13 Kasım 2011

Sen UzaklARDA iken...



        Sen uzaklARDA değilken sadece spor sayfalarında görür olduk seni küçük puntolarla bile olsa, sanırım sen uzaklARDA biz buralARDA iken ayrılık hiç bu kadar tatlı olmamıştı yerine konulanlar sahada senin yerini dolduramamış olsalARDA.

Sen oralARDA iken söylediklerinle geçmişte kaptanken takımın altına dinamit koymuş olma ihtimalinin rahatsızlığını hissetttim, yerli yersiz konuşabildiğini daha net gördüm buralARDA olmayışın mutlu etti beni.

Sen oralARDA iken takım içerisindeki yabancıların uyum sorunu hiç aklıma takılmadı, sen uzaklARDA iken yerli futbolcuların gruplaşmış olabileceği aklımın ucundan bile geçmedi.


Sen buralARDA iken görememişiz ama şimdi daha net söyleyebiliyorum uzaklARDA olduğunda, hala bir çocuksun kimbilir belki biraz susmayı öğrenip, sadece işine bakarsan daha çabuk  "ADAM" olursun...

3'te 3... Türkiye 0:3 Hırvatistan

2002 Dünya Kupası sonrası 3. playoff'dan da elimiz boş şekilde dönüyoruz. 3 turnuvayı da bu şekilde kaçırıyor olmak gerçekten üzücü, Haziran-Temmuz döneminde destekleyecek başka bir takım  bulmak zorunda olmak futbolu ne kadar seviyor olsanız da tatmin edici değil, üstelik son aşamaya kadar delip turnuvaya katılamamışken.

Dün maçı izleyen herkesin buluştuğu ortak nokta sahaya bir futbol karakteri konulamamış olması, erken gelen gol sonrası sahadaki bilinçsiz futbol ve eleme maçlarında oynadığı 5 deplasman maçının 4'ünde gol yemeyi başarmış Hırvatistan'a karşı kaleyi bulan şutumuz olmaması...


Hırvatistan'ın sahadaki 11'inde atılan 18 golün neredeyse yarısına imza atmış Eduardo ve Kranjar gibi 2 önemli ismin olmaması önemli bir avantajdı aslında. Sahadaki 11'in 90 dakika üzerinden eleme maçlarındaki ortalaması 45 dakikaydı, oldukça düşük, yani çokça oynayan oyuncuların yanında daha az dorma şansı bulmuş isimler de oldukça fazlaydı. Corluka, Modric, Simunic dışındaki oyuncular 6 maç ve altında forma giymişlerdi.

Neden Hırvatistan üzerinden gidiyoruz, çünkü neyi yapamadığımızı görmeye çalışırken kime karşı yapamadığımıza da bakmamı gerekiyor? Karşımızda 2008 yılında olduğu kadar geride ve mevcut durumda da ideal kadrosunun uzağında bir takım olduğu aşikar. İşte biz böyle bir takıma karşı sahada varlık gösteremedik.

Esas üstünde durulması gereken nokta da burası zaten, rakibe bakarar kendimizi değerlendirdiğimizde kafamızda çizdiğimiz, kendimizi inandırmaya çalıştığımız Türkiye'nin çok daha gerisinde bir takım olduğumuzu kabullenemiyoruz malesef. Biz gerçekten kötüyüz, esas problem burada, bu gerçekle maçların öncesinde yüzleşme cesareti gösteremiyoruz. Kötü sonuçlar bazı gerçekleri yüzümüze vursa da hafızamızda uzun süre taşıyamıyoruz bunlar ya da taşımak istemiyoruz.

Teknik adam eleştirisi işin küçük bir boyutu elbette , mesela "formu göz önüne alınarak Giray kadroya alınmış ise neden son haftalarda gerçekten formsuz olan Volkan yerine Tolga tercih edilmez ya da Sabri'nin orta saha özürlü olduğu gerçeğini belki de rakip orta sahaya pres ve baskı yapmak için az da olsa kabul edilebilir bir mantıkla tercih ettikten sonra  daha 2. dakikada planlar alt üst olmuşken neden oyuna müdahale edilmez, oyuna yapılan müdahaleler neden 4-3-3 formatının devamı gibi sürdürülür de planda değişiklik tercih edilmez" gibi sorular pekala sorulabilir ama sorunun sadece bir ayağı sorgulanmış olur ama toplam pasta içerisindeki payı bazı faktörlerin gerisinde. (Örnek: Ülke futbol yapılanması, sistemi problemi)

Duygusal bir takım olmamızden dem vuruluyor sürekli , bu kötü bir şey değil elbette ama "akıl" dan yoksun başka bir deyişle duygunun zaman zaman akıl süzgecinden geçirilmediği bir ortamda başarının gelmesi kolay değil. Burada Hiddink'in akılcı yapısı ile bizim duygusal yapımızın örtüşmediği de ortada. Bir taraf fazla "akıl"cı ya da gerçekçi diğer taraf ise romantik, duygusal. 2 karakter ortak noktada buluşamadı ve buluşamayacak da... Yapılacak şey belli ama burada "Kore, Rusya, Avustralya'da yapabildiklerini neden burada yapamadı" sorusu ile kendimize ayna tutmamız şart. Tepeden başlayarak Türk Futbolu'nun geleceğini uzun vadeli olarak yeniden şekillendirmek gerekiyor ama gerçekten de sabırlı olmak gerektiğinin farkında olarak.

02 Ekim 2011

Merhaba Euroleague



















      Galatasaray Erkek Basketbol Takımı Paok ve Asvel tarifesini Rytas'a da uyguladı ve ben Jakarta'dan bir otel odasında saatler gece 1'i gösterirken Galatasaray'ın kendi tarihinde bir ilki başarışının, bir Türk  Şirketi'nin ana spornsorluğunun yaptığı Basketbol'un Şampiyonlar Ligi'ne de 3 Türk takımı ile girmenn mutluluğu ile hülyalara dalıyorum.

İlk çeyrek'de ve iki çeyreğin hemen başında farkın 9'a çıktığı anlar sonrası maçı kontrol altına almayı başarmak ve Rytas'ı 65 sayı altında tutmak büyük başarı. 16 sayıdan son 2 dakikada farkın 5'e kadar inmesi de aynı derecede üsütnde durulması gerekn bir durum, ama bu aşamada bir nebze makul görülebilir.

İhsan Bayülgen'in pota altında "Kalın Uzun" yorumuna sonuna kadar katılıyorum ve Oktay Mahmudi'nin eserini ayakta alkışlıyorum.

22 Eylül 2011

Karabükspor 1:1 Galatasaray

Maç öncesi kadro Terim'den beklemediğim kadar çabuk gerçekleşen bir hamlenin ürünü, bazen maç öncesi kadro sizin kafanızda başı şeyleri şekillendirir ya bu akşam sahaya çıkan 11 ile Karabük'ten 3 puan ile dönmenin o kadar da zor olmadığına gayet emindim.

Orta sahadaki yaratıcılık sıkıntısını Sercan-Elmander ikilisini kullanarak 4-4-2'yi tercih etmek ilk 10 dakikada bu ikilinin bulduğu özellikle de "Sercan'ın hayatındaa atıp atmadığnı kendisinin bile bilmediği" bir şaırtma fantazisi ile eriyon pozisyonlar sonucu skor tabelaası rahat bir şekilde Galatasaray lehine dönebilirdi.

Tüm bu umutlar "Nedir bu kalecilerden çektiğimiz" isyanını Galatasaraylılar'ın yeniden raflardan indirmesine neden olacak bir Muslera çıkışı ve sonrasında Bünyamin Gezer'in hatalı kırmızı kartı ile 80 dakika 10 kişi oynanacak maratonun başlayışı...

Maça neden Baros-Elmander ikilisi ile başlanmadığını soranlar vardı ama yerli oyuncu sınırlamasından dolayı bu tercihin yapılamayacağı aşikar. Sabri kenarda iken Kazım-Sercan ikilisini kullanmak zorundaysanız elde başka seçenek de kalmıyor.

10 kişi sonrası rakip sahada çoğalamayan bir Galatasaray izlemek değil topu tutamayan, oyunu soğutamayan, defansif olarak iyi ve rakibe pozisyon vermeyen ama orta sahası defansı ile neredeyse yapışık kardeş haline gelecek şekilde hücumdan kopan bir takım görmek hayal kırıklığı. Üstelik 90 dakikayı rakibin 13 faulüne karşılık sadece kalecinizin kırmızı kart gördüğü pozisyondaki tek faul ile tamamlıyor olmak gerçekten traji komik bir durum.

Yine benzer şekilde rakibin 300 küsürün civarındaki pas sayısına karşılık Galatasaray'ın 200'lere bile ulaşamamış olması 10 kişi kalmak ile üstü örütlemeyecek gerçekler.

Rıdvan daha Baros sahaya ayağını atar atmaz o saçma penaltıyı yapmasa tabeladaki 1 puan alınamadan gelinecekti Karabük deplasmanından.

Dün Manisaspor'un 10 kişi kaldıktan sonra Kadıköy'deki oyununu görenler bu akşam için sanırım bahane arama saçmalığına girmeyecekler. Takımn eksikleri çok fazla, yeni olmak vesaire arkasına sığınılabilir mi, bence makul değil ama...

Galatasaray belki bireysel olarak iyi isimler aldı ama Kadro Mühendisliği açısından bakınca zayıf bir iş çıkardığı ortada. Bölgesel olarak incelendiğinde birbirine çok benzer isimlerin bulunduğu dikkati çekiyor. Bekler driplingsiz, bindirmesiz ; açıklar durağan, delici özelliğinden yoksun; orta saha belki oyunu 2 ynlü oynamada daha dengeli ama hücum yaratıcılığı sağlamada sıkıntılı...

Bu şartlar altında bu kadar yeni isim de kadroda iken fark yaratan 1-2 isim bu süreci daha rahat geçmenizi sağlayabilir ama o tip isimlerin de listede olmadığını görüyoruz.

Mevcut yapı ile ancak doğru isimleri doğru dizilşi ile sahay sürerseniz iyi işler ortaya çıkabilir ama onu bulmak ne kadar sürer bilmiyorum, kolay mı peki, onu da göreceğiz zaten...

Galatasaraylı futbolcuların maçın sonrlarına doğru zaman geçirirsecine yavaş davranmalarını taşıdıkları forma adına aşağılayıcı  buluyorum. Ufuk degaj yapmadan 10 dakika düşünme alışkanlığına geçen sene başlamıştı zaten, zerre ilerlememiş mantalite olarak. Yediği gol de evlere şenlik, alıştık o nedenle artık yazmıyoruz. Tam iyi maç çıkarıyor derken yine haksız çıkarmayı bildi dilinin ucunda övgü dolu cümleler ile bekleyenleri. Hakan Balta'nın da taç atarken aynı düşünceli halleri sergilemesi de aynı kefeye konacak hareketlerden.

Takımın yolu uzun, bu yol kısalır mı, eldekilerle çok kolay değik üstelik hafya sonu iyi analist Skibbe ile karşılaşacaklar. Kaliteli kadosu ile sürpriz yapmaları içten bile değil.

19 Eylül 2011

Yeter Kardeşim: İspanya Şampiyon
















              Dilekçe mi lazım yoksa önerge mi bilmiyorum ama "Bir yılda Olimpiyat Oyunları dışında bu kadar fazla şampiyonluk yaşayan ülke var mıdır?" araştırılsın bakalım. Futbolda alt yaş gruplarını da işin içine katacak şekilde müthiş bir başarı rüzgarını ardına alan 2008 Avrupa Şampiyonluğu'nun ardından 2010'da Dünya Kupasın'nı müzesine götürmeyi başaran, 2009 ve 2011 yıllarında U-21'de, 2011'de U-19'da Avrupa Şampiyonu olan İspanya aynı tarihi Basketbolda'da yazıyor. Bu yıl U-20 VE U-18 kategorilerinde Avrupa Şampiyonu olan İspanya, 2009'un ardından 2011'de Avrupa Şampiyonluğu ünvanını elde etmeyi başardı. Turnuvadaki tek mağlubiyeni Türkiye'ye karşı alması teselli ikramiyesi olarak kabul edilir mi bilmem ama Rusya karşısında müthiş oynayan Fransa'yı maç boyu geride, beliri bir mesafede tutmayı başararak umduğumda daha kolay zafere ulaştılar.

Sadece esas kahramanları ile değil gençleri ile de gelecek yılları tıpkı futbolda olduğu gibi ipotek alma potansiyeleri çok ciddi biçimde var, adamlar işi biliyor abi!!!

İyi Futbol İyi Futbolcularla Oynanır

















     Arda Turan'ın İspanya'da yapacağı her asist, atacağı her gol Galatasaraylılar'ın kalbinde bir yara olarak duracaktır. Ani gidişi takımın şu anda olabileceği yerden daha aşağıda olmasına yer açtığı gibi, eksikliğini doldurmak da zaman alacak, üstelik varlığında bir yaratıcı oyuncu ihtityacı gün gibi aşikar iken yerine sadece Riera alınmışken.

Her neyse mevzudan sapmadan devam edelim. Harmonisi tutmuş iyi futbolcu topluluğu sadece izleyenlere değil aynı zamanda saha içerisinde bu güzel oyunun bir parçası olabilenlere de müthiş tatlar verir. Son 3 sezonda kazma ötesi futbolcular ile oynamak zorunda kalmışi kendi şımarıklığı ile zaman zaman sahada istenileni vermekten uzak kalmış bir isim olarak Arda, en son Lincoln-Baros ve Kewell  3'lüsü ile aldığı futbol zevkinin çok daha fazlasını Diego-Falcao-Reyes-Adrian gibi oyuncular ile tatmaya başladı. Zaten yeni bir kulüpte olmanın hırsı, heyecanı böyle bir hücum hattı ile bir araya gelince bu sezon sakatlanmadığı sürece Arda Turan ismini sıklıkla duyacağımızı gösteriyor.

Kişisel görüşüm Arda'nın oyunu yavaşlattığı ve yerien daha akıcı, oyunu hızlı oynayan bir kanat adamının daha faydalı olabileceği yönündeydi bu açıdan gidişi ani olsa da doldurulabilirdi belki ama süreç iyi değerlendirilemedi.

Dün 2 asist sonrası tribünlerin adını hep bir ağızdan söylüyor olması yeni bir kulüpte iken paha biçilmezdir herhalde. Saha içerisinde uzun zaman sonra ilk defa bu kadar mutlu görünüyordu. Üzeirndeki yükünün hafiflemesinin de ciddi payı var bunda elbette, kendisinin iddia ettiğinin aksine beceremediği kaptanlık görevini bertaraf etmiş olması bile başlı başına bir kazanç sayılabilir herhalde.

Rusya'da Misafir Olmak


Eğer  transferinde tekrar Fenerbahçe'ye dönmesi için bir hülle yok ise bu insan demeye bir kaç şahit yaratık Rusya'yı sadece ara bir durak olarak kullanıp İspanya ya da İngiltere simalarına çok rahat iniş yapabilir. Normalde benim "Zenci Hastalığı" olarak tanımladığım beyin ayak koordinasyonu sorunu bu adamda zerre yok. Hızlı ve bu hıza rağmen çok teknik. Attırdığı goldeki oyun görüşü ve sonrasında orta saada tek hareketle 2 kişiyi birden ekarte ederek kaleciyi pazara gönderişi tek kelimeyle nefis. Fenerbahçe için müthiş kayıp ki Aykut Kocaman'ın da en fazla O'nun gidişine üzüldüğü de yazıldı, haklıdır. 

Arena'dan Satır Aralarına: Galatasaray 3:1 Samsunspor
















       Geride kalan gerçekten kahredici ve yorucu sezondan sonra yeni yönetim ile yeşeren umutlar, Terim'in teknik adam olarak Florya'ya 3. kez gelişi ve yapılan transferler... Uzun süren hazırlık dönemi sonrası geçen hafta yapılan kötü açılışın ardından yeni takıma dair sancıların ne kadarının doğal sürecin bir parçası olduğunu ne kadarının ise genlerdeki şifrelere işlendiğni görme adına iyi bir testti.

Maç öncesi herkes de tribünlerin ne kadarının dolacağına dair bir merak vardı, 35000 civarındaki seyirci hiç de fena değil, yaklaşık 1.5 x (Full Ali Samiyen ) demek bu. Bilet fiyatlarının yüksekliği de göz önüne alınırsa Allah bereket versin tabiri cuk diye oturuyor. Sezon boyunca da yönetimin fiyatlarda kombine kart sahiplerini düşünerek indirime gitmme ihtimalinin yüksekliği de göz önüne alınırsa takımın performansı bu sayıyı olumlu ya da olumsuz anlamda çok etkileyecek.

Maç atmosferine dair 1-2 kelamım daha olacak. Oyuncular tek tek tribünlere çağrıldı yedek oyuncular dahil ama iki ismin çağrılmaması dikkatimi çekti: Hakan Balta ve Gökhan Zan. Bilincli bir hamleydi sanırım ama her iki oyuncudan haz etmesem de can sıkıcı bir durum, performanslarını kötü etkileyebilir diyeceğim fakat normal şartlarda sahaya ne koyduklarını sorgulayınca çok da anlamlı durmuyor.

Saha içinde dönecek olursak, yeni takım-uyum sürec bir çok önemli noktanın altını çizmek gerek. Zamanla bazı şeylerin daha iyi oturduğunu göreceğiz ama nelerin oturmasını beklediğiniz esas kritik nokta. Çünkü bu takımın potansiyelinin neleri yansıtabileceği gerçeğinin yanında bu takımın mevcut oyuncu kadrosu ile genlerinde bulunmayan bazı özelliklerin de zamanla sahaya yansıtılacağını bekleme hatasına düşmemek gerek. Beklerin efektif kanat bindirmeleri , çok tempolu oyun ilk akla gelen örnekler.

Yazacak çok şey var ama esas oğlanlardan dem vurmak gerekirse:

1) Futbolda gol olgusu tek oyuncuya yani ileri uçta oynattığınız oyuncu sayısına bağlı kaamaaycak kadar değerli. Gol bir paylaşımdır tıpkı savunma gibi, tamam belibi bir bölgeden beklersiniz ama o gole katkı görünmese de takımın bir çok mevkisinin ufak katkıları ile gelir. Mesela defans ileri çıkar, orta sahayı rakip kaleye iter, orada sıkıştırılan oyun ile kanatlardan yağılan bindirm geolü getirir. Bu çok basit bir örnek, senaryolar çoğaltılabilir. Sahaya bakınca da tek forvet - çok forvet gibi düz bir tartışmayı takımın diğer hatları özellikle de orta saha ile birlikte ele almak lazım.  Topu ayağında tutup takımın ileride çopalmasını sağlayacak, ya da tempıyu yükselterek seri şekilde kaleye gidebilecek oyuncu sayısı çok az olan bir takımda ki Galatasaray bunun bir örneği, ileri uçtaki adma yalnızlar oynar. Baros gibi ivmesi düşen bir isim için bile bu geçerlidir.

Burada Galatasaray'ın saha içerisinde orta sahada, defansta ve kanatlarda yer alan isimlerinin hat bazında bakıldığında birbirine ne kadar benzediği gerçeği ile karşılaşıyorsunuz. Açık oyuncularının rakip ceza sahası içerisinde ters kanat bindirmesi ile çoğalmadığı ve topu ileri taşıma anlamında ortalama hızda olduğu, defans göbeğinin yavaş kaldığı, kanat beklerinden birinin (sol bek) hücum anlamında sıfırları oynadığı ve sağ bekinin de standardının olmadığı, orta sahadaki 3'lüden Melo'nun farklı yapısı ile öne çıktğı ama genel anlamda benzeştiği, en bariz örneği ile Hagi'sizlik çeke bir takımın gelecek adına çok varyasyonlu işler beklemesini beklemek fazla iyimserlik gibi geliyor.

2) Galatasaray'ın en büyük sorunu temposuzluk, bu kadro yapısı ile rakibi kontra atak ile avlamak neredeyse imkansız olacak. Takım çok durağan oynuyor ve tempoyu artıracak oyuncu sayısı da oldukça az.

3) Kanatların verimi çok düşük. Hakan Balta iyiydi deniyor ya şaşıyorum. Antep'de Zigler'in yaptıklara baksınlar, bir de Hakan Balta Galatasaray kariyerinde bunları yapt mı acaba diye sorsunlar? Hakan Balta ya da Çağlar var iken sol açıkta oynayan oyuncunun verimi yarıya düşer. Sahte bir destek var hücuma, bir kaç pozisyonda bindirdi ondan sonra geriye dönüşlerde zorlanmaya başladı.Sabri de güya bindiriyor ama verim çok düşük.

4) Hücumda çoğalamıyor Galatasaray. Kanatlardan gelen toplarda ters kanattan gelen adam neredeyse yok. Özellikle Kazım, arka direk koşusu neredeyse sıfır, garip bir ruh halinde bu aralar yine. Orta saha desen hücuma destek verecek tek adam Melo gibi ama o da bizim kaleye daha yakın oynatılıyor.

5) İleride topu ayağında tutacak, 2-3 kişiyi geçecek takımın ileri taşınmasını sağlayacak yaratıcı oyuncu ya da forvet yok. 96 yılında Terim Hagi ile yapmıştı bunu, bu defa Hagi'sini bularak başlamalıydı işe, en büyük hatalarından biri bu.

6) Bu kadro yapısı ile pozisyon bulmak için takımın boyunu kısaltmak şart ama bu ağır defans hattı ile bunu yapmak çok zor. İleride şok pres yapıp oyunu oraya sıkıştımak lazım ama kant beklerinden yalnızca biri hızlı ve üstelik göbek de yavaş.

Yazacak çok daha fazla şey var ama bu takımın mevcut kadrosu oyun içerisindeki çözümü sınırlandırıyor, elbette yeni bir takım uyum süreci var ama uyum süreci ile çözülemeyecek daha önemli şeyler de var. Örneğin Eboue değerli bir isim ama Selçuk ve Melo varken daha farklı bir karakterin sahada olması gerek.

Ya da kanatlara böyle durağan isimler değil daha dikine giden isimler tercih edilebilirdi. Bu kadroda topu aldı mı götüren bir oyuncu olmaz mı?

Baros'a gelince, Baros teknik anlamda hep sıkıntılıydı, zenci kanı var onda da. Beyin ayak arasında uyumsuzluk var, örneğin geçen sene Fenerbahçe maçıında skor 1-0 iken boş boş pozisyonda orta sahada 2 ye 1 giderken verdiği saçma pasa bakın çok şey anlatmaya yeter.

Peki ne yapılmalı?

Bu yapı teknik adamın hata şansını da azaltıyor. Öncelikle sahaya doğru kadro ile çıkılmalı ve en uygun bileşim bulunmalı. 4-3-3'den ziyade çift santroforlu kadro tercihi daha efektif sonuçlar verecektir. Engin yaratıcılığı ile bu takımda daha fazla süre almalı, Elmander'in gözü kadarlığında faydalanılmalı. Kazım'a gözdeğı verişmeli ve her şeye rağmen Baros'un hazır olması sağlanmalı.

Bunlar bir çırpıda akla gelenler ama yukarıda maddeler halinde sıralananlardan kadro zaafiyeti konusunda bir şey yapılamaycağıan göre diğer maddelerin çözümü için yollar aranmalı ve her oyuncudan sahada maksimum verimi alabilmek için elden ne geliniyorsa yapılmalı.


Haaa bir de, eğer varsa, Scouting ekibi ile konuşulup tüm Türkiye Ligleri'nin taranıp bir adet sol bek bulunması istenmeli, ne pahasına olursa olsun bu mutlaka atılacak adımlardan biri olmalı.

Samsunspor'da Domingues ve Ekingho dikkati çeken iki isim di dün gece, özellikle de Domingues'in sırtı dönük top alışları, mücadelesi Baros'da olmayanlara iç çektirir nitelikteydi. Mustafa Sarp'ı ise Allah'a havale ediyorum, Melo'araya girmese kalecinin alacağı topa ki Muslera kendisinin vuruş açısını kapatmıştı, nezih bir ortamdayız burada kesmek zorundayım.

10 Eylül 2011

Fırsat Kollayanlar






















 

                   İyi olmanın en büyük bedeli başarısız olmanızı 4 gözle bekleyen rakiplerinizin var olmasıdır. Düşmeniz gerekmez, sendelediğiniz an karşı taraftaki parıltıları çok rahat görebilirsiniz. Alın size en bariz örneği, bugün deplasman 2-0 önde iken neredeyse garanti maçı 2 dakikada yediği 2 gol ile 1 puan ile bitiren Barça için Marca Gazetesi'ndeki başlık."Barcelona Mükemmel Değil" başlığını kullanmışlar, belki makul olarak karşılanabilir ama daha yumuşak başlık pekala tercih edilebilirdi. Tablo o ki, Madridliler çok fena pusuya yatmışlar, feci dolmuşlar... Barçalı'nın Bar.alı'dan başka dostu yok, düşmemek, dik durmak gerek. Neyse olayı daha fazla dramatize etmeye gerek yok, Barça'nın bu sene fazla puan kaybına tahammülü yok çünkü Real Madrid'in geçen seneden daha fazla puan toplama ihtimali oldukça yüksek.

Geri Dönüş...

















      Yaklaşık 2 aydır herhangi bir yazı yazamadım, öncesinde de seyrekleşmişti yazılar ama şu futboldan soğutan ortama rağmen 3 yıl önce yine bir Eylül ayında başladığım bu heyecanı sonlandırmaya niyetim yok, daha yoğun bir tempo ile yazılara devam...

17 Temmuz 2011

Hoşgeldin Eski Dost




















Takip edenler bilir son 4 yıllık süreçte Galatasaray'a en iyi futbolu oynattığına inandığım isimdir Skibbe, ilk Steau maçında Ali Sami Yen tribünlerinde hatta daha öncesinde yaz kampında tek tek izlediğim hazırlık maçlarında saha içerisinde değişim adına ilk işaretleri görmüştüm.

Ligdeki özellikle iç sahada bol paslı ve KLAB (Kewell-Lincoln-Arda-Barso) dörtlüsünün yeteneklerinin ön plana çıktığı maçlarda ve Olimpiakos ile başlayan Avrupa serüveninde güzel futbol adına yeterince şey gördük. Hatta Skibbe'nin ayrılmaması durumunda çeyrek finale çok dahat çıkacağımız düşünüyordum.

Futbol adına modern düşüncesinin aksine saha dışındaki yönetim becerisi ise vasat hatta vasat aktı olarak nitelendirilebilrdi. Takımlarının istikrarı koruyamaması, çok iyi haftalardan sonra inişe geçişi belki de bu saha dışındaki yönetim faktöründen kaynaklanıyordu. Galatasaray'da da böyler oldu, sonraasında Frankfurt'da da Galatasray açık olmasa da iyi giden sezonda birden 2. yarı ile beraber düşüe geçiş ve toparlayamama sahnelerini izledik. Demokratik, bireyelerin işine olan saygılarına güven duyan, otorite konusunda zaafları olduğu aşikar ama saha içerisi açısından da geyet yetenekli bir profile sahipdi özetle Skibbe.

Dün öğrendik ki bu güzel adam, Eskişehirspor ile 3 yıllık anlaşma imzalamış. Yönetimin güven duyduğu, oyuncuların (Türkiye'de ne kadar olur bimiyorum ama) saha dışında sorun oranının kontrol altında tutulabildiği bir ortamda Skibeb bizlere zaman zaman ligin üst sıralarında yer alan bir Eskişehirspor izlettirebilir. Bu sene zamanlama olarak geç gelmesi belki bu süreci geciktirebilir ama eninde sonunda o güzel futboldan kesitler izlettirecektir bizlere.

Bir gözüm Eskişehirspor üzerinde olacak bunda sonra, umarım çok başarılı olur.


03 Temmuz 2011

Adım Adım Zirveye...














   Novak Djokovic adım adım zirveye yürüyüşünü bugün itibariye gerçeğe dönüştürdü. 2009 yılından bu yana zorlamaya başladığı üst sıralarda uzun zamandır Nadal ve Federer'in arkasında 3. sırada oturarak ikamet etti. Sonrasında Federer'in de düşüşü ile Nadal'ın arkasına yerleşiş ve bugün Wimledon zaferi ile Dünya 1 numarası koltuğunu ele geçiriş.

Bugünkü maça  da çok iyi başladı Djokovic, ilk seti 6-3, 2. seti de 6-1 alara kzorlu geçmesi beklenen maçın kolay sonuçlanacağı havasının doğmasına neden oldu, aslında favori bu sezon sadece Federer'e kaybeden ve Nadal ile yaptığı son 4 maçı da kazanan Sırp tenisçi olsa da bu kadar kolay şekilde kupaya uzanması pek de beklenen sonuç değildi. Sonrasında Nadal müthiş bir seri ile 3. seti 6-1 alarak oyuna tutunma yolunda önemli bir adım atmış oldu ama skorun 2-1'e gelmesi karşısında Djokovic'i yapacağı en büyük hata paniğe kapılmak olacaktı.

Nitekim 4. seti  soğukkanlılığını koruyarak 6-3 alan Djokovic ilk Wimbledon zaferini elde etmiş oldu. Galibiyeti bir parça çimi yiyerek kutlayan Sırp tenisçi sıkı çalışmasının, üstün yeteneğinin ve müthiş fitness gücünün karşılığını almış oldu. Bakalım yeni oturduğu 1. koltuğunda Nadal'ın tacizlerine ne kadar dayanıp oturmayaı başarabilecek?

Kvitova'dan Sharapova'ya: "Orda Kal"



















     2004 yılında 17 yaşında, müthiş güzelliği ile ilgi odağı olani hırslı bir tenisçi olarak Wimbeldon'da sahne aldığında birçokları çıkıp da Serena Williams'ı saf dışı ederek şampiyon olacağını düşünmemişti Sharapova'nın. Kariyerinin zirvesine tırmanışı başlatan süreçte Ağustos 2005'de Dünya 1 numarası olmayı başardı ve 2008 yılı ortasına kadar üst sıralarda tutunmayı başardı. Hemen ardından baş gösteren omuz problemi sonrasında bu yıl başına kadar süren düşüş başladı.2011 yılına gayet iyi bir başlangıç yaptı ve sıralamada ilk 10 içerisinde yeniden girmeyi başardı.

Uzun zamandır gündemde olmasının etkisiyle yaşının henüz 24 olduğunu duyunca şaşırıyoruz elbette, dün Wimbeldon'da alınacak Şampiyonluk bu güzel yaşda müthiş bir geri dönüş hediyesi olacaktı kendisi için. Her zamanki gibi belki de fazlası ile hırslıydı dün merkez korda çıkarken.

Karşı tarafta ise solak, 21 yaşında, Çek Kvitova vardı, tecrübe olarak Sharapova'nın gerisinde olduğunu söylemeye gerek yoktu. Hem çek hem de solak olunca ister isteme akıllara Efsane "Navratilova" geliveriyordu hemen.

Maçın hemen başında servisini kırdırarak başlayan Kvitova baş göstermesi muhtemel stresi engellercesine Sharapova'nın servisini kırdıktan sonra oyuna tutunmasını çok iyi bildi. Çok iyi servis returnleri, sert forehandleri, özellikle çizgi oyunları ve rakibin ayaklarına doğru yapılan vuruşları ile Sharapova'nın gardını düşürmeyi bildi ve finale gelene kadar set kaybetmeyen Rus rakibini set vermeden 2-0 ile mağlup etmeyi başardı.

Zafer ulaştıktan sonra bile korumayı başardığı soğukkanlılığı oyun içerisinde tutunuşunun arka planı hakkında detaylar verir gibiydi. Seyirciler kendisini ayakta alkışlarken içlerinden birinin gurur dolu bakışları dikkat çekiciydi: "Martina Navratilova"

01 Temmuz 2011

Basketbol'da bir Tarih Daha...













  Basketbolda tarih yazmaya devam ediyoruz, 2000'li yıllarında başında erkek takımı ile başlayan basketbol atılımı ilk olarak ülkemizdeki biri Avrupa Şampiyonası diğeri de Dünya Basketbol Şampiyonası'nda olmak üzere 2 gümüş ekletti müzemize.

Kadınlarda ise tarihimizde ilk kez böylesi bir turnuvada final oynama başarısını yakaladık bu akşam. Polonya'daki Avrupa Şampiyonası'na kötü başlangıç yapan sonrasındaki her maça kader maçı havasıyla çıkan ekibimizin dün turnuvanın kaybetmeyeni Karadağ'ı bugün ise son şampiyon Fransa'yı eleyerek adını finale yazdırması ancak ayakta alkışlanır. Erkek Basketbol takımımın 2001 -2010 arasında sadece 2006'daki Japonya'daki Dünya Şampiyonası'nda bizleri tatmin eden bir oyun ile çıkmıştı karşımıza ama genel eğilim genelde iyi başlanan turnuvayı sonrlara doğru düşen bir ivme ile biraz beklentilerin gerisinde kalarak bitirmekti.

Bu akşam ise tam aksine turnuvaya yapılan kötü başlangıcın ardından giderek ivmeyi yükseltenbir takımla karşı karşıya olduğumuz gördük. Potaın Perileri turnuvada daha önce farklı yenildikleri Rusya karşısına çıkacaklar, favori olmadığımız kesin ama şartların önceki maçtan farklı olduğu kesin. Çeyrek Final ve Yarı Final'de elediğimi takımlara bakınca da "acaba diye içimden geçmiyor değil hani".

Son 2 söz:

1) Ağlayan Fransız çocuk'un gözyaşları, içtenliği üzüntünün  fotoğrafı olarak çerçevelitilip duvara asılır.

2) Birsel Vardarlı'nın basketbol stiline hastayım yanına da turnuvada olmasa da Esmeral'i de yazayım.

23 Haziran 2011

Enes Kanter & NBA Draft 2011

















3 Hafta önce kamp çalışmalarını NBA TV'den yakından takip ettim, 5 kişilik bir ekip yorum yapıyor ve çalışmaları detayları ile gösteriyorlardı. Şut çalışmaları, 2'ye 1'ler, sete hücum, fast break, tama saha maçlar,  dayanıklılık, sürat, çeviklik vesaire vesaire... Ekrana getirilen her oyuncu için görüşler belirtilirken kısaca o oyuncunun özelliklerini ekranda özetleyen bilgiler veriyorlardı.

Bir çok oyuncu için olumsuz yönler olarak "shooting","long-post scoring","strength" gibi özellikler verilirken Enes Kanter için verilen olumsuzuk ise "tecrübe" idi. Olumlu yönler olarak ise "yüksek post skorerliği" ve çok daha önemlisi "oyun zekası" verilmişti. Hakkında görüntüleri eşliğinde uzun zuadıya konuşuldu. 1 yıldır düzenli basketbol oynamamasına rağmen kendini hazır tutmayı başarmasından dem vuruldu, yeteneği üzerinde methiyeler dizildi.

Cuma sabaha karşı NBA Draft 2011 sonuçları açıklanacak ve Enes'in de hangi takım tarafından Draft edileceğini göreceğiz. Çok yetenekli ve çok iyi yerlere gelebileceğininden eminim nereye giderse gitsin çok kısa sürede kendisini herkese gösterecektir. Yolu açık olsun...

05 Haziran 2011

26 Yıl Sonra Gelen Final : Fenerbahçe-Galatasaray
















    Son olarak 84-85 yılında final oynadı 2 takım Erkek Basketbol'da, düşünün o zamanlar Orduspor 1. Lig'de idi. 1-1 giden seride son maçı 74-68 kazanan Galatasaray 2. Şampiyonluğunu elde ederken, Fenerbahçe henüz bu mutluluğu tadamamıştı. Sonrasında 85-86 ve 89-90 sezonlarında 2 şampiyonluk zaferi daha yaşarken Galatasaray bugüne geldiğimize 21 yıllık bir kupa hasretinin varlığını da görmüş oluyoruz.

Yeni bir antrenör, yeni kurulmuş bir takım için ilk senede finali yaşamak hedefleri gerçekleştirme anlamında yeterlidir elbette. İşin ucunda kupaya uzanmanın keyfini kimse inkar edemez ama eksikleri olsa da daha oturmuş takım olan Fenerbahçe'nin favori oluşu gerçeğini de belirtmek gerek.

Dün akşam oynanan serinin ilk maçını alarak 1-0 öne geçmesi de normal olarak karşılanmalı Fenerbahçe'nin. Asıl kritik olan 2. maç, serinin düğümü orada çözülecek. 2-0'a gelir ise iş formaliteye dönebilir ama 1-1'e gelir ise çok daha zevkli bir seriye yelken açmış oluruz.

Pazartesi günü Sinan Erdem'de 2. maç sonunda tekrar değerlendirmemizi yaparız ama Galatasaray kesinlikle ilk maçtaki gibi olmayacak eğer olursa Kupa'yı zaten orada bırakmış olacak.

30 Mayıs 2011

2-1 // Final'e Adım Adım

















    Play-off yarı final serisinde Galatasaray, Banvit karşısında durumu 2-1'e getirdi. Çarşamba günü Abdi İpekçi'de alınacak galibiyet 21 yıl sonra oynanacak Final'in habercisi olacak. Müthiş savunma bu akşam gelibiyeti getiren silahdı, maçın kahramanı ise resimde, Schumpert özellikle son periyotta maça damgasını vurdu. Oktay Mahmuti'nin böylesine önemli bir maçta Göksenin ve Sertaç'a 10 dakika şans tanıması ise ayakta alkışlanacak cinsten.

Ünal Aysal'da her fırsatta camianın birlik olması gerektiğine vurgu yaparken bu maçı Adnan Polat ile beraber izlemesi de gayet şık oldu, sonuçta temelleri atan kendisiydi.

Yer: Abdi İpekçi Spor Salonu / İSTANBUL


Galatasaray C.C - Banvit

Tarih: 30.05.2011

Josh Shipp: (25:05, 4 sayı, 3 ribaund, 2 asist, 2 top çalma, 3 top kaybı, 2/5 şut)
Jerry Johnson: (23:54, 16 sayı, 5 ribaund, 3 asist, 2 top çalma, 6 top kaybı, 6/8 şut)
Göksenin Köksal: (10:10, 2 sayı, 2 ribaund, 1 asist, 1/2 şut)
Caner Topaloğlu: (10:21, 7 sayı, 2 ribaund, 2 asist, 3/4 şut)
Preston Shumpert: (31:12, 22 sayı, 8 ribaund, 2 asist, 2 top çalma, 1 top kaybı, 9/17)
Tutku Açık: (18:12, 8 sayı, 1 ribaund, 5 asist, 1 top çalma, 1 top kaybı, 3/5 şut)
Luksa Andric: (20:18, 7 sayı, 3 ribaund, 1 asist, 2 top çalma, 3 top kaybı, 2/5 şut)
Radoslav Rancik: (06:08, 0 sayı, 2 ribaund, 0/2 şut)
Haluk Yıldırım: (08:05, 0 sayı, 4 ribaund, 1 asist, 1 top çalma, 1 top kaybı, 0/1 şut)
Evren Büker: (14:58, 2 sayı, 1 ribaund, 1 top kaybı, 1/3 şut)
Sertaç Şanlı: (09:35, 3 sayı, 1 blok, 1/2 şut)
Ermal Kurtoğlu: (10:17, 2 sayı, 1 top kaybı, 1/1 şut)

1. ÇEYREK: 27 – 15
2. ÇEYREK: 15 – 18 (42 – 33)
3. ÇEYREK: 11 – 14 (53 – 47)
4. ÇEYREK: 20 – 14 (73 – 61)

29 Mayıs 2011

Emanuel Emenike Fenerbahçe'de...





















    2 yıl önce 300 bir Euro'ya alınan herhangi bir oyuncu  aradan geçen kısa zamanda 7 milyon euro'luk bir değere ulaşıyorsa oturup bin incelemek, üzerinde düşünmek gerekir.

Gerekli değerlendirmeyi yapmadan önce şampiyonluk yolunda Karabük-Fenerbahçe maçında forma giymemesi bu transfer ile kim ne derse desin daha manidar bir hal almıştır. Karabükspor yedek kalecisi Bülent Ataman'ın isyanını da düşününce Emenike'nin imzası soru işaretleri barındırmaktadır. Burada çıkıp da "oynayıp kötü performans gösterse daha çok şey yazılıp çizilmez miydi?" şeklinde düşünenler olacaktır ama eğer fairplay'den bahsediyorsanız oynayacağınız rakibin en etkili oyuncusunun kafasına transfer düşüncesini yerleştirmek ne kadar etik peki? Burada kötü kokular olduğu kesin, Emenike sözleşmeye değil kendi adamlığıın derecesinin altına imza atmıştır.

Peki Emenike ne yapar? Daha küçük bir bünyeden gelme, kontratağa dayalı bir oyun anlayışında başarılı olma gibi durumlara bakarak çekimser olanlar olacaktır ama ben dikkatlice izledim Emenike kapalı savumaya karşı bile oynasa rahatlıkla iş yapacaktır. Karşı karşıya pozisyonlarda %100'e varan isabet yüzdesi, rakip savunmayı yıpratışıyla bile çok avantaj sağlayacaktır Fenerbahçe'ye. O nedenle çok da bekleyelim görelim havasında değilim ben.

Niang'da Emenike'de rakip savunmayı yıpratıcı özellikte olduğu için her ikisin de birden sahada olduğu maçları özellikle Saraçoğlu'ndan görebiliriz. Şampiyonlar Ligi deplasman maçlarında çok efektif performanslar sergileyebilir pekala. Niang forvet, Emenike kanat olarka görev yapabilir mi aynı anda işte orası biraz muğlak. Olaiblir ama bir maçın belli anlarında olaiblir gibi geliyor bana, sürekli bu tür bir diziliş hakkında yorum yapmak için görmek gerek.

İşin diğer boyutu ise yukarıda bahsettiğim Fair Play ayrıntısı. Resmen Trabzonspor'un şampiyonluğuna mal olan bir sürecin parçasının sembolü olan bu transferin normal şartlarda faydalı olacağı kesinken mevcut konjonktür içerisinde ne kadar Hayırlı olacağı ise beklenip görülme derecesinde.

26 Yıl Sonra Orduspor

Tam 26 yıl geçmiş aradan Orduspor o zamanki adı ile 1. Lig'e veda edeli. Çeyrek asır geçtikten sonra ele geçen bu fırsat altın tepside sunulan ikram gibiydi. Önce Rizespor'u neredeyse tek maçta eledikten sonra sezonun flaş takımı Gaziantep Belediyespor karşısına hasreti sonlandırmak için çıktı Karadeniz Ekibi.

2 farklı profil durunca karşıda karar vermekte de zorlanıyorsunuz, kalbiniz de 2 parçaya bölünüveriyor. Bir tarafta genç oyucular ile kendi kendine var olan bir takım diğer tarafta bir şehrin özlemi ile buram buram yanan şirin bir Karadeniz Kenti'nin temsilcileri. Bir tarafta şehrin ana kahramanının gölgesinde kalacak destek bulma açısından sınırlı potansiyele sahip bir takım bir tarafta bir kenti arkasına alacak olan.

Süper Lig açısından bakınca da Orduspor'un gelişinin daha fazla renk katacağı gerçeği de aşikardı.

Gaziantep Büyükşehir Belediyespor'un yerden ayağa oynama çabası, Kenan'ın zaman zaman tembelliği ile göze çarpsa da takımı organize temeye çalışması topu ayağına alan her oyuncunun belirli bir matalite içerisinde davranmaya çalışması gerçekten alkışı hakediyor. Orduspor bu kadar olmasa da yine pasa ve daha çok da prese dayalı bir oyun anlayışını sahaya yansıtmaya çalıştı 90 dakika boyunca. İlk yarıda daha net pozisyonlar varken dakikalar ilerledikçe tedbirli olma anlayışı pozisyon sayısını azalttı ama tempo hep canlı kaldı.

Umarım penaltılara kalmaz diye düşünürken (penaltılar sonrasında kaybeden takımın acısı katlanıyor çünkü) 88'de Galatasaray Altyapısı çıkışlı İrfan'ın güzel pasında Ahmet Kuru'nun kalecinin yanından yopu içeri yuvarlayışı galibiyeti müjdeliyordu adeta. Sonrasında oynanan 5 dakika yeterli olmadı skoru çevirme adına.

Metin Diyadin gittiği takımlarda iyi işler başarıyor. Umarım takımın başında kalır ve Süper Lig'de devam eder. Gaziantep B.B. bu sezon oynadığı futbolla gönülleri fethetti, galiptir bu yolda mağlup deyip onlara da selamı çakalım.

Orduspor'un ve öncesinde Samsunspor'un gelişi ile beraber Karadeniz Bölgesinden 4 takım izleyeceğiz artık. Bir bakmak lazım maksimum kaç takım yer almış acaba?

Orduspor'a ve Ordu severlere hayırlı olsun...

Kurumsal Yapıya Doğru










   Perşembe günü yapılan yönetim kurulu toplantısına eksiksiz 18 kişi katıldı. Bu toplatıda neler konuşulduğunu başkan Ünal Aysal net olarak açıkladı:

Bugünkü toplantıda arkadaşlarımızla beraber, yönetim tarzımızı, ana prensiplerimizi ve kendi aramızdaki iş bölümünü tartıştık. Kurumsal yapımızın kurulması ve gözden geçirilmesine dönük ön tedbirler nelerdir, bunların kararını alacağız. Tahmin ediyorum ki, ilk toplantı için bunlar önemli adımlar."

Bu toplantının ardından ortaya çıkan manzara ise oldukça umut verici. Aşağıda detaylı liste yer almakta. Thomas Kurt Kurumsal Yapı içerisinde, Lütfü Arıboğan Dış İlikiler'de ki kendisinin de bünyeye katılmış olduğunu görüyruz, Estaba ise Pazarlama -Sponsorluk ve Projeler'den sorumlu ekipler içerisinde yer alacaklar. Ali Dürüst isminin sadece Futbol İcra içerisinde geçiyor olması ilginç. Vatan Gazetesi'nde çıkan bir haberden alınan bu listenin son halini resmi site yayınlar ise ya da KAP'a bildirim yapılır ise kotrol eder gerekli düzeltmeler ile tekrar yayınlarım.

Burada Ünal Aysal'ın Kurumsal Yapı, Futbol İcra, Pazarlama-Sponsorluk ve Projeler, Federasyon Ankara, Dış İlişkiler ve Mali İşler yapılarının içerisinde oluşu bir işletmenin ya da kulübün hayati fonksiyonlarının yapılanması ve yönlendirmesinin öneminin çok net görüldüğünü anlatıyor bana. Başkan sana güvenim tam, Allah yardımcın olsun.

Kurumsal Yapı: Ünal Aysal, Sinan Kalpakçıoğlu, Aka Gündüz Özdemir, Adnan Nas, Lütfi Arıboğan, Thomas Kurt, Amatör İcra: Celal Gürcan, Vedat İrdel (Su Sporları ve Kürek), Ahmet Ocaklı (Tesisler), Hakan Üstünberk (Basketbol), Semih Haznedaroğlu (Voleybol), Necati Demirkol (Binicilik), Futbol İcra: Ünal Aysal, Ali Dürüst, Ali Gürsoy, Abdürrahim Albayrak, Bülent Tulun, Faruk Süren, Dış İlişkiler: Ünal Aysal, Lütfi Arıboğan, Faruk Süren, Adnan Öztürk, Ebru Köksal, Mâli işler: Ünal Aysal, Adnan Nas, Refik Arkan, Mete Başol, Mete Türkoğlu, Erol Aksoy, Sinan Kalkapçıoğlu, İletişim ve TV: Sedat Doğan, Atilla Aksoy, Nur Karagülle, Stat: Adnan Öztürk, Ali Gürsoy, Abdürrahim Albayrak, Divan ve Genel Kurul: Semih Haznedaroğlu, Celal Gürcan, Ahmet Ocaklı, Aka Gündüz Özdemir, Adnan Öztürk, Federasyon Ankara: Ünal Aysal, Lütfi Arıboğan, Adnan Nas, Abdürrahim Albayrak, Gayrimenkuller İcra: Ünal Aysal, Refik Arkan, Emir Sarıgül, Adnan Öztürk, Adnan Nas, Ümit Özdemir, Alp Yalman, Pazarlama Sponsorluk ve Projeler: Ünal Aysal, Adnan Öztürk, Estebe, Emir Sarıgül, Vedat İrdelp, Elif Tuba Avşar. (Gruplandırma ve isim tablosu, Vatan Gazetesi’ndeki haberden alınmıştır)

4. Kez Barça // Barcelona 3:1 Manchester United














  1992'de başlayan Şampiyonluk hikayesi bu akşam ile 4. kupasına kavuşmuş oldu. Bu arenada biraz geriden gelen Barça, son 20 yılda da bu kupayı en fazla kazanan ekip oldu, hemen ardından 3 kupa ile Milan geliyor. Toplam Kupa rekoru 9 kez ile Real Madrid'de, Milan 7, Liverpool 5 kez kazanırken, Ajax ve Bayern ile beraber 4 kez kazanma şerefini Barcelona paylaşıyor.

Bu akşama gelirsek, daha zorlu bir final bekliyordum, tek taraflı luşu hayal kırıklığına uğrattı beni. Barcelona'nın futbolunun diğerlerinin çok ötesinde olduğu gerçeği ile yeniden yüzleşmemizi sağlayan maçlardan biri oldu sadece. Geçen yıl Mourinho mucizeyi gerçekleştirip yarı finalde elemese Katalanlar'ı, 3 kez üst üste alma gibi müthiş bir rekorun altına imzasını atacaktı Guardiola teknik adamlık kariyerinin 3. yılında. Şimdi iç çekiyor mudur, elbette. Hayatın yarın neler getireceği bilinmez, o nedenle en iyi iş şu an yapılandır. Bu akşam 3'lemeyi gerçekleştirmiş olsa idi tarih çok farklı bir yer ayıracaktı Pep için.

Manchester'ın 2 yıl önce oynanan finalden dersler çıkaracağı, Barcelona'nın son zamanlarda düşen ivmesi, Manchester'ın fizik olarak fazlası ile diri oluşuydu bu maça dair zorluk imajını oluşturan etmenlerdi ama Barcelona oyununu o kadar içselleştirmiş ki belirli bir süre sonra kontrolü ele almamaları neredeyse imkansız gibi. Manu çok iyi başladı maça, önde bastı ve topu önde tuttu, iyi dolaştırdılar ama 10. dakikadan itibaren geride kalan süre içerisinde yaptıklarını birden unutmuş gibi oynamaya başladılar.

Bunun sebebi Barcelona mı Manchester mı yani Barcelona'mı oyuna ağırlığını koydu yoksa Manu'mu geri çekildi sorusunun cevabı herhalde Barcelona böyle futbol oynadıkça her maçta sorulacak. Yine de Barcelona'nın şu an yeryüzünde topu kontrolü altına aldığında yenilmesi en zor takım olduğu gerçeğini değiştirmeyecek bu yazdılarımız.

Messi'nin 1 gol daha atıp 13 goller en çok gol atan rekorunu kırmasını isterdim ama olmadı, 3-1 olduktan sonra o da rölantiye aldı oyunu. Bousquets'in hakkını zaten Fatih Terim ve İlker Yasin fazlası ile verdiler.

Son söz, böyle bir maçı İlker Yasin'in anlatıyor olması maça 1-0 yenik başlama psikolojisi gibi bir şey ve işin kötüsü o 1 gol hiç çıkmıyor.

27 Mayıs 2011

Gecikmiş Gündem-Başkan Ünal Aysal















   Bu satırlarda Adnan Polat'ı yaklaşık 3 yıldır eleştiriyorduk, gerek yönetim tarzı gerek futbola müdahil olma anlamındaki tutkusu gerekse de git gide yitirdiği samimiyeti nedeniyle Galatasaray için aydınluk bir geleceğin Adnan Polat ile neden kesişemeyeceğini ya da kesişmemesi gerektiğini detayları ile anlattık tekrardan aynı cümlelerin üzerinden geçmenin alemi yok.

27 Mart tarihi bu açıdan Galatasaray Tarihi'nin dönüm noktalarından biridir.1900 kişini katıldığı Mali Kongre'nin bu ortamını dahi okuyamayıp 1 hafta sonraya karar bildirmek için toplantı zamanı verme gibi basit hesapların peşinde koşan bir başkanın Galatasaray ile kesişen yollarının önüne artık aşılmaz setlerin çekildiği o gün 106 yıllık tarihe KURTULUŞ ZAFERİ olarak nakşedilmelidir.

Kongre sürecinin ardından yaşanan mahkeme olaylarının ardındaki gölge ismin Adnan Polat olduğunu söylemek kahinlik olmayacak sanırım. Sayım sırasında Türker Aslan'ın daha efektif yollar seçebileceği gerçeğini göz ardı etmiyorum ama mahkeme süreci tek kelime ile basitlikten öte bir şey değildi. Neyse ki kaos daha fazla büyümeden kapandı ve gitti.

Gündeme gelen başkan adaylarının içerisinde şüphesiz koltuğa en yakın olanı Ünal Aysal'dı. Mehmet Helvacı'nın imajı zaten seçilmesine ne büyük engeldi. Kendisinin haklı olduğu çok taraf olsa da başkana sırtını dönmesi kolay kolay unutulmayacaktı. Turgay Kıran kadrolu başkan adayı kıvamında zaten, son bir kaç seçimde adını görüyoruz ama oyları görülemeyecek kadar azdı.

Ünal Aysal son 6-7 yıllık zaman diliminde adı sürekli kriz zamanlarında Galatasaray ile anıldı. Duayenlerin toplantılarında adı geçti, geleceğin başkanı olarak yazıldı çizili fakat ne tanıyan vardı ne de bilen. Çoğunluk için soru işaretiydi.

Polat üzerinden eleştiri yaparken geçmişine saygı duymakla birlikte elde ettiği başarıların Galatasaray'ı yönetmek için yeterli olup olmadığıı sorguladım. Yani nedir bir insanı o kultupa oturtacak referans? Futbolu iyi bilmesi mi, başarılı iş adamı olması mı yoksa servetinin fazlalığı mı? Her zaman olaylara daha sorgulayıcı bakan, elini eteğini branşlardan çekerek üstten yönetme modelini benimseyen, analizci bir başkan için yanıp tutuştuğumu belirttim.

Ünal Aysal'ı daha ilk geniş çaplı konuşmasından beri harfi harfine takip ediyorum. İlk başlardaki yaklaşımı yani mahkeme süreci netlik kazanmamışken verdiği beyanatlar biraz garipsenmişti. Gerekirse çekilirim tarzındaki ifadelerin altında yatan mana pek anlaşılmamıştı. Alışılmışın dışındaki tarzı ilk başta algılanmakta zorlanıldı. Öncelikli amacı büyük çoğunluğun oyunu, onayını alarak gelmekti, çünkü camianın inancını ve desteğini arkasında hissetmek istiyordu. Bunları yapmak için de eski yönetimlerin artık devrede olmaması gerekiyordu elbette.

Benim bir takıntım var daha doğrusu bir yargım var o da şu: Polat, Demirören gibi hazıra konmuşlar yani aileden gelen belirli bir servetin, düzenin parçası olanlardan ziyade yapıyı kendisi oluşturmuş, başarının ana mimarlarından olabilmiş gerçek kahramanları daha potansiyelli ve kulüp yönetmeye layık bulurum.

Bu açıdan daha CV'sine bakınca Galatasaray Lisesi gibi en iyi okullardan birinden mezun olduktan sonra, İstabul Üniversitesi'nde okurken 2. sınıfta 300 kişilik sınıflarda eğitim olmayacağını görüp İsviçre'ye gitme kararını alan ardından 1974 yılında Demir-Çelik ticareti ile başladığı işi hayatında 25'e yakın şirkete sahip olacak kadar kendini geliştirebilen bir profilin altının çok dolu olması gerekiyordu.

Televizyonda izlediğimiz zaman ifadeleri, sorulara verdiği cevaplar, analizci-sorgulayıcı bakış açısı, Kurumsal Yapı'ya olan sıkı bağlılığı ve problemlere profesyonel yaklaşımı artık resmi bütünleyen parçaların taa kendileriydi. Galatasaray'da yıllardır hayalini kurduğumuz güzel günlerin başlangıcı bir gün gelecek ise Ünal Aysal'ın bunun tetikleyicisi olma ihtimali çok ama çok fazlaydı.

Şu an gelinen tabloya bakın. Caminanın üzerinde 2 ay önce ile kıyaslanamayacak kadr pozitif yüklü bulutların gezindiğini görmek hiç de hayalcilik değil. Ünal Aysal öncelikli olarak Galatasary Başkanlık Makamı'nın kaybettiği saygı , sevgi, inandırıcılık ve samimiyet gibi olguların temsilcisi olacağının mesajını verdi ki bunlar uzun zamandır hasret olduğumuz güzelliklerdi.

Ben geleceğe dair umutlu bakışlar göndermeye devam ediyorum. Adnan Polat'dan ötürü "aman yavaş" demek de bir tarzdır ama ben hayat tecrübemin bana öğrettiklerine istinaden Ünal Aysal'ın çok iyi işler çıkacağını düşünüyorum. Bu noktaya gelmiş bir iş adamı bu kadar gözde olacağı bir makama hesap kitap yapmadan gelmez ve elinin taşın altına koyduğu zaman da tek seçeneğinin başarı olduğunu bilir. İlk başkanlık konuşmasında da bunun mesajını vermişti ve yakın bir zamanda acaba tüm camia hep beraber o sihirli kelimeleri haykırmaya başlar mı, ne dersiniz?

 "BAŞARI, BAŞARI, BAŞARI..." 

22 Mayıs 2011

Amores Perros- Çoğul Hayatlar



















  Kaç yıl önce izlediğimi net olarak hatırlamıyorum ama en az 4 yılı var, futbol konusunda hafızama olan güvenim ne yazık ki sinema konusunda geçerli değil. Unutuyorum bazen filmlerin en can alıcı noktlarını, Memento'da olduğu gibi notlar alıp zaman zama üzerinden geçmem gerektiğini de düşünüyorum çoğunlukla.

Yine hafızadan tadı silinmeyen ama belirgin izlere ulaşılamakta zorluk çekilen filmlerden biriydi Amores Perros ya da Türkçesi ile Paramparça Aşklar ve Köpekler. İsmine uygun aşkın ve hayatın köpekler ile ilintilendiği bir film. Bazen durağan ama bu taraz hayatın kendisini analtan filmler daha çok cezbediyor beni.

Farklı hayatlar 3 ana hikaye ile kurgulanıyor filmde. Hayatta aldığımız kararlar, yapıp ettiklerimizin sonuçları ve başka yaşamlar üzerindeki etkisini sorgularız bazen, işte bunların kırıntılarını bu filmde buluyoruz. Octavia'nın amaçsız hayatındaki en büyük tutkusu olan yengesine duyduğu yasak aşk ve bu aşkın sonucunu getirmek içi köpeğindne medet umuşu,  Daniel'in daha mutlu bir hayata yelken açmak için geride bıraktığı eşi ve çocuklarından sonra çekici, başarılı manken Valeria ile arapsaçına dönen ilişkileri, Valeria'nın kaybetikleri ve yine Ritcie'nin bu ilişkide en kritik noktlarda insanların yaşama tutunmasında üstlendiği kilit rol, idealleri uğruna ailesini ardında bırakan Devrimci El Chiavo'nun köpeklerle iç içe geçen yaşamı ve Komünizm sevdasındaki kişinin Kapitalizmin neferlerini hayatına devam etme adına para için öldürüşü ironisi filmin içindeki ana temalar.

3 hikayenin ortak noktası da filmin içerisinde güzel bir sözle ifade ediliyor: Por que tambien somos lo que hemos perdido. Çünkü bizler aslında kaybettiğim şeyleriz.Tutkuların, ideallerin uzağında kalan yaşamların içerisinde belki de Chavio'nun umut veren adımları biraz güldürüyor yüzleri ama en büyük aşkı kızına sadece bir mesaj kadar yakın olabiliyor haaa bir de uzaktan seyredişler.


Seversiniz sevmezsiniz, durağan gelir tadında bulursunuz ama Meksikalı Yönetmen Alejandro Gonzalez Inaritu'dan gerçekten etkileyici bir film, kendisini beğeniyor ve takip ediyoruz. 

19 Mayıs 2011

El Turco #2


Nuri Şahin'den sonra Milli Takımımız'ın bir diğer oyuncusu daha Real Madrid forması giyecek önümüzeki sezon. 4yıllı sözleşmeye imazayı konduran Hamit'i, Marca Nuri Şahin'den sonra Madrid forması giyecek "Diğer Türk" olarak yazmış, Mesut'u Almanlar'ın arasına yazmışlar anlaşılan. Siteden de bir klip vermişler, bunlar Türkiye'yi nerede zannediyorlar bilmiyorum ama "orient" bir hava verdikleri kesin seçilen arka fon müziği ile, pek hoşuma gittiğini söyleyemem doğrusu bu seçimin.

Hamit, Bayern Münih'de düzenli olarak forma giymese de oynadığı zamanlarda her zaman katkı yapmayı bildi, özellikle geçen sezon Ribery'nin sakatlandığı dönemde katkısı tartışılmazdı. Schalke, sonrasında Bayern ve Real Madrid, çok güzel bir yol. Yine bu yolun bir Türk futbolcusuna ait oluşu ister istemez gururumuzu okşuyor.

Mourinho'nun gelecek yıla dair 2 transferinden Nuri için orta sahada top kullanma becerisini arttırma düşüncesinin yanısması demiştik, peki Hamit için tasarlanan ne olabilir? Hamit'in çok yönlü oluşundan hareket etmek gerek öncelikle. Kanatlarda oynama özelliği ilk akla gelen nokta ama Di Maria ve Ronaldo ile o bölgelerin kapatıldığını görüyoruz. Özellikle sağ tarafın yedeklenmesinde kullanılabilir, bunun dışında orta sahada kullanılması daha muhtemel geliyor bana. Alonso, Nuri ve Hamit'den 3'lü bir orta saha kurulabilir mi sorusu ister istemez akla geliyor. Sol iç Nuri, sağ iç Hamit ve ortada Alonso. Nuri'nin sol içtek oynama durumu hafif soru işareti gibi olsa da bu 3'lüyi önümüzdeki sene sahada görebiliz. Daha sağlam bir kadro değerlendirmesi için orta sahaya yapılacak dier transferleri de görmek gerek.

Tekrar hayırlı olsun Hamit Altıntop ve Türk Futbolu'na bu transfer. Her ne kadar Almanya'da alt yapısını almış olsada Türk futbolcular için gelecek hedeflerini yüksek tutma anlamında çok önemli hamleler bunlar. Bunlara ek olarak bir de Gökhan Gönül'ün yapacağı bir transfer geleceğe bakışı ve bazı önyargıları çok farklı şekilde değiştirebilir.

Johan Elmander Galatasaray'da






















Ünal Aysal, NTVSPOR'da az önce açıkladı yarın da resmi açıklama yapılacak. Sanırım ilk olarak 3 yıl önce Galatasaray'ın gündemine gelmişti, kısmet bugüneymiş ama...

Ne kadar tatmin edici orası tartışılır, soru işaretlerim var. Toulouse'da çok verimli olurken Bolton'da Fransa yıllarının gerisinde kaldı, fakat her iki ülkede oynarken de ortak özelliği toplamda 30 maçın üstünde forma giyiyor olması. Teknik ve assit özelliği olan, fiziğine göre hızlı bir isim. Cenk Tosun'a benziyor stili ama daha hızlı, aklıma Cenk'in yaptığı katkı ve etki gelince umutla da bakılası bu hamle kıvamına geliyor ama yine de bekleyip görme yanlısıyım, zaman içerisinde sağlıklı değerlendirmeler ile bu satırlarda beraber oluruz zaten.

Nuri Şahin & Real Madrid Buluşması

2 hafta önceki “Yenilsen de Yensen de” programında tartışma hafiften bu mevzuya dayanmıştı ama derinlemesine inememiştir. Porto’nun oyncu tarama ssitemi ve bu oyuncuları pazarlama becerisi üzerine “Türkiye’deki oyunculara Avrupa’daki bakış farklı yorumları gelmişti”. Çok da aynı düzlemde olmasa da Türk oyuncu eksenindne hareketle bu tür bir transfer hareketinin gerçekleşmesi gerçekten önemli ama Almanya’da alınmış bir futbol eğitiminin altını kalın çizgilerle çizerek elbette.

Mesut’un da yine Türk kökenli bir futbolu olarak Real Madrid forması giymesi bir çoklarımı heyecanlandırsa da kendisini Alman gibi hissedişi ve normal olarak Alman Milli Takımı’nı tercih etmesi bu çoşkunun şiddetini azaltıyordu. Nuri’nin transferi sonrası artık Real Madrid maçları daha farklı bir boyut kazandı.Dünya’nın en büyük kulüpelrinden birinde hatta ilk 3^te yer alanında forma giyen ilk Türk kökenli & Türk Milli Takım oyuncusu oluşu gerçekten gurur duyulacak bir olay.

17 yaşında U-17 Milli Takımı Kaptanı olarak Şili’deki turnuvada gözlerimizin pasını silmişti. Hemen ardından Fatih Terim’in itinayla üzerinde duruşu ve hoş bir tesadüfle ilk A Milli Takım golünü Almanya’ya karşı atışı iyice benimsetmişti onu bizlere. Açıkçası sonrasındaki dönem benim kurguladığımdan daha yavaş ilerledi.” 2007-2008 sezonunde Feyenord’a kiralık olarka gönderilişi b. Dortmund’da oynamasını beklerken beni hayal kırıklığına uğratmıştı. O kiralık dönem sonrasında yavaş yavaş yükselen grafiği ve bugün geldiği nokta tüm övgüleri hakettiriyor.

Peki akıllardaki asıl soruya gelelim şimdi? “Nuri, Real’de oynar mı?”. Geçen sezon da yine böyle erken transferi Di Maria transferi haberleri sızmıştı ve şu an Arjantinli’nin takım için önemi ortada. Yani bir oyuncuyu bu kadar erken transfer ediyorlar Real Madrid ve dolayısı ile Mourinho, kesinlikle belirli planların önemli bir parçası olmasını istemeleridir bunun asıl nedeni.

Real Madrid orta sahasının özellikle Barcelona maçlarıdaki top tutamayan, çaresiz hali belli ki bazı hamleler yapmaya itmiş İspanyolları ya da Portekizli’yi. Xabi Alonso’yu bir tarafa koymak gerek çünkü pas oyununa oldukça yatkın bir isim ama Khedira ya da Lass’ın oyunun 2 yönünü oynama, pas oyununda etkin olabilme anlamında eksikleri olduğu ortada. Alonso’da dahil olmak üzere bu 3’lünün skora katkılarınında Real Madrid orta sahasının olması gereken seviyenin altında olduğunu da belirtmek gerek. Bu koşullar altında Khedira’nın yerine ve Alonso’nun yanına yapılan bu hamle ile, topa daha çok hakim olma ve skora daha fazla katkı yapabilen bir orta saha kurgusu oluşturma mantalitesi var ki bence de gayet mantıklı. Bu noktada Nuri’nin şans bulacağını düşünüyorum sadece tek bir soru işaretim var, defansif sertlik anlamında hangi noktada olacağı ama onun da Mourinho ile beraber alt edilmesi olası.

Özetle, Real için belirli bir plan dahilinde yapılmış bu trasnfer sonrası umarız Nuri’yi O beyaz forma altında çokça izleme fırsatı bulabiliriz.

12 Mayıs 2011

El Campeon!








Levante deplasmanında alınan 1-1 beraberlik sonrası ligin bitimine 2 hafta kala malum olanı ilan etti Barcelona. Guardiola üst üste 3. kez Şampiyonluğu elde ederek yoluna emin adımlarla devam ediyor. Maç sonrası verdiği demeçler içerisinde en önemli olanı ise " Bazı pozsiyonlarda eksikliklerimiz var ve transfer yapacağız" demesiydi. Forvet, sol bek mevkileri için transfer neredeyse garanti gibi. Fabregas'ın orta sahaya gelme ihitmali var, Lanus'un kalecisi ile de ilgileniliyor, bu yaz hareketli geçeceğe benziyor.


Bu arada Barcelona resmi sitesinde bir yazı var, burada Robson,Van Gaal, Ferrer, Rexach, Rijkaard geçişinden ve tabiki Guardiola dönemindne bahsederken en önemli rolü Rijkaard'ın oynadığından dem vuruluyor. 2 lig ve Avrupa Şampiyonluğu sonucunda eski güzel günlere dönüşün başladığıdan ve Guardiola'nın Rijkaard'dan aldığı projeyi daha mükemmel hale getirdiğinden bahsediliyor. Surinamlı tohumu, mayası ya da her neyse bu topraklarda, sularda tutmadı ama hala uzaklarda ondan saygı ile bahsedenler, hakkını teslim edenler var.


Bu arada konudan sağmayalım, Felicitaciones Barça!

11 Mayıs 2011

Kupa Beyi Beşiktaş

Beşiktaş için tüm sezonun özeti niteliğindeki bu maç geleceğe bakışdan tutun, bazı isimlerin karederine, taraftar psikolojisinden yöneticilerin transfer alışkanlıklarına bir çok şeyi etkileyecek kilidin taa kendisiydi. Beklediğimden daha tutuk bir Beşiktaş daha hareketli ve aktif bir İBB takımı buldum. Ali Güzeldal'ın eksikliği orta sahada organize olma anlamında sıkıntı yaratsa da İBB'de Holmen'in gerçekten takdirlik futbolu, İbrahim Akın'ın ileride top tutan anlayışı ve İskender'in zaman zaman hareketliliği  Abdullah Avcı'nın ekibini ayakta tutan temel etkenlerdi. Defanstaki 2 ağır isme rağmen maçn büyük bölümünde bireysel hatalar dışında organize pozisyon vermemeleri de dikkat çekiciydi. Tum maç boyunca etkisizdi ve yerine giren Gökhan'uın getirdiği hareketlik sonrası golün gelişi de tesadüf değildi.

Beşiktaş'ı daha aktif bir oyun anlayışı ile görmeyi umut ediyordum. Oyunu rakip sahaya neredeyse 90 dakikada sadece İbrahim Akın'ın bence yanlış şekilde dışarı alınıp Belediye'nin ileride top tutma sıkıntısı baş göstermeye başlayınca yıkmayı başarabildiler. Net pozisyonları bulmuş olsalar da günün en dikkat çekici ve başarılı isimlerinden belki de başında gelen Hasagiç set çekiverdi kaleye ve net pozisyonlarda geçit vermemeyi başardı. Fernandez ve Sivok günün en iyi 2 ismiydi Siyah-Beyazlı ekipte. Elbette kişisel yetenekleriyle ön plana çıka Queresma'yı da eklemek gerek aralarına ama bireyselliğin dozajının kaçışının zaman zaman sinirleri gerdiğini de belirtmek gerek. Rüştü'nün de gayet başarılı oldğu gerçeğini de atlamayalım.

Beşiktaş kötü geçen sezonu iyi bitirerek gelecek sezona umutla bakmak için elle tutulur bir nedene sahip şimdi. Muhtemelen bu kupa ile gelen motivasyon yıldız transferleri ile pekişecek. Burada Fernandes'in gidecek olması bir dezavantaj olacak çünkü gerçekten yetenekli ve oyunu 2 yönlü oynayan bir isim olması itibariyle değerli bir oyuncu belki çok fazla oynamadığı için dikkat çekmedi ama bu akşam çok iyiydi attığı penaltı da çok klastı.

Benim öngörüm bu başarının elbette motivasyonu arttıracağı yönünde ama Beşiktaş'lı yöneticilerin yanlış karar verme potansiyellerinin fazla oluşu ve yıldız takıntıları nedeniyle 2-3 takviye ile şampiyon olacağına inanışan bu takımın gelecek sezon o hedeflenen çizgide olmayacağını düşünüyorum. Yani daha sağlam rütuşların yapılması lazım. Gelecek olan isimlere bakarak elbette değerlendirmeleri yaparız ama şu anlık düşüncelerim bu şekilde.

Maçın kader anı Metin'in penaltısında Rüştü'nün yerdeki hareketiydi bence. Direkten dönen top sırtı yere dik duran Rüştü'nün muhtemelen yere indikten sonra bele çarpışı ile birlikte kaleye gidebilirdi. Gayri ihtiyari olsa da yerde toparlanmaya çalışarak belini yere paralel konuma getirdikten sonra topun ileriye doğru yönlenmesini sağlayacak bu şekilde maçın dönümünü farkında olmadan sağlamış oldu tecrübeli eldiven.

Bu sonucun Tayfur Havutçu'nun kaderine nasıl etki edecek, en merak ettiğim nokta da burası? Beklemedeyim...

Beşiktaş 6: 5 İ.B.B

Stat: Kadir Has
Hakemler: Yunus Yıldırım xx, Baki Tuncay Akkın xx, Volkan Narinç xx
Beşiktaş: Rüştü xx, Ekrem x, Sivok xx, Aurelio x, İsmail x, Fernandes xxx, Necip xxx, Quaresma xx, Guti x (Dk. 106 Hilbert), Simao x, Bobo x (Dk. 56 Almeida xx)
İstanbul Büyükşehir Belediyespor: Hasagiç xx, Rızvan xx, Can xx, Metin xx, Ekrem xx, Cihan xx, Mahmut xx, Holmen xxx, İskender xx (Dk. 105 Tevfik x), Tum x (Dk. 56 Gökhan Ünal xx), İbrahim xxx (Dk. 83 Gökhan Süzen x)
Goller: Dk. 33 Quaresma, Dk. 78 Sivok (Beşiktaş), Dk. 53 İbrahim (penaltıdan), Dk. 68 Gökhan Ünal (İstanbul Büyükşehir Belediyespor)
Sarı kartlar: Dk. 13 Ekrem, Dk. 75 Quaresma (Beşiktaş), Dk. 45 Metin, Dk. 62 Mahmut, Dk. 120 Holmen (İstanbul Büyükşehir Belediyespor)

10 Mayıs 2011

Şampiyon Panathinaikos















Hani Vizontele'de televizyonu gören köyün delisi "Şerefsizim benim aklıma gelmişti" tepkisi veriyordu ya, Barcelona serisinin kaybettikleri ilk maçınd bile Obradovic'in yönetimini gördükten sonra "Bu Pana'nın bileği zor bükülür" demiştim. İlk maçı da son saniyede kaybedip geriye düşmelerine rağmen bir koçun takımı nasıl yönlendirdiğinin en güzel örneklerini sergileyen bu takımın yolunun uzun olduğu ortadaydı.

Final Four eşleşmelerine bakınca Final'in adının Pana-Maccabi olacağını söylemek kainlik değildi zaten. Hatta açıkçası bu aşamadan sonra Yeşiller'in kupayı vereceklerini de zannetmiyordum.

Daha ilk çeyrekte kontrolü eline alan taraf Pana idi 22-15 biten bu çeyreğin ardından, 2. çeyrekte Maccabi'nin 4 sayılık üstünlüğü ile devre kafa kafaya bitti. 3. çeyrek ile birlikte açılan fark artık zamanın tükenip kupanın Yunanlılar'ın elleriyle buluşmasının beklediği anların sahnelenmesinin temel nedeniydi.
Maç boyunca Sarılılar'ın 2 sayı isabetinde %39 ile oynarken Pana'nın %62'lerde oluşu zaten farkı izah eden en temel gösterge yanında bir de 9 adetlik defansif rebound farkını eldedik mi (Schortsanitis'in erken faul problemine gidişi de bunun en önemli sebebiydi) çok da bir şey yazmaya gerek kalmıyor.

Panathinaikos bu sonuçla 6. şampiyonluğunu kazanmış oldu, koç Obradoviç ise toplamda 8. Pana ile 5. şampiyonluğu hanesine yazarak bu alandaki rekorun sahibi olmuş oldu. En çok kazanan takım sıralamasının tepesinde ise Real Madrid olduğunu hatırlatalım.

MVP'yi maçı izlemeyenler de tahmin etmiştir: Dimitris Diamantidis. Barça serisini takımına getiren isim, Euroleague tarihinde Final Four'da 2. kez MVP seçilen 3. isim olarak da adını yazdırmış olde gelecek nesillerin ezberleyeceği satırların arasına.

Maçın ilginç görüntülerinden biri de Rusya Milli Takımı sonrası Efes Pilsen'e büyük umutlarla getirilen ama hayal kırıklığı yaşanan, yaşatan,yaşayan David Blatt'ın bench'de oluşuydu.

06 Mayıs 2011

Braga - Porto Dublin'e













Genç teknik adamlar Dublin yolunu takımlarına aralayıverdiler. Porto kadrosu itibariyle ciddi potansiyel taşısa da Braga gibi çok daha mütevazi bir kadro Avrupa'da son 3 yıldaki yükselişinin finalini müthiş yaptı. Çok merak ettiğim bir istatistik var: Braga'nın topla oynama yüzdesi. Topa hakim olmaktan ziyade alanlarını korumayı tercih ediyorlar. Bir araştırma yapıp burada gerekli paylaşımı yaparım.

Finaldir, havası farklıdır ama bu akşam eksik Benfica'nın direkten dönen çizgiden çıkan topları olduğunu görmezden gelemeyiz. O nedenle Porto mevcut kadrosu ile kupanın bir tarafından sıkı sıkıya tutunmuştur. Son 4 sezonda iki takım arasında oynaya 10 karşılaşmanın 7'sini Porto kazanırken, 2 kez Braga sahadan galibiyet ile ayrılan takım olmuş.

Çok değil 2 hafta sonra sonucu göreceğiz, Domingos Paciencia'nın çok çalışması gerek ama kupayı alacak olursa elindeki imkanlara göre çok büyük bir iş başarmış olacak.

27 Nisan 2011

Real - Barça İlk 11 & Maç Öncesi


































Kadrolar yukarıda. Sol bek de mecburen Puyol var, Maxwell ve sakat Adriano kadroda yok. Iniesta da ne yazık ki oynamayacak yerinde Keita var. Yedeklere bakınca geriye düşen takıma güç katacak isim yok gibi ama genç oyunculardan birinin kariyerinin dönüm noktası da olabilir kim bilir?

Real Madrid'de Carvallo olmayınca Albiol defansa çekilmiş Pepe yine orta sahada geçen 2 maçtaki gibi. Lass, Khedira'nın yerine sahada. Mesut, CR7, Di Maria sahada, yedek kulübesi de ziyadesi ile zengin. Kaka, Benzema, Higuain görev bekliyor.

Maç öncesi ibre güçlü bir şekilde Real Madrid tarafında, Barcelona'nın eksikleri başına iş açabilir ayrıca topla kaleye girmeye çalışmaları da. Iniesta oyun planı içerisinde bence çok önemli eksikliği hissedilecektir.Gönlüm Barcelona'dan yana olsa da kadroları, psikolojiyi değerlendirince Mourinho final biletini geçen sene Inter ile yaptığı gibi ilk maçta kapabilir.

26 Nisan 2011

Finale Doğru: Manu vs. ?

Schalke-Manchester United maçının 70. dakikası. 65 dakika 0-0 giden maç 5 dakikada gelen 2 gol ile ilk finalistin adının ilanına dönüştü. Ryan Giggs ve Rooney'nin golleri rövanş maçını formaliteye dönüştürdü. Özellikle 2 golde rakip sahada 2 pas ile gole nasıl gidileceğinin uygulamasını gördük. Bu maç daha fazla gole gebe gibi. Final için tahminim Barça-Manu idi, bir taraf tamam bakalım diğer taraftan kim gelecek?

El Classico'dan Finale?












Marca.com'un anketine 80 bin kişi katılmış sonuçlar ise görüldüğü gibi. 5-0'ın izleri silinmiş, Real Madrid tarafında umut pompalanmış ve %60 gibi bir oranla Beyaz'ların finale çıkacağı öngörüsü hakim. Mourinho'nun dengeleri ne kadar değiştirdiğinin kanıtıdır bu ama ben bu kadar iyimser değilim Başken Ekibi için.

El Classico'lardan Geriye Kalanlar















18 günde 4 El Classico hedefi ile çıkılan yolun tam olarak yarısındayız. Önümüzdeki 8 günlük süreçte belki de en önemli 2 maçlık seri bekliyor bizleri. Geride kalan 2 maçta ilk maçtaki 5-0'lık hezimetin ardından bir beraberlik ve bir galibiyet ile Mourinho'nun karizmayı çok iyi toparladığını söylemek pekala mümkün üstelik 18 yıldır kupayı kazanamayan Real Madrid'e kupayı daha ilk senenizde hem de ezeli rakibinizi yenerek kazandırıyorsanız. Winner olmak kolay değil ve bu ünvan Portekizli'ye fena halde yakışıyor!

İlk maç için gene kanı paralelindeyim, ülkemizde olsa bu mu Dünya Derbisi diye eyrden yere vuracağımız türden bir maç oldu. Pepe'li orta saha tahmin ettiğimiz üzere daha sert, daha fazla alan kapatan bir görünümdeydi. Tahminimizin aksine yaratıcılık konusunda da çok kötü olmadıkları da ortadaydı. İlk yarıda kaleyi yoklayan net pozisyonları da buldular. Barça çok daha rölantiydi ilk yarıda hatta maç boyunca. Bir süredir süre gelen bocalama belirtileri ufaktan kendini göstermeye başlamıştı.

Barcelona karşısında rakip takımların saman alevi gibi süren akınlarını görmemizin en büyük nedeni Katalanlar'ın oyun modelinden kaynaklanıyor. Hem topa sahip olma hem de kaybedilen topu yeniden kontrolü altına alma anlamındaki müthiş tutku rakip takımların başlarının en büyük belası. Dolayısı ile Barcelona'dan arda kalan kısa zamanda çok becerikli ve marifetli olmak zorundasınız.

2. yarıda Barcelona oyunu kontrolü altında tutarken rakibin 10 kişi kalışı ve 1-0 öne geçiş sonrası muhtemelen Madridliler "Yine mi?" sorusunu sormaya başlamışlardı. Barcelona oyunu rölantide görümeyi düşünürken Mourinho'nun cesur hamleleri ve Mesut'un oyuna ağırlığını koyuşu ile oyun içersinde kurulan baskı çok net görülmeye başlandı. Seyirci desteği de arkaya alındıktan sonra hakem'in bence hatalı bir kararı ile verilen penaltı ile skor 1-1'e geldi. Maçın hakkı nedir diye sorulsa sahadaki oyun sonrası herhangi bir tarafın 3 puanına kolayca karar vermek de kolay değildi.

Maç sonrası Mourinho'nun Barça karşısında özellikle 10 kişi kaldıktan sonra sergilenen oyundan dolayı mutlu oluşu ve "10'a 11 şeklinde hazırlanmaya gidiyoruz" şeklindeki mesajları dikkat çekiciydi ve sonraki maçlar için alınan umudun yansımasını çok net hissetmek mümkündü.

Copa Del Rey ise lig maçının tam aksine çok daha heyecan doluydu. Tek maçlık bir sürecin içinde olunması muhtemelen oyun anlayışını etkilene en önemli unsurlardan biriydi. Madrid'in Pepe'li orta saha dizilişi ile ortaya koyduğu sert futbol "iyi niyetli ve temiz çocuklar topluluğu" Barcelona'yı ilk yarı boyunca feci halde bocalattı. Bu süre içerisinde maç 2-0'a çok rahat gelebilirdi. Hakem'in bu süre içerisinde Pepe'yi çok rahat şekilde çift sarı karttan atabileceği gerçeğini de eklemek gerekiyor.

2. yarı ise 5-0'lık maçın kesitlerini gördük. Topa sahip olan, dönen topları alan rakibe neredeyse top göstermeyen Barcelona kontrolü tamamiyle ele geçirdi. Real Madrid'e yapılacak tek şeyi yani tüm boşukları kapatmaya çalışmaktan başka bir şey de kalmıyordu. Bu süre zarfında kale önüne kadar gelen ama kaleye şut çekmeyi akıl edemeyen, neredeyse topla kaleye girmeyi deneyecek kadar tek yönlü oynuyor olmaları da şaşılmayacak gibi değil. Barcelona'nın oyun modeline büyük saygı duyuyorum ama golü hep aynı biçimde aramalarına değil! Oyuna bu kadar hükmedip gol anlamında bu kadar çaresiz kalınması...

Tamam Mourinho boşlukları çok iyi kapattı, takımı iyi motive etti ki şu ana kadar Barcelona karşısında onları zor duruma düşürmüş 2 takımın da yaptıklarını ve sonunda karşı karşıya kaldıkları kaderi düşününce ( Biri 2011'de Valencia, o maçta Barça 1-0 kazandı ama Valencia öne basarak Barça'ya top yaptırmadı ve ciddi pozisyonları harcadı, diğer takım ise Barça'nın çizgi defansı arasına hızlı toplar ile sızmayı çok iyi başaran Lucescu'nun Shaktar'ı...) eldeki alternatifler çok da çeşitli değildi. Bu şartlarda da en makullerinden birini uyguluyordu Real Madrid ama yine de bir fakat'ı var... Barcelona bu maçı pekala alabilirdi.

Eğer elinde benim de haksızlık ettiğim Etoo olmuş olsaydı. Müthiş formsuz olan Villa'nın yerinde hem şut özelliği olan, hem delici hem mücadeleci hem Real'in sertliğine karşılık veren bir futbolcu olmuş olsa Kupa başkent'e değil Barcelona'ya doğru yol alabilirdi.

Hakem ise maçı gerçekten "idare" etti. Hakemlik yaptığım için yüz ifadelerinden neler hissettiğini anlamaya çalıştım, Alonso ve Pepe'ye 2. sarı kartı göstermesi gereken pozisyonlarda yüzünün halini aldığı hal gerçekten doğru bildiğini yapmamak için çırpınan bir insanın haleti ruhiyesini çok iyi anlatıyordu. Şampiyonlar Ligi'nde daha adil bir yönetim ile Real Madrid'in maçı 11 kişi tamamlaması kolay değil.

Guardiola'nın bazı şeylere çözüm bulması gerektiği ortada, "biz oyun yapımızı değiştirmeyeceğiz" dese de farklı senaryolar üzerinde durduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki sene için de özellikle forvet için daha kapsamlı değerlendirmeler de yapacaktır.

Mourinho, bir şekilde Barça'ya "seni durdurabilirim" mesajı verdi ve bu mesajın karşı taraf için ciddiye alınacak çok öenmli yanları olduğu ortada yoksa bedeli Şampiyonlar Ligi'nden elenmeye gidecek kadar ağır olabilir.

20 Nisan 2011

El Classico // Copa Del Rey ( Kral Kupası ) ilk 11!



































                        İlk 11'ler belli oldu, ilk maçta oyuna sonrada giren ve takımın temposunun artmasındaki ana aktörlerden Mesut, Benzema ile yer değiştirmiş. Pepe'nin orta saha  performansı Mourinho'ya umut vermiş olacak ki orta sahayı Khedira-Pepe-Alonso 3'lüsü ile oluşturmuş. Pepe'nin orta saha performansını hafta sonu oynanan maç öncesinde sert, dayanıklı ama organizayon sıkıntısı çekebilecek bir kadro olarak yorumlamıştım. Dayanıklılık konusu tahminimiz ile örtüştü ama organizasyon konusunda da kötü değildi Real Madrid. Bu akşam Mesut'un da oluşu daha tehlikeli yapacaktır Beyazlar'ı.

Barça tarafında ise 2 önemli değişiklik var. Kupa maçlarında kaleyi Pinto teslim aldığı için kadroda, ek olarak Puyol-Mascerano yer değiştirmesi var. Puyol'un olmaması ile muhtemelen Busquets defansa kayacak ve Mascerano önde oynayacak, tam tersi de olabilir ama pek ihtimal vermiyorum. Mascerano'nun orta sahada oluşu bence Barça'nın uyumunu etkileyek, orada Busquets kadar efektif olamadığı ortada. Kalede Pinto'nun oluşu da Barça için dezavantaj olabilir.

Tek maç ve ucunda kupa var. Cumartesi günü Real'e büyük moral verdi, bu akşam kupa tam ortada, her 2 tarafta kazanmaya eşit mesafede bence, gönlümse tabiki Barça'dan yana.

19 Nisan 2011

Bülent Ünder Neyin Peşinde?















Ne kadar da büyütmüşüz gözümüzde seni? Geçen hafta Pino olayı ile gösterdin kapasiteni, vizyonunu daha ötesi yok zaten. Yabancı bir teknik adam senin bu hafta yaptığını yapsa "hadi neyse" diye geçiştireceğim ama Allha aşkına bu Mustafa Sarp'ı hiç mi izlemedin sen? Göremedin mi bu adamın Galatasaray formasını ancak rüyasında görmesi gerektiğini? Dakikan 90'da Barış oyuna neden girer? Neyi değiştirmesini bekliyorsun, varlığı ile son 2 yılda neyi değiştirdi? Yaşamıyor musun bu ülkede, izlemedin mi hiç maçlar?

Galatasaray sevgini bu hafta göstereceksin Bülent Ünder. Hadi bu haftayı alıp işi garantilemek istedin ama unutmaki sen bir emanetçisin. Alacağın galibiyetler ile değil daha değerli işler ile anılmak senin elinde. Eğer Anıl'ı ilk 11'e koymazsan, Berkin o Arena'nın çimlerine basmaz ise, Cumhur yerine Mustafa Sarp'ı Barış'ı tercih edeceksen bu camiaya zerre saygın yok demektir. Senden beklediğimiz fosilleri temizlemen iken her maçta forma verirken onları başka beklenti içerisinde olma lütfen...

Eğer takımı yakından tanıma ihtimali olan Yerli bir isim bile bu oyuncu tercihlerini yapıyorsa Yabancı teknik adamın gelişi en az 2 yılın daha kaybolması demektir.

(Not. Fotoğraf Nazmi Ağabey'in blog'undan)

16 Nisan 2011

El Classico'ya Doğru: Sarı Melekler!























Sarı melekler'e (sahte sarışın olsalar da )gülmek gerçeten yakışıyor ama maç sonunda sadece 1'i gülebilecek...

El Classico ilk 11'ler




































Mourinho ilk maçtaki yumuşak orta sahadan vazgeçip daha sıkı bir yapı kurmak istemiş ama burada Pepe'nin tercih edilme nedeni nedir bilmiyorum. Lass sakat mı ? Barça tarafı ideal 11'de.Puyol yerini almış, sol tarafta hücumcu bek Adriano var ki ben daha çok yakıştırıyorum bu adamı oraya Maxwell ile kıyaslayınca.

Bu orta saha dizilişi Real'i daha sert yapar ama organizasyon konusunda problem yaratabilir.

El Classico'ya Doğru: 50!



















    Mourinho'nun ilk maçtaki 5-0'ın hezimeti ile içten içe hesaplaşma yaşadığını tahmin etmek çok da zor değil. Kariyeri boyunca aldığı en ağır yenilginin intikamını almak Real Madrid'in başında çıkacağı 50. maça denk gelecek mi göreceğiz.

11 Nisan 2011

Marca'dan Arda'ya...

















     Galatasaray resmi açıklamayı yaptı marca haberi girdi."Galatasaray, Arda Turan için Atletico Madird ile görüşmelere başladığını açıkladı" başlığıyla duyurdu okuyuculara.