29 Aralık 2008

Ertuğrul Sağlam Bursaspor Yolunda



Bursalılar için kaderin bir cilvesi herhalde bu Beşiktaş kökenli teknik direktörlerin takımın başına gelmesi. Artık kabak tadı vermeey başlayan bu takıntı ile en son Samet Aybabayı takımın iyi durumuna rağmen resmen istifaya zorlamışlardı, bakalım bu defa tavırları nasıl olacak. Sağlam'ın kişiliğine olan saygılarından dolayı Beşiktaşlılığı'nın 2. plana atılması muhtemel.

Beşiktaş'tan ayrıldığı zaman Ertuğrul Hoca için bu yazıda kariyeri açısından ülkedeki kısır döngüye dahil olmadan yurtdışına kapağı atmasının en doğru yol olacağını belirtmiştim, Bursa tercihini bu boyutu değerlendirdiğimde o dönüye dahil olmasından korkuyorum. Bursaspor için geçen hafta yazdığım yazıda sahip olunan potansiyel ile ortaya çıkan sonuç arasındaki çelişkiden dem vurmuştum. Kayseri'deki özgür çalışma ortamından sonra Beşiktaş'da yaşadığı baskı Bursa'daki ortama daha rahat alışmasını sağlayabilir, sanırım en büyük avantajı da bu olacak: Baskı ve strese dayanıklılık konusunda antremanlı olması. Şehirde futbolun üzerinde bulunduğu kaygan zemin, camianın bir türlü istikrarı yakalayamamış olması, taraftarın takım üzerinde yapabileceği negatif etki ise en büyük dezavantajı olacak genç teknik adamın.

Bu ülkede teknik direktörlüğe devam etmemesini isterdim Ertuğtul Sağlam'ın ama O kalıp bir şeyler ıspat etmek istedi herhalde. Teknik direktörlerin bir çok kulüpte diken üstünde çalıştığı bir ülkede Bursaspor gibi riskli bir tercih umarım başarılı günler için yeni bir başlangıç olur.

28 Aralık 2008

Gurbetteki Gençler #2

1. bölümde Beylerbeyispor ağırlıklı olmak üzere Galatasaray Altyapı'sından emekli olan gençlerin ilk yarı sonu itiberiyle durumlarını değerlendirmiştik. Kaldığımız yerden devam...

Cafercan Aksu: 87-88 jenerasyonunda patlama yapması beklenen ama o bomba etkisini gösterememiş genç yetenek olarak anılıyor hala.PAF takımdan ayrıldıktan sonra 2006 sezonunda başlayan kiralık süreci İstanbul Büyükşehir Belediye serüveni ile başladı, ilk tercih olarak Abdullah Avcı ile beraber olması doğruydu. Toplamda 23 maçta forma giydi ve bunların 16'sında ilk 11'de başladı. Sezonun 2. yarısında fazla forma şansı bulamasa da ilk sene için fena sayılmaz. 2006-2007 sezonunda ise Suat Kaya ile Ordu'daydı. Toplam 32 maçın 30'unda ilk 11'deydi. Bu sezon da yine Suat Hoca ile Gaziantep Büyükşehir Belediye çatısı altında beraber olmasının etkisi ile düzenli olarak forma giyiyor. Toplamda 3 golü var. Cafercan'ın en büyük şansı kiralık olan diğer oyuncuların aksine alt yapılarda çalışmış Abdullah ve Suat Hoca'lar ile birlikte olması. Burada dikkat çeken husus bu kadar düzenli forma şansı bulan bir oyuncunun Galatasaray için hala düşünülmüyor olması. Yeteneği konusunda şüphe yok ama fizik açıdan yetersiz olması bunda etkili diye düşünüyorum.

Uğur Erdoğan: Cafercan ile aynı dönemde PAF takımda oynamış 87-88 jenerasyonu temsilcilerinden. 2006-2007 sezonunda İstanbulspor ile başlayan kiralık sürecinde toplamda 28 maçta forma şansı buldu ve bunların 21'inde ilk 11'deydi. Toplam 3 gol kaydetti. 2007-2008 sezonunda Suat Kaya ile beraber Orduspor'daydı. Bu sene de Cafercan gibi Gaziantep Büyükşehir Belediye'de. Düzenli olarak forma giyiyor ve 5 golü var. Pek fazla isminden bahsedilmese de takip edilmesi gereken bir isim aslında Uğur.

Gaziantep Belediye'de aynı zamanda Efecan Karaca ve Cihan Can'da kiralık olarak forma giyen diğer 2 oyuncu. Suat Hoca sayesinde forma şansı buluyorlar.Sanırım kiralık göndereceğiniz oyuncular için takı seçmektense hoca seçmek çok daha önemli. Suat Kaya dışında bir başkası bu 4 oyuncuya ilk 11'de şans verir miydi bilmiyorum.

Önümüdeki hafta Sakaryaspor ile 2. devrenin ilk maçını oynayacaklar. Maça gidip genç oyuncular hakkında detaylı bir analiz yapmayı planlıyorum. Ayrıca 8. haftada Güngöre ile İstanbul'da maçları var, bu maçı da ajandaya kaydettim. Canlı olarak izlemek çok daha farklı bir perspektif sunacaktır oyuncunun kapasitesi ve yeteneği açısından. O zaman çok daha sağlıklı bir değerlendirme yapmış olacağız.

Gürege Gürel: Beylerbeyi'ndeki değişimin göstergesi desek yanlış olmayacak. Özellikle Erkan Hoca'nın yardımcı antrenör olarak başlamsı ile birlikte son 6 maçtır forma şansı buluyor. Geçen sene PAF takımda dikkatimi çeken oyuncular arasındaydı.

Erkan Ferin: 2005 yılında U-17 Peru'da düzenlenen Dünya Şampiyonası'nda 4. lüğe uzanırken defnasın göbeğinde O vardı. Oldukça umutluydum O'ndan ama 2 sezondur kiralık oyuncular arasında. Beylerbeyi'nde de son dönemde kadroya girmeye başladı, muhtemelen sakatlığı vardı ve yeni kurtuldu.

Beylerbeyi için daha geniş konuşabilmek için de bir kaç maçı izlemek gerekiyor. Sezonun ilk maçında Gaziosmanpaşa maçında hevesle gidip sahada PAF takım etiketli oyuncu göremeyince bir daha gitmemeye karar vermiştima ama İlyas & Erkan Hoca'lar sonrası maça gitmek şart. Daha sonra daha detaylı bir analiz yaparız genç futbolcular için.

Muhammet Ali Atam: Geçen sene PAF takımda sağ bek performansını beğenmiş, sezon başında Beylerbeyi'ne gider diye beklerken Erzincanspor' a gittiğini duymuştum. A takım için düşünülme potansiyeli olan bir adamı 3. Lig'e göndermenin manası nedir anlamış değilim. Erzincaspor'da düzenli olarak forma giyiyor ve forumlarda okuduğum kadarıyla performansı beğeniliyor taraftarlar tarafından ama Erzincanspor'un durumu içler acısı, oynanan 18 maç sonunda 14 puan ile son sıradalar. Daha üst düzey futbol oynayebileceği bir yerde olması şart hem takım hem de lig olarak.

Bu noktada bir önerim olacak. Geçen sezon kongrede başkan adayı olan Taner Aşkın şu an Pendikspor'un başkanı. Pendikspor ile bu noktada Beylerbeyi gibi bir pilot takım uygulması kadar geniş olmasa da bazı oyuncuların gelişimi için bir ortaklık sağlanabilir.

Bir önceki yazıya başlarken belitmiştik aslında, kiralık oyuncuların takip edilme sisteminde sorun var diye. Bu oyuncu ne yapmış, takımın katkısı ne tarzında bir izleme mantığı olduğunu sanmıyorum. Bu kadar iyi alt yapıya sahip olduğu söylenen bir takımın daha fazla oyuncuyu A takıma çıkarması gerekiyor. Yoksa "gençlere önem veriyoruz" kilişeleri inanın hiç anlamlı değil.

26 Aralık 2008

Futbol Quiz

1) Ilk Dünya Kupasi'ni hangi ülke kazanmistir?
a. Uruguay
b. Ingiltere
c. Brezilya
d. Fransa
2) Hangi oyuncu Galatasaray'in Uefa Kupasi'ni kazanan kadrosunda yer almamistir?
a. Ahmet Yildirim
b. Mehmet Yozgatli
c. Tugay Kerimoglu
d. Hasan Sas
3) Hangi Teknik direktör (bir ya da daha fazla takimin basinda) en fazla Sampiyonlar Ligi finali'nde yer almistir?
a. Carlo Ancelotti
b. Vicente Del Bosque
c. Fabio Capello
d. Macello Lippi
4) 1992 yilinda ülkede bas gösteren ic savas sonucu Avrupa Sampiyonasi finallerinden çekilmek zorunda kalan Yugoslovya'nin yerine oyuncularini tatilden toparlayarak kupaya katilan ve sampiyon olan takim hangisidir?
a. Portekiz
b. Isveç
c. Polonya
d. Danimarka
5) Süper Ligin 50 yillik tarihinde hangi takim 1. Ligde daha az mücadele etmistir?
a. Bursaspor
b. Trabzonspor
c. Ankaragücü
d. Altay
6) Dennis Bergkamp - Edgar Davids - Clarence Seedorf - Patrick Kluivert Asagidakilerden hangisi yukarida ismi verilen dört oyuncunun ortak özelligi degildir?
a. En az bir Sampiyonlar Ligi kupasi kaldirmis olmak
b. Ajax F.C'de oyanamak
c. Ayni Dünya Kupasi Finalleri'nde Hollanda formasi giymek
d. Italya Serie A'da Milano takimlarindan birinin formasini giymek
7) Hangi ülke dünya kupasi kazanma basarisi göstermistir?
a. Portekiz
b. Ispanya
c. Uruguay
d. Meksika
8) Turkcell Süper Ligi'nde forma giyen asagidaki oyunculardan hangisi bir Güney Amerika takimi ile Libertodores Kupasi kazanmamistir?
a. Alex De Souza
b. Franco Dario Cangele
c. Diego Lugano
d. Roberto Carlos
9) Asagida yer alan oyunculardan hangisi diger 3 oyuncu ile ayni dönemde ayni ulusal ligde top kosturmamistir?
a. Steve Mc Manaman
b. Ruud Van Nistelrooy
c. David Beckham
d. Emanuel Peti
10) 2008 Avrupa Sampiyonasi'na katilan asagidaki ülkelerden hangisi grubunda en fazla puani toplamistir?
a. Cek Cumhuriyeti
b. Italya
c. Romanya
d. Yunanistan

Cevaplarınızı bekliyorum...

25 Aralık 2008

Gurbetteki Gençler #1

Futbol sohbetlerinin bir yerinde muhabbetin uğrak noktasıdır alt yapılardan oyuncu çıkarma konusunda yaşamış olduğumuz sıkınıtlar. "Neden gençlerimize güvenmediğimiz?" sorusuna cevap aranır, sistemler kurulur, gelecekler kurtarılır ama her şey orada kalır. Şu an en aktif çalışan ve A Takım'a futbolcu kazandırma konusunda en önde olan ekip Galatasaray olarak görünüyor ki burada bile sadece 5 oyuncu alt yapı etiketli: Arda, Aydın, Uğur, Sabri, Mehmet Güven. Bu isimlerden de Uğur,Sabri ve Arda düzenli olarak forma bulabiliyor Aydın ve Mehmet Güven hala arka planda düşünülenler arasında. Semih Kaya, Murat Akça gelecek adına düşünülen diğer isimler olsa da formayı sırtlarına geçirmeden inanamamak gerekiyor "Gençlere Değer Veriyoruz", "Geleceğimiz Onlar'da" gibi klişe cümlelere. Özellikle Galatasaray'ın 87-88 Jenerasyonu'na dair ciddi beklentiler vardı ama oradan sadece Arda ve Uğur çıkabildi vizyona. Aynı dönemin oyuncuları Cafercan, Özgürcan, Mülayim, Zafer birer birer kayboluyorlar. Geçen yıl Fedarasyonun çıkardığı "90 öncesi doğumluların PAF Ligi'nde forma giyemeyecek olması" kuralı nedeniyle bir çok oyuncu Alt Yapı'dan emekli olmak zorunda kaldı ve ülkenin bir çok yerine kiralık olarak "pişmek üzere" gönderildiler. Burada en çok merak ettiğim 2 nokta var.

1) Bu oyuncular gönderilirken gönderilen kulübün yapısı, gençlere verdiği önem, teknik ekip gibi faktörler göz önüne alınıyor mu?

2)Çil yavrusu gibi dağılan bu oyuncuların performansları ciddi bir şekilde takip ediliyor mu?

İki noktada da ciddi soru işaretlerim var. Bu gençlerin gelişiminin devam etmesi için çok önemli olan bu noktalar ıskalanıyor gibi geliyor.

Evet dedik ya Anadolumuz'un bir çok yerine dağıtılan bu oyuncular neler yapıyor, ne yiyip ne içiyorlar bilen var mıdır? Bir araştıralım dedim ve bakın neler çıktı.

Uğur Demirok: 88 jenerasyonunun temsilcilerinden. Belki de bu sezonu en verimli geçiren genç futbolcu oldu. Beylerbeyi forması altında 17 maçın 14'ünde ilk 11 de forma şansı buldu ve defans oyuncusu olmasına rağmen 4 gole imza attı. Tek eksikliği biraz ağır olması, daha seri olsa sol bek mevkii için Galatasaray'da Hakan Balta ile çekişebilirdi. Önümüzdeki sene için muhtemeln kampa katılacaktır. Sonrası göstereceği performansa bağlı tabiki.

İrfan Başaran: Yaz başında Almanya Kampı'na götürülen oyuncular arasındaydı. Hazıdlık maçlarında oynama şansı da buldu aslında. Şişkin kadronun kurbanı oldu ve kiralanması en iyi opsiyon olduğundan Beylerbeyi'nin yolunu tuttu. İlk gittiği andan itibaren düzenli olarak forma giydi. Teknik ekip değişikliğine kadar da Uğur Demirok ile birlikte düzenli olarak forma şansı bulan diğer isimdi. Düzenli olarak ilk 11'de şans buluyor ve toplamda 3 golü var. Fizik olarak gelişebilirse çok daha iyi yerlere gelebilir. Şu an O'da yaz kampına gidecek muhtemel oyucular arasında görünüyor.

Mehmet Düz: Ben bu adamdan oldukça umutluydum oysa. Hala doğru dürüst oynayamıyor ya Beylerbeyi'nde bir türlü anlam veremiyorum. Hazırlık maçlarında bile düzenli forma buluyordu ve toplamda 4 golü vardı. İlyas & Erkan Hoca'ların gelişinden sonra yavaş yavaş forma bulsa da yeterli değil. 2 yarı ile birlikte daha fazla şans bulacak hale gelmesini umut ediyorum. Sezon sonu için tekrar değerlendirme yapmak daha doğru olacak, her ne kadar yeteneklerine güvensek de neler yaptığınu görmek önemli.

Fırat Kocaoğlu: Beylerbeyi'ndeki teknik ekip değişikliği en çok O'na yaradı. Daha önce az da olsa forma şansı bulurken şimdi kaleyi devralmış gibi görünüyor. Yetenekli olduğu konusunda şüphem yok, fakat kalecilik özellikleriniz tamamiyle maç sayınızın artması ile geliştirilebilir. 2. yarıda da bu istikrarını sürdürürse daha olumlu cümleler kurabiliriz O'nun adına. Gelecekte Galatasaray kalesinde görmek istediğim 1 numaralı isimdir Fırat. Umarım o yerlerde görebiliriz.

Erhan Şentürk: Hazırlık kampının Murat Akça ile birlikte en dikkat çeken ismiydi. Skibbe O'nu forvet yerine sağ bek olarak denedi ve oldukça iyi performans gösterdi bu alışık olmadığı mevkide. İlk hazırlık maçında golünü de çakıvermişti. Kadro şişkinliği O'nu da vurdu ve soluğu Diyarbakırspor'da aldı. 17 haftanın 13'ünde sahadaydı ve bunların 11'inde ilk 11'deydi. Forvet hattındaki Çoşkun Birdal ve Emrah Bozkurt'un varlığında sağ açık olarak forma giyiyor ve 2 golü var. Güngören Belediyespor maçını canlı izlemiş biri olarak hayal kırıklığına uğradığımı belirtmek gerekiyor. Bu maç için 3 tane arkadaşımı da yanım alıp maça gittim hatta Erhan'ı özellikle izlemelerini söyledim, sonuç tam bir hayal kırıklığı oldu. Hatta "Biz seni futboldan anlıyor zannediyoruk" gibisinden iğneleyici laflara bile maruz kaldım Erhan'ın kötü performansı nedeniyle. Elbette bir maç ölçü değil ama kendini ıspatlamak için gönderilmiş bir oyuncunun bu kadar az ve hırstan yoksun mücadele etmesi çok şaşırttı beni. Hazırlık kampında göstermiş olduğu performansın çok gerisinde. Belli ki motivasyon problemi yaşıyor ama bunu aşması şart aksi takdirde işi çok zor.

Oğuz Sabankay: Bu sezonki en büyük hayal kırıklığım. Bir kez bile frma giyerken göremedik Oğuz'u. Hazırlık maçlarında golleri bile vardı, sonrasında yaşadığı sakatlıkla geriye düştü ve iyileşse de Rıza Hoca bir türlü düşünmedi O'nu ve muhtemelen de böyle gidecek. Gerets'in 2. sezonundan önce Mönchengladbach ile yapılan hazırlık maçında oynadığı oyun ile bizleri mest eden bir gencin bu şekilde futboldan uzak kalması gerçekten üzücü. Suat Hoca'da istifa etti, yoksa piyasadaki gençlerimize en çok değer veren adamın ellerinde elbet kendini bulabilirdi yeniden. Geriye bir tek Abdullah Avcı kalıyor, şu andan itibaren yapılacak en iyi şey Oğuz'u İBB'ye "eti senin kemiği benim" diyerek teslim etmektir. 6 ayda adamı kendine getirirler vallahi.

Bu Galatasaray Alt Yapısı'ndan daha çok malzeme çıkar bize. Sonraki yazımda özellikle Gaziantep Büyükşehir Belediye'de forma giyen Cafercan & Uğur Erdoğan & Efecan gibi oyuncularımıza, Anıl Karaer, Beylerbeyi'nden daha az forma şansı bulan Gürege & Sercan Ekinci & Eray & Cihan Kardeşler'e yer vermeyi düşünüyorum.

Non-Flying Dutch Man : Dennis Bergkamp



Brezilyalı futbolcuların hayatlarının bir kesiti olan varoş yaşamı, düşük sosyal sınıftan bir ailenin mesubu olma durumları “Dutchman Bergkamp” ın da çocukluğunun ana öğelerinden. Babası futbol delisi bir elektirikçi, aynı zamanda da Feyenord tutkunu. Ailenin futbolcu olan diğer çocuklarından Ronaldo için Ajax’dan teklif yapıldığında babası hem Feyenordlu oluşu hem de Ajax’ın “havalı” bulduğu tarzı nedeniyle bu öneriyi geri çevirmiştir. Dennis için de 9 yaşında yapılan ilk teklifi geri çevirseler de 12 yaşında yapılan cazip teklifi kabul etmek zorunda kalmışlar.

O zamanlar Rinus Michel’in Ajax altyapısı için çizdiği vizyonun iki temeli vardı:

1) Genç oyuncular potansiyellerini maksimuma çıkarmak için futbol ile ilgili her şey sahada her pozisyonda oynayarak öğrenmeliler
2) Kulüpte her yaş grubu ,9 yaş altından A takıma kadar, aynı stil ve düzen (3-4-3) ile oynamayı öğrenmeliler. Böylece piramidin en üst noktasına çıktıklarında çok kısa sürede uyum sağlayabilsinler.

Bergkamp’da bu sayede kaleci dışında her mevkide oynadığını, örneğin sol kanatda oynayarak sol ayağını geliştirmeye çalıştığını, defansta oynayarak hücum oyuncularından ne beklendiğini daha iyi gördüğünü, bunun da futbol zekası ve yeteneklerinin gelişiminde çok büyük bir payı olduğunu belirtiyor.
A takıma çıktığı ilk yıl ciddi sorunlar yaşayan Bergkamp bunun asıl nedeninin zayıf ve kırılgan görünen fiziği olduğunu belirtiyor. Her yıl yapılan elemelerle oyuncunun bir üst seviyeye devam edip etmeyeceğine karar verilen Ajax alt yapısında piramidin üstüne doğru ilerlerken duyduğu cümleler aynıdır Bergkamp’ın: “İyi bir oyuncusun fakat fiziğini güçlendirmen ve daha hırslı olman gerekiyor yoksa hiçbir zaman A takım oyuncusu olamayacaksın.”. “Iceman” diye adlandıran bir isim için “hırslı olman gerekiyor” cümleleri pek de garip gelmiyor kulağa.

Sürekli aynı eleştirileri duymak özellikle bu yaşta bir oyuncu için psikolojik açıdan sıkıntı yaratabilecekken Johan Cruyff yetişmiş imdanına Hollandalı’nın. Bergkamp genç takımda iken maçlarda dikkatle izlediği bu efsane futbolcunun anterör olarak göreve başlaması O’nun kariyeri adına gerçekten önemli bir fırsat oldu. Genç takımda iken A takıma alınması kararını veren de Cruyff’dur. Sağ kanatda başladığı Ajax macerasında adını herkese duyurması Kupa Galipleri Kupası Çeyrek Finali’nde Malmö karşısında 1-0’ın rövanşını 3-1 aldıkları maç ile oldu. İlk 11’de başladığı maçta oynadığı oyun ile adeta izleyenleri mestetti. Ajax’daki gelişiminde Cruyff’un yanında Van Baten, Rijkaard, Muhren, Wouters, Blind gibi oyuncular ile aynı ortamda bulunmanın da etkisi oldu.

Ajax’daki kariyeri boyunca bir çok başarı elde etti: 1 Hollanda Şampiyonluğu, 1 Kupa Galipleri Kupası, 1 UEFA Kupası, 2 Holanda Kupası, 239 maçta 122 gol, 3 kez Holanda Ligi gol karalığı, 2 kez yılın futbolcusu …

93 yazı geldiğinde ise kararını vermişti. Uluslararası alanda tecrübesini arttırmak istiyordu ve İtalya’nın yolunu tuttu. Giderken de yalnız değildi, Ajax’dan takım arkadaşı Wim Jonk’da yanındaydı. Bergkamp ve Jonk transferi aslında Inter için de bir değişim isteğinin yansımasıydı. Defansif İtalyan futbolu yapısından sıyrılarak daha ofansif bir futbol oynamak istiyorlardı. Bergkamp’ın da bu tercihi başka şekilde izah edilemezdi zaten çünkü oyun karakterine zıt bir takıma gidiyordu. Tüm bu iyi niyetlere rağmen “Can çıkar huy çıkmaz” tabiri yerini bulurcasına Inter o defansif futbolu bırakamadı, olan da Bergkamp’a oldu. Ajax’daki total futbol anlayışı ve takım içindeki dayanışma kültüründen sonra futboluna, kopuk arkadaşlık ortamına ve de yaşamına ayak uyduramadığı bu ülkeden ilk transfer teklifi ile birlikte adeta kaçarcasına ayrıldı. Bergkamp’ın cümleleri de bizi doğrular cinsten:

” Kararım İtalya’dan ayrılmaktı ve o sıralar kapıyı ilk çalan Arsenal oldu.”

Inter’den ayrılırken ardında kazanılmış bir UEFA Kupası ve sıkıntılı 2 yıl bırakmıştı. Milano’da ki günleri sadece O’nun için değil Inter için de kötü geçmiş olacak ki Inter Başkanı Massimo Moratti’nin “Eğer Arsenal’in birazcık şansı var ise 10 golden fazla atar.” türünden cümleleri de geçmişin kötü izlerininin yansımasıydı yanı zamanda.

Moratti’nin beklentilerinin aksine Arsenal Begkamp’ın kariyerinin zirvesine ulaştığı son durak olacaktı. 95’de İngiltere’nin yolunu tutarken Wenger dönemi henüz başlamamıştı Arsenal’de ve takımın başında Bruce Rioch vardı. İlk senesinde Ian Wright ile birlikte oynamanın avantajından fazlasıyla yararlandığını söyleyebiliriz. Özellikle rakip oyuncuların Wright’ı marke etme konusunda gösterdikleri çaba Dennis’in fazlasıyla boş alan bulmasını sağladı. Inter’de Ruben Sosa gibi bencil oyuncu ile oynamanın zorluğundan sonra ilaç gibi geldi bu durum Hollandalı için. İngiltere’de golsüz geçen ilk haftalarda manşetleri “Desprete Den” başlıkları süslese de 8. maçta Southampton karşısında ilk golün atmayı başardı ve o sezon 16 golün altına imzasını attı. “Sonradan olanlara bakınca ilk günler için kötü başlangıç demek yanlış olmaz ama kabul etmek gerekiyor ki İtalya’dan dönüş sonrası adaptasyon için zaman ihtiyacım vardı ve gecikmeli de olsa attığım gol ile üzerimdeki baskıları kırmış oldum” sözleri aslında sadece Hollandalı için değil takım ve ülke değiştiren bir çok futbolcunun ortak cümleleri olmalıydı. 95/96 sezonu, 97/98 sezonunda attığı 22 golden sonraki en skorer dönemi oldu Gunners forması altında.

Belki de kariyerinin en iyi dönemini de 97/98 sezonunda yaşadı. Arsenal’in hem lig şampiyonluğunu hem de FA Cup’ı kazandığı bu dönemde Premiere Lig’deki Futbolcular taradından “Yılın Oyuncusu” seçildi. O’nun bu performansı Wenger’i de büyülemiş olacak ki “Bir orta saha oyuncusu gibi gollerin çoğunu ceza sahası dışından atıyor ve bir çok oyuncunun birkaç hareketle gol atacağı pozisyonlarda tek vuruşla sonuca ulaşmayı iyi biliyor. Kariyerinin zirvesinde ve şu an daha iyisi yok” sözlerini sarfettirmiştir Fransız teknik adama. 2000 senesi Bergkamp’ın takımlarının başlarının penaltılar ile belada olduğu yıldı. Önce Mayıs ayında UEFA Finali’nde Galatasaray’a kaybediş daha sonra da Fransa’nın Euro 2000’de İtalya’ya Yarı Final’de oyun içerisinde iki penaltı kaçırdıktan sonra yine penaltılar
Sonrası elenme. Tam bir kabusdu Dennis’için.

Dennis’in; Henry, Pires, Wiltord, Viera, Cole, Ljunberg ile oluşturdğu beraberlik ve ortaya koydukları harika futbol 2001/2002 sezonunda meyvesini Lig ve FA Cup Şampiyoluğu olarak vermiş ve Arsenal tarihine bir “Double Double” daha eklenmiştir. Aynı kadro bir sonraki sezon şampiyon olamasa da 24 Ekim 2004’de Old Trafford’daki Manchester maçına kadar 49 maç yenilmemiştir.

35 yaşında bir futbolcu için futbolu bırakmanın vakti gelmiştir belki ama Bergkamp kadar profesyonelseniz eğer her zaman devam etmek için enerjiniz vardır. Taraftarlar da bunu hissetmiş olacaklar ki 2005 sezonunda “One more year” tezahuratlarıyla Hollandalı’ya Arsenal’in Higbury’de ki son senesinde beraber olma konusundaki kararlılıklarını göstermişlerdir. Emirates öncesi son sezonunda Bergkamp son maçına 15 Nisan’da çıkarak Highbury ve Premiere Lig’e veda etmiştir. Tribünlerin “Portakal” renkli t-shirtler giyerek Dennis’i uğurlamaları ise oyuncu için unutulmaz bir andı, daha ne beklenebilir ki!
Emirates Stadyum’unun açılışında “janjanlı” bir jübile ile selamladı tribünleri son kez ilk göz ağrısı Ajax ile son durak Arsenal arasında oynanan ve başlama vuruşunu babası Wim Bergkamp'ın yaptığı maçta. 11 yılın ardından büyük başarılar ile ayrıldı sahneden gözlerde kendisine duyulan hayranlık ve saygının yansımasını iliklerine kadar hissederek. Premeire Lig tarihinde bu kadar uzun süre oynayıp futbolu İngiltere’de bırakan ilk futbolcu olarak da adını yazdırıyordu kayıtlara.


Çok parlak bir kariyer, 3 Avrupa Şampiyonası , 2 Dünya Kupası, 3 büyük kulüpte sayısız kupalar… Son senesinde Arsenal Şampiyonlar Ligi Finali’nde Barcelona’ya kaybetmese Kupa #1’i de ekleyecekti CV’sine, çok da yakışırdı hani.
İlginç bir istatistik var Dennis Bergamp’ın golcülüğü ya da futbol stili hakkında kafalarda imaj oluşturabilecek cinsten: Gollerinin %23’ünü ceza sahası dışından atmış olması. Bir orta saha oyuncusundan beklenen bir istatistik gibi duruyor ama O’nun yeteneği, futbol zekası ve tekniğini düşününce oldukça normal gibi duruyor. Şu an aynı özelliklerde ve stiline yakın olarak İbrahimovic’i gösterebiliriz. İsveç’liyi de gerek tekniği gerek oyun zekası olarak çok benzetirim Bergkamp’a. Bir artısı vardır o da fizik açıdan daha sağlam oluşudur. Her iki oyuncunun da Ajax Akademi’nin ürünü olması da diğer bir ortaklık.

Uçak korkusu nedeniyle “Non-Flying Dutch Man” olarak adlandırılan, topa sanatkar edasıyla yumuşak dokunuşlarla yön veren, hücum oyuncuları arasında sahip olduğu harika teknik ile öne çıkan “Buz Adam” şu an Ajax’da Van Basten’in yardımcısı. Kim bilir belki yakında Wenger’in yanında görürüz kendisini. Bu kadar genç oyuncunun olduğu bir yerde tecrübesi ile çok da faydalı olacağı su götürmez bir gerçek.
Futbolun güzelliğinin bir yansımasıydı aslında Bergkamp. "La Bonita", "The Beautiful Game", "Güzel Oyun" ne derseniz deyin, oyunun bu tarafını bize futbolun en güzel meyvesi olan gollere katmış olduğu estetik ile hatırlatmasıydı belki O'nu nu kadar efsaneleştiren gözümüzde. Futbol böyle adamlarla güzel, gidişleri hep hüzün katar size yeni Dennis'ler görmeyi umut ederek "Elveda" dersiniz. Geriye en güzel eserleri ile geçmişi yaad etmek kalır, üstada selam durarak her defasında. Lafı uzatmaya gerek yok , gollere şapka çıkarma vaktidir artık!
* Sene 2002. Arsenal-Newcastle Maçı

* 98 Dünya Kupası - Hollanda Arjantin dk.89

24 Aralık 2008

Geçmişin Gölgesinde Bir Kulüp: CD Tenerife

Kanarya Adaları özerk gölgesinin 7 adasının en büyüğüdür Tenerife. Kanarya Adaları dedikten sonra turizm cenneti olduğunu söylemin alemi var mı bilmiyorum. Tutup burada ada hakkında bilgi verecek değiliz, konumuz futbol olduğunu agöre lafı fazlaca uzatmaya gerek yok. Ada'nın bizim için önemi ise La Liga'da 90'lı yılların takımı Club Deportive Tenerife nam-ı diğer Tenerife'nin yuvasının burası olması.

1922 yılında kurulan kulüp ilk dönemde yerel ligde mücadele etikten sonra 1953 yılında kurulan İspanya İkinci Ligi’nde (Segunda Division) oynamaya başladı. La Liga’ya yükselmesi ise 1986’da Javier Perez’in başkanlığa gelmesinden 3 yıl sonra 1989 yılında gerçekleşti.1999 yılına kadar 1. ligde oynadıktan sonra tekrar 2. lige düştüler ve 2002 yılında Rafael Benitez ile tekrar La Liga'nın yolunu tuttular. Rafa, Valencia’ya gidince ligdeki ömürleri fazla uzun olmadı ve 1 sene sonra 2. lige düştüler, hala da Segunda Division’da mücadelelerini sürdürüyorlar.

Nereden çıktı bu Tenerife merakı şimdi değil mi? Bunun için taa 15-16 yıl öncesine dönmek gerekiyor. O zamanlar ilk okuldayım, sadece TRT’nin izlenebildiği yıllar. İki yıl ardı ardına İspanya Ligi’nin son haftasındaki Barcelona – Real Madrid şampiyonluk çekişmesinde son noktanın Tenerife tarafından konulduğunu duyuşum TV’den ve Real Madrid’in yaşayacağı üzüntünün boyutunu düşünüşüm o çoçuk kalbimi incitmiş ve bu olay hep aklımın bir tarafına kazınmış. Geçen gün bir arkadaş ile konuşurken de mevzu bu konuya gelince "Tenerife nerede şimdi?"sorusu bu yazıya kadar getirdi beni.

91-92 ve 92-93 yıllarında ne olmuştu peki? O zamanlar Tenerife’nin başında daha sonra Real Madrid’in hocası olacak Jorge Valdano vardı. 91- 92 sezonun son haftasına Real Madrid, Barcelona’nın 1 puan önünde girmiş ve son haftada karşılarında ligde herhangi bir iddiası bulunmayan Tenerife’yi bulmuşlardı. Rahat kazanacaklarını düşündükleri maçta sahneye Redondo'nun önderliğindeki Tenerife'li oyuncular çıkmış ve maçı kazanarak şampiyonluğu Cruyf & öğrencilerine hediye etmişlerdi. 92-93 sezonunda da aynı olay yaşanmış ve Tenerife, Real’e bir darbe daha vurarak Barcelona’yı şampiyon yapmıştı. Bu olayların ardından Real içinde bulunduğu bunalımı aşmak için çareyi Valdano ve Redondo’yu transfer etmekte bulmuştu.



90’lı yılların ilk diliminde bu kadar kritik rol oynayan Tenerife UEFA kupasında da son 16’ya ve sonraki yıllarda yarı finale kalma başarısı göstermişti. Yarı finalde de uzatmalarda Schalke'ye elenerek kupaya veda ettiler. 1997 yılında UEFA sıralamasında 67. sıraya kadar yükseldiler. 2002 yılından bu yanda da ikinci Lig’de mücadele ediyorlar. Oldukça bağlı bir taraftar kitlesine sahipler ve kendileri "Chicharreros" olarak adlandırılıyor. Fernando Redondo, Oliver Neuville ve Mista da geçmişte bu kulüpte forma giyen isimlerden. Takım 25'de 25 ile tam bir İspanyol karması ve en göze çarpan oyuncu oynadığı 13 maçta attığı 7 gol ile öne çıkan Alejandro Alfaro. Sevilla alt yapısının ürünlerinden olan golcü futbolcu kiralık olarak forma giyiyor Tenerife'de. Şu an 22 takımlı ligde liderin 4 puan gerisinde 5. sıradalar. 3 takımın La Liga’ya yükseleceğini düşünürsek şu an için iddialı durumdalar. Bunun için iç sahada 3 puan ile ayrıldıkları maçların yüzdesini arttırmalar gerekiyor. Kendi sahalarında oynadıkları 8 maçta 10 puan kaybeden bir takımın liderin 4 puan gerisinde olması da ayrı bir şans olsa gerek. Çünkü lider Salamanca bu dönemde kendi sahasında sadece 2 puan kaybetti. Tenerife’yi hala üst sıralarda tutan da deplasman performansı, iç saha performanslarını arttırırlarsa önümüzdeki yıl La Liga’da onları yeniden görmek içten bile değil.


Özetle geçmişinin özlemiyle 7 yıldır uzak kaldığı geleceğini arıyor Tenerife. La Liga’ya yükselerek son haftada şampiyonu belirledikleri yıllar çok uzakta olsa da yeni sürprizlere imza atmaları hayal değil.

Kriz Chealsea'yi de Vurdu



Global kriz sadece şirketleri değil aynı zamanda futbol kulüplerini de vurdu özellikle de patron kulüpleri haline gelen yapılarda hissedilme derecesinin artması daha bir olası. Bir "Big Boss" kulübü olan Abramovic'in Chealsea'sinin etkilenmemesi de elbette mümkün olmaaycak bu şartlarda. Rus işadamının kriz öncesindeki 23 milyar $'lık servetinin 1.3 milyar düzeyine düştüğü söyleniyor, gerçekten ciddi bir kayıp.

Bu bilgiden önce okuduğum "Scolari'nin, Kenyon ile transfer pazarlığı yaptığı ve ara trasnfer döneminde kadroya takviye yapılması isteğinde bulunduğu ancak olumlu yanıt almadığı" haberi daha bir anlamlı hale geldi şimdi. Belki de 25-30 milyon euro'lardan aşağısının transfer diye algılanmadığı bir kulüpte daha ucuz futbolcuların alınmaya başlanacağı dönemin başlangıcı olacaktır bugün yaşanılanlar. Artık Chealsea'nin para harcarken hesap yaptığı dönemleri gördük ya gerisi boş zaten!

Bursaspor : Kayıp Potansiyel


Bazı şehirler vardır adı size futbolu çağrıştırır adeta futbol ile yoğrulmuştur mayası. Büyük bir potansiyel vardır hep hissedersiniz. Şehrin adını duyduğunuzda aklınıza ilk gelen Futbol Takımı'dır. Taraftarı takımı inanılmaz sahiplenir adeta başkandan daha başkandır yeri geldiğinde. Zaman zaman fanatizme kaçan görüntüler sergilenir maçlarında ama en büyük itici güç olmayı da başarırlar takımlarının arkasında. Evet, Süper Lig'de Anadolu Fubolu denince Trabzon'dan sonra akla ilk gelen kulüp olan Bursaspor'dan bahsediyoruz. Bir Eskişehirspor da bu profile rahatlıkla uydurulabilir ama Bursaspor'u ilk sıraya koymak yanlış olmaz herhalde.

Armasının renklerini şehrin doğasından almış, 45 yıllık tarihinde 37 yıl aralıksız toplamda 39 yıl Süper Lig'de mücadele etme başarısını göstermiş bir takım Bursaspor. TFF 1. Lig'de bile mücadele ederken 2004-2006 yıllarında ortalama 18000 seyirciye oynamak Süper Lig'de bile bir çok takımın sahip olamadığı bir desteğin göstergesi aynı zamanda. Bu bile sahip olunan potansiyeli çok net biçimde ortaya koyuyor. Böyle bir potansiyele sahipseniz sizden beklenen bir futbol kültürüne sahip, standart bir başarı düzeyini yakalamış bir futbol takımına sahip olmanızdır. Oysa bugüne kadar rastlanmayan bu görüntü uzun süre yakalanamayacak gibi görünüyor şu an yaşananlar bakılınca.

Başkan ve teknik ekibe sırtını dönmüş bir taraftar grubu var ortada. Sezon başından beri 2 teknik direktör ayrılmış durumda. Samet Aybaba başarılı olmasına rağmen Beşiktaşlı kimliği ile bir türlü kabullenilmedi camia tarafından ve sonu ayrılık oldu. 7 haftadır takımın başında olan Güvanç Kurtar'da gerek oynattığı futbol gerekse de aldığı sonuçlarla tatmin etmedi taraftarı ve O'nun sonu da ayrılık oldu. Şimdi başkan İbrahim Yazıcı'nin üstünde ciddi bir yük var. Tüm oklar kendisine yönelmiş durumda. 13 yıl öncenin başarılı başkanlık dönemi kredisini arttırsa da hala istikrarlı bir yapı kuramamış olması soru işaretlerini doğuran ana etken. Önce Bülent Korkmaz, Samet Aybaba ve Güvenç Kurtar, 2 yılda toplam 3 teknik direktör demek. Bu ortamda hangi başarıdan bahsedilebilir ki?

2 yıldır büyük başarı elde eden Sivas ile son 3-4 yıllık performansına bakıldığında belli bir standardı yakaladığı görülen Kayserispor hem şehir potansiyeli hem kaynak yaratma şansı açısından Bursaspor'un gerisinde iken sportif istikrar açısından açık ara öndeler. Örneğin Kayseri'ye yapılacak olan 32 bin kapasiteli stadın nasıl doldurulacağı konuşulurken Bursa'da böyle bir kaygının yaşanamayacağından emin olmak bir ciddi bir potansiyelin göstergesi. Almanya'da Hoffenheim'ın yaptığını bu şehirden beklememek için hiç bir neden yok ama gelin görünki bu kadar parçalanmış bir ortamda istikrar yakalamak hiç de kolay değil.

Camia ve taraftarın da kendisini saha içinde oynanan futbol kadar saha dışı faktörlere da fazlasıyla kaptırdığını görüyoruz. En basitinden hala yıllar öncesinin hesabını Beşiktaş'tan sormanın manası nedir? Kulüp özelinde konuşmak istemiyorum fakat Beşiktaş'a gelene kadar küme düşmeden önce son haftada ligde kalınan 2-3 sezonun son maçları incelendiğinde hiç mi çuvaldızın kendilerine batırılacağı durumlarla karşılaşmayacaklar? Dolayısı ile camianın da sadece ama sadece futbol takımının sportif başarısında nasıl maksimum katkıya sahip olacağıdır asıl tartışılması gereken, yoksa saha dışı faktörlerle hala uğraşmanın takıma hiç bir katkısının olmadığı ortada.

Mevcut yönetimle ya da değil, yapılacak olan şey Bursaspor'un geleceğini planlamaya başlamak olmalı. Süper Lig'de 4 büyükler dışında şampiyon olmaya en yakın donanıma sahip olan bir şehirde bu tür manzaraların yaşanması ve üstelik geçmişte yaşananlardan ders alınmadan bunların sahnelenmesi mantığın kabul edeceği cinsten değil.

Arshavin Gunners Yolunda mı?



Transfer döneminin en gözde isimlerinden yine Arshavin. Bu kez Arsenal ile anılıyor adı. Avrupa Şampiyonası sonrası da Barcelona ve Chealsea'nin ciddi ısrarına rağmen trasnferi gerçekleşmedi. Bu kez Rusya'da kalacağını pek sanmıyorum. Özellikle de Fabregas'ın 4 aylık yokluğunu göz önüne alınca Wenger'in Rus oyuncuyu kadrosuna katma konusunda daha kararlı davranacağını düşünüyorum, yoksa hem Premiere Lig'de hem de Şampiyonlar Ligi'nde orta sahada ciddi sıkıntı yaşayacaklar.

Şampiyon Boca



Apertura'da şampiyon Boca. Tigre'ye 1-0 mağlup olmasına rağmen mutlu sona ulaşan ekip oldular. Tigre'nin en az 2 farklı galibiyet alması gerekiyordu, kıyısından döndüler tek farkla. Boca, orta sahadaki beyni Riquelme'nin eksikliğini hissetse de farkın artmasına izin vermeyerek 23. kez bu ünvanı elde etti.

23 Aralık 2008

GS Bayan Basket : Hayal Kırıklığının Kıyısındaki Takım



Geçen sezon Bayan Basket'de Fenerbahçe'ye serinin son maçında 3-2 yenilerek şampiyonluğu kaybetmek Galatasaray için çok sürpriz bir sonuç olmasa da seriyi 2-2'ye getirdikten sonra kaybetmek hayal kırıklığının derecesinin artmasının asıl nedeniydi. Gerçekten de 2-2'yi yakalamak başarıydı özellikle Phondexter gibi tek başına bir takım olan ve maç başına ortalama 25-30 civarı sayı atabilen bir oyuncuya sahip bir takım var ise karşınızda. Evet, bu mağlubiyet her ne kadar hayal kırıklığı getirse de diğer taraftan da bu kadar kısıtlı bir kadro ile bu noktalara gelmiş olmak bir sonraki sezon için yapılacak takviyeler ile çok daha iyi noktalara gelineceğine dair umutları yeşerten unsur oldu.

Geçen sezon Şebnem ve Chantelle Anderson'un neredeyse bütün sezonu sakat geçirmeleri, benchteki diğer oyuncuların katkılarının sınırlı olması ile birleşince özellikle Ocak - Mayıs 2008 döneminde ortalama dakikalarda 30 dakikaların üstünde oynayan ilk 5 oyuncusu ile mücahale edilmesine neden oldu. Esra-Işıl-VJ-Sophie-Petra sezonun sonuna doğru inanılmaz yoruldular, sadece Sariye, Didem ve Saynur sınırlı katkılarıyla bu oyuncuları yedeklemeye çalıştılar.

Tablo bu kadar açık iken sezonun bitişi ile birlikte tam bir transfer yağmuru başladı. Özellikle Fenerbahçe'nin Phondexter'ı kaybetmesinin yapılacak takviyelerle gelecek sezonu her alanda domine edecek bir takım yaratma adına daha bir motivasyon gücü oluşturduğunu düşünüyorum. Transfer dönemini uzunca anlatma niyetinde değilim, sadece özetle geçeceğim. Yabancı oyunculardan Petra, İspanya'ya döndü. O'nun dışında Sophie Ocak ayına kadar takıma katılmayacaktı. Yurtiçinden Tuğba, Kübra, Bahar gibi isimler kadroya eklendi. Korel Engin ve Yasemin Horasan yurtdşından ithal Türk isimler olarak katıldılar takıma. WNBA'de Phondexter'ın önünde draft edilen Simone Augustus ve Deitroit ile şampiyonluk yaşamış 37'lik Taj Mcwilliams ilk olarak kadroya katılan yabancı oyuncular oldular. Bu transferler yönetimi ya da teknik ekibi kesmemiş olacak ki son olarak Marina Kress'i katarak pota altını daha da güçlendirmeyi istediler. Eurocup'da oynayabilecek bir Avrupa'lı oyuncu kontenjanı olduğu için şampiyonluk hedeflenen bu kupadaki iddianın güçlendirilmesi adına yapılmış bir transfer demek daha doğru olacak aslında Marina için.

Buraya kadar herşey güzel ve senaryoya uygun ilerliyordu. Hatta o kadar iddialı bir takım kurulmuştu ki Avrupa'da kupa kazanma adına Euroleague organizasyonuna katılmak için yapılan teklif bile reddedilmiş ve "Bir Boy Küçüğü" olan Eurocup'a katılmak tercih edilmişti. Bunun üstüne sezonun ilk maçında Cumhurbaşkanlığı Kupası'nda Fenerbahçe mağlup edilerek 90'lı yılların o "Yenilmez Armadası" nın geri döndüğü yolunda söylemler dillendirilmeye başlanmıştı.

Kupa maçı 11 Ekim'de oynanmıştı ve o tarihten itibaren yaklaşık 2.5 ayı geride bıraktık. 11 maçlık ilk yarının 10 maçlık bölümü oynanmış durumda ve toplamda 3 mağlubiyet alındığı görülüyor. Eurocup'ta ise oynanan 8 maçlık dilimde başarılı bir şekilde ilerleniyor ama nispeten düşük profilli takımlar ile oynandığı gerçeğini de bir tarafa not etmek gerekiyor.

Bu kadar iddialı transfelerin yapıldığı bir takım için ligdeki tablo pek de iç açıcı durmuyor. Geçen seneki kadroya 7 yeni oyuncunun eklendiğini görüyoruz ve VJ & Sophie henüz takıma katılmadığı için geçen seneden sadece Işıl, Esra, Yasemen ve Beril var kadroda. Bu kadar yeni oyuncunun bir arada olduğu bir takımda mutlaka bir uyum süreci olacaktır. Takımın bir arada oynamaya alışması, oyuncuların bir birini tanıması için süreye ihtiyaç duyulacağı muhakkak. Bu noktayı baştan kabullenerek girmek lazım konuya, fakat Galatasaray'da dikkati çeken en önemli nokta bu sürenin henüz verimli bir şekilde kullanılamadığı izleniminin edinilmesi. Oyuncuların birbirlerinin özellikleri hakkında çok az bilgiye sahipmiş gibi hücum etmesi bazen şaşkınlık veriyor.

Teknik açıdan bakınca, yukarıda sayılan tanıma sürecinin kısalığını sağlamak adına teknik ekibin oynayacağı rol çok önemli. Yapılacak çalışmalar ile bu süre pekala kısaltılabilirdi ama Galatasaray için olumlu şeyle söylemek şu an için mümkün değil. Daha dikkati çeken husus ise takımın set hücumu yapmaktan ziyade bireysel performanslar üzerine oyun kurmaya çalışması. Planlı hücum aksiyonları çok az yapılıyor, tüm kaybedilen maçlarda bariz bir şekilde dikkati çekiyor bu. Mesela Fenerbahçe maçı böyle bir maçtı, Simone'un Esra'nın atışlarına kalmıştı iş. Pota altını kullanmayan bir takım için zaten set hücumundan bahsetmek çok da mümkün değil. Mersin Büyükşehir maçın da tamamiyle bu havada oynandı. Burada da teknik ekibin yapması gerekenle olduğu aşikar.

Dikkati çeken diğer bir husus ise geçen sene rotasyon sıkıntısı çekilen bir takıma bu kadar oynama kapasitesine sahip katılmış iken hala 7-8 oyunculuk bir rotasyon ile maç bitirilmesi. Bu noktayı gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Cem Hoca'nın bazı oyuncular konusunda gereğindne fazla ısrarcı davrandığını düşünüyorum. Örneğin, 37'lik Taj gereğinden fazla kullanılıyor ve bu şekilde çok yoruluyor, daha etkin kullanılabilir. Bahar Çağlar gibi bir genç yetenek daha fazla süre bulmalı bu takımda mesela.

Transfer dönemi sonrası oyuncuları daha detaylı tanıma imkanı bulunduğu için çok net şekilde çu analizi yapabiliriz: Bu takımın guard pozisyonunda sıkıntısı var. Bu pozisyon için alınna Tuğba yeterli katkıyı yapabileceği konusunda soru işaretlerim var. Zaten temel eksiklikleri anlamında Işıl'a fazlaca benzeyen bir oyuncu. Işıl'daki pota altına drive etme sıkıntısı Tuğba'da da var. Daha çok Esmeral'e tarzında ve Işıl'ı zorlayabilecek bir point guard çok dha faydalı olabilirdi takıma.

Şu an için ciddi para harcanmış bir takım için beklenmeyecek derecede bir hayal kırıklığı söz konusu Galatasaray Bayan Basket Takımı için. Son yıllardaki Fenerbahçe hegomonyasına son vermek amacıyla kurulan bir takım istenilen çizgide gitmiyor. Ocak ayında VJ & Sophie'nin katılması kuşkusuz takıma katkı yapacaktır fakat bu takımın Onlar'sız da daha gelişmiş bir takım olması gerekirdi. Cem Hoca ve takımı için 2008'in son çeyreğinin pek iyi geçtiği söylenemez. Bakalım kaptan 2009 yılında "Hayal Kırıklığının Kıyısındaki Takım"ını sakin sulara ulaştırmayı başarabilecek mi?

Beylerbeyi'nde Değişim Belirtileri



Beylerbeyi konusuna ilk parmak basışımız yaklaşık 2.5 ay öncesini bulur. Bu yazı ile eleştirmiştik pratikteki uygulamanın amacından sapışını. Aslında yazıyı yazmayı çok önceleri kafaya koymuştum, sezonun ilk maçında binbir hevesle gittiğim Gaziosmanpaşa - Beylerbeyi maçında genç oyuncuların sahada olmadığını ve oyuna 70. dakikalardan sonra dahil olduklarını görünce kafamda soru işaretleri oluşmuş ve bu durumun geçici olduğunu umut ederek ayrılmıştım staddan. Sonra düzenli olarak takip ettim maçları ama değişmeyen bir şey varsa o da takımda düzenli forma giyen gençlerin sayılarının bir elin parmaklarını geçmeyişiydi.

Takımın başına bu altyapı organizasyonunun değerini anlamayacak, sırf çeşitli liglerde tecrübesi olduğu için oraya getirmeye karar verdiğiniz bir hoca ile Galatasaray.org'da Beylerbeyi sayfasına yazılan misyon cümlelerinin bir anlamının olması beklenemezdi zaten.

3-4 hafta önce İlyas Tüfekçi ile geçen sezon paf takım hocalğı yapan Erkan Hoca'nın takımın başına getirlmesi ile gençlerin daha çok forma şansı bulacağını ve en azından başta çizilmiş olan amaç ile daha bir örtüşür hale gelineceğine dair olan inancımızı belirtmiştik ki öyle de oldu.

Uğur Demirok ve İrfan'ın düzenli forma giydiği 11'e kalede Fırat ve defansta Gürege'de eklenmiş durumda. Şu an için 4 oyuncunun düzenli forma bulmaya başladığı görülüyor. Benim çok fazla ümitli olduğum Mehmet Düz'de hayal kırıklığı yaşamaya devam ediyorum. Teknik ekip değişikliğinden önceye göre daha fazla forma şansı bulsa da henüz ilk 11'deki yerini sağlamlaştırabilmiş değil. Secan Ekinci'de daha fazla forma bulmaya başlamış durumda ama benim asıl dikkatimi çeken Cihan kardeşlerin ikisinin de henüz doğru dürüst 18 kişilik kadroya dahi girememeleri. Sakatlıkları yok ise şaşırtıcı bir durum gibi görünüyor.

Teknik ekip sonrası bir değişim var ama altyapıdan çıkan oyuncuları Galatasaray A Takımı'na hazırlamak adına daha fazla oyuncunun şans bulacağı bir yapıya bürünmek şart. Zaman içerisinde bu gelişime de tanıklık yapmak dileğiyle...

Sağlık Raporu=> Arsenal 1:1 Roma


Şampiyonlar Ligi kuralarındaki 3 İngiliz-İtalyan eşleşmesinden biri de Arsenal-Roma serisi olacak. Şubat ayı sonunda başlayacak maçlar öncesi takımlar karşılıklı kritik eksikler vermeye başladılar.

Arsenal tarafında oyunun merkezindeki kilit isim diğer bir ifade ile orta sahadaki en tecrübeli akıl Fabregas 4 ay yok. Gunners için çok ciddi bir eksiklik. Tecrübesiz bir takımda bu kadar genç yaşta bu denli büyük tecrübeye sahip bir oyuncunun yokluğu elbette oyun etkinliğini etkileyecektir.

Roma'da ise kaptan Totti 2 ay sahalardan uzak kalacak. Onun da Arsenal serisine yetişmesi çok zor görünüyor. İtalyanların orta sahadaki beyni turun kilit isimlerinden biriydi Roma adına.

İki takım da orta sahadaki önemli birer ismini kaybetmiş gibi duruyorlar. Bence ortada görünen bir seride saha dışında da beraberlik var. Sadece bu maç için değil hem Şampiyonlar Ligi'ndeki diğer maçlar hem de UEFA Kupası'nda oynanacak maçlar öncesi şimdiden yorum yapmak için erken olduğunu görüyoruz özellikle böyle sakatlık haberlerini alınca. Muhtemelen maçlar için net öngörüleri karşılaşmalardan 1 hafta önce çok daha net yapabileceğiz, zira zamanın uzunluğunu düşününce en mantıklısı bu gibi görünüyor.

22 Aralık 2008

Mourinho'dan İnciler



Aslında blogda bir adet Mourinho köşesi yapmak gerekiyor. Portekizli'nin iddialı açıklamaları dikkate alınmayacak gibi değil. Şimdi de Alex Ferguson'un Christiano Ronaldo'yu Maradona, Pele gibi oyuncular ile kıyaslamasna takmış olacak ki "Christiano en iyi değil" diyerek görüşünü sunmuş ortaya.

"Christiano; Kaka, Messi, İbrahimovic gibi oyuncuların sınıfına konamaz. Bir oyuncu nasıl olmalı derseniz yukarıda ki 3'lü gibi olmalı bence. Messi bir fenomen ama bana göre en iyisi İbrahimovic" diyerek kendi oyuncusunu da öne çıkarmayı ihmal etmemiş. Chealsea'de de takım oyuncularını zaman zaman yaptığı bu tür kıyaslamalar ile onore ettiğini düşünürsek bir Mourinho klasiği demek pek de yanlış olmaz.

Geri Dönüşün Kralı=> Monaco 3:4 Bordeaux



Galatasaray'ın rakibi olduğu için ilk defa bu kadar dikkatli izledim Bordeaux'u bu sene. Maçı iki perde olarak değerlendirmek gerekiyor.

İlk yarıda Monaco orta sahayı kalabalık tutup rakibi önde karşıladı. Bu diziliş Bordeuax'u çok zorladı, neredeyse forvet hattına hiç top taşıyamadılar. Oyunu yönlendiren oyuncu Gourcuff hareketli oynamaya çalışsa da Monaco'nun Bordeaux orta sahasına nefes aldırmayan oyunu O'nu da vurdu. Rakip ataklar genellikle sağ kanatlarından gelişti ve bu kanatta sıkıntı yaşadıkları aşikar. Hatta 2. yarı bile Monaco bu kanadı zorlamaya devam etti. Takım savunması anlamında da Galatasaray'a oldukça benzeyen bir yapıları var. İleride oynayan Cavennaghi, Gourcuff gibi adamlar geriye pek yardım etmezken orta saha defans arasında ki kilit adam Diarra gibi görünüyor. Özellikle fizik yapısının kuvvetli olması bir çok pozisyonda rakipten kolay top çalmasına olanak sağlıyor.

2. yarıya Blanc, Chamakh'ı oyuna alarak başladı. 50. dakikada 3-0 geriye düştükten sonra Gourcuff'un serbest vuruşuna Chamakh'ın kafası ile ilk gol geldi. Monaco bu golden sonra tamamiyle geriye çekildi ve rakibi ceza sahasının önünde karşılamaya başladılar. 60. dakikadan sonra oyunun kontrolü tamamiyle Bordeaux'a geçti ve özellikle Gourcuff'un pas dağıtımı ve oyun kurması ile rakip kaleye yüklenmeye başladılar. Sırasıyla Diarra'nın ceza sahası dışında set şutu, Chamack'ın kornerden gelen topa kafası ve Cavenaghi'nin geçen hafta Lincoln'ün Gençlerbirliği'ne attığı golün bir benzeri ile 3 gol daha bulup skoru 4-3'e getirmeyi bildiler. Son iki golü de maçın bitimine 5 dakika kala buldular.

Galatasaray için bazı şeylerin görülmesi adına önemli bir maçtı.

1) Bordeaux , Galatasaray'a benzeyen bir takım. Takım savunması anlamında sıkıntıları var ama hücumda da çok ciddi silahları var : Cavenaghi, Gourcuff, Chamakh, Goufrann. Bu oyuncular sahada tıpkı Galatasaray gibi yerden ayağa paslar ve verkaçlar ile ceza sahasına sızmaya çalışıyorlar.

2) Oyunun merkezinde Gourcuff var. İlk yarıda pasif görünse de 2. yarıda oldukça etkinde. Duran toplarda gayet iyi ve kaleye isabetli & sert şutlar atabiliyor. Ara pasları da etkili.

3) Chamakh'a kesinlikle dikkat etmek lazım özellikle de hava toplarında. Geçen sen Galatasaray'a da bir kafa goü vardı. Ceza sahasında bu adamın kafasının top ile buluşmasına engel olmak lazım.

4) Orta sahada pres yapınca ve önde basınca etkilerini kaybediyorlar. Bir Benfica, bir Hertha maçıncaki orta saha dinamizmi gerekiyor. Bu şekilde onların orta sahaları etkisiz hale getirilebilir, tıpkı bu akşam Monaco'nun yaptığı gibi orta sahayı kalabalık tutmak şart.

5) Galatasaray bu sene bir çok maçta yaptığı gibi geriye çekilir ve oyunu kendi sahasında kabullenir ise kesinlikle gol yer. Rakibin üstüne çökmesine izin vermemek gerekiyor.

6) Sağ kanatları savunma anlamında zayıf. Arda ve Kewell için bulunmaz bir maden var orada.

Şimdilik dikkat çeken noktalar bunlar. Şubat ayına kadar Bordeaux'u izlemeye devam edeceğiz.

21 Aralık 2008

Galatasaray 4:2 Beşiktaş



Maç öncesi yapılan tahminlerde favori Galatasaray'dı, fakat çoğunluğun buluştuğu tek bir ortak dil vardı: Maçın üst biteceği. Genel beklentileri öncelikle skor manasında kaşılayan bir maç oldu. Galatasaray devre arasında zirvenin 1 puan gerisinde girer iken, Denizli devre arasını (17 maçlık seri) 5 puan geride bitirmenin sorun teşkil etmeyeceğini belirtirken 16. hafta sonunda zirvenin 6 puan gerisine düştü.


Maçın geneline bakarsak dikine oynayabilen, rakip kalede daha çok fırsat yaratma adına fırsatlar yakalan takım Beşiktaş'dı. 4-5-1 ile 4-3-3 karışımı bir oyun dizilişi ile oynadılar. Tello orta sahada topları alan, dağıtan isimdi. Özellikle de ilk yarıda çok da iyi oynadı. Attığı gol pası şahaneydi, köşeden Santcis'in çıkardığı şutu da çok iyiydi. Daha önce yere çarpsa büyük ihtimalle gol olurdu. Mustafa Denizli'nin derbiye Skibbe'den daha iyi hazırlandığını gördüm bugün, Denizli'nin planlarının sahaya yansımasının en büyük etkeni oyuncuların bireysel kapasiteleri ve performansları konusunda yaşanan sıkıntı ve bu sene boyunca Beşiktaş'ın başını ağrıtabilir. 10 kişi kalmasalar belki oyunu daha fazla domine edebilirlerdi, ama böylesine zorlu bir maçta 2-1 geride ve deplasmanda iken takımın piskolojisine negatif olarak yansıyor bu durum. Kırmızı kart özelinde konuşacak olursak orada Delgado " Bana ilk defa da sarı kart gösterdin" gibisinden sitemde bulunuyordu o esnada. O'na kaybettiren ise derdini çok sert jet ve mimikler ile anlatmaya çalışması oldu üstelik dilini bilmediğin bir ülkede yaşıyorken. Denizli, oyuncu değişiklikleri ile oyuna müdahale etmesine rağmen Bobo'nun formsuzluğu bu değişikliklerin sahadaki etkinliğinin artmasına engel olan önemli faktör oldu.


Galatasaray açısından Skibbe'nin Nonda tercihini sonuna kadar yanlış buluyorum. Beşiktaş'ın maçın genelinde daha çok rakip kaleye gelen takım olmasında kesinlikle bu tercihin etkisi büyük. 10 kişi iken bile gollük pozisyonlar bulabiliyorsa bir takım işte orada galipseniz bile sorgulanması gerekne hususlar vardır. Gençlerbirliği maçında da bu türden baskı yenilmişti ve sebep olarak inanmasam da konsantrasyon eksikliği, rahavet gösterilmişti. Bu maç için de muhtemeln aynı şeyelr ileri sürülecektir. Bu takımın hala takım savunmasında sorunlar var, bu çok net. Artık konsantrasyon mu arttırılır, rehavete girmemeleri mi sağlanır bilmiyorum, ortada görünen bir şey var ise o da bu problemin artık kabak tadı vermeye başladığı ve bir an önce çözülmesi gerektiğidir. Bunun yanında Barış'a koskoca bir sağ kanadın sorumluluğunu vermek de gereksiz riskden başka bir şey değil. Bir oyuncunun enerjisini bu kadar da kontrolsüz harcamasına sebep olmak ve takımı sağ açıksız oynatmak hiç de mantıklı değil. İlk gol de ki Lincoln'ün ortası dışında ilk yarıda sağ kanat neredeyse hiç kullanılamadı.

Nonda geçen seneden beri inanılmaz düşüşte. Hazırlık kampında da çok kötüydü, sadece Steau ile yapılan ilk maçta beğendim. Bu maç dışında da yokları oynuyor zaten. Bir takım görüşler ileri sürülecektir : "Geziyor, rakip savunmayı ileri çekiyor" tarzında, katılmıyorum. Bugün aldığı topların yarısını kaptırdı ve top ile hareketlenme konusunda ne yazık ki yeterli çevikliği gösteremiyor. Galatasaray'ın Baroş'un yokluğunda ciddi gol sıkıntısı yaşayacağını düşünüyorum Ümit Karan ve Nonda'ya bakınca "Allah Baros'a zeval vermesin" demekten başka bir şey kalmıyor geriye.

Bir antrenörün maç özelinde sistem değişikliği yapmasına en azından esnekliğinin olmasını sonun kadar destekliyorum ama Skibbe'nin hala 3-5-2 oynatma konusundaki ısrarını anlayamıyorum. Ortada zorlu maçlarda özellikle de UEFA maçlarında 4-5-1 dizilişi yani güçlü, basan ve koşan bir orta saha ile oynaman gerektiği, takımın bu sistem ile oynamaya alışmasının zorunlu olduğu ve buna da yapmanın tek yolunun takımı bu sistem ile oynatmaya devam etmek olduğu gerçeği dururken bu tür oynamalara anlam veremiyorum üstelik Sabri sakatlıktan çıkmış ve oynayabilir halde iken. Bunlara ek olarak oyuncu değişiklikleri konusunda oldukça geç davrandığını düşünüyorum ki Aydın'a yazık olacak gibime geliyor. Özetle Skibbe formsuzdu bugün, neyseki O'nun formsuzluğu Galatasaray'ı vurmadı.

Son bir kaç haftadır Galatasaray'ın performansının özeti bireysel performanslara bağlılığını arttığı bir takım olma yönünde ilerlendiğini gösteriyor. Açıkçası bu takımın Lincoln'süzlüğü nasıl tolere edeceği konusunda ciddi soru işaretlerim var. 20002in takımı Hagi'sizliği bile tolere edecek kadar gelişmiş bir kurguya sahipti. Aslında 96-2000 arasındaki dönemin başlarında da Hagi'ye daha çok bağımlı bir takım vardı, zamanla aşılabildi bu. Yeni bir takımı 2000'in takımı ile karşılaştırmak çok doğru olmasa da hedeflerin o zaman ile ortak olması (UEFA Kupası) bu karşılaştırmaları yapmaya iten asıl etken oluyor.

Hakem her iki penaltı kararında da haklıydı, uzun zamandır gördüğüm "eyyamdan uzak" en iyi derbi hakemi performansıydı. Cüneyt Çakır'ın UEFA tarafından takip edilmesi O'nun performansına da olumlu yansıdı.

Özetle, skorunun oyununu gerçek gidişatını yanstımadığı bir maç oldu. Beşiktaş'ın daha iyi planlanmış oyunu bireysel performansların kurbanı olurken, Galatasaray'ın kötü dizilişi ve sistemi son haftaların etkili silahlarının formuyla 4 gol yazdı skor tabelasına. Bu akşam Bordeaux'un Monaco maçının 2. yarısındaki geriye çekilmiş rakip karşısındaki oyununu görünce Galatasaray'ın bazı şeyleri çok daha iyi hale yapar hale gelmesi gerektiği de aşikar.

Premiere League'de Bugün: Arsenal vs Liverpool



Premiere Lig'de haftanın en önemli maçı Arsenal - Liverpool karşılaşması. Özellikle Arsenal için aradaki 8 puanlık farkı azaltabilmek için iyi fırsat. Olası bir mağlubiyet sonrası Chealsea'de Everton deplasmanında kazanabilirse Arsenal zirvenin 10 puan gerisine düşmüş olacak, kısaca anlamı çok daha büyük bir maç Gunners için. Geçen sezon Şampiyonlar Ligi çeyrek final maçında tartışmalı bir penaltı sonrası elenmenin acısı hala duruyor Wenger ve öğrencilerinde. O maçtan sonra ilk defa karşılaşıyorlar. Arsenal tarafı Mart ayındaki maçı da kendileri için bir motivasyon unsuru olarak görüyor.

İki takım da bu sene şampiyonluk yarışında çekiştikleri diğer 2 rakip (Chealsea & Manchester United) ile oynadıkları maçları kazandılar. Bugün galip gelecek ekip bu zorlu 3'lüden 9 puanı kapmış olacak.

Maçın bir diğer ilginç noktası da 20 yıl önce sezonun şampiyonu belirleyecek son maçında Anfield Road'da 2-0 alması gereken maçı son dakikada attığı 2. gol ile kazanarak Liverpool'u geride bırakan Arsenal'in bu gününü vurgu yapmak amacıyla bütün taraftarların o günün anısı için sarı t-shirtler ile maça gelmeye teşvik edilmeleri.

İki takımda da kilit oyuncular var. Adebayor ve Gerard maçın sonucuna etki etmeye en yakın iki isim bence. Livepool için Rafa Benitez'in sağlık sorunları nedenyile hafta boyunca antremanlara çıkamaması takımı negatif olarak etkileyecek mi onu da sahada göreceğiz.

Monaco vs Bordeaux



Bu akşam Kanal1'de 22:00'da. Monaco 13, Bordeaux ise 3. sırada. Galatasaray'ın rakibini biraz daha yakından tanımak adına iyi fırsat.

20 Aralık 2008

UEFA Çeyrek Final Yolu Kuraları

UEFA'da Mart ayının ortalarına kadar devam etme adına aşılması gereken engeller belli oldu dün. Son 6 yıldan beri ilk defa bu kadar güçlü takımlar bir arada. Oldukça iyi eşleşmeler oldu, çeyrek finale kadar resmen kan çıkacak ve en az yarı final oynasa şaşırılmayacak takımlar elenecek. Galatasaray'ın rakibinin de belli olması açısından daha ayrı bir önemi vardı kuraların bizim için ve son 2 yıldır birbiriyle maç yapmaya alışmış olan iki kulüp 3. yılda da bir arada : Galatasaray vs Bordeaux

Perşembe gecesi muhtemel eşleşmeleri değerlendirirken Fiorentina, Werder Bremen, Marsilla ve Zenit'i uzak durulması gereken takımlar arasında yazmıştık. Lucescu faktörünün etkisiyle Shaktar'ın tehlikeli olduğunu, Aalborg için kapalı kutu olması itibariyle sorun teşkil edebileceğini belirtmiş ve Bordeaux, Kiev'in en eşleşilebilir takımlar olarak göründüüğü yorumunu yapmıştık. Beklentilerimize uygun bir takım olan Bordeaux'un gelmesi ve ilk maçın deplasmanda olması şimdilik işlerin yolunda gittiğini gösteriyor. Bordeaux'un en büyük avantajı takımınd başında Blanc gibi kafası çalışan bir adamın olması. Kendini geliştiriyor, O'nun gelişimi ile birlikte Bordeaux'da gelişiyor. Şu an Fransa'da 3. sıradalar ve iç saha performansları dikkat çekici. Lig ve Şamp. Ligi'nde toplam 13 maçta 7 galibiyetleri ve 5 beraberlikleri var, tek mağlubiyetleri Roma'ya karşı. Toplamda 12 gol yemişler ve yalnızca 4 maçı gol yemeden bitirebilmişler. Mağlubiyet almamaları gerçeği ortada fakat neredeyse her maçta gol yemeleri de önemli. Şamp. Ligi gruplarında toplamda 7 puan topladılar ve 6'sını Cluj'dan aldılar. Deplasman karnelerine gelince 12 maç oynamışlar sezon başından bu yana ve bunların 7'sini kaybetmişler. 5 maçta gol atamamışlar. Buradan özetle kendi sahasında gol yeme potansiyeli taşıdığını ve deplasmanda kaybetmeye yakın bir takım olduğunu söyleyebiliriz. Tabiki istatistikler sadece rakamların dili ve futbol da sonucu etkileyen bir çok faktör var. Hafta sonu Monaco -Bordeaux maçı var, çok daha dikkatli izleyeceğim artık rakip Fransızlar'ın maçlarını ve Monaco maçından sonra geniş bir analiz yapmayı düşünüyorum. Cavenaghi, Chamack, Gourcuff, Gouffran, Wendel, Diarra gibi tehlikeli oyuncuları olmasına rağmen Galatasaray için zorlu rakipler arasında çekilmiş iyi bir kura olarak değerlendirilebilir.

Diğer eşleşmelere de göz atalım:

Werder Bremen-Milan // Olympiacos-Saint Etienne
Olypiakos grup 3. olmasına rağmen Galatasaray'dan çok daha iyi bir kura çekti. Hangisi ödüllendirildi anlamış değilim. Bremen-Olympiakos eşleşmesi olur 4. turda gibi geliyor. Olympiakos geçen sene Bremen ile aynı gruptaydı ve onların üstünde bitirerek 2. tura çıkmışlardı, aynısını yapabilirler.

Aston Villa-CSKA Moscú // Shakhtar Donetsk-Tottenham
En zorlu eşleşmelerden biri Villa-CSKA eşleşmesi oldu. Her şey olabilir orada ama CSKA daha yakın gibi tura. Diğer taraftan Lucescu Tottenham'a bir güzellik yapabilir. Tabiki burada Tottenham'ın ne yapacağı da önemli burada, çünkü zaman zaman dengesizleşebiliyorlar.

Lech Poznan-Udinese // Zenit San Petersburgo-Stuttgart
1. eşleşmeden Udinese'nin gelmesi garanti gibi. Zenit - Stuttgart eşleşmesinden Zenit'in çıkması daha olası, Stuttgart'ın Babel sonrası toparlanma sürecine girmesi de Almanları'ın avantajı olabilir.

PSG-Wolfsburg // Sp. Braga-Standard Lieja
Geçen yıl düşmemeye oynayan PSG bu sene çok daha farklı bri çizgide. Son 10 dakikada attıkları 2 gol ile çıktılar üst tura. Wolsfburg ise hem Almanya'da hem de UEFA'da gayet iyiler. Almanlar'ı turu geçmeye daha yakın görüyorum. Liege'de şu anki formu ile Braga'yı eleyecektir.
Wolsfburg-Liege eşleşmesinde de her iki tarafın da şansı var çeyrek final için.

Dinamo Kiev-Valencia // Sampdoria-Metalist Jarkiv
Kiev, Galatasaray için gözüme kestirdiğim ekipti, kısmet Valecia'nınmış. Valencia'nın tutu geçmesini bekliyorum. Diğer tarafta kapalı savunma yapan Metalist için iyi bir ekip değil Sampdoria. Daha açık oynayan bir ekibi tercih ederlerdi herhalde. Sampdoria turu geçmeye daha yakın olsa da Metalist'in de azımsanmayacak bir şansı var. Çeyrek finale çıkan ekibin Valencia olmasını beklemek kadar da normal bir durum olmaz herhalde.

FC Copenhague-Manchester City // AaB Aalborg-Deportivo
1. eşleşmeden Manchester City gelir. Diğer tarafta ise her şey olabilir.Deportivo orta sıra takımı oldu bir kaç yıldır. Aalbord dirençli yapısı ile turu geçebilir. Çeyrek finale de o kadar para harcadıktan sonra City çıksın artık.

Olympique de Marsella -Twente // Fiorentina-Ajax
İlk eşleşmeden her şey çıkabilir, Marsilla tura daha yakın gibi gözükse de. Fiorentina, Ajax'ı geçecektir. Gruptan İtalyan ekibinin çeyrek finale doğru ilerlemesini bekliyorum.

NEC Nimega - Hamburgo // Girondins Burdeos-Galatasaray
Hamburg benim en çekindiğim ekiplerden. Özellikle hücumdaki ikilisi şu an Avrupa Lig'lerindeki en formdaki ileri ikilisi olan Petric&Olic. Defanslar için tam bir baş belası. NEC'in şansı yok o tarafta. Galatasasaray'da zorlu eşleşmeden çıkmaya yakın taraftır. Hamburg - Galatasaray eşleşmesine gelince bence çok zorlu maçlar olacak. Şu an Hamburg tura daha yakın bence. Kaliteli bir ekip ve başlarında da tecribeli bir hoca Martin Jol var.

18 Aralık 2008

UEFA Kupası 3. Tur Muhtemel Eşleşmeler

Metalist yine yapacağını yaptı ve Benfica'nın sayısız gol pozisyonundan yararlanamadığı maçı bu grupta 3 puan aldığı diğer maçlarda olduğu gibi son 10 dakikada olduğu gibi attığı tek gol ile maçtan galip ayrılmayı başardı. Cordozo'nun 84. dakikadaki vuruşu direkten dönünce "Bu işte bir bit yeniği var, bu kadar gol kaçırmak hayra alamet değil" dedim ki 1 dakika sonra kalelerinde golü görüverdiler. Galatasaray'ın merakla beklenen rakiplerini sayılarını 8'e indirmiş olarak görebiliyoruz artık. Şampiyonlar Ligi'nden gelen rakipler ile eşleşmek elbette grup 3.leri ile eşleşmeye göre daha çetin bit turun sizi beklediği anlamına geliyor fakat eğer hedef en üst nokta ise önünüze gelen takımı yenmek zorundasınız.


Muhtemel 8 takım arasından Werder Bremen, Fiorentina ve kadro yapısı itibariyle Marsilla en zorlu 3 takım olarak görüniyor. Shaktar, başında Lucescu gibi kurt bir hoca olması, Zenit geçen sene UEFA Kupası'nı kazanmış kadronun bir arada oynaması itibariyle Galatasaray'ı zorlayabilirler. Bordeaux bu sene ligde iyi durumda fakat diğer takımlara göre daha eşleşilebilir duruyor. Aalborg tam bir kapalı kutu, bu sene ilk kez oynadıkları Şamp. Ligi'nde iyi işler yaptılar. Bu tür takımlar her zaman dirençli yapıları ile başa iş açacak potansiyele sahiptirler. Kiev ise 8 takım arasında en eşleşilebilir takım gibi görünüyor. Son Fenerbahçe karşılaşmasında izlediğim takımı Galatasaray'ın rahatlıkla eleyeceğini düşünüyorum.


Grup 3.leri maçların son dakikalarına kadar kesinleşmemişti. Bu akşam oynanan bir çok maçta atılan gol sayıları ile arttırılan averajlar takımları bir üst tura taşıyan ana etken oldu.







A grubunda, PSG son 10 dakikadaki sonuçlar itibariyle grupta Racing'in arkasında 4. sırada iken. Son 10 dakikada attığı 2 gol ile birden 3. lüğe oturuverdi.


B grubunda, Metalist 1. sıraya oturdu. Olympiakos ise sahasında Benfica'dan sonra Hertha'ya da 4 farklı bir tarife uygulayarak 3. olarak üst tura adını yazdırdı.


C grubunda alınan sonuçlar şaşırttı beni. Standart'ın bu kadar kolay teslim olacağını düşünmemiştim ama Stutgart 3 tane salladı. Beni asıl şaşırtan Sevilla oldu, en azından beraberlik alırlar ve gruptan çıkarlar diye düşünürken Sampdoria sahadan galip ayrılan takı oldu ve 3. olarak çıktılar gruptan. Himenez, Ramos sonrası Sevilla'ya 2 yıldır Uluslararası arenada yokları oynatıyor. Geçen sene son 16'da Fenerbahçe'ye elenmişlerdi, bu sene de gruptan çıkamadılar. UEFA Kupa'larının sermayesinden yemeye başadılar bile. Gruptan 2. olarak çıkan takım ise Babel sonrası silkinme sürecine giren Stutgart oldu.


D grubu da yine ilginç maçlara sahne oldu. Spartak Moskova, İngiltere deplasmanında 2-0 öne geçtikten sonra 60-75 arasında yediği 2 gol ile sahadan beraberlikle ayrılarak üst tura çıkamadı. NEC ise 0-0 devam eden maçın 2. yarısında attığı 2 gol ile grubu 3. olarak bitirmeyi başardı. Bu grup daha önce yapmış olduğumuz şu yorumlara uygun şekilde bitti. Totenham 2., NEC / Spartak ikilisinden biri de 3. oldu.




17 Aralık 2008

UEFA Kupası Grup Maçları Final #1

UEFA Gruplarında E,F,G,H gruplarında son maçlar oynandı tablo netleşti.

E grubunda 3. lük için Braga'nın yeri kesinleşmişti. 1. lik mücadelesinden Milan ile İtalya'da 2-2 beraberlikle sahadan ayrılan Wolsfburg galip çıktı ve ilk sıraya yerleşti. Felix Magath bu sene iyi işler başardı. Çeyrek finali görmeleri gayet normal olur bu sene. Milan ise Şamp. Ligi'nden gelen takımlar ile eşleşecek. Şu andaki form durumlarına bakılırsa turu geçmeleri çekecekleri kura ile orantılı görünüyor.

F grubunda, daha önce yazdığımız yazıda da belirtmiştik tam bir heyecan fırtınasının eseceğini. Villa'nın 3. lüğün en kuvvetli adayı olduğunu yazmıştık nitekim öyle de oldu. Ajax'ın grubu 1. bitireceğini ve iddiası olmayan Slavia Prag'ı rahat geçeceğini düşünmüştüm, beni yanılttılar. Son dakikalarda beraberliği kurtardılar. 85. dakikaya girilmişken her iki maçta Ajax 2-1 gerideyken Villa skoru 3-1'e getirmişti. Bu durumda Villa ya da Slavia'nın atacağı 1 gol Ajax2ı 3. lüğe yerleştirecekti, Villa grubu 2. olarak bitirecekti. Şimdi ise grubun tepesinde Hamburg var. Ajax 2., Villa ise 3. lükte. Hamburg İlic ve Petric ikilisi ile rakipleri vurmaya devam ediyor. İlic 2 tane salladı bu akşam, seneye Bayern'de oynar ise Luca Toni ve Klose gibi ağır adamların yanında çabukluğu ile bayaı iş yaapcak gibi görünüyor. Martin Jol, Hamburg'u bu sene çeyrek final ötesine taşıyabilir, sadece zaman zaman gösterdikleri dengesizliğe tutulmasınlar yeter.

G grubunda, Brugge evinde Kopenhag'a kaybederek UEFA Kupası'na veda etti. Bu sonuç ile Kopanhag grubu 3. bitirdi. Dişli Kuzey Avrupa Takımları'na bir tane daha eklendi diyebiliriz. Sezon başından beri oldukça iyi sonuçlar alarak geldiler buralar. Özellikle deplasmanda etkili bir takım hüviyetindeler, Valencia'ya yenilmemeyi başardılar İspanya'da ve bu akşam da kritk bir galibiyet ile üst tura merhaba dedileri. Saint Ettien 1.lik koltuğunda, Valencia ise 2.

H grubunda, Deportivo ise maçın bitimine 15 dakika kala attığı gol ile gruptan 2. olarak çıktı. Nancy'ye yazık oldu. Bir önceki maçta son dakikalarda yedikleri goller ile yenilmeseler CSKA'ya şu an en azından 3. olarak çıkmışlardı. Leh Poznan, zaten iddiası olmayan bu sene genelde formsuz Feyenord'u Hollanda'da devirerek 3.lük vizesine alarak dönüyor Polonya'ya. Tam bir kapalı kutu aslında, böyle takımlar daha bir tehlikeli olurlar. 3. turda eşleşecek grup 1. sinin dikatli olması gerekebilir.

Grupların yarısının işi tamam, yarın dananın kuyruğu tam anlamıyla kopacak. 4 grupta da yerler kesinlemiş değil. Özellikle Benfica - Metalist maçı Galatasaray'ın pozisyonunu belirleyecek olması itibariyle kritik önem taşıyor.

Galatasaray'ın Muhtemel Rakipleri #2 (İlk Yarıların Ardından)

E,F,G,H gruplarında ilk yarılar sona erdi. E grubunda Braga'nın zaten 3. lüğü kesin. Diğer gruplarda durumlar kritik.

F grubunda ilk yarılar
Ajax 1:2 Slavia Prag
Hamburg 2:0 Aston Villa

Bu skorlara göre, Hamburg 1. , Ajax 2. , Villa'da 3. Villa'nın 3. olmasını açıkçası istemiyorum olası bir eşleşme ihtimalini düşünürek. Şu an Ajax ile Vila arasında 1 gol averajı var. Ajax maçı kaybeder ise, Villa'da maçı 1 fark ile kaybeder ise Ajax 3. olacak. Zor bir ihtimal ama umarım gerçekleşir.

G grubunda

Brugge 0:0 Kopenhag
St. Etienne 2:1 Valencia

Valecia şu an 2 ama Brugge 1 gol atar ise 2. lik koltuğuna onlar oturacak. Kopenhang maçı alır ise 3. olurlar, 2. olma ihtimalleri çok düşürk. Valencia'nın 2.liği garantilemek için maçı kaybetmemesi gerekiyor. 3.lük koltuğu için Brugge ya da Kopenhag tercihimdir.

H grubunda

Deportivo 0:0 Nancy
Feyenorg 0:1 Leh Poznan

Şu an Poznan 3. durumda. Poznan'ın 3. lük için tek şansı maçı kazanmak. Maçı kazanır ise, diğer maçın sonucu ne olursa olsun üst turdalar. Deportivo kaybetmez ise gruptan çıkacak. Nancy'nin ise en azından gollü beraberliğe ihtiyacı var Poznan ile arasındaki 1 farklı gol averajını düşününce.

Manu'da Sağ Bek'in Yeni Sahibi: Rafael Da Silva



Manchester United'da yıllardır sahibi değişmeyen tek bölgedir sağ bek pozisyonu. Tam bir istikrar abidesi olan Gary Neville yaklaşık 15 yıldır bu bölgenin değişmez oyuncusu haline geldi, 350'den fazla maçta forma giydi. Manu'da çok şey değişti, kadroya yeni isimler katıldı, pek çok poziyon genç oyuncular ile donatıldı, önünde oynayan Cantona, Beckham takımdan ayrıldı ama Gary Neville hep sağ bek pozisyonunun bir numaralı oyuncusu olarak kaldı. O'nun sayesinde de Manu bu pozisyona neredeyse tek kuruş harcamadı tranferde. Arkasında da alternatif olarak West Brown beklemekte.

Neville'in yaşının 35'lere doğru geldiği hesaba katılırsa, sağ kanat için yeni isimlere 1-2 seneye kadar ihtiyaç duyulabileceği düşünülüyordu ki Rafael Da Silva vizyona çıktı. Bu sene kupa maçlarında da oynamaya başlayan bu genç yetenek tam bir kanat oyuncusu profilinde. Bir bek için hücum yönü de oldukça gelişmiş.

Ferguson'da bu genç yetenekden oldukça umutlu olmalı ki şimdiden bu mevkinin sahibi olarak görmeye başlamış. "Gary Neville ve West Brown'ın küçük bir problemleri var ve formayı kapmak için oyunlarını şu anki seviyesinden daha ileri taşımak zorundalar. Çünkü Rafael formayı kapmış gibi görünüyor."

Sam Allardyce Blackburn'de



Blackburn'in yeni teknik patronu belli oldu: Sam Allardyce. Tugay'ın, Souness'un da adının geçtiği adaylar arasından en iyi seçenek gibi duruyordu zaten. Aslında Sunderland'e gideceği konuşuluyordu Allardyce'ın ama Blackburn elini çabuk tuttu. Şimdi Mavi'ler demir attıkları ligin dibinden kurtulmak için ellerini uzattıkları eski Bolton'lunun marifetlerini sergilemesini bekliyorlar Paul Ince'in bıraktığı enkazın ardından.

14 Aralık 2008

Hoffenheim 1:1 Schalke



Büyük bir iştahla oturmuştum oysa televizyonun karşısına kıran kırana bir mücadele izleyeceğimi umarak. Aslında ilk yarıda öyle de oldu, tempolu, bol pozisyonlu seyredilesi bir oyun vardı sahada. İkinci yarıda da aynısını umarken hakemin bence yanlış gösterdiği 2. sarı kart sonucunda Jones'un atılması ile Schalke geriye yaslandı ve o andan itibaren oyunun geneli Schalke yarı sahasında oynandı. Tamam futbolun içinde böyle etkenler var ama böylesine hevesle izlediğini bir maçın bu şekilde büyüsünü kaybetmesi epeyce sinir bozucu.

İlk yarıda Schalke'nin ani kontrataklarına karşılık soldan Salihovic sağdan Beck ve Obassi ile ceza sahasına top taşımaya çalışan Hoffeenheim izledik. Sağ kandaı çok daha etkili kullanarak yaklaştılar rakip kaleye. Özellikle Demba Ba biraz daha becerikli olsa ilk yarıda 2 gol bulmaları içten bile değildi. Halil'in orta sahadan taşıdığı toplardan ikincisinde Asamoah'ın önüne attığı nefis pas ile önce geçen Schalke oldu. İlkinde de Ernst topu kontrol edemeyince güzelim pozisyon heba oldu.

İkinci yarı yukarıda belirtilen etmenler ile daha çok Schalke yarı sahasında oynandı. Obassi'nin sakatlanıp çıkması Hoffenheim adına talihsizlikti her ne kadar yerine giren Selim frikikten golü atsada. Çünkü oyuna yapmış olduğu katkı göz önüne alınırsa Selim'in Obassi'nin gerisinde olduğu su götürmez bir gerçekti bu maçta. Beraberlik için yüklenen Hoffenheim'a karşı Farfan ve Asamoah gibi hızlı adamlar ile pozisyon bulmasını bekledim Schalke'nin ama o da gerçekleşmedi. Bu şablona uygun tek pozisyon ise Farfan'ın gole gider iken faul yaptığı gerekçesi ile durdurulan hücum oldu ki oldukça tartışmalı bir karardı.

Hoffenheim devre arasına lider olarak girmeyi başardı en azından 1 puan ile ayrılarak sahadan. Bundesliga'ya yeni çıkmış bir takım için oldukça büyük bir başarı ve ligin 2. yarısı için onlara büyük motivasyon verecek devre arası çalışmalarında. Büyük patron, dünya devi SAP'nin ortaklarından Dietmar Hopp büyük hedeflerinin peşinden koşmak adına takıma yeni takviyeler yapılması için kesenin ağzını açabilir.

Schalke açısından bakınca 3 puan alsalar ilk üçe yaklaşmak adına büyük avantaj olacakdı onlar için. Şimdi 3. sıradaki Hertha'nın 6 puan gerisindeler. Ligin 2. yarısında daha iyisin yapmalılar, nitekim ilk yarıdaki performansları onların potansiyellerinin altında.

Luiz Suarez



Yaklaşık 2 yıl önce futbol literatürüme dahil olan yetenekli futbolculardan. Uruguay’dan Groningen’e 700.000 euro gibi futbol kulüplerimizin saçtığı paraları düşününce çay-simit parası ederinde bir ücretle transfer olduğunda henüz 18 yaşındaydı. 2 yıl sonra 2007-2008 sezonu başında Ajax’a 7.5 milyon euro gibi bir bedelle transfer oldu. Yani Groningen bu genç yetenekten ödemiş olduğu miktarın 10 katı kadar para kazanmış oldu, gerçekten karlı iş. Böyle transfer haberlerini duyunca şaşırmamak elde değil. Hollanda’nın bir orta sıra takımı gidip böyle bir adamı bulup getirebiliyor, biz hala menajer tavsiyesi ile oyuncu almaya devam edelim. Bravo valla! Yok mu adam gibi organizasyonu olan, ekibi ile oyuncu izleyen bu ülkede? Anadolu kulüpleri zaman zaman yapıyorlar böyle şık hamleler ama ne kadar planlı bir organizasyonun ürünü oldukları konusunda bilgi sahibi değilim.

Neyse, ne yazık ki her yol Türk futbolu’nun sorunlarına çıkıyor, bazı kemikleşmiş konulara dem vurmadan geçemiyoruz. Tıpkı bir önceki David Moyes yazısında değindiğimiz teknik direktör ve istikrar sorunu gibi burada da transfer yapılma sistematiği karşımıza çıktı.

Her neyse Luis Suarez’e devam… Gole yakın bir isim olmasına rağmen tam bir forvet değil aslında, daha çok striker. Bir supporter olarak ikinci bir forvet oyuncusu olarak çok daha faydalı olabilecek bir isim uç noktada. Sağ ve sol açık olarak oynayabilen bu yetenekli genç çok gezen, adam eksiltebilen, hareketli oyun yapısı ile gol noktalarına çok iyi sızıyor, bir o kadar da asist yapabiliyor bu sayede. Ceza sahası çevresinden çok sert ve isabetli şutlar atabilme gibi bir artısı da var. Ajax forması ile izlemeyenler olabilir, fakat geçtiğimiz yaz Euro 2008 öncesi Uruguay ile Almanya’da yapmış olduğumuz maçta eminim dikkatleri çekmiştir. Hazırlık maçında defansımızı hallaç pamuğu gibi atmıştı. 3 golde de payı vardı, 2’sine bizzat kendisi attı zaten.

Huntelaar sonrası omuzlarında daha fazla yük var ve O’nun yapacaklarına Ajax’ın daha çok ihtiyacı olacak. Bu yapacakları Ajax’ı iyi noktalara taşırken kendisi için de sezon sonu olası bir transferin kapısını da açabilir. Hollanda Ligi’’nin büyük oranda Premeire Lig için bir arka bahçe olduğu düşünürsek sezon sonunda Uruguaylı’yı İngiltere semalarında görmek sürpriz olmamalı.

Everton'ın 10 yılı : David Moyes



45 yaşında bir İskoçyalı'dır kendisi. Everton'ın geçen 5 yılının altında imzası olan, önümüzdeki 5 yıl için de teknik direktörlük koltuğunda oturması beklenen futbol kişiliği aynı zamanda. Şu anda Ferguson ve Wenger'den sonra Premiere Lig'de bir takımın başında en uzun süre kalan 3. teknik adam.

2002'de teknik direktörülük kariyerine Everton ile adım attı. Daha ilk sezonunda 1992 yılında kuruluna Premiere Lig'de 2. kez Everton'ın 7. olarak sezonu bitirmesini sağladı ve bu başarı ona "Yılın Teknik Adamı" ödülünü getirdi. 2005 yılında ise Everton ile ligi 4. olarak bitirdi ve 2. kez bu ödülü aldı. 2006-2007 sezonunda 6. , geçen sezon ise 5. olarak bitirdiler ligi. UEFA Kupası'nda bu sezonun flaş takımı Standart Liege'ye elendiler. Ligde'de istenilen sonuçlar gelmeyince Moyes hakkında gönderileceğine dair söylentiler çıkmıştıki tam bu dönemde "Big Boss" Bill Kenwright son noktayı koydu ve sözleşmesinin 5 yıl daha uzatıldığı haberleri geldi.

Bu yıl özellikle sözleşme yenilenmesinden sonra takımın çok daha iyi sonuçlar aldığı görülüyor. Deplasmanda son 2 haftada Totteham ve Manc. City'yi yenme başarısı gösterdiler. Aslında şu andaki görüntüleri ile tam bir deplasman takımı havasında Everton. Toplam 9 maçta 6 galibiyet ve 1 beraberlik kendi sahasında oynadığı 8 maçta ise sadece 1 galibiyetleri var. Oysa deplasmandaki başarıyı kendi sahasında gösterebilseler şu an ilk 3 sırada yer almaları içten bile değildi. Moyes'ın bu noktada daha sıkı çalışması gerekiyor sanırım.

Everton kariyeri elbette başarılar ile dolu değil. Daha 2. sezonunda takım küme düşme potasının hemen üstünde 17. olarak bitirdiler sezonu. Genel olarak sadece ülkemizde değil bir çok yerde bu tabloda takıma yeni hava katmak için sezonun bir yerinde teknik direktör değişikliğine gidilirdi, fakat yönetim arkasında durmakta ısrar etti ve şu anda hala görevinin başında Moyes. Aynı durumu geçen sene PSG'de Le Guen yaşamıştı, takım dibe doğru sürüklenirken Fransız teknik adam görevine devam etti ve bu sene ilk 4 içerisindeler. Demek ki bazı noktalarda karar alabilmek şuur ve vizyon gerektiriyor. Günü düşünerek değil, geleceği planlayarak hareket etme düşüncesine hakim olmak beklenenden farklı davranışlar sergiletiyor insanlara.

Bu görüntüde koltuğunun bu kadar sağlam olduğunun bilincinde olan hırslı ve yetenekli bir teknik adam olarak Moyes'ın önümüdeki yıllar içerisinde Everton'ı ilk 6 sıranın gediklisi haline getireceğini düşünüyorum. Üst sıraları zorlayabilmeleri için konusunda ne büyük rakipleri bütçeleri. Ezeli rakipleri Liverpool, Londra ve Manchester takımları ile mücadele edebilmek için daha çok "Yeşil" e ihtiyaçları oldukları kesin. Yine de Moyes kemik kadroyu koruyup iyi takviyeler yapabilir ise önümüzdeki yıllarda yeni adı ile "Avrupa Ligi"nde büyük başarılara imza atabilir.

Beşiktaş 1:0 Ankaragücü



Bu maç için konuşulacak en büyük güzellik Holosko olmalı. Özellikle ilk yarıda Beşiktaş'ın bulduğu her pozisyonda O vardı. Defansın arkasına yaptığı koşular ile defansın dengesini o kadar güzel bozuyor ki Nobre'nin mücadelesi ile birleşince rakip takım savunması çok yıpranıyor. Fenerbahçe derbisinde böyle bir oyuncudan faydalanmak için maçın son çeyreğini beklemek gerçekten de çok yanlış bir hamle olmuş. Galatasaray maçında da Holosko-Nobre ikilisi en büyük koz olacaktır, bugün de sinyalleri verildi bunun.

Maçın ilk yarısında da bu ikili ile Ankaragücü karşısında çok sayıda fırsat yakalandı. Farkı arttırması içten bile değildi Beşiktaş'ın ama bu cömertliği neredeyse ikinci yarı başlarına iş açacaktı. Yiyecekleri bir gol kolayca uzanabilecekleri 3 puanın ellerinden kaymasına bile yol açabilirdi. Daha güzel bir oyun izlediğimiz ilk 45 dakikalık dilimde oyunu gol öncesi ve sonrası diye ikiye ayırmak gerekiyor. Gole kadar Ankaragücü'nün kontrolünde görünen oyun golden sonra ilk yarı sonuna kadar Beşiktaş'ın kontrolünde geçti.

İkini yarı ise akıllarda kalan en belirgin pozisyon Ankaragücü'nün son 10 dakika içinde bulduğu kontratak ve direkten dönen top. Onun dışında genel olarak saha içi organizasyonda yaşanan sıkıntıların izleri görüldü her iki takımda da.

Beşiktaş'ın sahada oynadığı futbol için herhangi bir sistemin ürünü demek kolay değil. Bloklar arasındaki mesafeler oldukça fazla. Takım daha çok bireysel çabalar ile oyunu sürüklüyor. Oyuncular arasındaki mesafeler topa hükmedebilecek pas alışverişini sağlamaktan uzak, daha yakın ve hareketli olmaları gerekiyor. Ardarda yapılan pas sayısı 5'i geçmiyor bir çok pozisyonda. Zorluk derecesi fazla olan maçlarda sıkıntı yaratabilecek eksiklikler gibi duruyor bunlar. Orta sahada rakibi top kullanmasına engel olacak şekilde bir baskı ve pres gücü oluşturmamaları da diğer dikkat çekici nokta.

Ankaragücü'ne gelince ikince yarıda Murat Erdoğan ve Gökhan'ın gereğindne fazla top tutuşları bazı ataklarda hızlı hareket etmelerini önledi takımın. Zaten takımın orta sahasında top tutabilen iki isimde kendileri, onlar da yanlış işler yapınca takım düğümlendi resmen. Iglesias'ın oyuna alınması için neden o akdar beklendi anlayamadım. Ünal Karaman'da Galatasaray maçında yedek soyundurmuştu kendisini. Mehmet Yılmaz'ın etkisiz oyununa o kadar tahammül edilmesi şaşılacak şey.

Holosko ve Nobre'nin mücadelesi dışında Ekrem'in pozitif futboluna da değinmek gerekiyor.İlk defa bu kadar dikkatle izledim kendisini. Topu ayağına aldığında ne yaptığını bilen, sakin, tekniği yüksek bir oyuncu. İlerleyen süreçte Beşiktaş'a daha da yararı dokuncaktır, kesinlikle iyi transfer.

Önümüzdeki hafta Ali Sami Yen'de bu görüntü ile iş hali zor Beşiktaş'ın. Bugün olduğu gibi orta sahada dirençsiz olurlar ve Galatasaray'a kolay top kullanma imkanı verirler ise varın gerisini siz düşünün. Mustafa Hoca'nın derbide orta sahayı daha sağlam tutacağını düşünüyorum, zira göreve başlamadan önce Galatasaray maçlarında yaptığı yorumlarda eksik noktaları gayet güzel belirtiyordu.

Madrid Barça'lanmadan Kaçamadı :2-0



Maç öncesinde Barcelona'nın bulacağı erken golün maçı kolaylaştıracağını aksi takdirde gol yememenin getirdiği motivasyonun Madrid'i daha dirençli kılabileceğini yazmıştık. Tam da bu cümleye uygun bir maç oldu. Barça maça çok tempolu başladı, özellikle Messi ile sağ taraftan ciddi yüklendiler Real kalesine ama golü bulamadılar. Real'in Messi ye karşı almış olduğu önlem oldukça ilginçti: "Sert Fauller" . Gerçekten de Messi ilk yarım saatde 3-4 tane sert direk bileğe darbe aldı, neyseki maça devam edebildi.

Barça'nın ilk 20-25 dakikadaki hızı ilk yarının sonlarına doğru kesildi fakat oyunun kontrolü sürekli kendilerindeydi. Sadece topu gol bölgesine taşımakta zorluk çektiler. Real tamamiyle kendi sahasına gömüldü ve hızlı kontrataklarla gol arama yoluna gitti. Sadece 1 pozisyon bulabildiler bu şekilde , o da Drenthe'nin karşı karşıya kaçırdığı pozisyondu. Onun dışında kayda değer bir pozisyon üretemediler. Aslında pozisyo üretecek bir orta saha kurgusu da yoktu Madrid ekibi'nin. Özelikle de Barcelona'nın bir kaç adam ile birlikte yapmış olduğu alan daraltmalar karşısında topu ayaklarından hemen çıkarma yoluna gittiler. 90 dakikanın sonunda Real'in yapmış olduğu isabetli pas sayısının 171 gibi çok düşük bir sayıda kaldığı ve topa sahip olma oranlarının da %34.5 olduğu düşünülürse topa hükmetme konusunda yaşadıkları ciddi sıkıntı görülecektir. Bunda dediğimiz gibi hem Barça'nın orta sahada yapmış olduğu sağlam pres hem de Real'in orta saha kurgusunun etkisi vardı.

İkinci yarıda yine Real yarı sahasında oynanan bir oyun vardı karşımızda. Etoo'nun penaltısını Casillas'ın kurtarması ile iyice artan ümitlerini yine son 10 dakikada Etoo'nun ve Messi'nin ayağından gelen goller bitirdi. El Classico beklendiği üzere favori takımın üstün oyunu ve haklı galibiyeti ile bitti. Huande Ramos oyun olarak değil ama sonuç olarak iyi bir başlangıç yapmaya çok yaklaşmıştı oysa ilk La Liga maçında.

Barça'da Iniesta'nın yokluğu hissedildi. Gudjohnsen elinden geleni yapmaya çalıştı fakat Xavi -Iniesta ikilisinin üretmiş olduğu sinerji bambaşka gerçekten. Bu oyun yapısı, tempo ile Barcelona La Liga'nın bitimine bir kaç hafta kala şampiyonluğunu ilan edebilir, son haftaları formalite havasında geçirtebilir bir çok takıma. Önlerindeki tek engel şansız sakatlıkların yaşanması ihtimali. Umarız böyle talihsizlikler yaşanmaz ve bu takımı bu görüntüde izleme şansında mahrum kalmayız.