28 Mart 2010

Görünen Köy... Galatasaray 0:1 Fenebahçe

Maçtan önce dost sohbetlerinde ilk yarıdaki maç için "Fenerbahçe 2 fark ile kazanır muhtemelen 3-1 biter" cümlelerim üzerine maç yorumu isteyenlerin yoğun talepleri (!) sonrasıbu maç için "Galatasaray ilk golü yer ise maçı kaybeder, ilk golü atsa bile kazanması kolay değil" gibi yuvarlak ama yorumun ilk kısmına ciddi biçimde inanarak ortaya bir çeşitleme yapmıştım. Selçuk'un golü 20 dakika kala değil çok daha önce gelse bu açıdan bakınca farklı bir sonuç çıkacağına da ihtimal vermiyorum, belirteyim.

Şimdi sayılarla maçın analizini yapma gibi gereksiz bir tavır içerisine girmeyeceğim çünkü Galatasaray için sorunlar zaten ortada. 1.5 senedir aynı şeyleri karalayıp duruyoruz değişen bir şey yok sorunlar aynı, ama en büyük sorun Galatasaray Yönetimi'nin futbol yönetimi konusunda ortaya vizyon olarak sunabildiklerinin azlığıdır.

Sevgili Galatasaraylı'lar bu maç için üzülmek buz dağının görünen kısmınındaki erime için ağıt yakmaktan öte bir şey ifade etmez. Asıl üzerinde düşünülecek husus yaklaşık 3 yıldır futbol yönetimi anlamında ortaya konulan istikrarsızlık ve buz dağının görünmeyen kısmında yaşanan parçalanmalar olmalıdır. Yapılan transfeler ile şarhoşluğa düşüp olaya bütün halinde bakmayanlar için yaşananlar sürpriz olabilir ama takım oluşturabilmek adına adım atamamak çok düşündürücü. Tam 3 senedir aynı tip hatalar yapılıyor, es sonunda teknik adam konusunda kalıcı bir adım atılmak istendi ama kafalar aynı olunca sonuç yine hüsran oluyor.

Eğer Galatasaray gibi bir kulübün futbol yönetimindeyseniz ki hem yöneticiler hem de teknik ekip için geçerli bu yazılanlar, orta sahadaki bu kısırlığı 2 sezondur görememek tam anlamıyla fiyaskodur. Sorumluları da ortadadır, gelecek adına beni umutsuzluğa sürükleyen ana tablo da budur.

Bu maça gelince yine koridora dönen bir orta saha, gol atmakta zorlanan rakibinize karşı o boşluğu verince yediğiniz belirli periyotlardaki baskı, Mustafa Sarp gibi kaçak döğişen Topla gibi sahaya belli ki Rijkaard'ın direktifi ile Alex'e prangalanan ama bunun dışında zaten sınırlı olan yeteneklerini rafa kaldırınca sahada varlığı dayanılmaz bir hal olan overrated futbolcular ile nereye kadar gidilebilir Allah aşkına.

Bakın eğer transfer yapıyorsanız alacaksınız elinize kalemi kağıdı, her oyuncunun eksikliklerini artılarını dökeceksiniz ortaya öyle elde telefonla olmaz bu işler. Planlayacaksın, yön çizeceksin, sen yönetcisin, lidersin. Hesap yapacaksın, geleceği düşüneceksin. Kim nasıl oynuyor ne gibi defoları var net olarak bilinecek. Bunun üstüne ne oynamak istiyoruz, ne tip adamlar lazım bizdekilerde ne eksik diye de analizlerinizi yapacaksınız. Resmi bu şekilde ortaya koyduktan sonra alacağınız oyuncu tiplerini ve özelliklerini tek tek yazacaksını tahtaya. Bunun üstüne de envanter üzerinden hareket edip alternatifleri değerlendireceksiniz.

Bu analizi yapmaz üstüne de ortalama futbol bilgisinde birinin de hemen aklına gelecek isimler peşinde koşarsanız sonunda "Daha ne yapalım, en kral adamları aldık" diye tesselli cümleleri koyarsınız ortaya. "Transfer Galatasaray'da 365 gündür" gibi popülüst bir söylemi varya Adnan Polat'ın şahsi kanaatim odur ki bu külliyen gerçek dışı. Mayıs'da başlayan Eylül de bekleme moduna alınan, Ocak ayında da ihtiyaç halinde kulanınız sıfatı ile adlandırılan bir süreçte daha öte değil.

Maç başlamadan önce kadrolar açıklandığında Servet ve Mustafa Sarp'ı kadroda görünce aklıma Nazmi Abi'nin "bu 2 adam Fenerbahçe maçına başlarsa kazanmamıza imkan yok" cümlesi geldi. Tabiki bunu düşünürken Topal gerçeğini de ekledim arada, daha baştan umutlarım azaldı,samimiyetime güvenin. İlk 10 dakikanın ardında kadrosunda topu iyi kullanan, dolaştıran isimlerin fazlalığının etkisiyle daha hakim bir görüntü çizmeye başlayınca "Galatasaray'ı kadrosu Türkiye'nin en iyisi değil" yorumuma şiddetle karşı çıkan Chao Grey'i anımsadım. Daha iyisini en azından belli gerçekleri daha iyi uygulayanı aramak için uzağa gitmeye gerek yoktu.

Bir süre sonra anlaşıldı ki Galatasaray tüm umutlarını yine Keita, Dos Santos gibi bireysel yeteneklerin kenarlardan getireceği toplara bağlamış, yine organizasyon göremeyeceğiz. 2. yarıda yapılan Topal değişikliğini eleştiren çıkacaktır ama plan olarak çok da yanlış bulmuyorum Surinamlı'nın aklıncakileri ama Arda gerçekten hazır değilmiş, bun son koz olarak kullandı ama tutmadı. Elano için artık bir şey yazmıyorum, zira Elano etiketli yazılarım beklentilerimin çok da fazla olmadığını belgeliyor, yine etkisizdi.

Özetle, Fenerbahçe muhtemelen berabere bitireceği maçı yine bir derbide gol bularak Fenerbahçe'deki kredisini bir kaç yıl daha uzatacak olan Selçuk ile kaptı 3 puanı ve Bursa'nın puan kaybettiği haftada 3 hafta önceki olumsuz tabloyu bir anda tersine çevirdi. Artık şampiyonluk mücadelesinin 3 takım arasında geçeceğini söylemek lazım. Galatasaray geçen sene olduğu gibi yine Avrupa Ligi'nin yollarına düşecek anlaşılan. Son sözde geçmiş yılların aksine sadece 1 su şişesi ile maçı bitiren (sahanın 1 maç kapanacağını da belirtmek lazım) Galatasaray taraftarı için: Kendi takımları için itici güç olamtan çok uzaktalardı ama temiz bir derbi izlemeyi gerçekten özlediğimizi hatırlattılar için teşekkürler!!!

24 Mart 2010

Jimenez'le Buraya Kadar
















Geçen hafta ya da 10 gün önce Sevilla ile ilgili yaptığımız değerlendirmede geleceğin kurgulanmasında Jimenez'in konumunun iyi değerlendirilmesi gerektiğinden bahsetmiş ve liderlik-mentalite gibi kriterler ile değerlendirildiğinde ciddi soru işaretleri barındıran İspanyol teknik adamın Sevilla'nın geleceğindeki yerinin korumasının zor olduğunun altını çizmiştik.

http://sacitekin.blogspot.com/2010/03/jimenezle-nereye-kadar.html


Akşam üstü ajanlara düşen haberler Sevilla yönetiminin gereken değerlendirmeyi yapmak için sezon sonunu beklemediği ve Jimenez ile yolların ayrıldığı yönünde. Yardımcı antrenör ile yola devam edileceği açıklanmış, Del Nido çok bile dayandı aslına bakarsanız. Alternatif isimler daha şimdiden konuşulmaya başlandı ki bunlardan biri yakından tanıdığımız bir isim: Aragonez. Sesimizi İspanya'dan duyan olur mu bilmem ama biz uyarımızı yapalım Endülüslüler'e : Aman ha!!!

22 Mart 2010

Kaçınılmaz Son // Trabzonspor 1:0 Galatasaray



Maç ile ilgili olarak bir kaç satır dahilinde karalayacağım satır başlarını:
1) Emre Güngör hatalarıdır ama kesinlikle "Neder Servet 11 değil?" gibisinden mantıksız sorular akıllara gelmemeli. Emre Güngör'ü futbol zekası olmayan Servet'e 10 kere tercih edilir, takmayın kafaya
2) Şampiyonluğa gidiyorsanız ya da gitmeyi arzuluyorsanız değil 1-2, 2-0 bile düşseniz gereken tepkiyi vermeniz lazım ama Galatasaray yenik duruma düştüğü bir çok maçı verirmekten acizdi bugüne kadar olduğu gibi
3) Trabzonspor'un orta saha ve bu bölgedeki oyuncu çeşitliliği Galatasaray'ın kat be kat üstünde. Alın merkez oyuncularını değiştirin maçın skoru çok daha farklı olur.
4) Şenol Güneş'in maç içi hamleleri gayet olumluydu.
5) Galatasaray'ın esas problemi bu maçın analizinden çok daha ötelerde...Peki nerelerde, tabiki aşağıdaki satırlarda...
Galatasaray'ın yaşadığı olumsuzluklardan sonra kurmaktan hiç de hazetmediğim cümleler "Ben demiştim" ile başlar. En kötüsü de bu sonun yaşanacağını bile bile görüşleri bir nevi dertleşmek kıvamında insanlarla bu satırlarda paylaşmaktan daha ötesine gidilemiyor. Yine o sevmediğim kelime ile başlayacağım ama "Ben demiştim, yazmıştım".

Galatasaray'ın bu kadro yapısı ile 2 ileri bir geri gideceğini ilk yarıdaki Fenerbahçe maçında beridir yazıyorum. Orta sahadaki merkez problemini bu yılı geçtim, geçen sene Lincoln'lü zamanlardan beridir karalıyorum. Geçen sezonda Galatasaray'ın kaybettiği puanların analizi yapılırsa çoğu kaybın Lincoln'süzlükten kaynaklandığı net olarak görülecektir. O zamanda sorunlar netti: Topu dikine taşıyamayan, dikine oynayamayan, topu kontrolünde tutmaktan uzak bir orta saha yapısı ile çok fazla ilerlemek mümkün olamıyordu ama öyle bir adam vardıki takımda bu defoların birçoğunu kendi futbol özellikleri ile kapıyordu: Lincoln. Bu adamın o zaman bile ekskliğinin kapatılabilmesi için orta sahaya takviye yapılması gerektiğine dair yazılar arşivde durur, aşağı bir kaç tanesini iliştiriyorum merak edenler için.

http://sacitekin.blogspot.com/2008/12/galatasarayn-sorunu-2-teknik-taktik-.html

Şimdi bugün bu sorunu görüp "Galatasaray'ın orta sahası zayıf" diyenlere garip bir tebessüm ile bakıyorum: Çok geç artık. Nisan 2009'da Vatan Gazetesi'nde haber sonrası Mustafa Sarp'ın Galatasaray için gereksiz bir transfer olacağını yazdık, adam 2-3 gol atınca birçokları gaza geldi ama gerçek ortada.

Elano ilk transfer edildiğinde çekimser bir tutum takınmış ve fazla izlemediğim için Galatasaray için verimli bir tasnfer olup olmadığını bir kaç maç sonrasında belirtmenin daha sağlıklı olacağını yazmıştım. Eylül 2009'u ilk haftasıydı sanırım, 2-3 milli maç, geçen sezon City'den oynadığı 2 maç ve Galatasaray'da görev aldığı dakikalar sonrası ilk kanaatimi ciddi endişeler ile döktüm satırlara. Özetle, meselenin Elano'nun kalitesi olmadığını ama Galatasaray'ın ihtiyacı olan merkez oyuncusunun daha tempolu, dikine giden, top taşıyabilen tabiri caiz ise Emre Belezoğlu gibi basan, çabuk bir adam ya da selefi Lincoln gibi topu ve takımı ileride tutabilen verkaç yapıp aralara giren, dikine top taşıyıp adam eksilten oyuncu tipinde olması gerektiğini ve bu gereksinimler ile Elano'yu kıyaslayınca ortaya farklı profilde belki başka bir yapıda çok daha faydalı olacak ama Topal-Sarp-Barış-Ayhan gibi kısır oyuncuların olduğu yerde istenilen verimi sağlayamayacak bir karakter olduğunu belirttim. Ardından geçen 2 aylık zamandan sonra artık gerçeklerin netleştiğini üzülerek yazdım.

Şimdi bunları neden yazıyorum? Amaç tabiki benim neler yazdığımı belirtmek değil, ama hayatının belirli kısmını bir hobi olarak adadığı futbolun içerisinde bu görebildiklerimin tam zamanlı olarak Galatasaray'a hizmet edenler tarafından görülememesi şaşkınlığa sevkediyor beni. 3 yıldır sil baştan kadro yapılanmasına gidenlerin, bas bas bağıran orta saha eksikliğine rağmen Atatürk Havalimanı'na flaş isimler indirme popülistliğininden öteye gidemeyenlerin Galatasaray'ın arzu ve hakettiği başarılara ulaşması yolunda ne kadar etken olacakları benim açımdan karanlık bir süreci işaret ediyor.

Burada mesele Rijkaard değil elbette ama bugün gelinen noktada oluşan kırılgan ve takım hüviyetinden yoksun oyuncu topluluğuna bakınca az da olsa Surinamlı'nın da sorumlulukarı olduğunu belirtmek lazım, fakat asıl sorun Galatasaray'ın Futbol Yönetimi'ne yön verenlerin vizyon ve stratejilerinde. 3 senedir sil baştan yapılan kadroların ne zaman organizasyon ve dinginliğe kavuşacağı ciddi soru işareti. Geleceğin yapılanmasını yapıyorsanız planlamanızı her sene değiştirmeniz sadece işin ciddiyetine gölge düşürür, asıl amaca hizmet etmekten uzak kalınır.

Konuyu daha fazla uzatmak da istemiyorum. Galatasaray'ı sorunu organizasyon, yönetim, vizyon sorunudur meseleye futbol penceresinden bakıncaa. Vizyon demek Atatürk Havalimanına ışıltılı isimleri indirmek değil, ortaya takım hüviyeti taşıyan bir bileşim oluşturmaya müsait malzemeyi koyabilmektir. Sansasyonel futbolcular ile 1000'lerce taraftaı buluşturmak soruna çözüm olsa Real Madrid yıllardır Şampiyonlar Ligi'nde çyrek finale çıkmanın peşinde koşmazdı ya da City-Tottenham gibi takımlar gelecek adına daha ciddi umutlar ile koştururlardı kitleleri peşinden, bir sürkülasyon takımı olmaktan ziyade.

Her sezona 3 kupa popülistliği ile başlamak, "Galatasaray'ın amacı hep en üstlerde yer almaktır" gibi klişe cümleler ile satır başlarını süslemekten ziyade bu mesajalrın içini dolduracak daha planlı, sistematik adımlar atmaktır asıl mesele. Kim bir plan dahilinde çalışıldığını söyleyebilir ki? Bu kafa yapısına sahip olumadıkça he sene boş kalan eller ile gelecek yıllara bakmak zorunda olmak dışında sahip olunan gerçek kalmayacak.

(Maç yazısından farklı bir boyuta geldi yazı, Trabzonspor'u ve Şenol Güneş'i tebrik etmek lazım. Taktik vs. gibi sayısal detaylardan daha önemli meselelerin altını çizmek istedim sadece...)

20 Mart 2010

Fenerbahçe 1:0 Gaziantepspor



İlk yarıda 8 maçlık serinin ardından deplasmanda alınan mağlubiyet rüyayı sona erdirmişti, 2. yarıda da tam tersi bir resim vardı ekranda. 18 puanlık maçlardan geriye kalan 7 puan sonucu adeta şampiyonluk yarışında varolup-olmama hükmünü verdirecek kadar kritik bir maça belki de ilk yarıda bir süreci bitiren takım karşısında alınacaki gelibiyetin başka bir galibiyetler dizisinin başlangıc olması umutları ile çıkılıyordu.

2 haftalık yokluğun ardından geri dönen Alex ile 1 haftalık molanın ardından ileri uçtaki yerini alan yorgun ve moralsiz savaşçı Güiza'nın üzerindeydi gözler. Brezilyalı tutuktu maç boyunca ama İspanyol her zamanki gibi hareketli ve iştahlı hali ile sahadaydı. İlk 15 dakikada özellikle oyuna hakim taraf Fenerbahçe'ydi. Santos ile sol taraftan yüklendi, bir bekten daha çok açık gibiydi. Özer ise bu dominasyona ayak uydurmakta zorlandı , keza Mehmet'de aynı şekilde Gökhan'ın zaman zaman yaptığı çıkışlar kadar bile etkili olamadı bu akşam görev aldığı sağ çizgide.

İlk 15 dakikanın ardından oyun daha çok orta alan ile Gaziantep ceza sahası arasında oynanan bir kimliğe büründü ama bu görüntü herhangi bir gol pozisyonu getirmeye yeterli değildi ki ceza sahasına girmekte oldukça zorlandı Sarı-Lacivertli ekip. Gaziantep ise yerden ayağa isabetli oynamaya çalıştığı oyuna dikine yönlendirmeler ile hız kazandırmaya çalışsa da Fenerbahçe'nin aktif alan ve takım savunması içerisinde pek etkili olamadı. Ermen ve Olcan hareketliydiler ama Beto ve Jorgi için aynı şeyleri söylemek mümkün değil.

Bu rölanti hava içerisinde Güiza'nın golü hem şekil hem de geliş zamanı olarak tek kelime ile mükemmeldi. Gol sonrası Santos'un ısrarlarına rağmen okunu çıkarmayan Güiza'nın attığı golün kendisine kazandırdığı moral " o an çocuklar gibi şen" olmasından belliydi. Gol sonrası rölanti hava devam ederken maçın 2. yarısını etkileyecek olay gerçekleşti: Emre yine agresif tutumları sonrası sarı kart gördü, Galatasaray maçı öncesi tehlike sinyalleri çalmaya başladı. Devre arasında Daum'un ne yapacağını merakla bekledim. Ya 2. yarıda takımın etkinliğinin azalması pahasına Emre yedeğe alınacaktı ya da "eldeki 1 kuş teldeki 3 kuştan iyidir" mantığı ile Emre sahada tutulacak ve bu maçın garantiye alınması yoluna gidilecekti.

Alman Teknik Adam ilkini seçti, Selçuk'u sürdü sahaya, ikinci 45 dakika da beklediğimi gibi geçti böylece. Fenerbahçe'nin oyunu kontrol etme güdüsü daha da ağır bastı ki eldeki oyuncular ve mevcut form durumları ile daha fazlasını yapmak da pek mümkün değildi. Çünkü Emre kadrodaki tüm oyunculardan çok daha farklı oyun karakteri ile fark yaratan yegane isim takım verimliliği göz önüne alındığında. Yokluğu diğer oyuncular da gününde değilse 2. yarıdaki hala bürünüyor takım.

Fenerbahçe'nin bu halinde bile dikkati çeken en temel özellik takımın topa sahip olma oranı ve pas yapma yüzdesi. İlk yarının sanırım 30. dakikası pas sayısı istatistiği Fenerbahçe 200-92 Gaziantep olarak yansıdı ekrana. Tamam bu pasların 3. bölgedeki yoğunluğu çok fazla değil ama topu tutabilen oyuncularının fazla olduğu ortada. Yalnız temel sorunları pas oyunu oynarken oyuncular arasındaki mesafenin fazla oluşu. Özellikle defans hattının ileri çıkıp mesafeyi daraltmaması bunda temel etken. Ayrıca bunun içselleşmiş bir kurgudan ziyade oyuncuların teknik becerilerinin fazlalığı ile ortaya çıktığını düşünüyorum. Galatasaray ile Fenerbahçe kıyaslamalarında dikkati çektiğim husus takım kadrosuna bakıldığında bu top tutma yüzdesini arttıracak oyuncuların sayısının Fenerbahçe'de daha dengeli dağıldığı yönündeydi. Galatasaray'ın pas tarafiğini sağlıklı bir zemine oturtamamasının ana nedeni de kadrodaki dengesiz yapılanma burada daha net görlüyor.

Gaziantep'e gelince Julio Cesar'ın neden oynatılmadığı aklımdaki ilk soru iken, yerine girdiği oyuncunun Erman Özgür oluşu da 2. soru olarka kaydediliyordu. Jorgi var iken Erman gibi aldığı topları olumlu kullanan ve takımı oynatmaya çalışan bir adamın dışarı alınması kolay anlaşılır değil. Zaman zaman iyi üçgenler kurdular, ayağa oynadılar ama tehlikeli bölgeye sızmayı beceremediler. Sol bek Ivan de Souza 2 yıldır takip ettiğim beğendiğim bir oyuncu, bugün de gayet iyiydi. Olcan çok hareketli ama savrukdu. Maçın bazı bölümlerinde hızlı ataklarda takımı yavaşlattı ,yine mücadele azmi ve gayreti dikakt çekiciydi. Başka da göze batan oyuncu olmaması rakip kalede tehlike yaratamayan bir takım içn gayet normal.

Fenerbahçe finali haftaya oynayacak. Yarın Trabzon maçında puan kaybetme ihtimali olan bir Galatasaray'ı Sami Yen'de yenebilirlerse sıralamada ezeli rakiplerini geride bırakacaklar. Artık hedef belli ama gerçekleşme yüzdesi ne olacak onu haftaya göreceğiz!!!

Bundesliga'da Zirveye Bomba



Skibbe son 3 dakikada bulduğu gollerle devirdi Bayern'i. İlk yarıda 1-0 öne geçtikleri maçı son 10 dakikada kaybetmişlerdi, bu defa senaryo ters işledi. Halil, 90 dakika sahadaydı ve 2. golün asistini yaptı. Frankfurt bu sonuçla 38 puan ile 8. liğe otururken, Bayern maç fazlası ile Schalke'nin 2 puan önünde. Yarın zorlu Hamburg deplasmanından 3 puan çıkarmayı becerebilirse Magath, zirveye kurulacak.

Diğer tarafta ise Leverkusen'e 2. mağlubiyetini tattıran takım son hafların flaş ekibi Dortmund oldu. 3-0'lık net sonuç ile 53 puan ile 3. sırada kalan Leverkusen, Bayern'in puan kaybetmesi ile en azından gruptan kopmamış oldu.

Magath, 1.5 senede Wolfsburg ile yaptığını daha ilk senesinde Schalke ile becerir mi göreceğiz ama yarın 3 puan ile dönerlerde deplasmandan büyük iş becermiş olacaklar.

19 Mart 2010

CL 2010 Final Yolu



Finale kadar uzanan yol için rota belli artık. Bu yol haritasını bir kaç farklı şekilde okumak lazım. Mesela geçen seneki finalin bir benzerini görmek yüksek ihtimallerden biri. Inter'in çok uzun yıllar sonra Final'i görmesi de çeyrek final kurasına bakınca yarı finalde gösterecekleri performasn ile doğru orantılı olarak değerlendirilebilir, ya da 11 yıl geriye giderek yaşanılan o dramatik finali de Bayern-Manu eşleşmesi ile hafızalarda canlandırmak pekala mümkün.

İlk dikkati çeken tabiki Arsenal-Barça eşleşmesi. Yerden ayağa oynayan ya da oynamaya çalışan üst düzey bir çok takım görsterilebilir ama bunu benzer tipte adamlar ile birbirine bu kadar yakın tarzda oynamaya çalışan çok fazla 2'li yok. Bu açıdan bakınca Arsenal-Barcelona eşleşmesi tadından yenmez bir hal alıyor. Wenger'in yapmaya çalıştıklarına olan saygım Arsenal'in değilde Inter'in İspanyolların çeyrek finaldeki rakibi olmasını içimden geçirmeme yol açsa da elbette oturup maçların zevkine varmaktan başka çare yok. Gunners'ı son 2 aylık dilimde artan performansı ile o bilindik Barça esintisi şimdiden o gün için başka plan yapmamak için takvime baktırıyor. D-Smart'ın hegamonyası altında internete esir olmanın da ayrı bir azabı var ama neyse...

Bu ikiliden birinin yarı finaldeki rakibi de Inter-CSKA Moskova mücadelesinin galibi olacak. Kağıt üstünde ağır basan bir Inter fovoriliği göze çarpıyor doğal olarak. Yarı final için ise gruplardaki Barça maçlarına göz atmak yeterli. Çok daha ileri gitmeleri yukarıda da yazdığımız gibi çok farklı, etkileyici bir performans ile olur ancak yoksa daha ötesi çok zor...

Bayern-Manu tarafına gelince akla hemen 11 yıl önceki final geliyor. 90 ve sonrasında atılan 2 gol ile maçı domine eden Almanların bir anda nakavt oluşu, maç sonrasında Kouffour'un o içi parçalayıcı hali... Hala tarihinin üzeri tozlarla kaplanmamış sayfalarında duruyor yaşananlar. Van Gaal'in yavaş yavaş oturan sistemi Ferguson'un organizasyonu karşısında neler yapar orası soru işareti işte. Bayern'in 2 olmazsa olmazı takımın performansında öne çıkıyor: Robben & Müller. Üst tur için bu ikiliye eşlik edeceklerin sayısının artması şart ama tecrübesi ile Manu bir adım önde.
Lyon-Bordeaux kurası da Fransızların mezarını kazmış. Yarı finali biri göremeyecek ama kim? Real Madrid'i eleyerek yeninde çeyrek finali gören Lyon aynı performansı Blanc'ın ekibi karşısında gösterebilecek mi? Lyon'un bu sezonki resmi bir istikrarın uzağında, dolayısı ile İspanyolları elemeleri değerli olsa da bu sonuca güvenerek hareket etmek çok da mantıklı değil. Bordeaux ise takım oyununa daha iyi yansıtan yapısı ile gayet iyi tanıdıkları rakipleri karşısında bence turu geçmeye yakın taraf. Turu geçen ekibin Bayern-M.United eşleşmesinden gelecek takım ile oynayacağını da belirtelim.

18 Mart 2010

UEFA Avrupa Ligi'nde Çeyrek Finale Doğru



Zorlu eşleşmelerden kimlerin çeyrek final biletini kapacağı merak konusuydu. Bu akşamki maçlar sürpriz sonuçlar kadar dramatik vedalara da sahne oldu. İtalya'da Fulham'ı 3-1'lik skor ile geçen Juve, 1-0 öne geçtikleri maçı 4-1 kabederek kupaya veda eden İtalyan kulüpleri arasındaki yerlerini aldılar. Geçen hafta, önce Roma, daha sonra Fiorentina ve Milan, şimdi de Juventus. Koskoca İtalya'yı uluslararası arenada temsil eden tek kulüp Inter.

Deplasmandan 1-1 ile dönen Marseille ise maçın bitimine 20 dakika kala Niang ile golü bulunca büyük avantaj yakalamıştı ama 75. dakikada Perreira ile gelen gol maçı uzatmalara götürmek için yeterliydi. Artık uzatma sürecine gitmesi beklenen maçın son anlarında Kardec ile gelen gol Portekiz ekibini çeyrek finale götürmeye fazlası ile yeterliydi. Geçen sezon Galatasaray ile aynı grupta yer alan ve sıralamada sonuncu olarak kupaya veda eden Benfica bu sezon çok farklı bir görüntü çiziyor. Bu sonuçla Marseille ise son 3 sezondur çeyrek final ötesini görememiş oldu.

Standard Liege belkide gecenin rahat takımıydı, deplasmanda alınan 3-1'lik skorun avantajını koruyup aldıkları galibiyetle hanelerine 2 puan daha yazdırdılar UEFA sıralamasında. Son 2 sezondur yaptıkları çıkış gerçekten dikkat çekici.

Bremen-Valencia maçı en izlenesi eşleşme olarak duruyordu kağıt üzerinde, öyle de oldu. Her iki takımın açık futbol oynamaya müsait karakteri 2. maçta zirve yaptı. Bunda Valencia'nın henüz 15 dakika dolmadan 2 farklı skor avantajını yakalamasının da etkisi oldukça fazla.

Diğer tarafta devam edern 4 karşılaşma daha var. Anderlecht-Hamburg maçı 4-3 devam ediyor. İlk maçı 3-1 kaybeden Belçika ekibinin turu atlamak için 2 gole daha ihtiyaçları var ama zaman az, sadece 5 dakika var. Futbol öyle mucizelere sahne olduki şimdiye dek açıkçası Hamburg kesinlikle turu geçti diyemiyorum görüntü %99'luk ihtimali gösterse bile.

Liverpool inişli çıkışlı giden sezonunda Torres'in gelişi ile hafiften kıpırdamaya başladı. Bu silkiniş Lille'in de canını yaktı. Geçen sezon puan kayıplarının büyük çoğunluğunun Torres ve Gerard'ın sakatlık dönemleri ile kesişmesi bu iki oyuncunun Kırmızılar için ne kadar önemli olduğunun en büyük göstergesi. Torres'in gelişi ile olumlu çizgileri daha da yükselecektir, çünkü gol atma sıkıntıları gün gibi ortadaydı.

Atletico Madrid kötü giden sezonun sonunu iyi getireceğe benziyor. Deplasmanda Aguero'nun 2 golü ile skor 2-2 devam ediyor. Lizbon'un bulacağı 1 gol elbette ibrenin yönünü değiştirir ama çok zor.

Wolfsburg-Kazan maçı ise gecenin uzatmaya gidecek tek maçı gibi duruyor. Maç 1-1 devam ediyor. Kazan'ın atacağı 1 gol işleri sarpa sardırabilir. Bekleyip sonucu görmek lazım.


1.maç2.maç
Atletico Madrid2 - 2Sporting0-02-2
Hamburger SV6 - 5Anderlecht3-13-4
Lille1 - 3Liverpool1-00-3
Rubin- VfL Wolfsburg1-1
Benfica3 - 2Marseille1-12-1
Juventus4 - 5Fulham3-11-4
Panathinaikos1 - 4Standard1-30-1
Valencia5 - 5Werder Bremen1-14-4

Barça'nın Gece Tarifesi Cimbom'a Ders Olur

Barça golmetrede gece tarifesini bu kez Stutgart için açtı, yavaş yavaş ilerliyor gibi gelse de sayaç 90 dakika sonunda 4'ü yazıverdi skorbord. Burada tutup da adamlar ne top oynadı, Iniesta böyle, Pique nasıl top kullanıyor gibisinden zaten bilinen cümleler ile ahkam kesmeyeceğim. Atılan gollerdeki genel ortaklıktan daha da özel gidersek 2. goldeki organizasyondan yola çıkarak bazı gerçeklerin altını çizmek istiyorum.

Galatasaray'ın Şubat ayı içerisinde yaşadığı probleme futbol literatüründe "forvetsizlik" dendiği hepimizin malumu. Burada Galatasaray'ın kısırlığı ileri uçtaki oyuncu eksikliğine bağlandı, kısmen doğru olsa da blogda da çeşitli vesilelerle yazdığımız üzere genel manada çok da anlam ifade etmeyen bir ifade bu.

Şimdi 2. golü hatırlayalım. Yine yerden ayağa paslaşmalar, bu alış-verişler yana gibi görünse de takımı bütün bir blok halinde rakip ceza sahasına kadar herkesi belirli konumlara yerleştirerek konumlandıran bir ilerleme yönteminin uygulaması aslında görülen. Bu esnda bir fotoğraf çeksenin göreceğiniz muhtemelen şu tablo olacak: Orta sahanın tam ortasında Puyol-Pique ikilisi. 2 bek Alves ve Maxvel çizgiye yakın ve çok daha ileride. Aralara iç oyuncuları örümcek ağını örmüş durumda ve saha içerisinde pozisyon konumlamaları o kadar iyi biliniyorki rakibin başını döndüren bir rotasyon var. İşte senaryoya uygun akarken oyun soldan herkesin ön libero dediği ama benim kelime olarak kullanımını sevmediğim, anlamlı bulmadığım için "orta saha oyuncusu" sıfatıyla tanımladığım oyunculardan Yay Toure içeri doğru akıyor ve önüne atılan muhteşem pası da asiste dönüştürerek Pedro'ya gönderiyor topu, sonrası malum.

Tamam bunu yapan Barcelona'da Beyaz Atlı Prens'in yaptılarından bile bir kıssadan hisse çıktığına göre bir şeyler çıkarmak lazım yukarıdaki hikayeden. Diyeceğim o ki, forvet falan işin masal kısmı kardeşim. Senin takımında bazı oyuncular takım hücum ederken sanki alacaklılar gelip yakalarında yapışacakmış gibi orta yuvarlağın dışına çıkmazlarsa, aldıkları hep 10 topun 8'ini geriye-yana oynarlarsa, oyun zekaları yıllar geçmesine rağmen gelişim gstermesi gereken bir varlığın ivmesini göstermiyorsa yerinde sabir kalmışsa, takım içerisindeki orta saha oyuncuların hücum esnasında blok olarak ileri çımıyor ve oynadığı resmi maçların %80'inden fazlasında duran toplar dışında herhangi bir hücum girişimi dışında ceza sahası ve çevresinde 3'den fazla oyuncuyu bulundurmakta zorlanıyorsa oradaki problem forvet problemi değildir.

Bu yazıyı okuyanlardan küçük bir ricam var. Şu anda Baros ve Jo'lu forvet hattında 2'sinin aynı anda sahada olmadığı, yalnızca birinin oynadığı maçlarda yukarıdaki gözlemi aklınızın bir tarafında tutarak izleyin derim. İleri uçta sabit bir adamınız olmasına rağmen ceza sahasında çoğalmakta zorluk çeken bir takım göreceksiniz. İşte o zaman gerçek problemin bir forvet oyuncusu varlığındna ziyade orta saha kurgusundaki dengesizlik olduğunun farkına varacaksınız. Küçük bir rica, deneyin derim...

17 Mart 2010

Jimenez'le Nereye Kadar?



2 ardışık UEFA + 1 Süper Kupa sonrası Huande Ramos ile beklentiler iyice artmıştı Sevilla'da. La Liga'daki Real Madrid-Barcelona hegamonyasına karşı bir dik duruş sergilemek içten içe yanan bir ateşti onlar için. Derken başarıya birlikte yelken açtıkları hocalarını sezon başladıktan bir kaç hafta sonra kaybettiler, Onun boşluğunu da eski emektar futbolcuları Manuel Jimenez ile doldurmayı düşündüler.

Bu yaşanılanlar Fenerbahçe ile 2. tur maçlarından yaklaşık 3-4 ay öncesine dayanıyor. O sezon favori olduları eşleşmede Fenerbahçe'ye boyun eğerek kupa güzergahı dışında kalmışlardı. Aynı sezon La Liga'da bir sezon önce ciddi biçimde içinde oldukları şampiyonluk yarışının oldukça gerisinde kalarak zirvenin 21 puan ardında 5. sırada tamamladır.

2008-2009 sezonunda da Himenez ile çıkılan yolda UEFA Kupası gruplarında Standart Liege, Schalke, Partizan, Stutgart'lı grupta 4. olarak grup aşamasında kupaya veda ederek yıllar sonra erken bir veda ile Uluslararası mücadelenin dışında kaldılar. Sezonu ise bir önceki sezondan daha iyi bir performans ile 3. sırada tamamlayarak Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etme hakkı kazandılar.

Bu sezon da dün akşam deplasmanda 1-0 kazandıkları maçın rövanşında Sanchez Pisuan'da CSKA Moskova'ya yaz transfer döneminde Galatasaray ile adı geçen Honda'nın attığı gol ile 2-1 yenilerek yine kendilerinden beklenen sıçramayı gerçekleştiremeden sezonu kapıyorlar. Ligde zaten zirvenin çok uzağında ama 3. Valencia'nın 3 puan gerisinde 4. sıradalar.

2 sene önceki kadrodan en önemli kayıpları Dani Alves oldu. Poulsen'i Juventus'a gönderdiler, Kerzhakov ise soluğu memleketi Rusya'da aldı. Çok fazla forma şansı bulamayan Kone ile şu an Bundesliga'da. O zamanlar sorunlu olan savunma ve orta sahaları defansif anlamda çok daha güçlü ve alternatifli. Zakora, Dusher gibi sağlam isimler var orta alanda. Tek büyük kayıpları bence Maresca'dır. Tekniği ve zakasıyla gayet oldun bir oyuncuydu İtalyan. En büyük sıkıntıları ise ileri uçtaki alternatifsizlik. Yani geçmişe göre çok fazla kan kaybı da yok takımda.

Sadece alınan sonuçlar değil, oyuna müdahale, takıma mental liderlik etme anlamında da yeterliliği sorgulanıyor Himenez'in. Geçen sozonun 2. yarısında bu sezon sonun akadar uzatılmıştı sözleşmesi İspanyol'un. Sezon sonu Sevilla'nın bulunacağı konuma bağlı olarak adım atılacağı aşikar ama La Liga'da çok zor olsa da yukarıya biraz yaklaşabilmek için takımın başında daha farklı profillerin varlığı, farklı başarıları sunabilme ihtimali mutlaka sorgulanmalı. Geleceğin planlaması buna göre yapılmalı.

16 Mart 2010

Four Four Two Mart Sayısı'ndayız...


4-4-2 dergisi Mart-2010 sayısında blok tanıtımları arasında kendimize yer bulduk. Belki küçük bir şey ama hobi olarak yapmış olduğunuz bir uğraşının, çabanın en ufak takdir görmesi bile güzel. Ali Ece'ye göstermiş olduğu ilgi için teşekkürler...

13 Mart 2010

Kader Adamı Higuain

Real'de Lyon'a elenmenin şoku yavaş yavaş atlatılamaya çalışılırken Çarşamba gününe geri dönüldüğünde aslında tek ismin bir kaç hareketi o ankinden farklı yapmasının bile bugün Los Galacticos'u çeyrek finalistlerden biri yapmasının çok olası olduğunu gösteriyor: Higuain

Maçın 26. dakikası defansın arkasına sarkan Higuain hafif sağ çapraza kaleciyi de geçerek topu boş kaleye gönderiyor ve tribünlere doğru koşmaya başlıyor; fakat o da ne, top direğin için çarpıp kaleye parelel sol çapraza doğru ilerliyor. "Goooooo" ile başlayan sevinç sondaki "l" harfi ile buluşamıyor.






Bu pozisyonun bir kaç dakika sonrası. Ronaldo'nun slalomla ceza sahası önüne kadar getirdiği topu kaka allıyor, sol taraftan zorlamaya çalışırken top birden kalabalıktan geri dönüp hemen arka taraftaki Higuain'in önünde kalıyor. Hafif sol çaprazda ve kaliyi de net görüyor yumuşak bir vuruşla köşeyi düşünüyor ve kaleci de iyi bir refleksle çok da zorlanmadan topu çeliyor. Oysa hem sağ tarafında çok daha net pozisyonda bekleyen Ronaldo adeta yalvarırcasıa top istiyor tek tıkla işi bitirmek için ama nafile.



2. yarıda skor 1-0 devam ederken defansın dengesiz yakalanışı, top Higuain'de. Soldan ilerliyor, hemn arka tarafta gazını almış Ronaldo geliyor. İçeri kıvrılıp topu Ronaldo'nun önüne bırakmak yerine kendisi harcamayı tercih ediyor yine Arjantinli.


Maç sonrasında pas alışverişinde yaşanan bu sıkıntının soyunma odasında Ronaldo-Higuain arasında ciddi tartışma yarattığı İspanyol medyasının gündemindeydi son 2 gündür. Dünkü idmanda 2'li şakalışırken görüldü ve kamuoyuna aksini gösteren bir mesaj vermek istedilerse de maç sonrasındaki o gerilmli ortamda her şeyin olması da ihtimal dahilinde.

Evet, maçın kaderini tek oyuncuya bağlamka elbette doğru bir yaklaşım değil ama yazının başında da yazdığımız gibi 2-3 hareketi daha farklı yapsa Barnebeu'da Final umutlarını bir süre daha taze tutmuş olacaklardı. Futbol bu dün kahramansınız, bugün yapamadıkları sorgulanan. Geçmiş ola!

12 Mart 2010

Takım Olabilmek & Takım Kurabilmek



Şampiyonlar Ligi'nde son kez kupayı aldıklarında takvimler 2002'yi gösteriyordu. Başarının gelmediği her yıl yeni yıldızların Barnebau'ya çıkışına sahne oluyordu. Ronaldo, Owen, Cannavaro, Robinho, Beckham, Kaka, Robben, C.Ronaldo gibi zaten kendini ıspatlamış isimlerin yanında Sneijder, Saviola, Gago, Baptista, Drenthe,Benzema gibi genç yetenekler de eklendi Los Galacticos kadrosuna. Ezeli rakibinin aksine kadroyu kendi bünyesinden isimler yerine yapılmışlarına parayı harcama yoluna gitti Madrid ekibi. Şimdi geride kalan 7 yıla bakıldığında ligde alınan 2 şampiyonluk dışında herhangi bir başarı olmadığı görülüyor. Asıl hedefin La Liga olmadığı da bu 2 şampiyonluğu getiren teknik adamların (Schuster & Capello) ertesi yılda koltuklarını koruyamamalarından görülüyor.


Şimdi bu tablonun ardından İspanya'da Perez'in bu sınır tanımaz transfer politikasının verimsizliği gündemin ilk sırasına oturtulmuş durumda. Üstelik başarısızlığın nedenleri sorgulandığında en az payın Pellegrini'ye biçildiği de görülüyor. Madrid ekibinde bazı şeylerin çok ciddi şekilde sorgulanması gerektiği artık gün gibi ortada. Pahalı yıldızlara 100 milyonlarca euro'yu saçıp kadroya katmanın çok da işe yaramadığını anlamak için ardınızda bıraktığınız tabloyu okumanıız yeterli.
Diğer tarafta da kadrosundaki isimlerden bir kaçı dışında Türkiye'ye trasnferleri yapıldığında büyük ihtimaller futbol ulemalarının burun kıvıracakları Manchester United gerçeği duruyor. Kadrosudan önemli isimleri kaybetse de yerlerini aynı etkiyi ilk bakışta yaratamayacak isimler ile doldurmayı başarabilmenin sırrını bulabilmekte mesele. 3 büyüklerden herhangi biri yarın Atatürk Havalimanı'na Carrick, Fletcher, Vidic gibi isimlerden birini getirdiğinde ne kadar çoşku ile karşılanır bu hamle camialar tarafından. Kafaların yıldızlara odaklandığı ortamda futbolun gerçek emekçilerini, o birlikteliği takım haline getiren ana etkenleri kaçımız gerçekten layıkıyla görebilip değerlendirebiliyoruz ki? Hasan Şaş, Ümit, Ergün, Hakan Ünsal gibi isimler nerelerden gelip büyük başarıların paydaşı oldular?

İspanya'dan İngiltere'ye uzanan bu vizyon farklılığı aslında takım kurabilmenin ve sonrasında takım olabilmenin çok farklı unsurlar aynı zamanda başarıya giden yolun anahtarları olduğunu ortaya koyuyor. Son söz Ramiz Dayı'dan: "Mesele yıldız almak değil kardeşşş, kadrona kattığın isimler seni takım yapabiliyor mu, mesele bu işte kardeşşşş"

10 Mart 2010

CL'de Gecenin Maçları



Dünkü 2 biletin ardından 2 talihli daha çeyreklik biletlerine kavuşacak. İlk maçı deplasmanda
3-2 alan Manu Milan karşısında favoridir. Hafta sonu Roma karşısında özellikle 2. yarıda çok etkili bir oyun ortaya koymasına rağmen skora uşalamayan Milan'ın az da olsa umutları olsa da bu sezonki inişli çıkışlı grafiği bu maçı döndürmelerine yeterli gelirm mi orası soru işareti işte. Muhtemel elenme zaten ligde ulaşılması zor şampiyonluk gerçeği ile birleşince Leonardo üzerindeki baskı iyiden iyiye artar artık. Barca-Guardiola benzeri yapya giden 2 Serie A ekibinden Juve, Ferrara ile yolları ayırmış yerine de emanetçi Zacheroni'yi getirmişti.

Diğer tarafta ise hafta sonu Sevilla karşısındaki muhteşem geri dönüş ile liderlik koltuğuna kurulan Pellegrini ve öğrencileri gazı almış gibi görünüyor. Ramos maç öncesinde skoru bile vermiş, 3-0 kazanırız demiş. Lyon ligdeki dalgalı performansın arasında kendi evinde iyi bir maç çıkarmıştı ama turu geçmeleri için 1 gol bulmaları şart gibi. Madrid çeyrek finale daha yakındır şu an yakaladığı ivme ile ama yenilecek 1 gol her mahvedebilir.

Manchester United - Milan 21:45
R.Madrid - Lyon 21:45

09 Mart 2010

Çeyrek Finale İlk Biletler

Arsenal ve Bayern Münih Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale yükselen ilk çeyreklik dilimi oluşturan 2 takım oldu bu gece oynanan maçların sonunda. 2-1'lik ve tartışmalı gollere sahne olan ilk maçın ardından Wenger'in ekibi adeta gol olup yağdı Portekiz ekibinin kalesine, 5-0'lık net sonuç ile rakibini kupanın dışına itiverdi. Gecenin fark yaratan isimlerinin başında 3 gole imzasını atan Bendtner'di. Bu sonuçla son haftalarda lige gösterdikleri yükselme trendini sürdürmeyi başardı Gunners.

İtalya'da ise Floransa'da hem kulüp hem de ülke futbolu adına önemli bir gece yaşanması muhtemeldi. İtalyan takımlarının son zamanlardaki kötü ivmesi sonucu ülke sıralamasında Almanya'nın gerisinde kalma riski ile karşı karşıya olduğu aşikardı. İlk maçta son dakikada yenilen gol ile çok da kötü olmayan bir sonuçla (2-1) kendi evine çıkan mor menekşeler mça da çok iyi başladı ve 50. dakikada skor 2-o getirdi. Golün ardından Bommel ile farkı 1'e indiren Bayern'e cevabı çok gecikmeden genç yıldızı Javotic ile cevap vermeyi başaran ve o andaki skor ile turu geçebilecek konumda olan Fiorentina, 1 dakika sonra gelen Robben'in cevabı turu Almanlara kaptırıverdi. Sezona kötü başlayan Van Gaal'in ekibi Mart ayına gelindiğinde Bundesliga'da 2 puan fark ile tepede ve Şampiyonlar Ligi'den çeyrek final biletini cebine koymuş durumda.

Diğer 6 biletin sahibini bulması için 17'sine kadar beklemek gerekecek ama D-Smart'ın güzelliği sayesinde internetden maç izlemeye devam etmek zorunda kalacağız.

08 Mart 2010

Eskişehir 2:1 Galatasaray



Galatasaray için Kasımpaşa maçında yakalanan ivmenin devamlılığını ve liderlik yolundaki kararlılığını görme adına tam bir test maçıydı Eskişehir deplasmanı. Belki de sezonun en kritik deplasmanı olarak da adlandırılabilirdi. Geçen haftadan sadece Elano-Geovanni değişikliği yapılarak çıkılmıştı sahaya. Öncelikle oyunu kontrol etme sonrasında da bulunacak pozisyonlar ile sonuca gitmeyi tercih etmişti besbelli Rijkaard. Bu mantalite kağıt üzerinde oyunun defansif anlamında ilk yarı boyunca gerçeğe dönüşse de rakip sahada oynayabilme, oyunu kontrol edebilme yönünde aynı derecede etkisizdi. Tabiki bu görüntüde Rıza Çalımbay'ın da defansif anlayışı ön planda tutma, rakibi kendi yarısahasında karşılama anlayışı da oldukça etkiliydi.

Kasımpaşa maçında ilerideki dörtlüsünün hareketliği defansın dengesini bozmuş Keita-Jo-Arda-Dos Santos'un değişmli oyunları hücum anlamında gol sıkıntısı çeken Galatasaray'a ilaç gibi gelmişti. Bugün 11'de tek adamlık değişiklik yapılmış gibi görünse de aslında bu ufak değişiklik geçen hafta görülen yaratıcılığı bir anlamda baltalamıştı. Öncelikle topu ileride tutma anlamında yaşanılan sıkınıtıya ek olarak değişmeli oynayabilme anlamında da sıkıntılar ön plandaydı.

Buradaki ana fark Elano-Dos Santos arasındaki oyun mantalitesi kadar derin. Elano'nun kanatlara inmekten uzak, ceza sahaları arasında gidip gelen futbol yetkinliği ve buna ek olarak oyunu çok da çabuklaştıramaması bu akşamın öne çıkan farklılığıydı. Elano'nun bu yapısını göz önüne alınca etkisinin artması için arkada oynayan 2'linin topu çabuk taşıyan dikine oynayabilen adamlar olması şart ama bu satırlarda defalarca dile getirdiğimiz gibi Topal'ın suya sabuna dokunmayan oyun anlayışı ile Ayhan'ın git gelli futbolu ile yazdıklarımızın gerçekleşmesi çok da kolay değil. Bu yazdıklarımızı beklediğimiz isimlerin bir de rakibin baskısı altında düştükleri zor durumu gördükçe aslında yetenek-potansiyel-beklenti üçgeninde çok daha doğru değerlendirmeler yapılması zorunluluğu doğuyor bizlere.

Yazının girişinde de yazdık test maçıydı Galatasaray için çünkü daha 2-3 hafta öncesine kadar aynı adamlarla yaşanılan darboğazın nasıl aşılacağını görmek gerekiyordu, bu akşamın sonucu sınıfı geçmenin o kadar da kolay olmadığı yönündedir. Orta sahada top tutabilme, dikine oynama sıkınıtısı defansta Servet gibi 2 golde tek hamle ile geçilebilecek kadar temel stoper yetilerinden yoksun olma ile birleşince rakibin 2 atak ile 2 gol bulması çok da sürpriz olmuyor. Galatasaray'ın burada gelecek adına doğru mesajları alması şart. Bazı oyuncuların yeteneklerini doğru okuması lazım. Servet-Topal-Sarp-Ayhan gibi isimlerin Galatasaray'ı arzu edilen düzeye çıkarmanın uzak olduğu artık su götürmez bir gerçek olarak kaydedilmeli bir yere. Bu gerçeği şampiyonluk bile değiştirmeli.

Galatasaray için sorunun hep santrofor problemi olarak tanımladığı dönemlerde de farklı şeyler yazmadık. İleri uçtaki bir ismin varlığı elbette bir takım için önemlidir ama çok daha önemli noktalar var takım için, onun eksikliği de bugün Sarı-Kırmızılı ekibin neden etkili olamadığını daha iyi belgeliyor.

Bu takım içi sorunlara ek olarak yapılan oyuncu değişikliklerine de vurgu yapmak lazım. Emre-Keita değişikliğine anlam vermek mümkün değil. Keita'nın beyin-ayak koordinasyonu problemine defalarca vurgu yapsam da sahada varlığı ile skora isyan etme, 1-2 hareket ile oyunun kaderini değiştirebilme anlamında etkili bir isim olduğu gerçeği ortada iken oyunda tutulması gerektiği kanısındayım. Burada Emre ile defansın göbeğini delme düşüncesini ön plana çıkarmak istediği izlenimi ilk anda uyansa da sahadaki uygulama yine kanta organizasyonları üzerine yoğunlaştı.

Tamam, Galatasaray'ın o bilenen kısırlığı yine etkindi ama burada Eskişehir'in de zaman zaman sert ve iyi alan kapatan futbolunun da altını çizmek lazım. Defansın göbeği açık vermedi, ön tarafta zaman zaman iyi bastılar ama yine de Galatasaray o saçma hatalaı yapmasa gol yeme ihtimali çok düşüktü.

Burada merak edilen nokta bundan sonra ne olacağı. Öncelikle gelecek hafta verilecek tepki çok önemli, yani Ankaragücü maçından alınacak 3 puan altın değerinde. Sonrasında ise çıkılacak Trabzon deplasmanında ise neler olur orası tam bir muamma. Galatasaray'ın bu dengesiz çizgisi sezon sonunda her türlü sonucu şaşırılmayacak kadar sıradanlaştırıyor, zaten esas sorunda burada, henüz kazanılmış bir istikrar yok.

Son olarak hakeme gelince, kritik hataları vardı bu akşam. Maçın dönüm noktası ilk gol öncesi topu elle alındığını görmemesidir. İlk yarının sonunda yaşanılan bu pozisyon gecenin altına imzasını atmıştır. Ek olarak Dos Santos'un düşüşünün de penaltı ile alakası yok, bir telafi kararı gibi görünüyor.