30 Temmuz 2010

Galatasaray 2:2 OFK Belgrad

Kısa kısa notlar ile geçmek istiyorum bu maçı, uzun uzadıya cümle kuracak iştahı şu an bulamıyorum kendimde.

* Skor kötü ama oyunun geçen seneye göre daha bilinçli oynanmaya çalışması temel farklılık ama bunu becerebilme noktasında geçen senenin pek ötesinde olunduğunu söylemek de kolay değil. Kadronun üstüne tek taş bile konmamışken bu beklenti içerisine girmek de nafile bir çaba olur zaten.

* Mustafa Sarp-Ayhan-Barış gibi oyuncuların hala arzu edilen oyun yapısı içerisinde olmamaları gerektiğinin Rijkaard tarafından görülememesi inanılır gibi değil. Farklı mesajlar mı vermeye çalıyor yönetime diye düşünmüyor değişlim.

* Orta sahada yaratıcı oyuncu eksikliği çeken bir takımın transferdeki ilk tercihini doğru bölgeden ama yanlış oyuncu tipinde kullandığı kanısındayım. Cana tercih edilebilir bir isim ama kesinlikle orta sahay için daha önemli eksikleri tamamlamadan listeye ilk yazılacak isim olmamalı. hala kadronuza Sarp, Barış gibi adamları barındırıyorsanız.

* Kaleci mevzusuna değinmiyorum, Aykut'un iyi bir kaleci olmadığı ve olamayacağı gün gibi aşikar ama yenilen gollerde takımın geri kalanının suçunun olmadığını söylemek gerçeklerin üstünü örtmek olur.

* Yönetimin  mevcut futbol yönetim mantığı ile bu takıma gerekli katkıları yapabileceği konusunda ciddi endişelerim var. Muhtemelen orta saha bas bas bağırırken tutup da kaleye yabancı oyuncu transferi ile uğraşacaklar.

* Rakip takımın bir numrası yok ellerinden geldiğince savunma yapmaya çalışıyorlar ama 2-2 lik skor kend evlerinde fazlası ile moralli olmalarını sağlayacak. Burada limit elbetteki Galatasaray, çıkıp gerekeni yapacaklar
bu kadar basit.

* Orta sahaya 2 tane adam gibi tempolu transfer ihtiyacını artık belirtmeye gerek yok Forvet eskiği zaten ortada. Kale için Ufuk'a güvenilmeli, yabancı kontenjanı burada kullanılmamalı.

* Pino içeri kateden, hızlı yapısı ile faydalı olacak gibi. Zaman ilerledikçe neler yapacağını daha net göreceğiz. Kewell "Taraftar benim en iyi halimi daha görmedi" demişti, bu sezon bunu göstermek için elinden geleni yapacağının ilk işaretini bu akşam verdi.

İlk akışta satır başları bunlar, yeni cümleler uğradıkça dimağımıza eklemelere devam edeceğiz...

22 Temmuz 2010

Gurbet Kupası : Galatasaray 0:1 Fenerbahçe















Son zamanlarda süre gelen Fenerbahçe üstünlüğü göz önüne alındığında maç takvimi ilk belli olduğunda Galatasaray'ın bu maçı neden yapmak istediğine bir anlam veremediğimi belirtmiştim. Geçen sezon bolca eleştiriye maruz kalan bir futbol takımı ve hocası için alınacak bir mağlubiyet herhangi bir maç göre
 çok daha eleştiri cümlesi anlamına geliyordu. İşin ucunda muhtemelen para olmalıydı ki bu organizasyon içerisinde olma kararı alındı.

Sahaya çıkan 11'ler bakıldığında ise Rijkaard'ın ise çok farklı açıdan baktığı ortadaydı. Rakip takımın ezeli rekabetin diğer tarafı oluşu pek de ilgilendirmiyordu Surinamlı'yı  ki sol tarafta sağ tarafta bile verim vermeyen Serdar'ı, sağ tarafta ise hazır olmayan Ali'yi görevlendirmişti. Ali tercihi biraz daha kabul edilebilir dursa da Rijkaard'ın sol tarafta sağ ayaklı oyuncu oynatma takıntısı pek anlaşılır değil. Aykut Kocaman ise eldeki imkanlar dahilinde en mantıklı ve ciddi 11'ini kullanmıştı.

Maçın gerek başında gerekse de geri kalan kısmında Galatasaray'ın topa daha hakim, daha mücadeleci olan taraf olduğunu söylemek mümkün, özellikle kırmızı kart sonrası bu tablo daha da netleşti ama ilk 45 dakika içerisinde rakip kalede tehlikeli olma anlamında pek de fark yaratılamadı. 2. yarı da ise yapılan bir kaç değişiklik ile oyun Fenerbahçe sahasına iyiden iyiye yığıldı, bu arada net pozisyonlar da bulundu ama son vuruş konusunda çekilen sıkıntılar yine ön plandaydı.

Büyük bölümü 11-10 şeklinde oynansa da Galatasaray'ın mücadeleci futbolu ilk dikkat çeken husus. Geçen seneden daha farklı olduğunu çok rahat söyleyebilirim. Dikine oynayabilme konusunda daha başarlı olunduğunu gördük eldeki mevcut kadronun potansiyeli göz önüne alındığında. Burada Ayhan, Serdar ve Arda'nın öne çıkan performansları etkiliydi, sonradan dahil olan Emre'de bu 3'lüye katkı yapmaya çalıştı. Ayhan'ın geçen senenin aksine dikine oynama çabası ve isteği önemli. Bu tablo gelecek adına biraz umut verici olsa  da takımın orta sahaya olan transfer ihtiyacı gün gibi ortada.

Fenerbahçe'nin eksik oluşundan dolayı oyunu kendi sahasında kabul etmesi anlaşılır ama maç boyunca rakip kaleden bu kadar uzak oluşları pek açıklanabilir değil. Takımın fizik kondisyon konusunda istenilen seviyede olmadığını düşünüyorum,2 gün önce oynanan Genk maçı da etkili olmış olabilir ama bu maç özelinde dikkat çekiciydi.

Yeni transferlere gelince Cana için konuşmak erken ama oyunun hücum yönünde pek katkı yapacağa benzemiyor. Oysa Galatasaray'ın orta sahaya koyacağı her ismin oyunun 2 yönünü oynaması şart ama... Bu hamle merkeze bundan sonra alınacak oyuncu ya da oyuncuların olmazsa olmazının ofansif ve defansif olarak güçlü isimler olması gerektiğini gösteriyor. Tutup da Cana tipinde bir isim daha alırsanız geçen sene olduğu gibi oyunun kitlenmesi gayet olası. Serdar özellikle sol tarafa geçtikten sonra müthişti, hırsı ve dikine oynaması takımın ihtiyacı olan karakter ile bire bir uyuşuyordu ama sağ tarafta kullanılması daha muhtemel olduğu için sağ çizgide yapacağı katkı daha önemli. Yine de gelecek adına ümit veriyor. Mehmet Batdal'a gelince oyun zekası iyi ama fazlası ile hareketsiz. Biraz daha hareketli olur ise iyi işler yapacaktır. Musa için herhangi bir değerlendirme yapamıyorum çünkü elde yeterli veri yok, bu maç özelinde ise vasat altındaydı. Mustafa Sarp, Serkan Kurtuluş ise artık Galatasaray'ın oynamak istediği oyun içerisinde yeri olmayan ve kadro içerisinde bence yer tutmaları bile gereksiz olan isimler.

Fenerbahçe tarafında ise İlhan oyun içerinde pek görülmedi ama hata da yapmadı. Stoch gayretli başladı ama Galatasaray'ın sertliği biraz yıldırdı onu. 2. yarı ise çok etkisizdi.

Rijkaard'a gelince bu maçı alsa kendisi için rahat bir nefes olacağının belli ki farkında değildi ama geçen sezon takımın forvetsiz oynadığı zamanlarda denediği 4-6-0 ya da Arda'nın ileri uçta yer aldığı düzenin işlemediğinin hala farkına varamadı. Mehmet Batdal'ın oyundan çıkarılışı tamamiyle hataydı ve ceza sahası içerisinde yer alışları ve defansın rahatsız edilme gücünü negatif anlamda etkiledi. O dakikadan sonra girilen pozisyonalrda zaten 2 sezondur ceza sahası içerisinde çoğalma sıkıntısı çeken takım daha da kısırlaştı. Surinamlı'nın bazı tercihlerini anlamakta inanılmaz zorlanıyorum ve gelecek adına da endişe duymaktan kendimi alamıyorum.

Her iki takım için de 90 dakika sonunda alınması gereken dersler var. Öncelikle Galatasaray'ın artık kadroda boşuna yer işgal eden bazı isimleri ayıklaması lazım. Buna ek olarak orta sahaya en az 2 takviye yaparak oyunu dikine ve daha hızlı oynama, pas oyununu daha da içselleştirme adına adımlar atılmalı. Kaleye takviyeye gerek yok, Ufuk'un zamanla daha iyi olacağını düşünüyorum.

Fenerbahçe ise Young Boys maçlarına henüz hazır değil. Üstelik eksik futbolcuları var. Öncelikle takımın fizik gücünün daha üst noktalara taşınması lazım. Bunun dışındaki problemleri Fenerbahçe'nin zamanla aşacağını düşünüyorum. Tek soru işareti Aykut Kocaman ile takım arasındaki iletişimin ne kadar sağlıklı kurulabileceği noktasında.

17 Temmuz 2010

DK 2010: Final Maçı İspanya İzlenimleri

Yarı finaldeki Almanya maçından sonra hafta sonu Barcelona'da maçı izleme ihtimalimden dolayı İspanya'nın finale çıkmasının beni gayet memnun ettiğini yazmıştım. Cuma günü Barcelona'ya gidişim sonrası bir yandan şehri gezerken bir yandan da Pazar akşamı oynanacak finali büyük bir güruh içerisinde izleyecek olmanın heyecanını içten içe yaşıyordum.

Cumartesi günü yaklaşık 35 yıldan beri ilk defa yapılan meydanları dolduran binlerce insanın katıldığı  Katalanların bir yasaya karşı beraberce tepkilerini gösterdikleri gösteride bulunma şansım oldu. Sloganlar, müzik iç içe bir festival havasında gayet güzel bir gösteride sıkça "We are a nation; Catalunya is not Spain" yani "Biz bir ulusuz; Katalunya, İspanya değildir" cümleleri duyuldu kalabalıktan. Balkonlarda asılı duran İspanyol bayrakları görüldüğü zaman hep bir ağızdan yuhalandı.

Bir gün sonra bu defa Barcelona sokaklarında final heyecanını belki de Madrid'de olduğu kadar olmasa da hissedebiliyordunuz. Maç saati yaklaştıkça metroda İspanya bayrakları, formalarını almış tezahurat yapan kalabalıkları görmeye başladık. Açıkçası bolca meydanı bulunan geniş şehir Barcelona'da maçı tam olarak nerede izleyeceğime karar verememiştim ama metrodaki büyük kalabalığın arkasına takılmak en güzeli gibi geldi ve çıkışta binlerce insanla dolu "Plaza de Espanya" meydanını görünce doğru seimi yaptığımı anladım ama beni büyük bir sürpriz bekliyordu, çünkü fotoğraf makinasının şarjı bitmişti. Böylesine bir anı fotoğraflayamamak büyük işkenceydi ama yapacak bir şey de yoktu.

2 dev ekran kurulmuş meydanda arka taraflarda alsam da yerimi rahatça görebiliyordum maçı ve tezahuratlar arasında maç başladı. Arada turunculu Hollandalı güzellerde meydanın havasını değiştiriyordu. Ayakta beklemenin yorgunluğu ile 5-10 dakikalık kısa molalarla maça ara verdim.

90 dakika sonunda edindiğim izlenim hakemin gayet kötü olduğu, Hollanda'nın İspanya orta sahasını sertlik ile yıldırmaya çalıştığı ve İspanyollar'ın o bilindik oyunları ile en iyi yaptıkları pas oyununu sergilemeye çalıştıklarıydı. Daha net pozisyonları yakalayan taraf ise Hollanda idi özellikle Roben'in karşı karşıya kaçırdığı gol maçın kader anıydı.

Uzatma dakikaları ile Torres tezahuratları iyice yükselmeye başladı, 2. uzatmalarda oyuna girişi meydanı iyice canlandırdı veeeee 116. dakikada Iniesta'nın golü ile sabaha kadar sürecek eğlence başladı. Maç sonrası meydandaki insanların hali gerçekten görülmeye değerdi. Sabahın ilk ışıklarına kadar tüm Barcelona çılgınlar gibi kutladı.. Katalanların memleketinde İspanyol bayraklarının dalgalanışı da ilginçti hani ama Barcelona ve Katalan orijinli futbolcuların çokluğu ve golün de yine bir Katalan'dan gelişi belki de bu kupayı Katalanlar için de kutlanabilir kılıyordu.

Bir gün önce Katalunya bayrakları ile dolu meydanlarda şimdi İspanya bayrakları dalgalanıyordu, hayat bu kadar ilginç işte...

Sabaha kadar süren eğlenceler sonrası ilk işim gidip gazete almak oldu. Manşette kupa'nın havaya kalkışı, Iniesta ve Casillas'ın sevgilisini öptüğü an vardı. Iniesta'nın golü an be ana geçen sezon yarı finalde Chelsea'ye attığı gol ile kıyaslanıyordu. Howard'ın yönetiminden İspanyollar da memnun değillerdi ama kupanın alınışı sonrası bunun pek de önemi yoktu.

AS gazetesi 2006 yılında Casillas'ın vermiş olduğu röportajla "Bu jenerasyon iyi işler yapacak, 2010'da dünya şampiyonu olacağız" sözlerini de Kaptan 4 yıl önce söylemişti diyerek ön plana çıkarıyordu.

Maç sonrası konuştuğum İspanyol almayan kişi de İspanya'nın maçı hakettiği konusunda hemfikirdir nedense Hollanda ve futboluna karşı pek sempati beslenmiyordu. Ben de İspanya'nın kupaya kötü başlamasına rağmen zamanla artan formu ile kupayı hakettiğini düşünüyorum ama bu formun artışında kesinlikle sakatlıklar ile boğuşan Iniesta'nın gün geçtikçe kendisini buluşunun etkisi çok ama çok fazla. Fabregas'ın da Xavi-Iniesta orta sahası ile sanki 40 yıldır beraber oynuyorlarmışçasına Alonso'ya oranla daha iyi anlaştığını söylemek gerek.

Del Bosque'nin de formsuz Torres'den vazgeçişi, Pedro ile orta sahayı daha kalabalık tutarak Villa'yı uç tarafta kullanması da İspanyolların daha etkili futbol oynamasında bence etkiliydi.

Bir kupayı daha geride bıraktık, Güney Afrika'da olamamanın benim için 2 kötü yanı var. Türkiye maçlarının izlenme ihtimalinin artması açısından aynı saat diliminde bulunulan ülkelerde yer alamamak kötü aslında. Brezilya'nın saat olarak geride oluşu tıpkı 94 de olduğu gibi uykusuz geceler demek. Tabiki bu geceleri yaşamak için orada olmak lazım.

15 Temmuz 2010

Andres Iniesta

















Camp Nou´da Barcelona´nin lisanli ürünlerinin satildigi mağazada neredeyse tüm formalari bulabiliyorsunuz ama su siralar birinin formasini bulmak hiç de kolay değil. O bir ulusal kahraman: Andres Iniesta.


Dünya Kupasi ve İspanya'daki yankilari üzerine hafta sonuna kadar izlenimlerimi yazacagim ama Ispanyollar gecen sezon son dakikada Chealsea´ye attigi gol ile beraber gosteriyorlar bu golu ekranlarda. Ucak Ispanya´ya indikten hemen sonra Madrid´de kutlamalar sonrasi Barca TV´nin de ilk isi Iniesta´yi koseye cekip adam akilli bir roportaj yapmak oldu.

08 Temmuz 2010

Dünya Kupası 2010: Boğalar Finalde - Almanya 0:1 İspanya













93 dakika boyunca  "Barcelona'da gayet kalabalık bir meydana İspanya'nın final maçını izleyebilme ihtimalini sevdim" ifadesi ile uyumlu bir şekilde izledim maçı. Pazar günü böyle bir imkana sahip olabilecekken Almanya'yı desteklemek çok da mantıklı olmazdı, o nedenle gayet mutluyum İspanya'yı finalde gördüğüm için.

Maç öncesi İspanya'nın istikrarsız futbolu ve Almanya'nın gerek İngiltere gerekse de Arjantin maçlarında aldığı farklı skorlar Panzerleri daha favori kılıyordu kağıt üstünde ama her iki maçta da karşılarında buldukları yumuşak ve ağır orta sahalar yerine bu defa tam ters kıvamda ve adamı pas manyağına çeviren mantaliteyi karşılarında bulacakları için ne yapacaklarını kestirmek o kadar da kolay değildi. Almanya orta sahası basan, oyunu 2 yönlü oynayabilen oyunculardan kuruluydu ve bu özelliklerini de pas futbolu yerine hızlı şekilde hücuma çıkma olarak sahaya yansıtıyorlardı. Bu açıdan bakınca topu sahanın her yerinde sanatkar edasıyla gezdirmeyi seven İspanyollar karşısında da uygulayacakları taktik:  takım olarak topu gerisinde durarak boş alan bırakmama, rakibe basarak topu rahat kullanmalarını önleme ve top kapıldığı zaman da hızlı şekilde hücuma çıkmak.

Bu 3 temel mantalitenin hangisini yapabildiklerine gelince öncelikle maçın bazı dönemlerinde hücuma hızlı çıkışlar yapıp 2-3 pozisyon bulsalarda takımdaki Barcelona egemenliği ile birlikte iyice içselleştirilmiş olan top rakibe geçince baskı uygulama sayesinde Almanya'nın hücuma çıkmaya fırsat bulamadan fazlaca top kaybı yaptığını gördük. Topu gerisine takım halinde geçme ve rakibe basarak top kullandırmama açısından da gayet iyi olduklarını söylemek mümkün.

Almanya'nın Müller'in yokluğunu Trachowski ile doldurma planının ise hiç işlemediği de ortada. Zaten bu tercihin Hamburglu oyuncunun oyun içi alışkanlıkları da göz önüne alındığında çok da mantıklı olmadığını söylemek mümkün. Hücumdaki etkisizliği Capdevilla'nın turnuva boyunca olmadığı kadar ileride görünmesine yol açtı. Sağ tarafta Ramos'un çıkışları alışıldık olmasına rağmen sol taraftaki bu görüntüde Müller'in yeriin doldurulamamasının da etkisi bir hayli fazla. Daha çok ortada oynayan bir oyuncunun böyle bir maçta çizgide vereceği verimin barındıracağı soru işaretlerini ön görmek gerekirdi ama oraya kim konabilirdi diye sorulduğunda da çok net cevap vermek de mümkün görünmüyor, belki Kroos olabilirdi ilk tercih.

İspanya tarafında köklü bir değişiklik göze çarpıyordu, aslında bu Del Bosque'nin daha oyuna başlarken yaptığı iyi bir hamle olarak da görülebilir. İleri uçta turnuva başından beri sırıtan Torres'in yerine Villa'yı çekip orta sahayı kuvvetlendirmek için Pedro'nun enerjisinden yararlanmak oldukça mantıklı bir düşünceydi. Bu dizilişle defans ve kalecinin önündeki 6'lının 5'i Barçalıydı ve oyun yapısı göz önüne alındığında Villa'nın da yeni bir transfer olmasına rağmen bu yapıya çok rahat ayak uydurabileceği zaten aşikardı. Bu 5 adama Alonso'da katılınca ve turnuva genelindeki vasat altı futbolun biraz üstüne çıkınca muazzam bir pas trafiği oluşuverdi hemen. Almanya'nın oyunu geride kabullenişi de bu trafikte ve oyunu rakip alana yıkmada oldukça etkiliydi ama İspanya'nın bu maça gayet iyi motive olduğu ortadaydı.

Maçın 2. yarısında golden önceki 10-15 dakikalık dilimde defansında ileri çıkışı ile mesafeyi daraltışları ve Almanya'yı kendi yarı sahasına hapsetmeleri, sağlı sollu atak girişimleri bir yarı final maçı için oldukça etkileyiciydi.

Turnuva öncesindeki 2 ay boyunca sakatlıklar ile boğuşan Iniesta'nın geçen maçtan itibaren turnuvaya ısınmış görüntüsü bu maç öncesi İspanya'nın şansını arttıran ana faktördü benim için ki maç genelinde de gayet iyi bir performans koydu ortaya.

İlk yarıda sağ taraftan yüklenmeye çalışan Ramos'un koşu yollarını tıkamayı başaran Boateng'in oyundan alınışı sonrası sol kanadı daha iyi kullanmaya başladı İspanya. Löw'ün bu tercihini yadırgadım ama Jansen'in daha ağır basan hücumcu özelliklerinden yararlanmak istediğini düşünüyorum, bunda kısmen de olsa başarılı oldu. İspanya golü öncesi Kroos'un kaçırdığı gol Jansen ile başlayıp, Podolski ile sağ tarafa doğru uzanmıştı.

İlk golü bulan tarafın maçı alma ihtimali oldukça fazlaydı. Almanya'nın ilk golü bulması halinde önceki 2 maçta olduğu gibi farkı arttırma ihtimali öne geçtiği maçlarda farkı arttırmakta zorlanan İspanya'dan daha fazlaydı. Buna rağmen özellikle Pedro'nun hayatının bencilliğini yaptığı pozisyon belki de kupaya mal olabilirdi. Yan taraftaki Torres'e "al da at" demek varken golü atmaya çalışmak üstelik hala karşında rakip varken bunu denemek tam sopalık bir hareketti. Muhtemelen bu sezon tüm kulvarlarda gol atarak önemli başarıya imza attıktan sonra Dünya Kupası'nda da gol atarak kulvar zenginleştirmesi yapmak istedi ama böylesine bir maç için fazlasıyla gereksizdi. Del Bosque'de oyundan alarak gerekli mesajı vermiş oldu zaten.

Şimdi finalde tarihinin belki de en iyi kadrosuyla 2 kez final oynayıp evine kupasız dönen Hollanda ile ilk kez final heyecanı yaşayan İspanya karşılaşacak. İspanya için Almanya maçı kadar kolay geçmeyeceği kesin, çünkü karşı tarafta daha tecrübeli bir takım var. Defansif bütünlüğü oldukça iyi ve hücumda da ne yapacağını kestirmek zor formda Sjneider, Robben gibi adamlar Van Persie gibi bir tehlike var. Uruguay maçında zaman zaman oyunun kontrolünü rakibine kaptıran Hollanda, Almanya'nın yaptığı gibi oyunu geride kabullenip hızlı adamları ile hücuma çıkmaya çalışacak, İspanya ise topa hükmeden yapısı ile rakip alanda daha fazla görünen ekip olacak. Tek maçlar üzerinden özellikle de kupaya uzanma motivasyonu var iken sonucu kestirmek zor ama benim gönlümden geçen takım İspanya.

06 Temmuz 2010

Ukrayna'dan Katalunya'ya Trustik Ziyaret
















Chygrynskiy geçen sezon Lucescu'nun öğrencilerinden biriyken Barcelona yollarını tuttu 25 milyon euro karşılığında. Uzun maratonda elbet yer bulacaktı ve kendini gösterdiği ölçüde arttıracaktı aldığı dakikaları ama uymadı, giremedi sistemin içerisine ve tam 1 yıl sonra 15 milyon euro karşılığında eski kulübü Shaktar Donetsk'e geri dönüyor. Katalunya'nın merkezine yaptığı ziyaret 1 yılla sınırlı kaldı, süreyi uzatamadı ama eski kulübü için de gayet değerli bir adam olacak ki 15 milyon euro verilip alınmış hemen. Nasıl alınmasın ki, 1 yıllığına Bacelona'ya gönderdiğin adamdan 10 milyon eurpo yu koymuşsun kasaya. 10 milyon Barcelona için ne kadar önemsizse Shaktar için de o kadar önemli aslında. Sonuca bakınca bir taraf için kaybedilen miktarın önemi yok ki muhtemelen de bu 15 milyon başka bir transfere kaydırılacak, diğer tarafında cebine koyduğu temiz para var. Alan da memnun satan da, var mı ötesi?

Abdulkader Keita Katar'da...














Galatasaray.org'a bu sabah girilmiş haberi ve Katar El Saad'a  8.150.000 euro'ya transfer olmuş Keita. 29 yaşındaki bir oyuncu için Katar toprakları erken gibi dursa da demek ki Keita tarafında paranın sıcak yüzü daha cazip görünmüş, yoksa üst düzey turnuvalar içerisinde yer almak, Avrupa futbolunun bir parçası olmak gibi düşüncelerin gölgesinde devam etmek isterdi kariyerine.

Bu transferin Keita'nın şova dönük futbolu da göz önüne alındığında taraftarlar arasında "isyan" çıkaracağı ortada ama gerek Fildişili oyuncunun yapısı gerekse de Rijkaard'ın oynatmaya çalıştığı futbol göz önüne alındığında aradaki uyumsuzluklar dikkat çekiciydi. Driplingçi ama pas futboluna uymayan yapısı ve her şeyden önemlisi zaman zaman "beyin-ayak koordinasyonunu kaybetmişçesine" yapmış olduğu hareketler vazgeçilmeyecek bir oyuncu oluşunun ilk belirtileriydi benim için. İlk transfer edildiğinde Lille'deki Şampiyonlar Ligi performansından dolayı gayet olumlu bulmuştum transferi ama detaylı izlemek çok farklıymış, zaman içerisinde kendisi hakkında olumlu düşüncelerimin değiştiriğini söyleyebilirim. Bu açıdan gidişini kesinlikle bir kayıp olarak değil, eğer becerebilirse bu yönetim daha uygun fiyata daha iyi bir isimle doldurmak için bir fırsat olarak görüyorum.

Buradaki tek soru işareti bu bölgede beklenenleri yapabilecek yetenekte ismi bulabilecek organizasyona sahip olunup olunmadığıdır ki şu ana kadar gördüklerimiz pek de iç açıcı değildi.

Yapılacak transfer ile ilgili tek temennide bulunacağım, umarım Dos Santos düşünülmüyordur bu bölge için.   Yetenekli ama bal yapmayan arı kıvamında oluşu negatif duruşumun en büyük sebebi. Rijkaard'ın kafasında sağ çizgide onu oynatmak gibi bir düşünce olabilir, umarım yanılıyorumdur.

04 Temmuz 2010

Dünya Kupası 2010 İspanya 1:0 Paraguay













Maçın bu kadar zorlu geçeceğini pek çokları gibi ben de tahmin etmemiştim. Paraguay için umudun  uzun süre gol yememek ile eş değer olduğunu ve bu sayede direncin artarak İspanya için tehlike olluşturabileceğini maç öncesi yazmıştık. Ayrıca İspanya'nın son Portekiz maçının 2. yarısındaki futbolun ne kadar sürdürülür olduğunu göstermesi açısından da önemliydi sahadaki performans.

İlk dakikalarda sahada görülen Şili maçının bir benzerini yaşayacağımızı gösteriyordu.  Paraguay rakibi önde karşılayan ve orta saha presi üzerine kurmuş olduğu düzeni ile İspanyollarıo fazlasıyla etkisiz hale getirdi. Tabiki burada Del Bosque'nin takımının da organize olamayışı etkiliydi. Turnuvanın genelinin aksine Torres- Villa ikilisi birbirine yakın ve merkezde başladılar oyuna, sonra Villa yavaş yavaş sol tarafa dönse de pek etkili olamadı. İleri uçtaki dengesizlikte Paraguay'ın iyi alan kapatması kadar Torres'in hazır olmayışının da etkisi büyük. Sezonun büyük kısmını sakat geçirmiş ve turnuva başlamadan belirli süre önce antremanlara başlamış, maç kondisyonu eksik bir oyuncunun da bu performansı sürpriz olmamalı. Kalitesi su götürmez gerçek ama İspanya'nın oyununu bozduğu da ortada.

Burada Del Bosque'nin belki de turnuvanın en şanslı teknik admaı olduğu söylemek abartı olmayacak. Sahadaki 11'in zenginliği ortada iken kulübeye döndüğünüzde elinzideki seçeneklerin fazlalığı ve kalitei üst düzeyde. Mata, Pedro, Fabregas, Silva, Llorente, Navas, Marcena, daha ne istenebilir ki... Bu kadro içerisinde en fazla yadırgadığım da Silva'nın bu kadar dışarıda bırakılışı. 2008'deki şampiyonda Villa ile beraber tartışmasız takımın en iyi ismiydi ama burada pek de şans verilmiyor kendisine. Örneğin Torres'in etkisizliğinde Villa'nun uca kaydırılıp Silva'nın sol tarafa atılması pekala düşünülebilir.

Fabregas ve Pedro'nun oyuna girişi dün akşam düğümü çözen hamleler oldu. Alonso'nun çok daha erken alınması daha da faydalı olabilirdi ama uzun zaman bekledi Del Bosque. Xavi-Iniesta 2'lisi ne yakın ve bir o kadar da onlarla uyumlu futbolu İspanya'ya gayet olumlu yansıdı.Golden önce Pedro'nun sızışı ve Inıesta'nın onu görüüşü de Barça zamanalrındna kazanılan alışkanlıkların yansıması. Burada Pedro'nun golü atmaıs daha çık olurdu, bu sezon katıldığı bütün kupalarda gol atarak CV'sine bir güzel bir satır daha eklemiş olurdu. Kayıtlar da yer almasa da ben golün yarısını ona yazdım bile.













Paraguay maçı Cardozo'nun penaltıyı kaçırdığı an kaybetti. Bu hem takımı hem de Cardozo'yu etkilidi. Moral olarak sıfırlanmış genç oyuncunun oyunda tutuluşu ve ardından Valdes gibi hareketli ve defansı oldukça zorlamış bir ismin çıkarılması ve benzer yapıda isme dönülmesi strateji olarak büyük hataydı. Eğer o penlatı gol olmuş olsa kazanacakları moral ve direnç ile İspanya'nın dönüş biletlerinin hazı olma ihtimali oldukça fazla idi ama dün Gana'nın yaşadığına benzer bir sendromu onlar yaşayıverdiler. İlk yarıda atılan gollerinin ofysayt diye iptal edilmesi de ayrıca bir kayıp olarak yazılmalı. Daha yardımcı hakemin yüzü gösterilirken "yüzdeki endişe, güzel şeyler söylemiyor" dedim yanımdaki arkadasıma ve o endişenin sebebinin kafadaki karışıklık ve dolayısı ile yanlış karar olduğunu pozisyonun tekrarında ne olara gördük. Furbolun içerisinde hatalar var, olacak da ama maçın skoruna etki edecek cinsten olunca iştahı biraz da olsa kaçırmıyor değil hani...

Hakem konusunda 1-2 satır daha karalamak istiyorum. İlk penaltı %100 doğru, sarı kart gayet yerinde ama 2. penaltı pozisyonunu vermişken enden kırmızı kart verilmez diye de sormak gerekiyor. Bunun tek sebebi var: "Hakemin kendi vicadnında maçı denegelemek istemesi", çünü verdiği penaltından emin değil ve durumu biraz da idare ediyor. Normal şartlar o pozisyon için bariz gol şansını uygulamaktan başka seçenek yok ama... Penaltı tekrarına diyecek bir şey yok ama Cardozo'nun penaltısında da vuruş öncesi yanıbaşında 2 İspanyol'un olduğu ortada, oysa Xabi'nin penaltısında ceza sahasına değil yayın içerisine gimiş bir güruh görüyoruz. O 5 dakika içerisinde yaşananlar tamamiyle orta hakemin de iç hesaplaşmalarının yansıması.

Maç sonunda Cardozo'nun göze yaşları ve hem kendi takım arkadaşları hem de İspanyol oyuncualrın teselli faaaliyetleri finali güzelleştiren etkenlerdi. Tariihnizn en büyük başarısını daha da ötelere taşıyamamanın sebebini ayaklarınızda bulmak içi acıtıcı elbet ama yapacak pek de bir  şey yok. En azından yaşı genç ve son dünya kupasına bu şekilde veda etmediği için sevnmeli genç oyuncu.

Almanya-İspanya maçı yorumu için bu maçı görmek, İspanya'nın istikrarını sorgulamak lazım değmiştim. Dün akşam özellikle ilk yarıda yaşananlar ve İspanya'nın golü yerse panik içine düşme potansiyeli yarı finalde Almanya'yı öne çıkarıyor. Hem bireysel hem takım organizasyonundaki disiplin 2 yıl öncesinin rövanşında Almanları taşıyabilir finale. Aslında İspanya'nın finali görmesi benim de işime gelir, pazar günü Barcelona'da bir meydanda finali izleme şansımın da yok olmasını istemiyorum.

03 Temmuz 2010

Dünya Kupası 2010 - Arjantin 0:4 Almanya













Bu maçın ardından Lineeker'in klasik lafını kullananlar olacak, 90 dakikanın sonucunda hep Almanya'nın galip geldiği bir oyun olarak tanımlayacaklar futbolu ama bu tablonun gerçekleşeceği gün gibi aşikardı. Arjantin için en büyük engelin Maradona olduğunu belirtmiştik zaten. 23 kişilik kadroyu oluştururken yapmış olduğu hatalar hem oyuna müdahale etmede elini zayıf bıraktı hem de taktik zenginlik oluşturmada çaresiz duruma düştü. Tek umudu Tevez-Messi-Higuain 3'lüsnün bireysel çabalarına kalmış bir takım haline getirmiş oldu tüm bu yaptıkları ile Arjantin'i.

Löw'ün Arjantin'in defansif zayıflıklarını çok iyi analiz edeceği kesindi özellikle de rakibin sağ tarafındaki defoyu çok iyi görnüş, 2. yarı maden gibi işlediler o bölgeyi. Zanetti'nin ilaç gibi geleceği yerde yapılan yanlış tercih çeyrek finalde Maradona'nın ayağına dolanıverdi. Löw bireysel yetenekleri etkisiz hale getirmenin en büyük yolunun takım halinde topun gerisine geçip zaman zaman 2'li 3'lü sıkıştırmalar ile topu kazanma çabası olduğunun farkında olacak ki 90 dakika kusursuz uyguladılar takım olarak bunu. Böylece hem boş alan bırakmamış hem de topla oynamayı seven rakip oyuncuları yormuş oldular. 2. golden sonra zaten fizik olarak yıpranmış takıma mental olarak darbeyi de vurunca 4'e kadar rahatlıkla ulaştılar.

Müller-Klose ikilisi ileri geri o kadar çok ççalıştılar ki izlerken bile yoruldum. Klose tercihini turnuva başında yadırgasam da zamanla haklı çıkan Löw oldu, hırsı ve çalışkanlığı ile 1 numaralı tercih yapılmasının ne kadar doğru olmduğunu belgeler nitelikteydi. Mesut ilk yarı saklansa da 2. yarı piyasaya çıkıp tüm hünerlerini sergiledi, 4. goldeki pas harikaydı, sahaneyi bu şekilde kapatmak en güzeliydi. Schweinsteiger'in oyunun 2 yönünü oynama anlamında ortaya koydukları bir orta saha oyuncusunun neler yapabilmesi gerektiği konusunda ders verir nitelikteydi. Hepsi bir yana Lahm'ın bir kaptan olarak saha içerisindeki sakin ve akıllı duruşu gerçekten çok etkileyici.

Arjantin tarafında oyuncu bazında söylenecek pek bir şey yok. 2009-2010 sezonunda Avrupa'da fırtına gibi esen Milito gibi bir oyuncunun trustik gezi niyetiyle Afrika'ya gidişini hep beraber izledik. Milito'nun hali ortada iken Palermo'nun turnuvaya gidişi ve Cambiaso, Zanettti gibi Inter'de bu sezon harikalar yaratmış iki adamın dışarıda seyirci olarak kalmaları her şeyi özetliyor. Maradona büyük oyucuydu ama asla büyük hoca olamayacak. Daha ilk göreve geldiği gün bugün olacakları yazmıştım aslında. Yönetim, liderlik çok farklı bir olgu ve Maradona'nın kişiliği, hayatı göz önüne alındığında teknik adam sıfatıyla bunu yapması çok da kolay değildi, netice ortada.

Aslında bu tablo üzüyor beni. Futbol kahramanlarımızın teknik adam olarak bu duruma düşmeleri,
 imajlarını biraz da olsa törpülemeleri pek şık olmuyor ama yapacak bir şey yok.

Müller'in kaybedilişi Almanya'yı yarı finalde nasıl etkileyecek, yeri nasıl doldurulacak hep beraber göreceğiz. Öylesine ilginç bir oyuncu ki çok dağınık görünüyor ama maçı koparan isim oluveriyor bir anda. İlk gol ve ardından Podolski'yi  gol pası öncesinde pozisyona sokuşu, hepsi mükemmeldi. Bakalım eksikliğinde Löw neler sunacak futbolseverlere...

Şimdi, rakibi bekleme vakti. Paraguay'da diğer Amerika takımları gibi göze hoş gelen bir oyunla çıktı karşımıza ama İspanya karşısında çok da şanları yok. Maçı ne kadar uzun süre gol yemeden götürebilirlerse şanları o kadar fazla olacaktır. İspanya'nın Portekiz maçının 2. yarısındaki futbolu turnuvanın geleceği açısından umut vericiydi. Bunun ne kadar kalıcı bir rüzgar olduğunu görme açısından da önemli bir maç Ancak bu performasnı gördükten sonra Almanya ile yapılacak yarı final maçı için yorum yapılabilir.