-burasına çarpar ve daha maçın kısa bir dilimi geçmesine rağmen 90 dakikanın sonunda o 2.44 X 7.32'lik diktörtgene topun giremeyeceğini bilirsiniz. Bu gecede ard arda pozisyonları değerlendiremediğimiz 20-40 arasında da galiba aynı son bizi bekliyor düşüncesi oluştu birden bende ve malesef...

Hala bireysel performanslara dayalı ilerliyoruz, hiç bir zaman sistem takımı olamadık. Savunma yapma becerimiz Servet-Toraman'ın uyum sağlama ve potansiyellerini (!) sahaya yansıtabilme becerileri ile doğru orantılı, hücumda gol atmanın yolu 1-2 oyuncunun ayaklarının becerisine kalmış ise ne yazabilir hangi cümleleri söyleyebiliriz ki? Yenilen golde adam adama savunm ayaptık eyvallah , ama 2 adam topu üstünden atlıyor ve biz 3. adamı hala boş şekilde topa vuruken seyredebiliyoruz, daha ne demeli? Bireysel olarak formsuz oyuncu sayısı fazla, takımında forma şansı bulamayan ya da uzun zamandır giymeyen oyucular sahada olunca rakip ne kadar zayıf olursa olsun sahada futbol adına ortaya koyacaklarınız 20 dakika ile sınırlı kalıyor. Aslında becerikli olunsa o 20 dakika da da iş biterdi ama...

Burada Hiddink-Oğuz Çetin ikilisi oynamış oldukları kumarı kaybetmiştir bu akşam itibariyle. Tecrübeli isimleri belirli dönemi geçene kadar ne kadar formsuz olsalar da takıma alma riskini aldılar ilk 4 maçlık seride ve sonuç ortada: Kaybedilen 6 puan. Hele sonuncusu kabullenilir gibi değil. Bu grupta 1. olamamak normal sonuç ama 2. olacaksan en azından en iyi 2. olma şansını sonuna kadar kullanmaya çalış.

Evet, teknik ekip kadro seçimi ile çuvallamıştır. Bunu söylemek için 4 maçın sonucunu beklemek en iyisiydi aslında beklemeden de bunu söylemek mümkün dü, yine de kendi stratejilerinin ne kadar işleyeceğini görmek en mantıklısı olacaktı. Eğer siz bugün 1-0 geride iken gidip de oyuna son vuruşları felaket derecede kötü, son dönemde bir güven kaybı yaşayan Sercan'ı oyuna alıyorsanız ve kadrodaki diğer forvet de Halil ise kusura bakmayacaksınız. Ya da 2. yarıda oyuna gerçekten formsuz bir Nihat dahil oluyorsa ve ben umutlarımı daha o dakikadan uzak diyarlarda bırakmışsam... "Daha iyisi vardı da biz mi almadık" sorusu mutlaka gelecektir daha iyi olmayabilir ama daha formda olanını bulmak sizin göreviniz.

Alt seviyeden oyuncu çıkmıyorsa, zaten bir sistem dahilinde oynamıyor ve bireysel performansa bağlı iken oyuncularımızın çoğu formsuzsa, yurtdışından gelen lejyonerlerin yalnız birini ihraç etmişsek ki o da yedek kulübesine hapsolmuşsa diğerleri de gurbetçi çocuğuysa, sen hala yabancı sayısını arttırıp Türk Futbolu zarar görmez diyorsan sanki her sene genç takımlarda çok parlak delikanlılar yetiştiriyormuş gibi, bu kadar çok eksik bir arada iken futbol şansı da seninle değilse ve sahada bazen Faroe Adaları oyuncularının yapmayacağı kadar temel ve basit hatalar yapıyorsan bugün ve yarın tabelada yazılacak hangi sonuca şaşırabiliriz ki?

Bu akşamın da özeti budur, matematik te çift sayıda eksi bir araya gelince artı olur diyorlardı ama kandırmışlar bizi. Bu kadar çok negatif bir artı bile yapmıyormuş meğer...

11 Ekim 2010

25!









Tamı tamına 25 yaşında ve Türkiye'nin muhtemelen profesyonel bir kulübe başkanlık yapmış en genç başkanı. Hafta sonu Bank Asya Lig 2. si Kayseri Erciyes'de kongre zamanıydı ve kulübün yeni başkanı 25 yaşındaki iş adamı Hidayet Aydoğan oldu, delikanlı aynı zamanda Turkuaz Hava Yolları Yöneti Kurulu Başkanı. İlk hedefi de Süper Lig olarak koymuş. Özellikle Melih Gökçek'in oğullarının CM merakını gidermek için oyuncak yaptığı Ankaragücü tablosunu gördükçe, bu genç yaştaki Menajerlik Oyunu'nun bir nevi gerçek dünya uyarlamaları peşinde koşanlara pek sıcak bakmıyorum ama vizyoner ne yaptığını bilen bir bakış açısı ile yılların tecrübeli yöneticilerine bile ders verebilir. Umarım başarılı olur, kolay değil elbette, bakalım 1 yıl sonra neler konuşuyor olacağız.

10 Ekim 2010

Terje Hauge, Git Otur Evinde!
















Gelmişsin 45 yaşına hala Şampiyonlar Ligi'ndesin, olmuşsun duba gibi gidiyorsun İngiltere'ye Tottenham - Twente maçını yönetiyorsun. Hadi son yılın onore ediliyorsun diyelim de son senede yapılır mı bu zaten geçmişte de yapmıştın yapacağını. 2006 yılında Arsenal-Barcelona finalinde Etoo'nun Lehman tarafından ceza sahası dışında düşürüldüğü ama hemen arkadan gelen Guly'nin gol yaptığı pozisyonu kesip kaleciyi kırmızı kart ile dışarı attığın anı dün gibi hatırlıyorum, maçın tüm dengesi alt üst olmuştu. "Penaltı olmayan pozisyonda en büyük avantaj finalde gol atmak iken neden bu avantajı kullanmazsın" diye uzun uzun sormuştum kendime. O gün dürmüştüm defterini de bugün yine çıktın karşıma.

NTVSPOR'da Şampiyonlar Ligi maç özetlerini izlerken Tottenham - Twente maçında gördüm bizim Norveçli'yi. 90 dakikaya ev sahibi lehine tam 3 penaltı sığdırıverdi. İlk yarıda ceza sahası içerisinde Crouch ile rakip oyuncunun itiş kakışına penaltı verdi hadi olur dedik. 2. yarıda sol taraftan içeri dalan Bale'in kendini çizgi hakeminin önünde yere atışına 2 hakem nasıl penaltı dedi anlayamadım. şu çizgi hakeminin de hiç faydasını görmedim bilmiyorum gören var mı, amacına hizmet etmediği açık. Bu pozisyonda sen pozisyonun penlatı olmadığını orta hakeme bildirmeyeceksen ne işin var orada? Çizgi hakemi tepkisiz haldı ve bizim Norveçli yedi zokayı, verdi penaltıyı. Ardından ceza sahası dışında yapılan vuruş ceza sahası içerisinde vücuda resmen yapışık ele temas etti, normal olarak oyunun devam etmesi gerekiyordu. Bir kaç saniyelik gecikmenin ardından penaltı noktasına gitmesi resmen katliamın belgesi niteliğindeydi.

Bu kadar üst noktalara gelmiş insanların, birilerinin kaderini bu kadar fazla etkileyecek bir kaç yanlışı aynı anda yapması benim için kabullenir değil. Bu maçtan sonra vicdan azabı çekip zaten kemale ermiş yaşının hürmetine düdüğü asmıyorsan diyecek bir şey bulamıyorum.

Yine 2006 başında, yani Barça'nın kupayı kazandığı yıl Chelsea-Barcelona maçında Del Horno'ya Stanford Bridge'de Messi'nin artisliğinin gazına gelerek göstermiş olduğu kırmızı kart ile Chelsea'nin elenmesinde aslan payını kapmış ve Mavili taraftarın ölüm tehditlerine maruz kalmıştı. Tabiki tasvip etmiyoruz üzerinde kurulan baskıyı ama adamımız da akıllanmamış ne yazık ki!

Not: Yine bir Chealsea Barcelona mücadelesinde 2009 Nisanı'nda yine bir Norveçli Tom Ovrebo sahneye çıkarak İngilizlerin yolunu resmen tıkamıştı. Nedir bu Abramovic'in Norveçliler'den çektiği!

08 Ekim 2010

Almanya-Türkiye Maç Önü

Hiddink'in sahaya süreceği kadrodaki 9 isim aşağı yukarı belliydi hatta 4-1-4-1 dizilişini de tahmin ediyorduk ama öyle 2 isim daha doğrusu öyle 2 isim-mevki ataması gördük ki oturup düşünmeden edemiyorum. Özer tercihi bir kademeye kadar sürpriz ama Sabri'nin sol bek de oynayacak olması çok daha fazlası.

Sağda Gökhan, solda Sabri gibi hızlı adamlar ile Podolski ve Müller'in koşu yollarını tıkamayı düşünmüş. Ağır savunma hattını düşününce mantıklı sayılabilecek bir tercih. Burada sağ bek performansı zaman zaman tartışılan Sabri'nin sol tarafta ne yapacağı önemli, çünkü her şeyden önemlisi kazanılmış bir alışkanlık ile yer almayacak sahada.

Orta saha tercihi ile topa sahip olmayı hedefliyor Hollandalı. Topa daha çok sahip olma isteğini sahada göstereceğiz muhtemelen ayrıca yaratıcı oyuncuların fazlalığı da bir avantaj olarak görülebilir. Burada en başta Özer'in sonrasında da Nuri'nin yapacağı katkılar takımın dengesini belirleyecek. Özer'in geriye yardımı önemli, çünkü Fenerbahçe'de çok aktif göremedik bu noktada.

Maç öncesi çok da eleştiremiyorum ilk 11'i. Gariplikler var ama bakalım Usta neler düşünmüş ve bunlar sahaya nasıl yansıyacak? Sahadaki hali bir görelim ona göre değerlendirmeyi yaparız. Yine de benim içimde maçın umduğumuz kadar zorlu geçmeyeceğine dair kuvvetli bir his var.

Dünya Kupası'nda Almanlar'ın orta sahası zayıf olan takımlara karşı çok kolay üstünlük kurduğu düşünülürse bu akşam o kadar da kolay olmayacak işleri. Hadi bakalım maç başlıyor, sonrasında devam ederiz.

04 Ekim 2010

Jonathan De Guzman



















Cumartesi günü Barcelona maçında Mallorca forması altında izledim içim cız etti, aha bu adam topçu dedim. Mustafa Sarp, Ali Turan, Barış gibi adamları her hafta futbolcu diye izleyince acaba bazı melekelerimi kaybeder miyim diye düşünürken çok şükür hala adam olacak çocuğu ya da olmuşu seçebiliyoruz. Bizim De Guzman da gayet yetenekli üstelik 23 yaşında, yazın Feyenord'dan ayrılacağı haberi çıktığında " Galatasaray düşünmez mi?" diye sormuştu bir arkadaşım ama tutup da Avrupa Kupaları'nda ihraç edilen Mallorca'nın yolunu tutunca odukça da şaşırmıştım. Bu durumdaki bir kulüpten fazla para kazanacağını sanmam muhtemelen delikanlı idealist davranıp Mallorca'yı basamak olarak kullanmak istemiştir.

Neyse, Barça maçında hem mücadeleci hem de hücuma yönelik futbolunu gayet beğendim, yazın sorulan sorular geldi aklıma birden. Harbiden bu oyuncu Galatasaray'a alınamaz mıydı?

Elde Var 2 // Trabzonspor 1-0 Beşiktaş
















Derbiler şampiyonluk yolundaki en büyük engeller olarak görülürler, bu pencereden bakınca Trabzonspor'un 2 kritik maçtan 6 hatta rakiplerin de kaybettiği puanlar da göz önüne alınınca 12 puan ile ayrılarak iyi iş çıkardığını söylemek mümkün. Bu tür mücadelelerde oyunu göz ardı edemeyiz ama 3 puan ile ayrılmak ilk hedef olmalı, bu akşam da Fenerbahçe maçı ile kıyaslandığında sahadaki futbol defolar barındırsa da görmezlikten gelincek derecede önemli avantaj ile sahadan ayrılımışsanız gerisi teferruat olarak bile görülebilir.

Maç öncesi tahminler bol pozisyonlu, heyecanlı bir karşılaşmanın bizleri beklediği yönündeydi. Fenerbahçe maçındaki tempo ve oyun da bizleri umutlandıran etkenlerden biriydi. Çok net, organize ataklar sonucu gelişen fazla atak göremesek de heyecan katsayısı ortalamanın üstündeydi. Sonuçta izlenesi bir maç olsa da kalite düzeyinin bir seviye üste çıkamamasında Beşiktaş'ın yorgunluğu ve ileri uçtaki etkisizliği, Trabzonun'da ligin başındaki o üst seviye futbolun gerisinde oluşu etkiliydi.

Avusturya deplasmanının Beşiktaş'ı yorduğu çok ortadaydı bu akşam, Perşembce gecesi tempolu bir mücadeleden çıkıp Pazar gecesi Trabzonspor ile karşılaşmak kolay değil, üstelik rakibiniz belkide bu ülke sınırları içerisinde tempoyu bu kadar kolay arttırabilecek açık ara en iyi orta saha kurgusuna sahip iken. Yine de topa sahip olmaya, ayağa oynamaya çalışan çizgisini sürdürmeye devam etti. Siyah-Beyazlılar. Burada pas futbolu derken takım kurgusunun buna uygunluğundan da dem vurmak gerekiyor. Örneğin Holosko ile bu pas futbolunu ne derece oynayabileceğinizi sorgulamanız gerekir? Ya da Nobre'nin bu pas futbolunun gelişimine ne derecede katkıda bulunacağını? Beşiktaş'ın mesafeyi daraltmak için defansını öne çıkarmak çabası ile Aurelio'nun bu dörtlüye zaman zaman gereğinden fazla yaklaşmısının ne derece örtüştüğünü de göz ardı etmemeli. Bunlar Beşiktaş'ın defterine üzerinde düşünülmesi gereken noktalar olarak kaydedilmeli.

Querasma'nın yokluğunda verilecek en önemli testte takımın ileri uçtaki etkinliği içerisinde Portekizli'nin önemli aslında daha net görüldü. Kadıköy'de de topa daha çok sahip olan takım iken ileride üretken olmakta zorlanılmıştı, tüm yük Querasma üzerindeydi çünkü Nobre'nin bir kaç maçtaki saman alevi parlamaları dışında çk bitirici işler yaptığını pek görmedim. Bobo sakat değilse ilk tercih olarak kullanılmalı. Bu yapı içerisinde Guti'de futbol zekası ile her an tehlikeli paslar atabilse de kaleye daha yakın oynayabilmesi gerek. Bunun için de mesafenin kısatılması şart ama Guti bu kadar geride topla buluşmamalı bu akşam ve Kadıköy'de olduğu gibi.

Geçen sezonki kadro ile bu akşamı kıyaslayınca aradaki en çarpıcı fark Guti iken sahadaki futboldaki temel farklılığı teknik adamların takım üzerindeki etkileri olarka özetlemek mümkün. Schuster'in oyunu diğer yarı sahada oynatma çabası ile Mustafa Denizli'nin kontrollü anlayışı arasındaki farkın yansıması olarak da gösterilebilir bu akşamki futbol. Beşiktaş'ın iyi yolda olduğu açık, kimsenin kaybedilen puanın üstüne umutsuzluk ve benzeri bir düşünceye kapılmadığına eminim. Beşiktaş için başa bela olabilecek en önemli nokta ileri uçtaki verimsizlik gibi görünüyor. Çünkü topa bu kadar sahip iken rakip kalede bu kadar etkili olamamak düşündürücü, tamam Nobre ile kolay değil yine de yabancı sayısındaki kısıt göz önüne alınınca Bobo'nun zaman zaman dışarıda olacağı gerçeği de ortada, buna çare üretilmesi gerek. Aurelio'dan yararlanırken Necip'in ileri oynama dinamizminden de yaralanılmalı.

Bu akşam özelinde Schuster'e dair 1-2 cümle sarfetmek lazım. Guti ve Ernst'in her ikisinin değil sadece 1'inin bile oyundan alınmasının bile topa sahip olma oranını ve rakip kaleye gidebilme gücünü azaltacağı ortada iken takımın hücum yaratıcılığını sürükleeyn 2 ismi de dışarı alması bence maçı Trabzonspor'a getiren en önemli hamleydi. Buna Bobo'nun oyuna geç girişi de eşlik etti. Eksi olarak kaydettik bunları.

Trabzonspor'un orta sahasında dair beğenimi her defasında belirtirim. Bu akşam da bu orta sahadan bir adam sahadaki 22 + 6 adamdan çok daha farklı bir yerdeydi benim nezdimde: Gustavo Colman. Geçen sezonun 2. yarısında beri mutlaka belirli bir standardı tutturan performansı, oyunu 2 yönlü oynayabilme becerisi farklılaştırıyor kendisini.

Genel oyun olarak potansiyeli ile kıyasladığımda tutuk bulduğumu belirteyim Trabzonspor'u. Belki de en iyi yapacakları işi bu akşam biri uzatma dakikalarında olmak üzere sadece 2 kez becerebildiler. Beşiktaş'ın çizgi savunmasının arasında bu orta saha top atamayacaksa kim atabilir ki? Teofili ve Burak'ın ofsayta düşme kabiliyetleri de ortada ama iyi zamanlama ile buluncak en az 3 pozisyon daha vardı bu akşam.

İlk yarı Beşiktaş topa daha üstün görünürken Şenol Güneş tıpkı Fenerbahçe maçında olduğu gibi orta sahaya Ceyhun'u olarak merkezde kalabalıklaşarak kontrolü nispeten ele geçirmeyi başardı. Maçın seyri adına önemli adımlardan biriydi. Maça en önemli damgayı stoperde Mustafa Yumlu'yu kullanarak vurdu Şebol Hoca. Çok cesur bir tercihti ve genç oyuncunun attığı gol belki de Hoca'ya verilmiş en güzel hediyeydi galibiyetin yanında.

Genç oyuncunun hatasız oynaması önemli, atıtğı müthiş kafa golü -yanındaki takım arkadaşının hareketi faul kokuyor- üstüne kaymak ama ne olur 1 maçla göklere çıkarmayalım! Çünkü indirişimiz de o kadar çabuk oluyor. Takdir edelim, iyi yolda diyelim ama orada durmasını bilelim. Genç futbolcuların gelişimleri adına övgüde nerede duracağımız bilmemiz de lazım. Umarım yolu açık olur ama bacak yapısı çok zayıf geldi bana, ciddi manada gelişime ihtiyacı var sanırım.

Trabzonspor'da hafif bir düşüş gözlemlediğimi belirttim, üst üste kaybedilen puanlar biraz güven kaybı yaratmış olabilir ama tribünlerdeki boşluk için ne demeli? Umarım başa sebebi vardır ve kaybedilen 5 puan ile alakası yoktur.

Beşiktaş'ın  lig sonuna kadar bu işi kovalayacağıını düşünüyorum aynı görüşlerim Trabzonspor için de geçerli. Özellikle orta sahadaki zenginlik ile ciddi bir avantaja sahipler. Saha içinde kanat rotasyonunda yaşanabilecek problemler, saha dışında da üst sıralara oynamanın getireceği baskının nasıl göğüsleneceği noktasında soru işaretlerim var. Şenol Hoca bu faktörlerin üstesinden gelir ise özlenen başarı gelebilir.

03 Ekim 2010

Dortmund & Nuri Şahin'in Yükselişi






















6'da 6 yaptılar, ilk haftaki yenilginin ardından firesiz 18 puan alıp lider Mainz'ı takibe devam ediyorlar. Bu serinin en önemli kahramını olarak başta - şüphesiz Bundesliga'nın en genç takımlarından birini oluşturan Klopp'a saygılarımızı göndererek - Nuri'yi saymak gerek. Oyun içerisinde takımın liderliğini üstlendiği gibi attığı goller ve asistleri ile galibiyetin altına okkalı bir imza çakıyor. Bu akşam Van Gaal'in Bayern'ini 2-0 lık sonuçla gönderdiler, 1 gol de Nuri'den geldi. Sezon başından bu yana 4. ya da 5. golünü attı, kariyerinde bir sezonda bu kadar golü attığı zaten vuku bulmadı. Bayern tepe taklak girdi sezona tıpkı geçen sezon gibi, bakalım aynı şekilde toparlayıp zirvede bitirecekler mi? Nuri, Cuma günü kendi evinde Milli Forma ile ilk 11'de yer alacak mı, daha ne yapması lazım diye düşünüyorum bir şey bulamıyorum, Hiddink'in de bulması kolay olmayacak.

02 Ekim 2010

Fenerbahçe 3:0 Gençlerbirliği












 5 günde 2 maç ve 9 gol hiç de fena değil ama işin ilginç yanı 6 gol atılan maça göre daha kısır görünse de gelecek adına umutlu olma adına daha fazla ipucu almak pekala mümkündü bu akşamdan, tabiki beraberinde taşınacak soru işaretleri de olacak. Akşamın ilk dikkat çekeni Alex'in fazla mesafe katetme isteğiydi. Ligin başında bu yana olmadığı kadar aktif ve istekliydi. Belki de Aykut Hoca ile aradaki buzları eritme yönünde adımlar atılmıştır, kim bilir.


Maçı iki dilime ayırmak mümkün, ilk yarıda biran önce golü bulmaya çalışan ve ilkini bulsa ardını getirecek gibi duran, Emre ile birlikte başlayan tüm oyuncuların eşlik ettiği önde basma isteğiyle defansif sertlik oluşturan bir yapıdaydı Fernebahçe. Gençlerbirliği 2. blgeden 3. bölgeye top taşımakta epey zorlandı, en kritik pozisyonunu da skor 2-0'a geldikten sonra Orhan Şam ile Caner'in kanadından buldu. Fenerbahçe'nin kadro yapısı itibariyle her an ciddi ivmelenmeye geçmesi mümkün. Bu ışığı görüyorum, takımın fiziksel olarak eksiklikleri var maçın tamamında aynı direnci yansıtamıyor ama eğer Aykut Kocaman takım içerisindeki uyumu, birlikte oynama becerisini arttırabilir ise önemli işlere imza atabilirler. Daha önce takımın boyunun kısaltılması noktasında yaşanan problemlerden bahsetmiştik, rakibe önde basılınca defansın da eski maçlara göre daha da ileri çıkabildiğini gördük ama yeterli değil. Emre Belezoğlu bu sertliğin neredeyse yarısını tek başına oluşturuyor, bu anlamda da Emre'nin yanına oyunu 2 yönlü oyanyan Selçuk ve Baroni'nin ötesinde bir oyuncu Aykut Kocaman'ın listesinin başında yer almalı hem 5'i yedekleme hem de beraber iken takımın performansını daha da ileri taşıyabilme adına.

Bu işin olmazsa olmazı mücadele, Kasımpaşa maçında orta sahası gayet rahat geçilen, kalesine çabuk inilen bir takım iken mücadele dozu biraz artınca tablo oldukça farklılaşıyor. Dolayısı ile mutlaka bu mücadelenin maçın büyük kısmına yayılması şart, elindeki kadroda skora gidebilecek oyuncu sayısı yeterli. Rakibi defansif olarak durdurabilirse maçın herhangi bir anına golü sıkıştıracak potansiyele sahipler. Yine üstüne basa basa yazıyorum, geerçekler ortada Aykut Kocaman'ın işi o kadar da zor değil sadece kendi işini kendisi zorlaştırabilir.

2. golden sonra giderek düşürülen tempo özellikle 2. yarıda tamamiyle Gençlerbirliği tarafından kontrol edilir hale geldi. Burada 2 sezon önce çok iyi işler yaparken Hacettepe'ye Bank Asya'ya gödnerilen Soner'in Oktay'ın yerien oyuna girişi ile rakip kalede etkisini arttıracağını düşünsem de Ankara ekibinin, pek de düşündüğüm çizgide gitmedi mücadele. Geriye çekilen Fenerbahçe'nin üstüne daha cesurca gitme kararlılığı pek de sonuç vermedi, genel de 2 ile 3. bölge arasında eridi ataklar. Burada altı çizilmesi gereken nokta rakibin ileri çıkışları sonrası oyunu hep hızlı oynamaya çalışan bir ekip yaratmak isteyen Kocaman'ın ekibinin karşı kalede pek de etkili olamayışı idi. En etkili pozisyon zaten son dakika da Niang-Gökhan mükemmel işbirliği ile geldi. Burada Gökhan'ın tıkalı olan sağ kanat yerine direkt olarak sol tarafa yönelmesi, kendisine boş pozisyonu yaratması ve Senegalli'nin ters tarafa attığı pas 4 dörtlüktü.

Gençlerbirliği'nin bu maça çıkan kadrosuna baktığınızda kaleci dışında oyuncuların 6 haftada ilk 11'de forma bulma ortalaması 3.6. Bunda sakatıkların da payı var örneğin Ermi Zec gibi devamlılığı olan bir oyuncunun olmaması önemli ama burada hala ideal kadronun kurulamamasının da payı var. Sahay çıkan 11'de kaleci dışındaki 10 oyuncunun yarısı 4 ve üzerinde kez ilk 11 de şan bulmuş bu sezon, oldukça az bir rakam. Doll'ün bir arada oynayan oyuncu sayısını, birbirlerine olan alışkanlıklarını arttırması lazım. Çünkü sahada bir organizasyon sorunu yaşadıklarını çok rahat görebiliyorsunuz.

Fenerbahçe tarafında Niang'dan bahsetmeden geçmek olmaz. Böyle giderse Fransa'daki tarifenin aynısını uygulayacak, tacı takacak sezon sonunda. Guiza sonrası anti depresif ilaç gibi adeta. Yobo, sakin - rahat ve ayağıan top yakışan yapısı ile Uche vari havada, gayet faydalı. Lig TV spikerleri sürekli Caner'i övme çabası içerisinde olsalar da ben beğenmedim, tedirgin ve ilk goldeki ortası dışında katkısı yoktu.

Milli maç sonrasında derbi öncesi Ziya Doğan'ın Konyaspor'u ile oynayacak olan Fenerbahçe için bu maç tam bir test maçı olacak. Karşı taraftaki sert rakibe aynı biçimde karşılık verebilecekler mi hep beraber göreceğiz? Eğer 3 puan ile çıkarlar ise o maçtan, muhtemel Galatasaray galibiyeti sonrası 4 maçlık bir seriye ulaşmış olacaklar. Sonrası daha aydınlık olabilir o zaman.

7'de 7!

















Mainz, Hoffenheim'ı 4-2 ile geçerek 7'de 7 yaptı ve 95 yılında Bayern Munih, 2001'de Kaiserslauten'in yaptığının bir benzerini yaparak sezonun en iyi başlangıcını yapan 3 takım arasına adını yazdırdı. 2006-2007 sezonu sonunda alt lige düşmüş bu takım geçen sezon yeniden dönüş yaptığı bu ligde 2. sezonunda 37 yaşındaki ligin en genç teknik adamı ile bunları başarabiliyorsa bizlere ayağa kalkıp alkışlama düşer. Her maça rakibe göre müthiş taktik değişimler gösteren bir ekip yarattığı için Tuchel'in başarısını daha bir saygıyla izliyoruz. Bugün de ustaya karşı alınmış bir galibiyet öncesinde ve sonrasında verilen   "Takımın üzerinde herhangi bir baskı hissetmediği ve rekorlar ile ilgilenmedikleri" gibi  ayakların yere bastığını gösteren mesajlar ile bu serinin daha ne kadar ilerleyeceğini merak ediyorum. Haftaya da, hafif düşüşte olan ve bu hafta geriden gelip 2. yarıda buldukları goller ile Kaiserslauten'i evine puansız gönderen Hamburg ile oynayacaklar, normal şartlar bu form düzeyi ile Hamburg'u evine puansız göndermelerini beklemesem de Tuchel'in aksine rekorun takım üzerinde yaratacağı baskının gölgesi düşebilir sahadaki futbolun üzerine!

Mainz vs. Hoffenheim

















Bir tarafta ligin zirvesinde 6'da 6 yapan Mainz ve çırak Thomas Tuchel diğer tarafta ise 4. sıradaki Hoffenheim ve usta Ralf Rangnick. Tuchel'in teknik direktörlük kariyerindeki dönüm noktalarından biridir Rangnick'in onu futboloaynamaya gittiği Stutgart'da alt yapının başına geçirmesi ve bir nevi ustalık yapması. Bugün onu zirvede görmekten mutlu olanların başında geliyordur Profesör.

Geçen hafta Van Gaal'i evinde devirmişti bakalım delikanlının yükselişine Splinter Usta mı dur diyecek? Merakla bekliyorum...

Not: Tuschel'in hayranlık dolu bakışlarına dikkat!

Ramos'un Ukrayna Macerası
















Juande Ramos 2007 sonrasındaki başarısız tablo sonrası sadece bir Sevilla efsanesi olarak kalmaya mahkum gibi görünürken belki de bunu tersine çevirme adına en önemli ve kritik hamlesinin başında. Ukrayna Ligi'nde 3. sırada yer alan Dnipro Dnipropetrovsky ile 4 yıllık sözleşme imzaladı İspnayol Teknik adam.

Sevilla öncesinde pek de parlak olmayan teknik adamlık kariyerinde 1998-2001 arasında Real Vallecano (118 maç 44 galibiyet 40 mağlubiyet), 2001-2002 arasında Real Betis'de 15 galibiyet 9 mağlubiyetlik performanslar segiledikten sonra 2002 yılında 5 maçlık Espanyol serüveni ve ardından 2003-2004 yıları arasında Malaga'da 38 maçta 15 galibiyet ,17 mağlubiyetlik bir perfomans izledik Ramos'un takımlarından. 2005 senesi ise onu kariyerinin zirvesine taşıyan yolun başlangıcıydı, 2 senelik macerada ard arda 2 UEFA Kupası'nı kazandırmayı başardı İspanyol ekibine. Ligi de Şampiyon Real Madrid'in 5 puan gerisinde 3. sırada tamamladı 2. sezonunda.

Ardından müthiş beklentiler ile gidilen Premeiere League ve Tottenham'da ilk sezonunda kulübe 1999'dan beri ilk kupasını (Carling Cup) kazandırsa da 2. sezonun başında biten beraberlik sonrası Schuster'den boşalan koltuğa Real Madrid'de yerleşme ama sezon sonunda görev Pellegrini'ye teslim ediş. Sezon başında adı Beşiktaş ile de geçti ama bir futbolsever olarak Siyah-Beyazlı ekibin başında görmek istemediğimi yazdım, futbol hayatındaki belki de en kayda değer başarısını 12 senelik dikkate alınacak dilimin sadece 2 yılında yaşamışsa bir teknik adam oturup iyi düşünmek lazımdı, zira Schuster ile çok akıllıca iş yapıldı.

Kendi sitesinde Ukrayna ekibinin çok ciddi bir proje ile geldiğini yazmış Ramos, muhtemelen yeniden yapılanma adına hem para hem de oyuncu potansiyeli vaad ediyordu bu proje nihayetinde de 4 yıllık uzun çalışma dönemi. Şu aşamada geri dönüş için iyi tercih olabilir ama öncelikle Lucescu ile başa çıkabilmesi gerek. Elbette futbolda kimya uyuşması çok önemli umarım başarı hikayelerini okuruz ama ben pek ihtimal vermiyorum.

Deplasman Klasiği // Karabükspor 2:1 Galatasaray














Geçen haftaki futbola dair sağlam yorumlar yapmak için özellikle deplasman performanslarını görmek gerekir demiştik, fazla uzun sürmedi gerçeklerle yüzleşmek. Yine aynı hikayeyi okur gibiyim, hep 2 yıl öncesine dönüyor bir çok kıyaslamada gerek kadro yapılanması gerek takım dengesizliği gerekse de takım kırılganlığı anlamında benzerliklerden dem vuruyorum, inanın tablo o kadar benzer ki zaten fazla bir seçenek kalmıyor bizlere.

Burada sevgili Galatasaraylılar'a bir kaç soru sormak istiyorum, aslında daha önceki yazılarda da ara ara değindik ama toparlamak iyi olacak:

1) Galatasaray'ın özellikle maçın ilk yarılarında son 2 sezonda kaleyi bulan  şut sayısının kaç olduğuna dair bir fikriniz var mı?

2) Galatasaraylı oyuncuların pas alışverişlerinde aralarındaki mesafelerin fazlalığı dikkatinizi çekti mi hiç?

3) Galatasaray ile oynayan bir çok takım pas yapabilme, ayağa oynayabilme konusunda neden daha iyi bir görüntü sergiliyor?

4) Son 2 yılda Galatasaray'ın ceza sahası içerisinde atak sırasında aynı anda 2 den fazla oyuncusunun bulunduğu atak sayısının azlığı dikkatiniz çekti mi?

5) Galatasaray'a 2. bölgede yapılan pres ile top kazanmanın ne kadar kolay olduğunu ve bu toplarla kalede yaşanılan tehlikelerin büyüklüğü konusunda rakip takımların her geçen gün daha da bilinçlenmesine karşın Galatasaray teknik ekibi daha da önemlisi transfer konusunda yetkili isimlerin buna çare bulma becerisinden yoksun oluşu sizce de garip değil mi?

6) Karabük maçının 75. dakikasından sonra sahadaki 11'e Galatasaray forması değil de 4 büyükler dışında herhangi bir takımın formasını giydirdiğinizde karşısına çıkan hangi takım ürkek bir havaya bürünebilir?

7) Baros ve Arda'nın olmayışı bir takımı bu kadar mı etkilemeli?

Aslında bu soruları çoğaltmak mümkün ama daha fazla kafa karıştırmak ne kadar mantıklı bilmiyorum ama çok temel bir durumu var 2 yıl önce Skibbe zamanında kurulan kadrodan farkı yok bu kadronun, hatta o zaman formda Lincoln'ün varlığı farkı yaratan asıl faktördü şu an ortada böyle bir performans yok.

Takım hala dengeli bir yapıda değil ve özellikle orta sahaya yapılan transferler hala takımı savunmacılar-hücumcular diye bölmekten başka bir şeye yaramıyor. Böyle olunca da 1-2 kişinin eksikliği takım içerisindeki hassas dengeleri iyiden iyiye tepe taklak ediyor. Şampiyonluk yolundaki rakiplerin kadroları ve özellikle de orta sahaları ile kıyaslanınca Galatasaray'ın geride kaldığını artık söylemeye gerek var mı?

Bugünkü maça bakalım, kesinlikle Aytekin Durmaz'ın saçma ve hatalı bir kararı ile gelen penaltı için söylenecek bir şey yok ama bunu bahane olarak ileri sürmek de Galatasaray için hataları örtmeye yetecek nitelikte değil. Şok golün ardından organize olmakta zorlanan bir takım görüyorsunuz sahada. Orta sahadaki köprü görevi görmesi gereken oyuncular topu ileri taşımaktan aciz olunca topla 3. bölgede buluşması gereken Misimovic geriye doğru hareketlenince ki onun da yapısı top taşımaya müsait değil daha çok ileride buluştuğu topları kısa süre içerisinde takımı gole yönlendirecek hale getirme becerisine sahip, en uçtaki Kewell ile orta saha arasında çok büyük bir boşluk görüyorsunuz. Takımın boyunu bu şekilde kısaltamazsınız, efektif bir yapı ortaya koyamazsınız.

Kadro yapılanması gerçekten sıkıntılı, bugün Baros ve Arda yok, Misimovic formda olmayınca sıradan bir takım haline dönüşebiliyor Galatasaray. Önde baskı yiyince topu gezdirmekte, ileri taşımakta müthiş problemler taşıyor ama en önemlisi yedek kulübesinde bile olup olmaması tartışılacak isimler şu Galatasray 11'inde direk olarak oynuyor. Yıllardır Adnan Polat- Adnan Sezgin liderliğinde devam eden kadro yapılanmasının sonucu Aydın-Ali Turan-Serkan Kurtuluş-Gökhan Zan-Barış gibi oyuncuların hepsinin birden ilk 11'de oynamasına kadar gidebiliyorsa söylenecek cümle kalmış mıdır geriye bimiyorum.

Rijkaard ile takım arsındaki uyum konusunda da problemler olduğu açık. Eğer bir teknik adamın oyun felsefesine potansiyeliniz ne olursa olsun hala bu kadar uzaksanız arada bir iletişim sorunu olduğu açıktır. 1.5 sezonun sonuna gelinmesine rağmen ortada hiç bir gelişme olmaması garip değil mi? Örneğin geçen sezon her haftanın değerlendirmesini yapardı GS TV'de Surinam'lı. Üstüne basa basa söylediği cümlelerden biri de " Topu arkadaşınıza verdiğinize pozisyonunuzu almanız lazım" idi ama ben hala oyuncuların bu temel gerekliliği bile yerine getirememesine anlam veremiyorum.

Bu akşamki maç özelinde de golü atmış olsa bile şu takımda Cana oyundan alınıp sarı kartlı ve dengesizliği ile 2. yi yeme potansiyeline sahip Barış göbeğe geçiyorsa ve Rijkaard hala bu yerleşimden medet umabiliyorsa oturup kendi futbol bilgimi sorgulamam mı gerekir acaba? Futbolun kalbi orta saha iken Ayhan-Barış 2'lisinden medet ummak, tamam Cana'da hücum yönünde çok etkli değil ama Barış'dan daha faydalı olamayacaksa verin biletini gönderin bu gece.

Galatasaray'ın kötü futbolunu ne sahaya ne de saha içerisinde değişen yerleşimlere göre yorumlayabiliriz. Mçaın başındaki 4-4-1-1 de sonrasındaki 4-2-3-1 de sorunlara çözüm getiremedi daha önce 4-3-3 ile olamadığı gibi. Bu kadar çok formasyonun çaresiz kaldığı kaç kadro vardır acaba?

Insua ve Misimovic'in performanslarına gelince, Misimovic hakkında hala yorum yapmıyorum, bu akşam kötüydü ama Bundesliga'dan tanıdığımız performansın çok uzağında, zamanı var daha. Insua gayet iyi niyetli ama ilk yorumum "Volkan Yaman'ın hallicesi" şeklinde olmuştu, aynı çizgideyim. Hakan Ünsal, Ergün etkisi yaratacak cinsten değil, sol bek almak istesem Insua'yı almam.

Karabükspor oyunun belirli anlarında topu iyi dolaştırıp önde baskı yapınca net pozisyonlar buldu rakip kalede. Yücel Hoca geçen senenin üstüne koyarak ilerletiyor takımını. Emenike ve Cernat göze batanlar listesinin tepesinde idi. Özellikle Emenike için önemli test maçlarından biriydi bu net olarak şunu söyleyebilirim: Güçlü, hızlı ve oyun zekası ortalamanın üstünde, muhtemelen Karabük macerası fazla uzun sürmeyecektir. Cernat ise tecrübesi ile takımını yönlendiren ve Galatasaraylılar'ın Misimovic'ten beklediklerini karşı tarafta yapan oyuncuydu. Yolları açık, orta sıralarda yer almak bu sezon için gayet iyi sonuçtur.

Türk Hakemliği...















Yıllarca yerden yere vurduk, hep halleri ne olacak diye sorularla bitirdik sezonları. 90'lı yılların ortasından beridir Avrupa'nın Top Class maçlarında Türk Hakemleri'ni göremez olduk. Muhtemelen bundan sonra da bu sınırlar içerisinde zaman zaman yerli çoğu zaman da yersiz eleştiriler olacak, hep birlikte göreceğiz zaten.  Hakemlik üzerine yazılacak cümleleri başka bir yazıya sakıyorum zira benim de tecrübelerime dair yazacaklarım var ama şu sistem içerisinde en alttan yukarıya çıkana kadar hep bir yerlere karşı gebe bırakılma eğiliminin varlığı altında görev yapmak o cesareti göstermek kolay değildir şu an için bir cümle içerisine bunu sıkıştırabilirim ama ileride açarız bu konuyu.

Çarşamba akşamı Kazan'da uzun zamanların ardından Cüneyt Çakır'ı gördük Barcelona maçını yönetirken. İtiraf etmek gerekir şu an piyasada hakemim diye düdük çalanlar içerisinde potansiyeli olan 2-3 kişiden biridir. Halis Özkahya, Hüseyin Göçek gibi isimler ile FIFA hakemi bile olsalar üstünden 5 yıl geçse de aynı kefeye koymam.

Neyse çarşamba akşamı maçın genelinde ve kritik anlarda verildiği doğru penaltı kararlarıyla Cüneyt Çakır'ı gayet başarılı buldum. Ülke dışında muhtemelen maçın kritikliği dışında herhangi bir yan baskı unsuru ! olmadan maç yönetmenin rahatlığı ile çıkınca arenaya gayet de cesur olunabiliyormuş. Baze düşünüyorum da bu ülke toprakları çok şeyi dizginletiyor mu acaba?