24 Ekim 2010

Frank Rijkaard & Johann Neskeens // Gidenler & Geride Kalanlar
















Yine büyük futbol vizyonumuz (!) bir değişim hamlesine daha hakettiği şansı tanımadı, sabır temennileri ile başlayan bir süreç daha çaresiz bakışlarla 2-3 futbol bilgininin(!) dudaklarının arasından çıkan kelimelerle sonlandı. Hagi'nin gelişi için umut dedik elde herhangi bir kaynak olmadan, oysa Hollandalıların gelişi ne kadar da temelli hayaller kurdurmuştu bizlere. Turuncu bir futbol devriminin temsilcileri artık Florya'da idi. Derwall'den beri belki de kimsenin gelişi bu kadar heyecanlandırmamıştı bizleri.

Barcelona'daki yapı ile Türkiye'de bulunacak ortam, oyuncu kaliteleri arasındaki farklılıklardan dem vuruldu ilk kıyaslamalarda. Barcelona'da herhangi birimizin babasının da rahatlıkla başarıya ulaşabileceğini öğrendik bu dönemlerde. Klişelere alışmıştık elbette, dinledik geçtik yazdık elbette aklımızın bir köşesine daha sonra kullanılmak üzere. Benim umudum oldukça fazlaydı, mesele yerden ayağa oynamaksa Skibbe döneminin Galatasaray'ı zaten bunu fazlasıyla yapabiliyordu. Ardından gelen Bülent Korkmaz ne kadar tırpanlamaya çalışsada takımın genlerinde var olduğunu düşündüğüm bu alışkanlığın Surinamlı'nı işini kolaylaştıracağı başlıca dayanak noktamdı. Sorunlu adam Lincoln'ün bu oyun yapısındaki önemi de göz önüne alındığında Hollandalılar'ın Brezilyalı'dan maksimum verimi alabileceğini düşünmüştüm her ne kadar 4-3-3 için ideal oyuncu tipinde olmasa da. Nereden bilebilirdik ki adam zaten dönmemek üzere gitmiş. Önemli bir eksiklikti ama baştaki tecrübe bunları aşacak çereyi elbet üretecekti.

Evet, artık daha çok genç oyuncu görecek, onlardaki gelişimi küçük bir çocuğun büyümesini gün be gün kaydeder gibi belleklerimize kazıyacaktık.Servet defanstan topu ileri şişirmeyecek, Ayhan ve Mehmet Topal geriye doğru daha az oynayacaktı, kimbilir blki Barış gibi sağa sola bilinçsizce koşuşan bir adam bile evrim geçirecekti.Yerden ayağa oynamak, oynarken hem bu oyundan zevk alıp hem zevk aldırmak ana mantelitemiz olacaktı artık. Zorluk görecektik tıpkı Barcelona'da olduğu gibi, orada bile neredeyse 1 yıla yayılan uyum sürecini göz ardı edemezdik.

Sezona yapılan güzel başlangıca dair en güzel fotoğraf Gaziantep maçı sonrası teknik heyetin soyunma odası koridorlarında takımı karşılayışı ve tek tek tebrik edişiydi. O güne kadar hiç görmediğimi manzara çok etkilemişti bizleri, bu birliktelik kim bilir hangi başarılara gebe olacaktı, düşünmesi bile güzeldi. 6 haftalık galibiyet serisi bu güzel düşünceler eşliğinde geçmişti. Elbette takım içerisinde aksayan noktalar dikkat çekiciydi ama baştaki üstadlar eninde sonunda bunlara gerekli önlemi alacaktı.

7. haftada oynanan Eskişehir maçı ile 10. hafta Fenerbahçe maçı arasındaki dönem belki de sezonun genelini etkileyen olaylara gebeydi. Rijkaard ilk puanını ardından ilk maçını hemen ardından da ilk derbisini kaybetti. İlk puan ilk mağlubiyet değil ama bağıra bağıra gelen ezeli rakibe karşı kaybedilen maç Surinamlı'nın dengesini alt üst etti. Sonrasında oyun kurgusundaki değişiklik, bazı oyuncular en başta da Servet ile yaşanılan problemler ön planlaydı. Belki de çöküşün başlangıcı 10. hafta sonrasında başlamıştı. Sırıtan orta saha problemine çare bulmak için ilaç niteliğindeki devre arası operasyonu beklenen verimlilikte kullanılamayınca 3. olarak bitirilen sezon,  hayal kırıklığı olarak tozlu sayfalardaki yerini aldı.


Tamam sezon kötü geçmişti ama gösterilmesi gereken şey sabırdı. Taraftarlarda yeterince görülen bu oldu, aslı karar verici mercilerde ne derece vardı, asıl mesele burasıydı. Mayıs 2010'da Adnan Polat'ın Galatasaray Dergisi'de yayınlanan yazısı umut verici olsa da 2'şer yıllık Başkan Yardımcılığı ve Başkanlın dönemindeki eylemlerinin pek güven vermediği ortadaydı. Bakın ne demişti sayın başkan:


"Her ne kadar alınan sonuçlar tatmin edici olmasa da, geniş ve uzun vadeli bakabilenler, geleceğin Galatasaray’ının futbolunu, dünya futbol ekolüne yaklaşan oyun anlayışının ipuçlarını alabiliyorlar.
Bu konuda tepkiler ne kadar çok olursa olsun, biz  günlük yaşamamaya ve sabırlı davranmaya kararlıyız.Yönetim olarak biz bu kararlığımızı bir kez daha herkese ilan ediyoruz.
Bize inanın ve güvenin. Bunu yapabildiğimiz zaman, efsane takımların ve kadroların belli bir sürecin sonunda oluştuklarını hatırladığımız zaman, sabrımızın karşılığını alacağız. Başarı, bu süre sonunda gelir. Biz şimdi böyle bir süreçteyiz."

Mesaj çok acıktı hatta sezon başında daha Eylül ayında NTVSPOR'da da 2 yıllık yeni sözleşmenin arefesinde oldukları mesajını da üstüne basa basa veriyordu.

Artık beklenen hamle gelmeli ve Hollandalılar'ın kafalarındaki oyun modeline uygun transfer hamleleri yapılmalıydı. Bunun için de öncelikle biletinin kesilmesi beklenen oyuncular ile yollar ayrılmalıydı. Günler, haftalar derken 3 aylık dönem bir çırpıda geçiverdi ve geride Stoch'un Fenerbahçe'ye kaptırılışı, Rijkaard'ın gelişindeki mimarlardan Haldun Üstünel görevinden ayrılmış ve daha da acısı ne gelenler ne de gidenlerde beklenen değişimin yapılacağına dair herhangi bir umut verilememişti.

Sezona başlamadan tabloyu okuyabilen aklı başında bir Galatasaraylı için sezonun bir öncekinden daha zorlu ve çalkantılı geçeceğini tahmin etmek hiç de zor değildi. Gazete sayfalarında yönetim ile Rijkaard arasında ayaşan transfer uyuşmazlıkları, uzun transfer listesi ile kadroya katılanlar arasındaki çelişkiden, futbolcular ile teknik ekip arasındaki çekişmelerden dem vuruluyordu, ortada sorun olduğu açıktı.

İşte daha o dönemlerden yolun sonunun pek de aydınlık olmadığı belliydi aslında. Kötü sonuçlar sonrası hep arkasındayız denilen teknik adamların bu kulüpten nasıl gönderildiğini bilenler için yukarıda Başkan'ın söylediği cümlelerin de pek bir anlamı yoktu.

Sonrasında yaşanılanlar ve bugün gelinen nokta ortada...

Yaşanılan süreci elbette tek taraflı  olarak ele almak haksızlık olur. Rijkard'ın geçen sürede uyum sürecini atlatamamış olması bugün gelincen sürecin an etkenlerinden. Uyum sürecinin atlatılmasında en rolü üstlenecekler ise yine Futbol Yönetim Ekibi aslında, ama daha önce oluşturmadıkları gibi bugün de teknik ekibin çalışması için sağlıklı bir ortamı oluşturamadılar. Bu konuda Ebru Kılıçlıoğlu'nun Skibbe ile yaptığı röportajda önemli ipuçları alıyoruz:

"Galatasaray’ın teklifi kabul ederken Galatasaray’ın aslında yüzde 60’ı yabancı yüzde 40’ı Türk olan bir teknik direktör aradığını anlayamadım. Sanırım beklentilerin çakışmamasında en önemli nokta bu oldu. Pişmanlık değil ama bunu daha önce fark etmiş olmayı isterdim.

... Şunu demek istiyorum: Galatasaray yönetimi uluslararası isimlerle çalışırak, iyi isimler transfer ederek ‘Uluslarası’ olmaya çalışıyor. Ama bu formülün tutmasına olanak yok.

... Galatasaray Yönetimi'nin beklentilerini daha önce anlamış olmayı isterdim. Haldun Üstünel ve Adnan Sezgin’in yetkilerinin hangi konularda olduğunu ancak 2 ay sonra anlayabildim. Bana baştan bilgi verilmedi mesela. Bir de ben bazı şeylerin temelden değişmesi gerektiğini savunuyordum. Ama bana ‘bunlar değişmez’ diyorlardı."

Rijkaard tarafına gelince, çok şey değildi beklediğim. Büyük başarıların kısa sürede gerçekleşeceğine dair hayaller de kurmadım ama geleceğe daha umutlu bakabilmeyi umut ettim, değişime dair işaretler bekledim hep. Her ne kadar eline saçma sapan malzeme verilse de çürük elmaları ayıklamasını, daha dik durmasını diledim, olmadı olmayacaktı da. Tüm bunları belki de yanlış bir isimden bekledik. Yani çok daha farklı bir karakter aynı durum ile karşı karşıya kaldığında örneğin Magath ya da Terim ki bu isimler zaten kontrolü elinde tutar, neşteri vurmaktan çekinmezler ama daha önce böyle bir modelde çalışmamış, kibar adamımız için içinde çıkılmaz bir durum oluşturuyordu tüm bu yaşanılanlar.

Son zamanlarda gözlerindeki inanıc kaybettiğini o kadar net görebiliyordum ki haketmediği şartlarda çalışmak zorunda kaldığı için açıkası üzülüyordum, bu yönetim Rijkaard ile çalışamayı hakedemeyecek kadar amatördü.

Dünya çapında bir teknik adamı göreve getirmek öenmlidir ama bu adama doğru dürüst malzeme verememek onu Mustafa Sarp'a, Gökhan Zan'a, Serdar Özkan'a mahkum bırakmak vizyonsuzluğu taa kendisidir.

Burada Rijkaard bu isimlerle çalışmayacağını belirtebilirdi görüşü savunulabilir, doğrudur da bunu yapacak teknik adam modeli Rijkaard değildi, o nedenle de bu beklenenler olmayacaktı.

Şimdi daha önce hiç bir teknik adam ya da futbolcuya yapılmamış bir organizasyon peşinde taraftarlar. Hakedildiği gibi uğurlanma derdininde olan futbol sevdalıları havalimanında olacak ve hayatı boyunca unutmayakları bir an yaşatacaklar 4 değerli futbol adamına.

Frank Rijkaard, Johan Neeskens, Albert Roca ve Carlos Cuadrat , yolları Florya'ya düşmüş 4 değerli futbol adamı. Sizleri Florya çimlerinde Sarı-Kırmızlı renkler altında görüp kısa süreli de olsa Barcelona modeli hayalleri kurmak bile güzeldi. Yaşatamadığınız ama tüm inacımızla yıllar sonrasında dair kurduğumuz hayaller için teşekkürler...

Not: Lyon'un Frank Rijkaard ile ciddi manada ilgilendiği haberleri çıktı Fransa basınında. Malzeme hayet iti, Guel'in yerien göreve gelir ise neler yapabileceğini merak ve heyecanla takip edeceğim.

2 yorum:

Emrah Gölbaşı dedi ki...

Lyon'u duymamıştım ama Liverpool dedikoduları da gerçekse eğer bence Lyon ona daha uygun bir kulüp. Hem kadro hem de kulüp yapısı açısından.

Sacit Tekin dedi ki...

Lyon Başkanı görevi bırakmadan dünyaca ünlü bir teknik adam getirmek istediğini söylemişti. Kadro itibariyle Rijkaard'a gayaet uygun, bekleyip göreceğiz...