27 Şubat 2010

Tugay Kerimoğlu Yeniden Florya'da

Geçen sene aynı dönemde yapılan Skibbe-Bülent Korkmaz hamlesinin bir benzeri olmadığını hemen vurgulamak lazım. Çarşamba'dan itibaren alt yapının başına geçiyor Tugay Kerimoğlu. Bence orta sadaki kısırlığa çare olması amacıyla Ayhan-Sarp yerine de düşünülebilir ya neyse...

Burada Alt Yapı'nın başına getirildiğinin altını çizmek gerek. Van Derks bilindiği üzere Futbol Akademi'nin başında. Görev tanımı tam olarak yapılmamış olsa da muhtemelen Van Derks ile birlikte çalışacak ve ona yardımcı olacak teknik sorumlu sıfatıyla çalışacaktır kendisi. Hollandalı'nın yerine geleceği ihtimalini göz önüne dahi almıyorum. O zaman Akademi'nin başına geçeceği yönünde açıklama gelirdi zira.

Alt yapınız A takımda direkt oynayacak oyuncular yetiştiremiyorsa temel misyonunu yerine getiremiyor demektir. Bu açından bakınca Britanya semalarında edindiği tecübeyi olumlu bir şekilde yansıtıp yıllardır kendi yağıyla kavrulan ve gelişimden uzak olan alt yapıya bir vizyon kazandırabilmesini umuy ediyorum.

Yeni görevinde Eski Kaptan'a başarılar...

26 Şubat 2010

Çaresiz Veda : Galatasaray 1:2 A.Madrid

Deplasmanda alınan 1-1'lik skorun kağıt üstündeki avantajı ne kadar iyi kullanılacaktı? İleri uçtaki oyuncu eksikliğinin oyun anlayışında meydana getirdiği değişiklik ile beklenenin üstünde bir dönem geçiren Galatasaray kadrodaki eksiklerin dönmeye başlayacağı döneme doğru ilerlerken bu süreci minimum hasar ile etlatmayı başarılabilecek miydi? Son dönemde sezon başına kıyasla daha iyi performans sergileyen İspanyol ekibi daha derli toplu kurgusu ile istediğini alarak ayrılabilecek miydi İstanbul'dan? Rijkaard 5 yıllık İspanya tecrübesinin ardından, uza kaldığı diyarlara turu geçerek selamını çakacak mıydı? Sorular, sorular sorularla başladı 90 dakika. Bitiş düdüğü ile geride kalanlar ise bir çok önemli mesajı barındırıyor özellikle Galatasaray için, tabiki bunlardan gerekli mesajlar alınabilirse. Bakalım maçın ardından bize kalan satır başları neler?

1) Gecenin en önemli notu UEFA'nın 6 hakem uygulamasının rezalet geri dönüşü üzerine. 10'larca maçta deneniyor bu sene Avrupa Ligi'nde, merak ediyorum acaba kaç maçta uygulanmaya değer bir kazanım çıkardı ortaya. Ceza sahası içerisinde kabak gibi el olayını görmeyecek isen, bu işin sayıyla falan alakası yoktur kusura bakmayın. İnsanların korkuları, ince hesaplarının işin içine girdiği yerden mesele "nicelik"ten çok "nitelik" mevzusuna dayanmıştır. Maçın kaderini çizenlerin başında çizgi hakemi ve maçı inceden inceye doğrayan İtalyan geliyor.

2) Adına ister taktik, ister kadro eksikliği diyin ama uzun zamandır Ali Samiyen'de bir Avrupa mücadelesinde bu kadar etksiz ve çaresiz bir Galatasaray görmemiştim . Halı sahada ilerideki etkili isimlerine top kazandırarak onların yapacaklarına muhtaç bir takım gibi maç boyunca Arda ve Keita'ya topu teslim ederek 2-4, 2-5 gibi eşleşmeler içerisinde rakiple boğuşarak bir şeyler yapılması umuldu ama ne çare son 10 dakikada Arda'nın sahada yürüyecek hali dahi kalmamıştı.

3) Frank Rijkaard için biten her maçın ardından "elbette bir bildiği vardır" cümlesi kurmaktan açıkçası haz alamıyorum artık, pek de mantıklı gelmiyor. Beşiktaş maçında rakibe kene gibi yapışan Barış'ın bu maç için düşünülmemesi çok ilginç. Sahada olanların artısı olsa eyvallah ama Mustafa Sarp, Ayhan gibi adamı futboldan soğutanların olduğu yerde savruk yapısına rağmen Barış'ın yapışganlığı elbette iş yapabilirdi, yapardı da. Ek olarak Uğur'un bariz şekilde aksadığı ortada iken Sabri 15 dakika dahi olsa hiç mi düşünülmez derecede hazır değildi? Böylesine bir tecrübeden çok daha etkili değişiklikler, maça tesirler beklemek kadar doğal bir düşünce olmasa gerek, ama nafile...

4) Galatasaray'da belirli oyuncuların oyun zekalarının, takım oyununa katkıların seviyeleri çok iyi sorgulanmalı. Örneğin, Mustafa Sarp'ı bu takımın vazgeçilmez oyuncusu yapan faktör nedir? Cevap daha iyi oyuncu olmaması ise eyvallah ama sırf mücadele ettiği için Galatasaray gibi bir takımda barındırılmasının hiç bir anlamı yok. Son golde Reyes'den kaçısı, aldığı topları kullanış biçimi, takımı ileri taşıyamaması, tam facia derecesinde. Mesela, Mehmet Topal. Bir orta saha oyuncunun 3. bir stoper gibi defansın arasına girmesi benim anlayışıma göre kabullenilecek bir şey değil. Orta sahanın bu kadar önemli olduğu bir oyunda bir oyuncunuzu bu şekilde kullanmanın hiç bir manası yok. Haa, Topal'ın topu alıp adam geçmesi, verkaç yapması, sizi ileri taşımasıda mümkün değil mevcut özelliklerine bakınca. Dolayısı ile iyi sorgulanması gerekir kilit noktadaki isimlerin. Kesinlikle mücadele etmek yeterli değildir, olmamalıdır. Defansın sol tarafındaki ikili de yine bu vasatlığa eklenecekler arasında. Balta ve Servet'in son goldeki iş birliği iyi analiz edilmeli. Servet'in ceza sahası içesiden bu kadar şuursuz hareket edişi, tek hamle ile rakibin gol pozisyonuna girmesine yol açacak kadar kötü pozisyon alması ve bunu genel bir ortalama ile sürdürmesine ne demeli? Balta'nın hücuma destek veremeyişi ki bu kendisinin genel yapısıdır, arkalara adam kaçırışı vs..

5) Galatasaray'ın sorunun santraforsuzluktan ziyade ortasahasızlık olduğu görüşümü defalarca yazdım. Elbette ileri uçta Baros'un oluşu daha farklı bir yapıya sürüklerdi oyunu ama ne çabuk Baros'un olduğu günlerde bile yaşanılan orta saha çaresizlikleri unutuldu. Baros olsa tur için daha fazla şans yakalanabilirdi ama takımın oyunundaki açmazlar devam ederdi. Barış-Ayhan-Topal-Sarp dörtlüsüden 2'si ile kuruşan orta saha topu ileri taşımaktan bu kadar aciz oldukça her zaman topu ileride tutma sıkıntısı baş gösterecekti. Bu dönemim en az sıkıntı ile geçilmesi etkili bir orta saha kurgusu ile çok daha az hasarlı atlatılabilirdi ama eldeki malzeme ortada.

6) Yönetimin de ortadaki sonucun bir tarafında olması gerektiğini düşünenlerdenim. Futbolu yönetenlerin yıldız takıntısı ve sağlama analizlere dayanmayan transfer politikası en öenmli problemlerin başında geliyor. Örneğin, orta saha problemi geçen sene de bariz şekilde yaşanıyordu ama Lincoln'ün etkili performansaları çoğu zaman gölgeliyordu bunu, yine de görmek siteyen farkına varabilirdi. Buna rağmen minimum tedbir ile geçiştirildi bu. Devre arasında da bu eksiklğin görmezlikten gelinmesi gerçekten kabullenilir gibi değil. Hadi bun geçelim ama eğer trasnfer yapıyorsanız devre arasında mutlaka takıma direkt katkı yapacak isimleri katmalısınız kadroya. Dos Santos ne kadar da kaliteli olsa da takıma uyum sağlaması ve yarar sağlaması bu kadar uzun sürecekse transfer yapmamak çok daha mantıklı bir hale bürünüyor. Nonda neden gitti, ya da gönderilmeseydi değil sorgulanması gereken. Mesele takıma yapılan katkıların mantıklı bir planlamanın ürünü olmaması, isim odaklı olması.

7) Yapılanma birikimli bir şekilde ilerler, her sene geçmişin üstüne geniş bir sünger çekilerek yol alınmaz. Galatasaray bu hataları yatıkça her sene takımı büyük oranda yenilemenin yoluna gidiyor ama atılan adımlar da yine bir sistemden yoksun olduğu için alınan kötü neticelerin temziliği için daha keskin adımlar atılıyor. Sarı-Kırmızılı ekip için en büyük tehlike budur aslında. Adnan Polat yaklaşık 3.5 sezondur futbol takımını yöneten ekibin başında ama her sene sil baştan yapılması çok da içi açıcı değil.

Olan olmuştur, her musibet bir şans olarak değerlendirilmelidir ama gereken derslerin alınması asıl mesele. Yönetimin şimdiye kadar yaptıkları ile çok güven verdiğini söylemek mümkün değil, bu noktada dengeleyici unsurun Rijkaard olacağı aşikar. Önümüdeki sezonun yapılanmasını yaparken doğru değerlendirmelerle yola çıkılması şart. Takımın oyun zekasının yukarı taşınması ve kalitenin modern futbolun gereklerinin arka plana atılmadan yapılacağı beklentilerini gelecek sezona taşınmasından başka bir çare görünmüyor şu anda.

23 Şubat 2010

İnönü'den Geriye Kalanlar: Cepteki 1 , bırakılan 2 puan mı?



Galatasaray'ın ileri uçta oynama alışkanlığına sahip oyuncudan yoksun üst üste 4. maçı geride kalırken çok net olarak eldekilerin yitirileceği düşünülenden çok daha fazla olduğunu görüyoruz. Kupaya veda etmiş olmanın elbette bir burukluğu var ama hedefteki 3 kupadan en kolay vazgeçilebilecek olanının sakatların artma ihtimali de göz önüne alındığında güzergah dışında kalması çok da dert değil. Bu maçtan gereken derslerin alınması gelecek adına çok daha önemli ki gün geçtikçe bunun ip uçları kendini gösteriyor.

Gelelim İnönü'ye... Madrid yorgunu Galatasaray'ın karşısındaki en büyük tehlike bu maçtan alınacak 3 puanın zirveye olan mesafeyi oldukça kısaltacağının farkında olan ve bu maçı defalarca kafasında oynamış olan Denizli ve futbolcuları idi. Sami Yen'deki maçta Galatasaray'ı iyi analiz ettiği ve zaaflarının farkında olduğu belli olan "kurt teknik adam"ın bu maçta maça daha fazla ağırlığını koyacağını bekliyordum. Defansa önde baskı kurarak kapacağı toplar ile pozisyon bulmaya çalışacak, ayağa daha çok pas yaparak Galatasaray'ın oyun hakimiyetini engelleyecek tedbirler alacağını umuyordum. Tam tersi bir düşünce ile oyunun temposunu arttıran, orta sahayı hızlı şekilde geçerek kanat organizasyonları ile gol bulma yoluna giden ve defans üzerine Nobre dışında ciddi baskı uygulayamayan Siyah-Beyazlı ekip yine de ilk yarıda öne geçecek pozisyolar bulabildi. Örneğin Holosko'nun kafasının gol olmaması neredeyse mücizeydii Nobre'nin rakibinin omuzlarına faullü şekilde yüklenerek yaptığı kafa vuruşunun direkte patlaması da futbolun adaleti olarak adlandırılabilir sanırım.

İlk yarıda oyuna hakim olan taraf olarak göze çarpan ama yukarıdaki 2 pozisyon dışında net gollük pozisyona bulamayan Beşiktaş'ın 2. yarıda tüm etkinliğinin kaybolması renkleri ile uygun bir tezatlık sergiliyordu. Galatasaray ise ilk yarıdaki çekinik futboldan sonra özellikle Jo'nun oyuna dahil olduğu 10 dakikalık süre zarfında oynadığı etkili oyun ve Arda'nın kazandığı serbestlik sonucunda gole ulaştı. Sonrasındaki 10 dakikalık dilimde de Santos'un pasın şiddetini ayarlaması durumunda muhtemelen Jo'nun 2. gol ile burun buruna gelebileceği önemli bir pozisyon da harcanmış oldu. Galatasaray için tam topa hakim olup oyunu soğutma ve rakibin tempo yapmasını önleme dakikalı gelmişken sahada buna vakıf 2 ismin de ard arda mecburiyetten dışarı alınmas muhtemelen 3 puanın önüne geçen en büyük engeldi. Değişiklikler noktasında Ayhan-Arda değişikliği ciddi ihtimaller arasında olsa da Santos tercihini de Rijkaard'ın eski talebesini kazanma adına yapıldığını düşünerek mantıklı karşılıyorum. Son dakikada Keita'nın o zaman zaman başgösteren "beyin-ayak koordinasyonsuzluğu" sonrası kaleye ısrala yapılan zorlamalar, diğer tarafta bomboş pozisyonda topu kaleye dürmek için bekleyen Uğur'un yalvarırcasına duruşu, dizlerinin üstüne çöküşü... Bu tabloyu ilerleyen haftalarda da görmeyi bekliyorum, zira Keita'nın tarzı bu. Örneğin, Eskişehir maçında da 49. dakikada bomboş pozisyondaki Nonda'ya topu atmayıp kaleyi düşünmüş ve takımı 2. golden etmişti, sonrası malum 1:1. Beşiktaş tarafında ise Nihat ve Bobo'nun oyuna alınışı ama 30 dakika boyuncaki etkisizliği. Tam umutlar tükenirken gelen karambol golü ve paylaşılan puanlar...

Maçın geneli için maçın temposunun gayet iyi olduğunu söylemek mümkün. Galatasaray adına maçın en olumlu noktaları takım halinde savunma yapmaya daha yatkın bir topluluk haline geliniyor olması, Elano'nun daha çok sorumluluk alarak, ileriye top taşıyan oyuncu sıfatına bürünmesi, Jo'nun ilerleyen haftalarda yapacağı önemli katkıların ip uçlarını vermesi olarak belirtebiliriz. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da Galatasaray'ın "santraforsuzluk" olarak belirtilen sorunun aslında topun rakip kaleye taşınması ve buraya yerleşilmesi olduğu. Topu ileride tutacak ana etken bence santrafor özelliğine sahip oyuncudan ziyade orta saha oyuncularının becerisi. Elano bu işi gayet iyi becerdi, Topal, Barış ya da Sarp bu misyona ayak uydurabilse takım bu süreci çok daha rahat geçebilirdi. Gelecek sezon ilk transfer hamlesinin buraya yapılacağını şimdidden görür gibiyim.

Neill'in yanına Emre'nin monte edilmesinin kalıcı bir Rijkaard hamlesi olup olmadığını ilerleyen haftalarda göreceğiz ama sezn başından beri takımdaki kalite ortalamasını düşüren Yaser, Volkan gibi oyuncuların biletini kısa sürede kesmesi Servet'in bu takımdaki önem derecesini sorgulamaya başladığı gibi umut dolu düşüncelere sevkediyor beni. Bu arada Neill'in beklentilerin çok üstüdeki performansı da oldukça dikkat çekici.

Rijkaard'ın sezon başındaki hücum ağırlıklı takımının son zamanlarda mecburiyetten de olsa büründüğü savunma takımı havası bu iki etmenin birleştirilerek bir karışım oluşturulması durumunda çok daha iyi sonuçlar alınacağının habercisi. Asıl mesele zaten bunu başarabilmekte. Bunun başardığı zaman Rijkaard, Galatasaray Tarihi'ne altın harflerle yazılacak yeni bir süreci başlangıcının temellerini atmış olabilir.

Fenerbahçe'nin Bursa yenilgisi sonrası İnönü'den kaybedilen 2 puan daha değerli görünse de puan farkının 2'ye çıkması sonucu eldeki 1 puanın da kıymeti bilinmeli. 9. hafta sonuna kadar minimum puan kaybı ile ilerlenebilirse mutlu sona varan yolda daha aydınlık bir yola girilmiş olunacak.

19 Şubat 2010

Avrupa Ligi'nde Gecenin Ardından

Önce Fenerbahçe, ardından da Galatasaray ile sınır dışına çıkmanın heyecanını yaşadık. Değerlendirmeye Fransa üzerinden başlayıp, İspanya'ya geçelim.

Lille öncelikle disiplinli ve atletik bir ekip. Garcia, orta sahayı biraz daha sertleştirip, oyunu kontrol altına almak adına Gervinho'yu kulübeye yollayıp ileri uçtaki Frau'ya Balmont-Hazard-Obreniak-Dumont 4'lüsü ile destek verme yoluna gitmişti. Kaptan Mavuba'da orta saha sertliğini sağlamak adına kilit isimdi. Oyunun genelinde bu planı defansif anlamda iyi uygulasalar da hücum anlamında pek iyi iş çıkardıklarını söylemek de kolay değil. Fenerbahçenin ise Topuz ve Semih'i kulübeye göndererek iyi bir tercih ile Wederson'u sola koyma yoluna gitse de 90 dakika boyuncu Güiza'yı sahada tutup nöbetçi golcüyü oyuna sürmeyi düşünmemesi dikkate alındığında maçı kazanma adına gerekli hamleleri bir bütün halinde yansıtamadığı ortada. Daum'un yarın basında tartışılacak ilk başlık olacağı kesin.

2. dakikada gelen golün ardından Wederson'un attığı güzel gol istenilen ortamı hazırlamıştı. Burada oyunun temposunu arttırmaktan ziyade uyutucu bir kontrol futbolunun tercih edilmesi sorgulanmalı. Rakibin üstüne gittiğinizde sert ve atletik savumasına rağmen pozisyon bulabildiğiniz de gün gibi ortadaydı oysa. Lille, belli ki Gervinho'yu avantajlı skoru ele geçirince sahay sürülecek koz olarak düşünmüşütü ve son 20 dakikada bu hamleyi kullandı. Bu kısa süre zarfında sağ taraftan tehlikeli ataklar geliştirdiğini de gördük. Bu skorun ardından 2. maçta ilk 11'de çıkması da beklenebilir ama muhtemelen yine yedek kulübesinde başlayacaktır. Fenerbahçe ise gerek maç motivasyonu gerekse de Saraçoğlu atmosferi ile turu geçebilecek skoru elde edebilir ama bu maçta olduğu gibi basit gol yeme lüksü kesinlikle yok. Lugano'nun muhtemel yokluğunda defanstaki bütünlük bu açıdan büyük önem taşıyor.

İspanya tarafında ise Boğazın karşı tarafındaki rakibine göre daha olumsuz şarlar bekliyordu Galatasaray'ı maç öncesindeki duruma bakınca. İleri uçtaki eleman eksikliğini zaten sezon başından beri baş ağrıtan orta sahada top tutamama hastalığı ve beceri eksikliğini de ekleyince sıkıntılı bir 90 dakika yaşanacağı aşikardı. Maça bu kurgu altında maçsız geçen süreyi motivasyon ve mücadele gücü depolama anlamında iyi geçirdiğini göstererek başladı Galatasaray. Daha çok kendi yarı sahasında oynu kabullenen ve topu ayağına aldığında hızlı şekilde rakip sahaya ilerlemeye çalışan bir takımda sahada bunu becerebilecek oyuncu sayısının azlığı en büyük dertti.

Oyun dengede giderken Caner'in üst üste yaptığı 2 hata ile gelen gol açıkçası umutları biraz azalttı. Gol atması zor görünen Galatasaray'ın yiyebileceği goller korku dolu dakikaların habercisi gibiydi. İlk yarı sonuna kadar farkı arttırabilecke pozisyonları da Aguero ve Simao ile yakaladı zaten Madrid. 2. golün gelmemesinin maçın kaderini değiştirdiği ortada.

2. yarıya hızı kesilmiş şekilde başlayan Madrid'in karşısında başta Keita'nın bireysel çabaları ile hafif de olsa kıpırdayan Galatasaray'ın ilk hedefi gol yememekti, atılacak bir gol de kaymaklı ekmek kadayıfı olurdu. Keita'nın uzaktan atılan şutu, Mustafa'nın bulduğu yarım pozisyon sonrası bulunan tek pozisyon ile gelen gol ve deplasmanda alınan beraberlik bu şartlar altında çok iyi sonuç. Eğer İstanbul'a gol atma mecburiyeti ile dönseydi Galatasarayi bu durum olumsuz olarak etkileyebilirdi takımı.

Yarın gazetelerde Mehmet Topal'ın iyi oyunundan bahsedenler çıkacaktır ama bence varlığı dayanılmaz. Çok fazla top kayı ile oynadı, gereksiz top kayıpları yaptı ve topu çok yavaş kullandı. Buna benzer yapıda ve oyun zekası düşük Mustafa eklenince orta saha tam bir kabusa dönüyor. Neill tecrübesiyle fark yaratıyor, kesinlikle kazançtır takım adına. Elano çokd aha mücadeleciyd bu akşam. Keita, 2. yarıdaki oyunu ile skora isyan edenleri başındaydı. Arda dengeli, Santos ile yine çoğunlukla kayıptı. Madrid'de kalecinin değişmesi ise maçın beraberliğe doğru ilerlemesi adına kaderin ördüğü ağın yansımasıydı.

Genel oyun olarak Leverkusen deplasmanından beri gördüğüm en kötü oyunlardan biri sahadaydı. Tek pozitif taraf mücadele gücünün yüksekliğiydi, bunun dışında futbol adında farklı bir poztif taraftan bahsetmek mümkün değil Galatasaray adına.

Hem Galatasaray hem de Fenerbahçe 2. maç için turu geçebilecekleri skorları elde ettiler. Eğer Fenerbahçe bir beraberlik ile dönebilseydi 4. turu görme ihtimali kesinlikle çok daha fazla olurdu Galatasaray'dan ama gole ihtiyacı var iken Lille daha etkili olabilir. Galatasaray'ın rövanşa nasıl bir 11 ile çıkacağı da önemli, kadroyu görmeden bir şey söylemek zor ama bu akşamdki kötü ve 2-3 oyuncusu ayakta kalabilen Atletico'yu eleyememek çok yazık olur.

17 Şubat 2010

Milli Takım Hiddink'in Ellerinde

Uzun zamandır listenin başındaki 1 numaralı adaydı Hollandalı. Özgener hedefi gözüne iyice kestirmiş ve kesenin ağzını da bir hayli açmış olmalı ki bugün Milli Takım'ın başındaki yeni ismin Guus Hiddink olduğunu öğrendik.

Son yıllarda spornsorluk gelirleri tavan yapan federasyon bu kozu sonuna kadar kullanmışa benziyor. Rusya'da çok yüksek meblağlardar bahsedilirken bir o kadar bayılmış olmak gerekir. Verilen para bir tarafa böylesine bir ismin peşinden koşup onu Türkiye'nin başına getirebilecek kadar vizyonumuzun gelişmiş olması da oldukça dikkat çekici.

Terim'in yeniden yapılanma mesajları ile geldiği ama bence tam bir fiyaskoya dönüşen, alt yaş gruplarının gernç teknik adamlar için birer staj basamağı olarak görüldüğü ve yapılanma adına ne yazık ki bir arpa boyu yol alınamadığı dönem sonrası tercih edilecek teknik adamın kesinlikle devrimci, Türk Futbolu'nun şu anda girmiş olduğu darboğazdan çıkışını sağlayacak bir isimi olması şarttı. Bir nevi Derwall'ini bulmalıydı futbolumuz. Çünkü ortada herhangi bir sistem ve temel olmadan geçici başarılar dışında bir şey elde etmemiz mümkün değil. Bu açıdan bakınca tercihler arasında ilk sıraya konulması gereken kriter bu olmalıydı.

Hiddink'e gelince başarı elde etmek için seçilecek en önemli isimlerin başında geliyor. En dikkat çekici özelliği gittiği her yerde eldeki malzeminin ruhuna ve yapısına uygun oyun modelini belirleyip çok kısa zamanda oturtabilmesi. 2. PSV dönemi, Güney Kore, Avustralya, Rusya dönemleri hep bu özelliğinin yansıması. Türkiye'ye de en uygun modeli getireceğine dair herhangi bir endişe taşımıyorum, zira top 5'e koyabileceğim isimdir Hiddink. Burada bakılması gereken diğer husus kalıcı bir sistem, model oluşturup oluşturamayacağımız olacak. Örneğin Hiddink sonrası 2 yıl içerisinde yine geçmişe dönecek isek bazı şeyleri eksik yaptığımızın resmidir bu.

Bu nedenledir ki Hiddink'ten elbette kısa vadede de başarı bekliyorum ve elde edeceği konusunda inancım yüksek ama çok daha önemlisi Türk Futbolu'nu geleceğe saha sağlam adımlar atabilmesi için gereken atılımı yapmasını bekliyorum. Geçmişine baktığımda Hollandalı'da bu misyonunu çok ön planda göremesek de umarım burada hem bizim hem de kendisi için çok şeyin değişebildiğini görebiliriz.

14 Şubat 2010

Vicente Calderon Notları...

Kuralar ilk çekildiği zaman ilk yorumlar Atletico-Galatasaray eşleşmesinin durum değerlendirmesini 2 ay sonraya bırakmanın en doğrusu olacağı yönündeydi. Bugün gelinen nokta bu görüşü haklı çıkarır cinsten. 2 ay önceki Atletico ile bu akşam Barcelona önünde izlediğimiz arasında büyük fark var.En çarpıcı olan da gitgide artan özgüven ki en önemli ve tehlikeli olan da bu zaten. Özellikle Kral Kupası'nda final yolunda alınan galibiyetlere eklenen çok istikrarlı olmasa da ligdeki 3 puanlar takım motivasyonu ve mücadele gücüne sınıf atlatmış adeta.

Bu akşam Barcelona'nın eksik kadrosu elbette maçın sonucunu etkildi ama hafta sonu oynanacak Avrupa Ligi mücadelesi öncesi Galatasaray adına önemli ipuçları veriyor bu maç.

1) Bloklar arasındaki mesafenin kesinlikle minimumda tutulması şart. Özellikle ilk yarıda Barcelona orta sahasına bariz üstünlik kurup buradaki boşlukları çok iyi değerlendirerek hücuma hızlı çıktılar. Galatasaray'ın da takım halinde topun gerisine geçip ileri uç ile savunma rasındaki aranın açılmasını önlemesi şart.

2) Yukarıdaki mesafeye ek olarak defansın çok dikkatli ve aralara atılacak toplara karşı dikkatli olması gerek. Kayseri maçında Cangele'nin ince ofsayt pozsisyonu ek olarak Sami Yen'deki 2. Antalya golü bu akşam Forlan ve Aguero ile bulunan pozisyonların kopyası gibiydi.

3) Atletico'nun belki de Galatasaray'ı en zorlayacak özelliklerinden biri de zaman zaman 3. bölgede ciddi bir kalabalıkla baskıyı arttırması. Önde basan takımlar karşısında gol ile sonuçlanma riski fazla olan top kayıları yapan bir takım için fazlası ile tehditkar bir durum bu.

4) Reyes'in son 2 sezonun aksine yükselen ivmesi ve takımı yönlediren oyuncu kıvamına gelmesi pek de iç açıcı bir durum değil.

5) Takım halinde topun gerisine geçerek zaman zaman savunmayı sertleştiren Atletico, ileri uçta santrofor özelliği olan bir oyuncu barındırmayan ve 3. bölgede topu tutmakta zorlanan Galatasaray'ı çok zorlayacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok.

Şu an için tablo pek parlak değil açıkçası. Bunları yazdıran ya da düşündüren taraflardan biri değil elbette. Olayı 2 boyutlu değerlendirmek, her iki takımın artıları ve eksileri ile beraber düşünmek lazım ihtimalleri. Dolayısı ile Atletico'nun bu akşam öne çıkan artılarının Galatasaray'ın hep eleştirisel yaklaştığımız kurgusu içinde endişeler yarattığının altını çizmek istiyorum. Yani Atletico'nun yapabilecekleri önemli ama daha önemlisi Galatasaray'ın neleri yapabileceği ya da yapamayacağı. Yani limit yine Galatasaray'ın ta kendisi.

Halil'in Altın Vuruşu & Skibbe'nin Tırmanışı



Skibbe'nin Halil hamlesi meyvelerini veriyor. Geçen hafta Dortmund deplasmanında gol atamasa da oldukça faydalı işler yapmıştı, bu hafta da daha ilk yarıda farkı 2'ye çıkaracak pozisyonları harcasa da 90. dakikada attığı golle takımına 3 puanı getiren isim oldu Halil. Skibbe, 22. hafta sonunda 34 puan ile 7. sıraya iyice kurulmuş oldu. 6. sıradaki Bremen ile aynı puandalar ve 5. Hamburg iler aralarında yalnızca 5 puan var. Önümüzdeki hafta Hamburg deplasmanında gerçekten çok zor ve kritik maç bekliyor Frankfurt'u. Nistelrooy bu hafta 2 golle dönüş yaptı, gözdağını verdi.

Geçen sezon 22. hafta sonunda 23 puan toplayan ekipte geçen sezonki kadrodan Fink, Inamato ve Habib Bellaid'i gönderen ve kadroyu Selim Teber, Maik Franz ve Pirmin Schwegler ile takviye eden ve Fenning gibi önemli bir golcüsünden ilk yarının büyük kısmında yararlanamadıktan sonra çareyi Halil'i kadroya katmakta bulan -burada Halil'in de kendisi için iyi bir seçim yaptığını belirtmek gerek- yani özetle geçen seneye oranla ciddi bir kadro değişimi geçirmeyen bir yapıda bu sonucu elde etmek kim ne derse desin Skibbe & Edwin Beogamp ikilisinin başarısıdır. Bir antrenör için en iyi değerlendirme elindeki oyuncuların yetenekleri ve kısıtları bir tarafa bu bileşimi ne kadar verimli ve maksimum kapasitede kullanabildiğine bakılarak yapılabilir. İşte geçen sene Galatasaray'dan daha 6. haftada kovulan, bir çok kişini ciddiye bile almadığı bu isim Bundesliga'da çok daha büyük bütçelere elindeki kısıtlı imkanlarla kafa tutmayı başarıyor. Lincoln'ü kadroya katabilmiş olsa ilk 5'e girmeleri çok daha kolay olurdu ama şu an için ilk 7 bile sağlam başarıdır. Tebrikler!!!

07 Şubat 2010

Euro 2012 Kuraları



İlk dikkati çeken geçmiş yılların aksine ölüm grubu diye adlandırılacak bir kümenin olmaması. İlk torba takımlarının gruplarının 1. bitirmeleri beklenen sonuç olur, 1-2 istisna tabiki var. Fransa, Romanya dışında fazla zorlanması beklenmeyen grupta Dünya Kupası sonrası hala Domenec ile yola devam ediyor olursa her sonuca açık olmak gerek. İtalya favori gibi görünse de Sırbistan'ın da ciddi biçimde kendisini zorlayacağı aşikar. Portekiz-Danimarka çekişmesinde de Dünya Kupası eleme gruplarına benzer bir şekilde Danimarka'yı tepede görebiliriz. İlk 2 sıra için muhtemelen en fazla takım C grubunda yarışacaktır ki Dünya Kupası'na 3 takım gönderen tek grup olarak ön plana çıkıyor.


Gelelim bizim gruba. Geniş bir değerlendirme yapmak şu an için çok doğru olamayacak çünkü henüz ortada ne bir teknik adam ne de bu teknik adama göre sahaya yansıyacağını düşündüğümü bir yapılanma,teknik-taktik veri var. Terim'in görevi boyunca çoğunlukla yaşanılan istikrarsız tablonun devam etmesi durumunda ilk torba dışında gelen takımların bence çok makul görünmesi avantajı da pek geçerli olamayacaktır. Zira son elemelerde Belçika karşısında yaşadıklarımız ortada. Grubun 1. si Almanya olacaktır, bunun Löw görevde kalsa da kalmasa da değişeceğini sanmıyorum. Elbette hedef grup 1. liği olmalı ama en iyi grup 2. si olarak direkt olarak Şampiyona'ya katılma şansımız da çok fazla olabilir diğer takımlara bakıldığında.

04 Şubat 2010

Deco'dan Milli Veda



Deco, 2010 Dünya Kupası sonrası Milli Takım'a veda edeceğini açıkladı. Gerekçesi ise artık kendisini mili takım için fazlaca yaşlı bulması ve genç oyuncuların şans bulması gerektiğine inanması. Hayatın her yerinde olduğu gibi futbolda da denge çok önemli. Eğer geri çekilme vaktinizin geldiğini hissediyorsanız, o üst seviyede yer alma dinamizmini gösterebilmek eskisi kadar kolay değilse artık zamanında vazgeçebilmeli bazı şeylerden tıpkı Deco'un yapabildiği gibi. Evet yapabildiği gibi diyorum çünkü hırslarından sıyrılıp bir insanın mantığın dairesine girmesi kolay değil ki benzeri manzaralara az mı rastladık Türkiye Futbol Tarihi'nde?
Her şeyi tadında bırakma olgunluğunu gösterenlere...

Fenerbahçe 3:0 Bursaspor



Fenerbahçe, Manisa ile birlikte yerı finale çıkmayı neredeyse garantileyen 2. takım oldu. Geçen sezonda Bursaspor ile oynayan 5 maçın 4'ünü kazanmayı başarmıştı sarı lacivertli ekip, bu sene de seriye devam ediyor: 2'de 2.

Fenerbahçe'yi net sonuca götüren 2 önemli faktör var: İlki Galatasaray'ın sahadaki acziyetine yol açan yokluğun Kadiköy tarafında varlık bulması ve verime dönüşmesinden başka bir şey değildi. Uğur-Baroni-Emre-Özer dörtlüsü Baroni dışında oyunu 2 yönlü oynayan bir yapısıyla önlerindeki Alex-Semih'e maksimum destek vererek rakip kalenin 15-35 arası ciddi biçimde abluka altına alınmasını sağladı, zaten bu müthiş baskı ile 3 gol getirdi. Diğer faktör ise oyuncuların yardımlaşma ve oyun motivasyonları idi. İlk yarıda işi bitirmelerinde bunun da payı çok fazlaydı.

Burada atakların gelişimlerine dikkat edilirse Fenerbahçe'nin rakip ceza sahası içi ve çevresine minimum 5 oyuncuyu soktuğunu görüyoruz. Peki gollerin kaçı hücum oyuncularından geldi? Sadece 1'i. Demekki futbolda atılan gol sahaya çıkan forvet elemanı sayısı ile orantıı değil. Bunu vurgulamamın nedeni Galatasaray'ın yaşadığı forvet sorunundan hareketle takımın gol yollarında yaşayacağı sıkıntı üzerine yorum yapanların yanılgısı. Futbol'da ileri uçtaki oyuncunuzun becerisi elbet önemli ama ortalama sevieyde bir oyuncu bile olsa orta sahanın verimli yapısı takımı çok daha golcü hale getirebilir.

Galatasaray'ın bu sene ligin geneli hatta geçen sene bile çoğu maçında yaşanan önemli bir problem yeri geldikçe vurguladığımız ceza sahasında çoğalamama problemini forvetsizlik ile karıştırmamak gerek. Çünkü Galatasaray'ın Jo-Nonda-Baros olmadan bile bu süreci daha az sıkıntılı atlatabilirdi. Çözümü ise güçlü ve oyunu 2 yönlü oynayabilen sağlam bir orta sahadan geçiyordu, adım atılmadı geçmiş ola. Şimdi "forvet yok takım nasıl gol atacak?" soruları soruluyor. Forvet bu kadar da tek düze bir oyun değil, daha geniş bakmak gerek.

Neyse, Fenerbahçe'nin verdiği mesajları iyi algılamak lazım. Örneğin 3. gole dikkat çekmek istiyorum, tam saymadım ama muhtemelen minimum 15 pas sonrası ağlarla buluştu o top. İşte dark burada, orta sahadaki oyuncularınız topa hem sahip olup hem de dikine oynayınca hem bloklar arasındaki mesafe daralıyor hem de oyunun kontrolünü elinizde tutabiliyorsunuz.

Emre'nin yanına Semih'i eklemek gerekse de bir oyuncunun performansının altını çizmeden geçmek olmaz: Özer. Galatasaray'ın 1 milyon euro'yu vermeyerek elinden kaçırdığı bu genç yetenek çok iyi bir oyun görgüsüne sahip. Seri, dikine hızlı ve tek paslarla oynayabilen Özer, geçen sene Lincoln'ün yokluğunda yığınla puan kaybeden takımın ilacı olabilecek bir adam iken Adnan Sezgin'in müthiş futbol dehasıyla almaktan vazgeçtiği, Galatasaray kapısında dönen adamlar listesine yazılacak isim olarak tarihin sayfalarında yerini alacak.

Maçın 2. yarısı ise bence formaliteden ibaretti. Bursa bastırdı ama biraz da Fenebahçe bu baskıya izin verdi skorun verdiği rahatlık ile geriye çekilerek. Bu süreci verilen pozisyonlara rağmen gol yemeden atlatmak da yarı finalin kapısını ardına kadar açmanın müjdecisiydi.

Velhasılkelam, Fenerbahçe dengeli kadro yapısı ile ligin açık ara şampiyon adayıdır. Galatasaray'ın hem teknik, hem yönetimsel zaafları sonucu ortaya çıkan kadro zaafiyeti ile ligin sonunu getirmesi bile zor görünürken ligi zirvede bitirememeleri ancak kendi hataları sonucu olur, yoksa başka bir mani görünmüyor.

03 Şubat 2010

Antalya 2:1 Galatasaray



Benim için sürpriz olmayan ama belki yanılıyorumdur umutları ile izlenen bir maç oldu iki takım arasındaki mücadele. Daha dün akşam yazdık Galatasaray'ın merkezdeki sorunları çözülmedikçe takımın kaydedeceği gelişmenin çok sınırlı kalacağını. Bir alttaki posta göz atmak aslına burada yazılan yazıyı da bütünleyeceğinden okumanızı tavsiye ederim.

Aylardır yazdığımız sorunlar ile halen boğuşulduğu ve gerçekten de içinden pek çıkılacakmış gibi görünmediği için uzun uzadıya analizler yapmak yerine bazı sorular ile mevcut durumu sorgulamak daha yerinde olacak.

1) Maçın şut istatistiği : Antalya 11:4 Galatasaray. Merak eden geçmiş maçlara baksın Galatasaray'ın en büyük eksiklerinden biri de kaleye yapılan atak ve şut girişimlerinin sayısının azlığı, istatistikler de bunu destekleyecektir. Galatasaray'ın rakip kalede bu kadar etkisiz kalması mevcut kadronun abartıldığı kadar iyi bir takım yapısı oluşturamadığına işaret ediyor olabilir mi?

2) İlk yarıda Galatasaray'ın üst üste 4 pası neredeyse yok. Bu kadronun üzerinde yapılacak değişim çok az olacak. Bu orta saha yapısı ile Antalya üzerinde hakimiyet kuramamak bile çok dikkat çekici değil mi?

3) Emre Güngör'ün sağda, Uğur'un solda yapamadığı görüle görüle en azından 1 kanada işlerlik kazandırmanın sıfırdan daha faydalı olacağı görüşünü deneme yoluna gitmeyen Rijkaard'ın hatalı uygulamalarının altını çizmemeye ve "elbette bir bildiği vardır" mantığı gütmeye devam mı etmek lazım?

4) Takım ihtiyaçları mı yoksa isimler mi transferlerde daha etken? Galatasaray, Makalele'nin gidişi sonrası oluşan boşluğu görmeyen ya da görmezlikten gelen dolayısı ile orta sahanın önemini 2. plana atan, takımı yıldızlar ile donatan Los Galacticos benzeri bir yapıya mı bürünüyor?

5) Rijkaard, Xavi-Iniesta gibi orta saha futbolculuğunun ve kendisinin oynatmak istediği futbolun piri olan 2 futbolcunun varlığından sonra Galatasaray'daki bu mevcut kadro yapısı ile müthiş bir yokluğa düştüğünü ve aslında ilk takviyenin bu bölgeye yapılması gerektiğimi nasıl göremedi?

6) Her maç uzun mesafeli pas atma sevdasının başarısız paslara dönüştüğünü göre göre Servet'in hala bunları yapmasının açıklaması ne olabilir? Bu vasat zeka ile Galatasaray savunmasının zorluk yaşamaması mümkün mü?

Sorular, sorular sorular...

Liste uzun ama sanırım bu kadar yeterli olacak. İnanın her maça yazmış olduklarımın çürümesini görebilmenin umutları ile oturuyorum, gelin görün ki sahadakilerin kafadakileri bütünlemesi dışında bir şey ile ayrılmıyorum ekranın başından, sanırım bu süreç sezon sonuna kadar böyle devam edecek.

02 Şubat 2010

Galatasaray'ın Merkezi

Denizli ve Gaziantep maçlarının ardından Galatasaray'da çok ciddi bir değişim olmadığı görülüyor. Takımda hala bir şeyler eksik, peki ama ne? Neden yapılan onca transfere rağmen takım oyunu bu kadar yerinde sayıyor?

Cevabı aslında çok basit. Futbolda oyunun kalbi orta sahada atar. Takımın hayati noktasıdır burası, adeta geleceğine yön verir. Bugün rakibiniz hakkında bilgi sahibi olmak isteseniz ve size kadrolarından sadece 4-5 kişiyi öğrenme şansı verilse hangi bölgedeki oyuncuları bilmek isterdiniz? Bir takımın kapasitesini ve yapabileceklerinin sınırını görmenin en kısa yolu orta sahadaki kurgusuna ve oyuncu yapısına bakmaktır.

2001'den beri modern bir orta shaya sahip olmayan ve aynı anda orta sahasında oyunun 2 yönünü oynayan 3 oyuncu barındıramayan Galatasaray hala aynı sorun ile debeleşiyor ama ne yazık ki olumlu bir adım atılamıyor. Mustafa Sarp-Elano-Mehmet Topal-Ayhan Akman-Barış ile merkez orta sahada Galatasaray'ın aynı anda hem orta saha sertliği hem de hücum yaratıcılığı yaratacak bileşime sahip olması neredeyse imkansız. Bu nedenle isterseniz forvet Zlatan'ı ya da Etoo hatta Drogba'yı koyun değişen belki de gol pozisyonlarının gole dönüşme oranı olacaktır ama takımın oyun içerisindeki dominasyonu, dinamikliği ve baskınlığının çok fazla değişeceğini beklemek hayal olur. Elano'dan bir Xavi dönüşümü beklemenin bence nafile. Çünkü Elano'nun durağan ve hareketsiz yapısı Galatasaray'ın eksiğini giderek tabiri caiz ise"pire gibi orta saha" tabiri ile uyuşmuyor. Uzun pasları ya da oyunun yönünü çervirmesi iyi olabilir ama sürekliliği ve dinamizmi kesinlikle yeterli değil ve bugünkü seviyesinden çok da yukarı çıkmasını beklemiyorum.

Bu nedenle Jo ve Dos Santos gibi umut vaadeden isimleri bünyesine katsa bile merkezdeki sorun çözülmedikçe aynı kısır döngü içerisinde dönecek Sarı-Kırmızılı takım. 1-2 hafta ağızlara bir parmak bal çalınacak belki ama 3. hafta yine "Neden" ile başlayan cümleler kurulacak. Ben kendi adıma bu inişli çıkışlı tabloyu görmeyi bekliyorum. Sezon içerisinde durum değerlendirmesi yapar ne demiştik ne oldu kıyaslamasına gireriz.

Zlatan'sız Inter



Geçen sene takımın Ibrahimovic'e olan bağımlılığından dolayı çokça eleştirildi Inter ve Mourinho. Bu sezon takasda Barca'dan gelen Etoo'nun yanına önce Milito şimdi de Pandev konuldu. Zlatan'ın müthiş tekniğinden oldu belki Inter ama çok daha hareketli ileri uç elemanları kazanmış oldu. Aslında takımdaki değişimi Mourinho çok daha net ifade ediyor:" Zlatan'sız takımın gelişim kaydettiğini görüyorum. Onsuz kanat oyuncuları daha iyi oynuyor, takım ise geçen yılki seviyesinin üstünde. Herkes Ibrahimovic gittiğinde yerinin nasıl dolacağı konusunda endişe içerisindeydi ama hem oldukça ekonomik bir takas gerçekleştirdik hem de yeni yapı ile yerini doldurmayı başarıp daha iyi bir seviyeye geldik."

"The Special One" geçen sezon Dünya'nın En İyi Oyuncusu olarak nitelediği oyuncunun yerini doldurabildiğine kendini inandırabiliyorsa mesele yok demektir!

Porto ve Geleceğe Yatırım



Transferin son gününde son dakika hamleleri izledik. Bunlardan en dikkat çekici olanı bence Porto'nun Danimarka'nın Randers ekibinden 19 yaşındaki defans oyuncusu David Addy'yi kadrosuna katması oldu. Mısır'da düzenlenen 20 yaş altı Dünya Kupası'nı kazanan Gana'da dikaktlei çeken Addy, 2008 yılında ülkesinde "En iyi genç oyuncusu" ve "En iyi defans oyuncusu" ödüllerini alma başarısını gösterdi.

Yıldız peşinde koşan Türk Kulüplerinin aksine bilinmeyen oyuncular üzerine yatırım yapmaya devam eden kulüplerin istikrarını koruması aslında yanlışın nerede olduğunu gösteriyor. Mesele isim/yıldız transferi değil, takıma gerçekten faydalı olacak oyuncuları bulabilecek bir sisteme sahip olmak ama biz görürmüyüz o günleri, hiç sanmıyorum!

01 Şubat 2010

78



Geçen hafta Trabzonspor maçında savunmada her pozsşyon civarında görünen ama topa müdahale etmekten aciz haliyle gözüme çarptı ilk defa. Önce "Kamanan mı bu kadar kilo aldı" diye düşündüm ama, forma numarası olan 78 farklı birini işaret ediyordu ki Kamanan'ın o atletik hali bu hale gelemezdi. Kısacık maç özetlerinde bile Trabzon'un etkili futbolu ve bir defans oyuncusu için çok ama çok kalın ve "kütüğümsü" fiziği not olarak düşüyordum bir kenara.

Bu hafta Fenerbahçe maçında da Semih'in peşinde koşarken gördük kendisini, geçen haftadan sonra pek de şaşılacak manzara değildi benim için. Kendisi hakkında kısa bir araştırma yaptım, önce ismini bahçedelim: Lucien Aubey. Kongo'lu savunma oyuncusu 2001-2007 yılları arasında Toulouse'da 152 maçlık bir serinin ardından, sırasıyla Lens (12 maç), Porsmouth(3 maç), Rennes (13) formaları giydi ve devre arasında 1.5 yıllığına Sivasspor ile anlaştı.


Muhtemeln Muhsin Ertuğral'in imzası var bu transferin altında ki bu şekilde kendi sonunu da hazırlamış oluyor. Sivasspor savunmasının göbeğinde oynayan Murat-Yasin-Sedat üçlüsünün ağır yapılarını dikkate alınca bu gölgeye alınacak oyuncunun kesinlikle hılzı ve çevik bir adam olması gerekirken nasıl böyle 3-5 dakikada bile ağırlığı ve savunma hataları ile dikkat çeken bir ismin peşinden koşulur. Şimdiden geçmiş olsun, bol gollü Sivas maçlarına hazırlıklı olmak lazım.