28 Şubat 2009

Fener'den Toplu Kıyak: FB 4:2 Sivas



İşte zirve hesaplarını karıştıracak bir maç daha. Fenerbahçe, hem kendisi hem de üst sıralara oynayan diğer takımlar için güzel bir kıyak yaptı bugün almış olduğu sonuç ile. Sarı Lacivertliler farkı 5 'e indirdi, Beşiktaş 3 yalnızca 3 puan uzağında liderin. Yarın Galatasaary ve Trabzon'da kazanacak olur ise 40-45 arasındaki dilimde 5 takım sıralanmış olacak.

Aslında Sivasspor haftalardır bu muhtemel kaybın sinyallerini veriyordu. 2 hafta önce Bursa'dan beraberlikle döndüler, geçen hafta Eskişehirspor karşısında çok zorlandılar ve bugün 3 puanı İstanbul'da bıraktılar. Maça neredeyse 0-1 önce başladıktan sonra da bu seviyede bitirmek üzücü olsa gerek Sivasspor için. Maçın özellikle ilk yarısında kendi karakterlerinin dışında oynadılar. Zaten hem attıkları hem de yedikleri gol sayısının fazlalığı bu farklılığın temel sonucu. Ne yapardı Sivas? Geriye çekilir, oyunu geride kabullenir. Neredeyse bir 45 dakika boyunca alan savunması yaparak rakibin gol bulmasını önler, hızlı ataklarla sırf yapmış olmak için gol arardı. Hücumu daha çok ikinci yarılarda özellikle de Balili'nin oyuna girişi ve geniş alanların bulunuşu ile fazlasıyla uygularlardı. Kendi evlerinde oynadıkları Galatasaray maçında bile değişmedi bu.

Bugün ne yaptı Sivas? Bu oyun yapısının tam tersi Fenerbahçe'ye önde basarak hücuma çıkmasını önlemeye çalıştı. Attıkları ilk gol ile bunun meyvesini aldılar ama golü hemen yediler. Bunun üstüne ikinciyi de atmayı başarsalar da ard arda 2 gol yiyerek geriye düştüler. Yedikleri 2. ve 3. gol orta sahalarının tek topla hızlı bir şekilde geçilmesi ve defansın boş yakalanması ile bulundu. Yani genel Sivasspor görüntüsünün çok uzağında yenilen goller ile geriye düşüldü. Maç 3-2'ye gelince kopma noktasına gelmişti, çünkü Sivasspor'u oynadığı futbol maçda ilk golü atmaya dayalı ve bu skoru korurken bulunan fırsatlar ile farkı azaltmaya dayalı. Bu sene kazandıkları maçlar incelenirse 3 puan aldıkları maçların büyük çoğunluğunda ilk golü atan taraf kendileri oluyordu.

İkinci yarıya Musa'nın dışarı alınarak başlanılması ve takımın Murat Erdoğan'dan medet umması Sivas'ın yapacak bir şeyinin olmadığının net göstergesiydi. Bu aşamadan sonra fazla da bir şey beklenemezdi onlardan ve öyle de oldu.

Fenerbahçe'nin bu maç için en büyük şansı rakibin attıkları gollere çok çabuk cevap vermeleri oldu. Gollerin gelişi gecikse oyun sıkıntıya girebilirdi fakat Sivaspor savunmasının açıklarını iyi değerlendirdiler. 2. yarını son 20 dakikasında da çok etkili futbol oynadılar. Emre'nin giderek artan performansının da takımın oyunu üzerindeki etkisini görmek lazım.

Sarı Lacivertliler'in şampiyonluk potasına daha fazla girebilmeleri deplasmanda gösterecekleri performansa bağlı. Kendi sahalarında sonuca gitme açısından pek bir sıkıntı çektikleri söylenemez. İlk 5'teki 4 takımdan 3'ünü puansız yollayıp sadece Trabzon ile berabere kaldılar. Oldukça parlak bir tablo. Bundan sonraki süreçte zorlu deplasman maçlarına çıkacaklar, şu ana kadar ligde yaşadıkları deplasman sıkıntısını aşamazlar ise bu tür galibiyetler ile yetinmek zorunda kalırlar.

Polat & Sezgin A.Ş



Bu ikilinin bir aray gelişi taa 92 yılına dayanır. Adnan Polat, Alp Yalman yönetiminde Futbol Şubesi'nin başındaki isimdir. O sıralar Adnan Sezgin ise Futbol Federasyonu'nda çalışmaktadır. Yeni bir yapılanma ile çağdaş bir organizasyona kavuşmak amacıyla Sezgin, "Teknik Menajer" olarak şubede göreve başlar. Artık futbol şubesinin en yetkili iki ismi Polat & Sezgin'dir.

92-93 sezonuna takımın başında Kalli vardır ki bence yapılmış çok doğru bir seçimdir. O sene kurmuş olduğu yapı ertesi yıl takıma Şampiyonlar Ligi'nin kapısını açmıştır. Üstelik Manchester United'ı saf dışı ederek. Kalli'nin uzun seneler takımı çalıştırması beklenirken "sağlık sorunları (!)" nedeniyle takımdan ayrılmış ve yerine daha sonra Beşiktaş'da da Brigel örneğinde yaşandığı gibi yine kendi tavsiyesi ile Hollman getirilmiştir. Hollman hazır bir sistemde görev almanın rahatlığını çok ciddi manada yaşamıştır. Şampiyonlar Ligi'ne katılma ve Lig'de şampiyonluk karnesine artı olarak yazılmıştır. Nedense O'nun da ömrü fazla olmamıştır ve sene sonunda takımdan ayrılmıştır.

94-95 sezonuna da yine bir Alman ile başlanmış ama aranan isim çok uzakta değil İstanbul'a 1 saat uzaklıkta Kocaeli'de bulumuştu: Reinhard Saftig. Sezon boyunca çok eleştirildi ve sezonun 26. haftasında oynanan Fenerbahçe maçı öncesi Samsun, Gaziantep, Antalya mağlubiyetleri sonrası görevine son verilerek takım o sezonu Müfit Erkasap ile bitirmişti. Bir sonraki sezon ise İskoç Teknik Adam Graham Souness ile anlaşıldı. 71-77 yılları arasında 4 İngiliz Teknik adam ile çalışılmasının ardından 80 - 82 döneminde takımın başındaki Brian Birch'den 13 sene sonra yine bir "Ada Futbolu" figürü vardı takımın başında. Yalnız teknik adam değil o dönem yapılan transferlere de yansımıştı. Dean Sounders, Barry Venison ve Mike Marsh gibi isimlerde kadroya Ada'dan yapılan takviyelerdi. Hatta Marsh yanlış hatırlamıyorsam Kayseri deplasmanında otelde olay çıkarmış ve apar topar daha 6. haftada gönderilmişti. Diğer figülerinde de ömrü uzun olmadı. Sezon sonunda hepsi takımdan ayrıldı. Souness'da Kadıköy'e bayrağı diken "Ulubatlı" olarak kazındı hafızalara.

92-96 dönemi sonrası yeni başkan Faruk Süren ile yeni bir yapılanmaya gidildi. Futbol Şubesi'nde artık Polat & Sezgin yoktu. Teknik adam olarak da kulübün dinamiklerii çok iyi bilen ve Türk Milli Takımı'nı ilke kez Avrupa Şampiyonası'na götürmüş isim Fatih Terim getirildi. Mevzu bu dönem değil, o nedenle uzun uzun yazmayacağım sadece 4 yıl aynı teknik adamla çalışılıp profesyonel bir şube yönetimi ile sonucun nerelere ulaştığını hatırlamamız yeterli şu aşamada.

2006. 2 dönem başkan seçilmiş Özhan Canaydın sırasıyla ilk iki seçimde oynadığı Fatih Terim ve Ergun Gürsoy kozlarının üstüne bu kez Adnan Polat'ı yanına alıyor ve 3. kez başkan seçilmeyi başarıyordu. İşte 12 yıl sonra Polat yeniden yönetime girmişti. Polat'ın yönetime girişi de başka bir isme daha kulübün kapısını açıyordu: Adnan Sezgin. Masadaki üçüncü sahıs eksikti, peki kimdi o? Kalli. Bunun için de Gerets'in biletinin kesilmesi gerekiyordu ki sezon sonundaki kötü tablo bunun için en büyük kozdu ve gereken yapıldı. Artık o boş koltuğu doldurmanın zamanı geldi ve takım artı muhtemelen 8 yıl önce Beşiktaş'dan ayrılmasına sebep olan sağlık sorunlarından arınmış (!) 73 yaşındaki Kalli'ye emanetti.

Kalli sezona oldukça etkileyici bir giriş yapmasına rağmen takım kimyasını bozan bazı hareketler, hasta olduğu için bazı maçlara çıkamamalar, Leverkusen'de alınan 5 gollü hezimet, Süper Lig'de girilen resesyon dönemi sonrası kaybedilen puanlar neticesinde 6 hafta kala hala sebebi bilinmeyen bir şekilde takımdan ayrıldı. Son 6 hafta takım Güler & Dilmen & Sezgin & Futbolcular dörtgeninde oranların değiştiği bir denge ortamında yoluna ilerleyip o ekstra motivasyonun etkisi ile Şampiyonluk'a uzanan taraf oldu. Belki de bu rahatlığın etkisi ile yeni teknik adam arayışı 1.5 ayı aşkın bir sürede sonlandı. Yeni isim hiç de yabancı değildi: Michael Skibbe.

Leverkusen hezimeti olmasa listeye girip girmeyeceği bilinmeyene ve bir çok kişi için soru işaretiydi Skibbe. Son 2 sezondur takımın 1 numaralı sorunu haline gelen sakatlıkların da etkisiyle istenilen başlangıcı yapamadı. Şampiyonlar Ligi'nden eleniş, ligde kaybedilen puanlar ve son olarak da Bursa'da göz göre göre alınan bir mağlubiyet. Bu süreç bir operasyonu da beraberinde getirdi. Ümit Davala ve Boekamp'ın görevlerine son verildi. Takımın kötü gidişinin faturasının yardımcı antrenötlere kesilmesi çok ender görülen hatta benim hiç görmediğim bir hamleydi. Burada asıl amacın Skibbe'nin istifa etmeye zorlanması olduğu konuşuldu. Bu kadar amatir bir tutumun yıllardır bu işin içinde olan isimler tarafındna sergileneceğini düşünmek istemediğim için olayın bu boyutunu göz önüne almamaya çalıştım ama şimdi geriye dönünce başka bir anlamı olmadığını da net olarak görüyorum.

Skibbe direndi, aslında direnmekten başka bir seçeneği yoktu. Basında "onursuz" gibi tabirler kullanıldı ama bir empati yaparak da olaya teknik adam gözüyle de bakabiliriz. 43 yaşında kendinize göre kariyer hedefi olan bir teknik adamsınız, Galatasaray gibi bir kulüpten teklif almışsınız ve burada alacağınıbir başarının ülkenizde size daha iyi kariyer fırsatları sunacağını düşünüyorsunuz. Görev yaptığınız takımların hiç birinde de görevden ayrılan siz olmamışsınız, bir şekilde görevinize son verilmiş. Uzun süre çalışasınız da sonuç bu şekilde olmuş. Galatasaray''da göreve başlıyorsunuz ve sezon başaldıktan 1.5 ay sonra "aba altından sopa gösteriliyor" size. Ne yaparsınız? Kariyerinize "2 ay sonra görevden alındı" cümlesinin eklenmesini kabul edebilir misiniz? Üstelik sizinle doğru dürüst konuşulmadan bir nevi "Şark Kurnazlığı" ile görevden ayrılmaya zorlanıyorsunuz. Yapar mısınız bunu? Bence Skibbe'nin vermiş olduğu en yerninde kararlardan biridi bu, yönetimi oynamış olduğu "amatör oyun" ile başbaşa bırakmıştır.

İlk hamlede görevden ayrılmayan Skibbe 8 ay sonra aynı akibete uğramaktan kurtulamadı ve ligdeki kötü gidişe rağmen UEFA Kupası'nda takımın 4. tura gelmesinde baş etken olarak "Terk-i Diyar" eyledi.

Şimdi bu hikayeden neden bahsediyoruz? Bu tabloda dikakti çeken çok önemli bir nokta var. Polat ve Sezgin in görev yaptığı toplamda 7 sezonda çalışılan teknik adam sayısı toplam 8. (Kalli, Hollman, Saftig, Souness, Gerets, Yeniden Kalli, Cevat Hoca, Skibbe)."Ortalama olarak yılda bir teknik adam". İstikrarsızlığın resmi çizilse ya da tarifi yapılsa bu tabloyu ortaya koymak yeter de arta bile. İlk 4 yıllık dönemde yapılan hatalardan sonra 2. görev dönemlerinde de aynı hatalara devam etmeleri kabul edilir gibi değil. Kendi şirketlerine her kademede çalışan seçilirken bile bir kaç testen geçirenler söz konusu kulüpler olunca paraları sokağa saçmaktan ve yanlış seçim yapmaktan korkmaz bir hale geliyorlar.

92-96 döneminin ardından Faruk Süren dönemi ve 2000 yılında gelen başarı bir tesadüf mü acaba? Birbirinden gece-gündüz kadar aykırı iki süreç bunlar. Hatta 2007-2009 dönemini de değerlendirmeye katabiliriz. UEFA Kupası'na uzanan yolda atılan olumlu adımların tam tersine işler yapılıyor özellikle de istikrarsızlık adına ama hedef hala aynı. Yani bu şartlar altına eğer "UEFA Kupası" kazanılır ise bunun kitabını yazmak lazım. Çünkü Süren yönetimindeki profesyonel şube yönetiminin bir farklılığı olması gerektiğine inanıyorum. Tamam UEFA'nın o zamanlardaki zorluğu kalmadı ama yine de bu plansızlık ile kupa alınırsa...

Bülent Korkmaz tercihi bile bu istikrarsızlığın ve plansızlğın en canlı örneği. Kaptan'dan önce Hagi ile görüşüldüğünü biliyoruz. Peki nedir Hagi'yi tercihler arasına koyan? Steau'da, Romanya Milli Takımı'nda yapamadıkları ortada iken hatta Galatasaray'da başarısız olmamasına rağmen şu anda ihtiyaç duyulan ya da ilk koşulan isim mi olmalı efsane futbolcu? Bu panik havası ile yapıldı Bülent Hoca tercihi. Hiç bir öngörü yok işin içinde, tamamiyle günü kurtarma havası var işin içinde. Getirdiği hocanın arkasında duracak vizyonu olmayan ve yardımcılarını göndererek işin içinden çıkmaya çalışan bir anlayıştan neler beklenebilir ki?

"Futbol asla basit bir oyun değildir" ama onu komplike hale getiren iş bilmez yöneticilerdir. Muhtaç olduğun başarı örnekleri şanlı tarihinde Derwal'in gelişinde Terim'in gelişinde,UEFA'ya uzanan yolun hikayesinde saklı iken kulübün yıllarını çöpe atan tercihleri yapan isimlerin varlığıdır işleri içinden çıkılmaz hale getirenler. Bordeaux maçı sonrası tablo pembeleşti ama asıl serüven şimdi başlıyor. Allah Bülent Hoca'nın yardımcısı olsun, işler hala negatife dönebilir ama O'nun yapabileceği çok şey yok bu kısa dönemde.

İşte o olumsuz tablo ile karşılaşılırsa yine Ümit Davala örneğinde olduğu gibi caminaın içinden çıkmış bir ismi harcama cesaretine sahip olacak mı Polat & Sezgin ikilisi merak ediyorum. Oysa ne olursa olsun yapılacak şey alıncak kararların Skibbe ile sınırlı olmaması idi. Kalıcı bir başarı için alınacak başarıda "egosu kabaracak ve ön plana çıkacak şube yöneticileri değil" arka planda kalmasını bilecek, profesyonel anlayışlı isimlere gerek var. Bu isim kim olabilir bilmiyorum, elbette bir mevcut, fakat bildiğim çok net bir şey var bu ismin Adnan Sezgin olmadığı, olmaması gerektiğidir. Tez zamanda yol verilmesi gereken ilk isimdir kendisi. Polat'ın Kalli ve Sezgin takıntısı bitmeden düzlüğe çıkılacak günler oldukça uzaktadır.

27 Şubat 2009

UEFA Ülke ve Kulüp Sıralaması



Bir Avrupa maçları haftasından daha çıktık ve şimdi geride kalanları değerlendirme vakti. İlk olarak ülke puanlarından başlayalım.


Türkiye ülke sıralamasında şu an 11. sırada. Alt taraftan gelip de rahatsız edecek bir ülke yok şimdilik. Asıl mesele üst tarafta. Üstümüzdeki takımlar ile aramızdaki puan farkı artıyor. En yakın rakiplerimiz olan Portekiz ve Ukrayna'nın 3'er takım ile yollarına devam ettiklerini düşününce mevcut 4 puanlık farkın daha da açılmasını beklemek gayet normal. Önümüzdeki sene rakiplerin 8'puanlarına karşılık ve bizim 5 puanımızın silineceği düşünüldüğünde 3 puanlık bir avantajımız söz konusu olsa da sadece Galatasaray'ın alacağı puanlara bağlı olmak ulaşılacak noktayı sınırlıyor.



Kulüp sıralamasında ise Fenerbahçe şu an en yüksek puana sahip kulübümüz. 52. puan ile 35. sıradalar. Fenerbahçe'ye en yakın sırada bulunan bir diğer kulübümüz 62. sıradaki Galatasaray. Sezona 87. sırada başlayıp 25 sıra birden ilerlemeyi başardılar. Beşiktaş ise kısa süren Avrupa macerası nedeniyle sadece 3.350 puan toplayabildi bu sene ve şu anda Galatasray ile aynı puanı paylaşıyorlar. Önümüzdeki 5 sene boyunca bu puanı taşımak zorunda olmak büyük zorluk olacak onlar için. Trabzonspor ise son yıllardaki kötü performansının bir yansıması olarak toplamda 10.395 puan ile 140. sırada.

Yola devam eden tek takım olarak Galatasaray, Hamburg'u elediği takdirde minimum alacağı 2.2 puan ile 35 puan sınırına dayanacak ki bu ilk 55'in kıyısına iyice sokulmak demek. Sonrasında nereye kadar gidileceği önemli ama en azından çeyrek finali görmek oldukça ciddi bir puan toplamak anlamına gelecek.

Önümüzdeki sene takımlarımızın silinecek puanlarına bakacak olursak, Galatasaray 2004-2005 sezonunda toplamış olduğu 1.0750 puanlık kamburdan kurtulmuş olacak. Fenerbahçe'nin ise kaybedeği puan 10.0750. Bu sene toplanılan 6.350 puanı da hesab katarsan 3.8 puanı cepten yemiş olacak. Beşiktaşın da 7.0750 puanı silinecek ve 3.8 puan kaybetmiş olacaklar. Sıralamada ise bu puan silinmelerinden sonra 2009-2010 sezonuna Fenerbahçe 31, Galatasaray 54 ve Beşiktaş'da 61. sıradan başlayacak. Galatasaray çeyrek finale çıkar ise en kötü ihtimalle 46. sıraya kadar yükselecek. Bu yükseliş de gelecek sene de benzer bir performans gösterilmesi halinde yile silinecek olan 1.8 puanın ardından seri başı konuma yükselmesi beklenebilir Sarı -Kırmızılı ekibin.

Son 16'ya Doğru

UEFA'da 3. tur rövanş maçları sona erdi. Üst tura çıkan takımlar belli olurken sürpriz sonuçlara da imza atıldı.

CSKA Moscow - Aston Villa: Aslında turu ilk maçta geçmişti Zico ve takımı. Aston Vilal 6-7 as oyuncusunu götürmeyerek de Premiere League'e önem verdiğini göstermişti zaten.

Metalist Kharkiv - Sampdoria: Bu senenin bombası Metalist sanırım. İki maçta da acımadılar İtalyanlar'a. Grup maçlarından bu yana gol yemediler, toplamda 6 maçta 6 gol attılar.
Bir sonraki turda Valencia'yı eleyen Dinamo Kiev ile eşleştiler. Aynı ülkenin takımları ve birbirlerini gayet iyi tanıyorlar. Kıran kırana bir tur mücadelei olacak anlaşılan.

Hamburger SV - NEC Nijmegen: Hamburg turu ilk maçta aldığı 3-0'lık galibiyet ile geçmişti. Bu maç tam anlamıyla bir formalite oldu, eminim ki iki takıma da maçın oynanmaması teklif edilse kabul ederlerdi.

FC Twente Enschede - Marseille: Gecenin sonucu penaltıların belirlenen tek maçı oldu iki takımın mücadelesi. Gerets'in ekibi kendi sahasında kaybetikleri maçtan sonra deplasmanda gelip gelmeyi bildiler. Açıkçası Twente'nin turu geçeceğini düşünmüştüm ama Marsilla zoru başardı.

Wolfsburg -Paris S.G: İlk maçta alınan 2-0'lık mağlubiyetin sonunda Felix Magath'ın Almanya'da yapacağı hamleler olacağını düşündüğümü söylemiştim ama PSG turu vermeye hiç niyetli değildi. Temiz bir galibiyet ile adlarını 4. tura yazdıran ekip oldular.

AC Milan - Werder Bremen: Böyle bir sonuç bekliyordum açıkçası. Hem Milan'ın dengesiz performansı hem de Werder'in deplasmandaki performansıydı bu düşüncenin ana sebebi. Nitekim zor da olsa başardılar ve 2-2'lik skor ile turu kaptılar.

Ajax Amsterdam -Fiorentina: Deplasmandandan 1-0'lık galibiyet ile dönmesine rağmen, Hollandalılar turu zora sokacaktı neredeyse. 0-1 yenik duruma düşmelerine rağmen 87. dakikada gelen gol tam anlamıyla ilaç oldu.

Manchester C. - FC Copenhagen: City'ni turu geçmesi bekleniyordu, maç uzun süre 0-0 gitse de , bu skor da tur atlamalarına yetiyordu, 70. dakikadan sonra 3 gol izlettirdiler. Belamy'nin attığı 2 gole, Kopenhag 90. dakikada cevap verdi. Bir gol daha bulup maçı uzatmaya götürecek vakitleri kalmamıştı artık. 180 dakika sonunda turu geçen ekip beklenildiği gibi City oldu.

Standard Liege - Braga: Turu geçecek ekibin büyük oranda ilk maçta belirlendiği eşleşmelerden oldu. Braga ilk maçtaki 3-0'ın avantajını iyi kullandı ve Belçika'da da zorlanmanda aldıkları bir beraberlik ile 4. tura "merhaba" dediler.

Stuttgart - Zenit St. Petersburg: Sturgart 2-1'lik bir mağlubiyet ile dönmüştü ülkesine. Aslında fena bir skor değildi, üstelik yenilen 2 gole rağmen deplasmanda atılan 1 gol de avantaj sayılırdı. "Babel'in gelişi sonrası artan performanslarını bu maça yansıtırlar mı?" diye düşünmüştüm ama Zenit kalitesini konuşturarak buna izin vermedi. Geçen senenin UEFA Şampiyonu, bu sene de sağlam adımlarla ilerliyor.

Udinese - Lech Poznan: Udinese deplasmanda alınan 2-2'lik skorun avantajını kullandı. Maçın başında 1-0 yenik duruma düşse de üst tura çıkmasını bildi.

Saint-Etienne - Olympiakos Piraeus: Fransız ekibi turu daha ilk maçtan garantilemişti. Bugün de işi riske atmayarak 2-1'lik galibiyet ile Olimpiakos'u kupanın dışına itti.

Deportivo La Coruna - Aalborg BK: Yine bir formalite maçı. Aalborg'da bu senenin bombalarından Metalist ile beraber. Deportivo'ya 2 maçta 6 gol atarak üst tura çıkıyorlar.

Tottenham H. -Shakhtar Donetsk: Lucescu işi ilk maçta bitirdi, bu maçta da kalesini gole kapası. İngilizler 1-0 öne geçse de Shaktar beraberliği yakalayarak Totenham'ın ümitlerini bitirdi.

Valencia-Dynamo Kyiv: Gecenin tek sürprizi. Valencia'nın bir performans düşüklüğü vardı ama deplasmanda alınan 1-1'lik skordan gol bulmak zorunda olan ve sırf kalesini gole kapatmayacak bir Kiev'in turu geçmesi zor görünüyordu. 2-2'lik skor ile Valencia'yı "annelerinin ligi" ne göndermiş oldu. 4. turda karşılarında da "ülkedaş" Metalist var.

Bir çok maç beklenildiği gibi bitti bence, Valencia maçı dışında. 4. tur güzel maçlara sahne olacak. Bu turun değerlendirmesini önümüdeki post'lara bırakalım.

26 Şubat 2009

Dejavu!



Ben bu sahneyi daha önce yaşamıştım sanki yaklaşık 9 yıl önce. Yine bir "tamam mı devam mı maçı", bu kez karşıda Milan var. Son 5 dakikada 1-2 geride iken, o mucize gerçekleşiyor ve maş son dakika penaltısı ile 3-2 bitiyor ve o yol UEFA Kupası'na kadar uzanıyordu.

Bugün de bir benzeri yaşandı bu tablonun, haa "yol kupaya uzanır mı?" sorusuna cevap vermek için çok erken ama geçilen her tur bir inanç çimentosu olacak takım için. Yine de daha önce de yazdım çeyrek final bile başarıdır bu sene için, öncelikli amaç maksimum puan toplayarak sıralamada üstlere doğru tırmanmak olmalıdır. Çeyrek final demek toplamda 35 puan civarı demek ki bu şekilde ilk 55'e girmek neredeyse garantileniyor.

Maça gelelim artık, bu kadar giriş cümlesi yeter! Teknik adam değişikliğinin takıma ekstra bir morivasyon katacağı ortadaydı ki turun geçilmesinde bunun etkisi çok fazla. Çünkü gerek maça 0-1 geride başlamanın gerekse de skorun 3-1'den 3-3'e gelmesinin bir sonucu olarak, 4. golü son dakikalarda bulabilmek güçlü bir inanç gerektiriyordu. Yapılan değişikliğin en büyük katkısı bu oldu, yoksa oyun yapısı anlamında herhangi bir değişim beklemek ve görmek için çok erken.

Maçın kazanılmasında yukarıdaki faktöre ek olarak Michael Skibbe'nin şu ana kadar yapmış olduğu katkıdan bahsetmek de gerekiyor. Zira bu maçtaki bir olumlu sonuçtan behsediliyor ise galibiyetin bir tarafı mutlaka O'na bakmalıdır. Takıma oynatmaya çalıştığı ayağa, yerden paslı oyunu hücumda getirdiklerini gördük yine bugün. Atılan gollerde emeği olduğu gerçeğini görmek ve hakkını teslim etmek lazım.

Bu maçın tekrar tekrar izlenmesi lazım özellikle de defans oyuncularının yeniden eğitimi için. Yenilen tüm gollerde bireysel veya genel savunma hataları var. İlk gol Meira & Sanctis ortak yapımı. 2. gol ise nasıl savunma yapılmaması gerektiğine dair derslik bir pozisyon. Chamackh'ın topu verişi ve araya kaçısı bu arada da topun etrafında bir kaç metrekarelik alanda 5 Galatasaray'lı oyuncunun adeta bir çember oluştururcasına dizilmesinin üzerinde durulmalı. Hatta Sabri'nin bölgesini rakip oyuncuya teslim ettiği gözden kaçmamalı. 3. golde de Emre ve kaleci uyuşmazlığı var. Bu biraz daha kabullenilir bir gol gibi duruyor diğerlerini görünce ama yine de dikkatli olmak gerekiyor. Bülent Hoca'nın üzerinde ciddi bir sorumluluk var savunma konusunda anlaşıldı. Yakın bir zamanda Servet ve Emre'nin de dönmeyeceğini düşünürsek mevcut oyuncuların hata yapma oranlarını münümuma düşürmenin yollarını bulmak ve Sabri'ye de savunma yapmayı öğretmek lazım.

3-1'den sonra oyunu soğutmak için daha kontrollü bir oyun tercih edilmeliydi aslında. Geriye çekilmeden topu kontrolünde tutarak ve aynı zamanda rakibin sahip olmasını önleyerek dakikaların eritilmesi yoluna gitmeyi öğrenmek gerekiyor. Yıllardı takımın en eksik yönlerinden biri de bu zaten. Ya çok agresif bir futbol oynanıyor ya da oyundan düşüp geriye çekilerek rakibin baskı kurmasına izin veriliyor. Kaptan'ın çözüm bulması gereken noktalardan biri de işte bu!

Tüm olumsuzluklara rağmen sahada bu mücadeleyi gösterebilmek, maçın kırılma anlarında ayakta kalarak Bordeaux gibi takıma 4 gol atabilmek de oldukça önemli. Bordeaux'dan gol yiyebilirsiniz ki oldukça etkili bir hücum hatları var, mesele Fransızlar'a gol atmaktı. Siz 4 tane atmayı başardınız. Yediklerinizden de gerekli derslerin çıkarılıp önemlerin alınması halinde daha sağlam ilerlemek mümkün olabilir.

Bir sonraki turda rakip Hamburg olacak. En etkili tarafı hücumdaki ikilisi Olic ve Petric olan bir takıma karşı oynayacak olmak defanstaki bu hataları grünce insanın gözünü korkutmuyor değil hani. Neyse bu eşleşme için yazacak çok şeyimiz olacak, şimdilik galibiyetin tadını çıkarmak lazım.

25 Şubat 2009

Michael Skibbe...



Bir kaç gündür önemli gelişmeler oldu Galatasaray'da. Bu arada konu ile ilgili yazı yazmadım, sadece gelişmeleri izleyip oalcakları görmek istedim. Artık sular durulmuş görünüyor, meydana çıkma vaktidir artık!

İlk geldiği andan itibaren "Saftig" in 2000'li yıllardaki muadili yakıştırması yapıldı kendisi için. Çalıştığı her kulüpten gönderildiği, adam gibi bir başarısının olmadığı yazıldı. O bir stajyerdi ve asla Galatasaray'da başarılı olamayacaktı. Bir defa karar verilmişti O'nun için ağzıyla kuş tutsa da yaranamazdı artık.

Transferinin neden, hangi amaçla yapıldığına ben de anlam veremedim ilk duyduğumda. Leverkusen'de son 3 yılda belirli bir aşama kaydetmişti ama yurtdışında ve şampiyonluğa oynayan bir kulüpte çalışmamış bir teknik adamın gerçekten de Türkiye'de antrenörlük yapmanın zorluğu ile nasıl başa çıkacağı düşüncesi akılları kurcalamaya başlamıştı.

Aradan 8 ay geçti ve Galatasaray'da zaten pamuk ipliğine bağlı olan geleceği Kocaeli maçı sonrası sonlanmış oldu.

Yıllar sonra ilk defa bir teknik adamın gidişi bu kadar hüzünlü geliyor bana. Sanırım efendiliği, mazlum görünüşü etkili bu düşüncenin uyanışında. Uzun zaman sonra yerden ayağa pas yapabilen, şişirme toplar ile gol aramayan bir takım oluşma olasılığını görünce oldukça heyecanlandırmıştı taraftarı ama görevini sadece teknik sorumluluk olarak düşününce, ki belki de gelmiş olduğu kültürün bir yansımasıydı bu, direktörlük kısmı geri planda kaldı ve yönetimin icraatları ile oluşturduğu o otorite boşluğu buradaki kariyerini bitiren ana etken oldu.
Tam 16 hafta minimum eleştiri ve umutla izledim kendisini. Geçen seneki o agresif kaos futbolundan hatta 2001 yılından sonra ne olduğu belli olmayan oyun planlarının ardından ilk defa derli toplu planlı bir anlam yüklüydü Galatasaray'ın oyunu ama burada oyuncuların bireysel performanlarına ve motivasyonlarına o kadar bağlı bir hale geldiki sistem, Skibbe bu gelişimi sağlamayınca olanlar oldu zaten.

Mehmet Demirkol'un doğru bir tespiti var bu konuda "Eskişehir maçında kötü oynayan takımıi Benfica'da o şekilde oynarken görünce şaşırdığını takımın kendisini şaşırttığını söylemişti Skibbe. Ondan sonraki ilk lig maçında ise takımın aynı kadro ile oynadığı kötü futbola da anlam vermesi çok zordu. Şimdi kendisine sorarsanız eğer neler olduğunu muhtemelen kendisi de tam olarak çözememiştir".

Skibbe'nin bugün gelinen tabloda yaptığı taktik hataların elbet payı var ama otorite boşluğu oluşması konusunda zerre suçu yok. Çünkü Skibbe zaten buydu, Leverkusen'dekinden farklı bir kişiik sunmadı buradaki futbolculara. Eğer ortada bir sorun var ise O'nun bu yapısını bilip de bu koca sistemi kontrol etmesini bekleyen, hatta zaaf yaşadığı zaman "Ben müdahale ederim" düşüncesini taşıyaların varlığıdır. Alman teknik adam tüm iyi niyeti ile hatalarına rağmen elinden geleni yapmaya çalışmış ama şu andaki futbol şubesi yönetimi ile bir çok hocanın yaşaması muhtemel başarıssızlığı yaşayıp görevine son verilmiştir.

Yolun açık olsun, yıllar sonra o unutmaya başlanılan Avrupa Zaferleri'ni yeniden bizlere hatırlattığın için sağol. Sakın görevine son verildiği için üzülme, sadece bu ülkenin son 15 yıllık futbol geçmişine ve kimlerin bu ülkeden kovalanarak gönderildiğine bakman bile yeterli.

Hoşçakal...

22 Şubat 2009

Buyur Burdan Yak

Hertha Berlin maçı öncesi, yaklaşık 2 ay önce, yamış olduğum iki yazı bugün gelinen süreci çok iyi özetliyor.

Galatasaray'da Sorun Ne? (Futbol Yönetimi)

Galatasaray'da Sorun Ne? (Teknik-Taktik)

Lafı fazla uzatmaya gerek yok, bu maçın kaybedilmesinin tek nedeni Skibbe'dir ama Skibbe kadar O'nu bu göreve layık gören yöneticiler de aynı sorumluluğu paylaşmalıdır. Neden mi? Cevabı yukarıdaki ilk linkte .

Sezon başından beridir ciddi biçimde eleştirmedim kendisini son 3-4 hafta dışında. Bekleyip analiz etmek, takıma katacaklarını görmek en doğrusuydu ki 16. hafta Beşiktaş maçını 3'lü savunma ile oynadıktan sonra kararımı vermiştim zaten. Bugün de ne akla hizmetse 3'lü savunma tercihi ile takımı sahaya sürdü Skibbe. Bu tercihin elle tutulur bir yanı yok gerçekten. Bir takım neden 3'lü oynar? Savunmada eksiklerin fazlalığı, elindeki oyuncuların yapısının buna uygunluğu, daha önce bu sistem ile oynamaya alışık futbolcu grubuna sahip olmanız vs. vs. Bunların hiç biri bu tercihi açıklamıyor? 4 gün sonra Bordeaux maçına çıkacaksın, muhtemelen de 4-4-1-1 dizilişi ile sahada olacaksın. Böylesine bir rakip bulmuşken karşında bu maçın küçük bir provası olarak neden bu maçı düşünmezsin? Neden bu oyuncuların uzun zaman sonra bir arada çok önemli bir provadan önce böylesine bir maçta beraberce oynatılması düşünülmez? Çıkıp UEFA maçında hadi oynayın mı diyeceksin?Hakan Balta sakat olsa Volkan Yaman'a güvenemediği için hak vereceğim ama adam yedeklerde.

Kocaeli 3'lü savunmayı görünce hem oyuncuların kendi aralarındaki değerlendirmelerde hem de teknik direktörün saha kenarından verdiği direktiflerde aralara top atılması gerektiğine dikkat çekiliyordu. Özellikle Akeem'in süratinden bahsetmişti Kocaelispor'u takip eden arkadaşlarım, ne kadar haklı olduklarını gördük ama buradaki sorun Skibbe'nin rakibin özelliklerini önemsemeden tercihler yapması. Böyle hızlı oyuncular var ise rakip takımda bu kadar uyumsuz bir 3'lü defans ile çıkılmaz maça. Böyle yumuşak bir orta saha kurgusu ile oynanılmaz.

Şimdi Galatasaray Yönetimi olağanüstü toplantı yapıyor. Muhtemelen Skibbe'nin bileti kesilecek ve Kalli'ye daha fazla yetki verilecek, hatta takımın başına bile getirirler. Adnan Polat'ın bu Kalli takıntısı ile her şeyi görmek yaşamamız mümkün çünkü. Sonra sezon biter 1 ay yeni teknik adamı bulmak için uğraşırlar, yeni bir kurban seçip getirirler. Ben yöneticilerin bu kadar çok hata yapmasına anlma veremiyorum? Bu kadar mı plansız programsız iş yapılır, bu kadar mı geçmişteki hatalardan ders alınmaz, Saftig-Souness ve geçen seneki Kalli hatalarından sonra takıma Skibbe'yi ve Kalli'yi yeniden musallat etmenin anlamı var mı?

Skibbe gider, bir başkası gelir. Transfer dönemlerinde 1-2 yıldız futbolcu ile taraftarın ağzına bir parmak bal çalınır, sonra aynı tas aynı hamam devam edilir. Kafalar değişmedikçe, faturalar sadece antrenörlere kesildikçe, örneğin Adnan Sezgin'e Galatasaray'ın 2 yılına mal olacak bu yanlış tercihinin hesabı sorulmadıkça hiç bir şeyin zerre kadar değişeceğine ihtimal vermiyorum. Sadece ortaya bir kurban atılır, aynı sistemsizlik ve iş bilmezlik devam eder.

Dünya futbolunda başarıya ulaşmış tüm hikayelerin çoğunun ortak yönü ,hatta 96-2000 dönemi bunun en canlı örneğidir, şu an Galatasaray'ın Futbol Yönetimi'nin yaptıklarının bir çoğu ile bağdaşmayan gerçeklerdir. İstikrar, profesyonel yönetim, doğru planlama, sistematik bir transfer politikası vs. vs , bunların hangisini uyguluyor Galatasaray? Bana bunun cevabını verebilecek biri var mıdır?

Gerçeklerle yüzleşmek lazım. Galatasaray için bu mağlubiyet bir şans olabilir ama doğru bir biçimde kullanılabilir ve yerinde kararlar alınabilirse. Geçen sene antrenörsüz başarılı olunduğunu düşünen bir zihniyetin bulunduğu bir ortamda daha çok Kalli ve Adnan Sezgin bulaştırılmış bir takım atmosferinin bu doğru kararlardan zerre kadar nasibini almasını beklemek sanırım nafile bir çabadan öteye gitmez.

Suat Kaya & Genç Futbolcular



Nedeni gerçekten futbola bakış açısı mı yoksa Galatasaray alt yapısında çalışmış olmanın getirmiş olduğu bir birikim mi bilemiyorum ama bu adamın genç oyunculara olan güveni, onlara bakış açısı gerçekten takdiri hak ediyor. Ordu ve Gaziantep Büyükşehir Belediye'de Cafercan, Uğur Erdoğan, Efecan, Cihan Can gibi oyuncuları her hafta ilk 11'de görmemizin yegane nedeniydi Suat Kaya.

Şu an Çaykur Rize Spor'un başında ve yine damgasını vurmuş durumda. Ligin ilk yarısında çok az maçta forma giymiş Çağrı Yarkın'ın (bir dönem sakatlığı vardı ama ilk yarının tümünde sakat olmadığını biliyorum) O'nun gelişi ile birlikte ilk 11'de forma şansı bulduğunu görüyoruz. Bugün oynanan Malatyaspor maçında da takımını 2-1'lik galibiyet golünü atmış.

Bu çocuğu hiç izlemedim, ama içimde iyi bir futbolcu olacağına dair bir his var nedense. Ferdi Elmas'a karşılık neden bonservisi ile verilir, hangi akla hizmet yapılır böyle bir hareket? Umarım sonra 1 ton para verilip geri alınmak zorunda kalınmaz.

Yazıyı Suat Hoca ile bitirelim. Gençlerin kıymetini bilen ve onların da kendilerine gerçekten güven duyduğunu bildikleri bir isim Suat Kaya. Antrenörlük kariyerinde çok fazla rotasyon içerisinde olup kalıcı bir şeyler yakalayamamış olsa da sırf genç futbolculara olan güvenlerinden dolayı seviyorum böyle adamları be...

21 Şubat 2009

Bundesliga'da Neler Oluyor?



Bundesliga'da zirve iyice karışmış durumda. Tam 4 takım potanın tam içerisinde. Üstelik bunlara yarın alacakları bir galibiyet ile Leverkusen'in eklenmesi de mümkün. Uzun zamandır böyle kıran kırana geçmiyordu Şampiyonluk mücadelesi Almanya'da.

Bugün de Bayern kendi sahasında Köln'e 2-1 kaybetmiş. Kara bulutlar dolanıyor bu aralar Bayern'in üstünde. Herta Berlin'de, hafta içi Fransa'da PSG'ye kaybeden Wolsfburg'a deplasmanda 2-1 yenilmiş. 1-0 öne geçmelerine rağmen Dzeko'nun 2 golüne engel olamamışlar. Hoffenheim'da düşüşe geçen takımlardan. Son haftalarda performansı giderek artan Stutgart ile 3-3'lük skor ile puanları paylaşmışlar. Bayern ve Hertha'nın 0 (sıfır) çektikleri düşünülürse alınan 1 puan kar bile sayılabilir. Yine de bu Hoffenheim'ın son 3 haftada 7 puan kaybettiği gerçeğini değiştirmiyor. İrtifa kaybediyorlar, İbisevic'in sakatlığı sonrası.

Küme düşme hattında da Energy Cottbus'un dikkat çeken bir yükselişi var. Geçen hafta Dortmund deplasmanında Çağdaş'ın attığı gol ile 1 puanı kapmışlardı, bugün de Werder Bremen'i 2-1'lik skor ile mağlup etmişler. 14. hafta sonunda 9 puan ile son sırada (18.) iken, 21. hafta sonunda 20 puan ile 14. sıraya kadar yükselmiş durumdalar. Bu tempo ile devam ederler ise muhtemelen lig'de kalırlar.

Bundesliga'da hafta yarın 18:00'da oynanacak ve muhtemelen çok tempolu geçmeye aday Leverkusen -Hamburg maçı ile sonlancak. Leverkusen kazanır ise puanını 39'a yükseltecek ve lider Hoffenheim'dan sadece 1 puan uzakta olacaklar. Hamburg kazanır ise yeni lider olarak kapatacak haftayı. Bu maçı sakın kaçırmayın derim, benden söylemesi...

Barça'yı Eski Dost Durdurdu


Barça geçen haftaki Betis beraberliğinden sonra kendi sahasında Espanyol'a 2-1 kaybetti. Aynı zamanda Katalan derbisi olması yönüyle başka bir anlam taşıyan bu maçta Espanyol'un golleri Barça altyapısından yetişmiş olan "Eski Dost" De Le Pana'dan geldi. Real Madrid'in Betis'e gol yağdırdığı (6-1) maçın ardından aradaki fark 12'den 7'ye inmiş durumda. Elbette puan kaybedilecekti, o harika performansın tüm sezon boyunca sürmesi beklenemezdi zaten. Yoksa 12 puan fark açmanın ne anlamı olurdu, böyle anlarda kullanılmayacaksa...

Uykudan Uyanma Vakti



Geçen hafta 7-0'lık galibiyetin yanıltıcı olacağını belirtmiştik. Nitekim atan kadar attırana da bakmak gerekirdi. Eğer bu galibiyetin anlam taşıması isteniyorsa da "ağabey" Gençlerbirliği karşılaşmasında da 3 puan ile dönülmesi gerekiyordu.

İlk yarı kanatları daha etkin kullanmaya çalıştı Fenerbahçe. Özellikle orta sahada Emre'nin geçmişe göre etkili futbol sayesinde orta sahada toplar isabetli paslar ile ileri taşındı. Hatta ilk 10 dakika 1-2 pozisyon ile gole de yaklaşıldı ama Gençlerbirliği'nin golü çok kritik bir anda geldi. Bol gol aslında Gençlerbirliği'nin aklını başına getirdi. Maçı kazanabileceklerine dair innaçları gözle görülür bir şekilde arttı. Topa daha çok hakim olmaya çalıştırlar zaman zaman da bunu başardılar ama Fenerbahçe'nin biraz gayretli olmasıydı karşılarındaki tek engel.

İkinci yarıda ise uzun zamandır Fenerbahçe'nin bu kadar mahkum olmadığını görmemiştim. Bunda Geçlerbirliği'nin ayağa oynamaktaki ısrarı kadar Fenerbahçe'nin otobana dönen orta sahasının da etkisi vardı. Gerek kendi defanslarından gerekse Fenerbahçe defansından dönen ikinci topların neredeyse hepsini topladırlar. Djite'nin de ileride top saklama becerisi de orta sahanın hücuma çıkmasında önemli pay oynadı. Düşen orta sahayı hızlı geçerek bir kaç net pozisyon da buldular. Biraz becerikli olsalar gol sayısını arttırmaları içten bile değildi. Yapılan oyuncu değişiklikleri ise Fenerbahçe'yi canlandırmaya yetmedi.

Fenerbahçe'nin orta sahası oyundan çabuk düşüyor. Emre ilk yarı takımın en iyileri arasında iken 2. yarı oyundan düştü, düştükçe de pas hataları yapmaya başladı. Deniz için diyecek bir şey yok, adam resmen futbolu unutmuş. Pas vermekte bile zorlanıyor. Önder desen Djite'nin peşinden koşa koşa ne yapacağını şaşırdı. Uğur Boral zaten Sevilla'dan beri yatıyor. Dievid'de kötü olunca bu orta saha yapısı ile gol bulmak neredeyse imkansız hale geliyor.

Gençlerbirliği'nde Mustafa, Soner ve Koray için ayrı parantez açmak gerekiyor. Koray'ın defansın göbeğindeki hem mücadeleci, hem de topu oyuna oldukça olumlu sokan oyun anlayışı olgun bir futbol anlayışının ürünüydü bence. 1988 ve 1991 doğumlu diğer iki oyuncu da takımın en etkili isimlerindendi. Bir oyuncu solak ve teknik ise gerçekten izlemekten acayip zevk alıyosunuz. Her iki oyuncu da bu tipten. Soner'in fizik olarak eksiği var, daha basan bir orta sahaya karşı ne yapacağını da görmek gerek daha geniş bir değerlendirme için ama dedik ya ilk izlenimler gayet olumlu.

Fenerbahçe transferde devre arasını boş geçirdi. Sadece Gökhan'ı aldılar ki O'nun da takıma yapacağı katkının sınırları belli. Asıl problem orta sahanın göbeğinde oynayabilecek etkili oyuncuların yokluğuydu ama es geçildi bu problem. Josico ve Maldonado gibi iki oyuncunun kenarda 0 (sıfır) katkı yaparak oturması da gerçekten düşündürücü. Önümüdeki hafta da çok kritik bir Sivas maçı var. Puan kaybı durumunda ilk 2 şansı neredeyse imkansız hale geliyor. Aslında şu aşamada yapılacak şey önümüzdeki senenin planlarını yapmak ama neredeyse tüm yabancılar ile anlaşmışken ve yabancı kontenjanının 6'ya düşürülmesi beklenirken sadece 1 yabancı transferi ile takıma yapacağınız katkının boyunu ne olur, tartışılır. Yerli oyunculara yönelmek lazım ama yurtiçi piyasası da el yakan cinsten. Allah kolaylık versin...

Gençlerbirliği çok kritik bir 3 puan aldı. Denizli'nin Trabzon'da kazanması düşme hattını iyice karıştırdı. 21-25 puan arasında tam 7 takım var, kaynayan kazan tam anlamıyla. Buraya düşen ateş üst bölgeleri de etkiler, anlaşılan Süper Lig ilerleyen haftalarda çok zorlu maçlara gebe .

19 Şubat 2009

UEFA Cup Round of 32



4. tura yükselme mücadelerinde ilk Round'u geride bıraktık. Bir çok karşılaşmada turu geçecek takımı görmek için 2. maçları beklemek gerekse de bir kaç maçta da neredeyse turu ganatileyen takımlar oldu.

İlk dikkati çeken grup 1.lerinden 6 takımın 2. maçlar için avantajlı skorlar ile sahadan ayrılmış olmaları. Sadece Wolfsburg ve Standart Liege farklı şekilde mağlup ayrılarak işi zora soktular. Standart'ın işi gerçekten zor ama Wolsfburg için hala hiç bir şey bitmiş değil. İlk maçta son 10 dakikada ilki kalecinin apaçık bir hediyesi ile yedikleri 2 gol ile ayrılsalar da Fransa deplasmanından Felix Magath'ın hala yapacakları olduğunu düşünüyorum. Metalist'e de değinmeden geçmek olmaz. 1-0'lık seriye devam ediyorlar. Bir sonraki turda muhtemel rakipleri Valencia'yı da geçebilirlerse işte o zaman rüştlerini tam anlamıyla ıspatlamış olacaklar.

Şampiyonlar Ligi'nden gelen takımlardan sadece 3'ü avantajlı skor ile rövanş maçlarına çıkıyorlar. Bu 3'lü ye kendi sahasında 2-1'lik skor ile galip gelen Zenit'in de dahil olduğunu hatırlatalım. Lucescu üstad Totenham'ın son 10 dakikada yıktı ve İngiltere'ye oldukça avantajlı gidiyorlar. Aalborg'da 3-0'lık skor ile turu neredeyse garantiye aldı. Deportivo 2004 yılında Milan'a Sansiro'da 4-1 kaybettikten sonra İspanya'da 4-0'lık muhteşem galibiyet ile yarı finale yükselmişti Şampiyonlar Ligi'nde. Aynen böyle bir performansa ihtiyaçları var ama yapabilecekleri güçleri var mı, pek sanmıyorum.

Grup 2'lerinin de genel olarak rövanş için sahadan avantajlı skor ile ayrıldıklarını söyleyebiliriz. 5 takım rakip kalelere havalandırdı ve sahadan en kötü beraberlik ile ayrıldılar. Stutgart 2-1 mağlup olmasına rağmen çok da dezavantajlı bir skor ile dönmüyor Almanya'ya. Üstelik Babel'in gelişi ile performanslarında gözel görülür bir artış var. Galatasaray'da az da olsa avantajlı dönen takımlardan.

Grup 3.'leri ise ilk maçların en kötüleri olarak ön plana çıkıyorlar. Sadece PSG 2-0 lık gibi net bir skor elde etti ki Almanya'da pek kolay bir maç beklemiyor onları.

Genel olarak Grup 1.'lerinin performansları ile ön plana çıktıkları, Şampiyonlar Ligi'nden gelen takımların hayal kırıklığı yarattığı bir 3. tur ilk maçları izledik. Bakalım rövanş maçları sonunda tablo ne kadar değişecek?

Bordeaux Maçı'nın Ardından...



Gol yeme ihtimali fazlaydı Galatasaray'ın, tek ihtimal bu sene UEFA maçlarında gösterdiği Süper Lig'deki performansını inkar edercesine oynamasıydı. Defansif anlamda Herta ve Benfica maçlarından kesinlikle daha başarılı olunmasına rağmen ofansif anlamda her iki maçın da gerisinde kalındı.

Savunmanın sağında ve solunda oynayan oyuncuların kötü performansı, özellikle de Volkan Yaman'ın uzun zamandan beri her haliyle "Bu adamın ne işi var futbol sahasında?" diye sorduran performansı Skibbe'nin radikal bir karar ile 3'lü savunmaya dönmesine neden oldu. Hakan Balta oynayabilseydi eğer Sabri'yi büyük ihitmalle sağ bek olarak sahaya sürecekti, fakat dedik ya Volkan güven vermemişti Alman teknik adama. Kadroların açıklanması ile bu savunma düzeninin takımı çok zolayacağını düşünmüştüm, öyle olmadı. İlk 15 dakikada saha içindeki yerleşimde yaşanan sıkıntılardan dolayı sağlı sollu ataklar yenildi Bordeaux'dan. Hatta "Bu maç böyle bitmez" diye düşündü eminim bir çoğumuz. Oysa geride kalan 75 dakikalık bölümde çok ciddi bir atağı görülmedi Fransız ekibinin. Sadece gereksiz bir biçimde orta saha ve defansın boş bırakılarak gol aramaya gidilen bir korner atışı ile yaşanan tehlike kaldı akıllarda.

3'lü savunma hem defansif bütünlük sağlama hem de hücumda etkin olabilme anlamında sıkıntılar barındırıyordu elbette. Bunun da en temel nedeni sağ ve solda oynayan Arda ve Kewell'ın bu sistem içerisinde defansa yardım etmek zorunda oluşları idi. Özellikle Arda 70. dakikadan sonra hücuma çıkmayı çok fazla düşünmedi savunma görevini saha çok ön planda tutarak. Çünkü yenilecek bir golün yaratacağı olumsuzluğu çok iyi bildiği için gol yememeyi tercih etmişti. Kewell'ın da her ne kadar beklenen de daha faydalı bir oyun sergilese de uzun zaman sonra ilk kez oynaması, Lincoln'ün 2009 yılında doğru dürüst forma giymemiş olması da hücum anlamında yaşanan sıkıntıların diğer nedenleriydi. Buna bir de 2. yarıda çok daha uygun ortam bulacağına inandığımız Baros'un sakatlanarak çıkması eklenince gol atamamak biraz da kaderi oldu Galatasaray'ın.

Bordeaux açısından bakınca, muhtemelen gol bulacaklarını düşünmüşlerdi bu maçta. Çok da hızlı başladılar üstelik ama Galatasaray defansif bütünlüğü çok çabuk sağladı ve doğru dürüst fırsat vermedi Fransızlar'a. Bu maçtan akıllarda kalması gerekn bir şey var ise o da Bordeaux'un ani ataklarda orta sahayı gerçekten çok hızlı geçerek rakip kaleye ilerleyişi olmalı. 2. maçta gözden kaçırılmaması gereken nokta burası. Şuursuzca bir gol arayışı içerisinde olunmamalı.

Bir isme özel olarak değinmek gerekiyor: Kewell. Bu adam Galatasaray için çok farklı bir anlam ifade ediyor. Saha içerisinde çok farklı bir futbol aklının temsilciliğini yapıyor adeta. O'nun sahada olması bile takım için ayrı bir katkı demek.

Bu hafta Kocaelispor maçında da yapılacak şey tamamiyle Bordeaux maçının 11'i ile yani 4'lü savunma Arda-Kewell-Lincoln'lü orta saha ve Boros'lu ileri uç. Çift forvete falan gerek yok, küçük de olsa bir prova maçı olarak görülmeli hafta sonu oynanacak karşılaşma.

Rövanştan Bordeaux'un nasıl bir 11 ile oynayacağını merak ediyorum. Bu hafta düşme potasının hemen üstündeki, Yunanistan fatihi Saint Ettien ile deplasmanda oynayacaklar. Önümüzdeki hafta sonu ise orta sıralardan sıyrılıp üstlere doğru tırmanmak isteyen Lorient ile karşılaşacaklar. Dolayısı ile bu tempoda eğer Saint Ettien maçında puan kaybedilir ise Galatasaray maçı sonrası çok önemli bir Lorient maçına çıkılacak olması bu noktada Blanc'ı ve tercihlerini nasıl etkiler çok merak ediyorum. Ligi riske etmemek adına UEFA Kupası maçını 2. plana atmak zorunda kalabilirler bence.

2. maça gelirsek, lafı da fazla uzatmandan: Deplasmanda 0-0 ile evinize dönmek avantaj mı dezavantaj mı? Şimdi herkes bunu tartışıyor. Avantaj mı değil mi bilemiyorum ama önemli bir fırsat olduğu kesin. Bu fırsatı da avantaja dönüştürmek Galatasaray'ın kendi ellerinde.

16 Şubat 2009

Bir Fotoğraf Çekinebilir miyiz Abi?



Fotoğraf Hürriyet Gazetesinden, hatta başlık da. Çok hoşuma gitti. Hayran olduğu futbolcuya yaklaşan minik Güiza o bilindik soruyu sorar "Bir fotoğraf çekinebilir miyiz Semih abi?".

Geyik bir yana korkarım ki Semih bu gollerinden sonra önümüzdeki hafta yeniden yedek kulübesine mahkum edilsin!

14 Şubat 2009

Gerçeklerle Yüzleşme Vakti



Sivasspor maçından beri tüm mağlubiyetler hakemler bağlanmış, manifastolar yayınlanmış, basın toplantıları yapılmış ama takımın 10 kişi olsa da çaresiz futbolu görmezden gelinmiş. 3 hafta böyle idare edilmiş ama 4. maçta gerçekler suratınıza adeta çarpılmış.

Sivasspor mağlubiyeti sonrası bu yazıda "Bir Mağlubiyetten Daha Ötesi" başlığı altında, şurada Kayseri maçı yazısında değinmiştim zaten bu eksikliklere. Bugün bu sonucun alınması sürpriz değil en azından benim için.

Skibbe için bir kaç cümle karalamak istiyorum. Yerden ayağa oynatması ilk başlarda oldukça olumlu izlenim yaratmış bizde ama bugün görülüyor ki verebildiği tek şey buymuş. Yumuşak yapısı ile bir gruba liderlik yapabilmekten çok uzak Skibbe. Oyuna müdahaleleri de yeterli düzeyde değil. Bundan sonra Bordeaux maçında şapkadan tavşan çıkarabilir ama Galatasaray bu istikrarsız yapısını sürdürmeye devam edecektir.

Polat&Sezgin ikilisi için 2.5 ay önce yazdığımız başka bir yazıda 92-96 dönemi ile birlikte düşünüldüğünde ilk Kalli seçimi dışında çok kötü teknik direktör tercihleri ile takımın yıl başına 1 teknik adam ile çalışma gibi bir istikrarsızlığı sahip olmasının en baş sebepleri olduklarını belirtmiştim. An itibari ile görülüyor ki Skibbe yanlış seçim olmuş, oynanan kumar tutmamış. Yıllardır bu işin içinde olan insanların böyle hatalar yapmaları akıl karı değil, anlam veremiyorum gerçekten.

Rakipler puan kaybetse de kendi göbeğini kesmekten aciz bir takımın yapabileceklerinin sınırının şampiyonluk ile kesişmesi çok zordur. Galatasaray için de durumun özeti budur!

David Moyes #2



Zaman zaman bazı teknik direktör ya da futbolcular hakkında analiz yazıları yazıyorum. O ana kadar performansları ile ilgili detayları pasylaşıyor ve bu isimler üzerinde dikkat çekmeye çalışıyorum. Düşündüm de eksik kalan bir parça oluyor özellikle de teknik direktörler açısından. O da belirli periyotlarda performans takibinin yapılmaması. Bu nedenel belirli sürelerde seri halinde performans takiplerine devam etmeyi düşünüyorum. David Moyes'de bus erinin ilk yazısı olacak.

En son 17 haftada bu yazı ile üzerinde durmuştuk İskoç Teknik Adam'ın. Gelecek 5 yılda da Everton'un teknik patronluk koltuğunda oturacağı ön görüsüne dayanarak Everton'ın 10 yıllık tarihi ile özdeşlemiş bir isim haline gelecek David Moyes. UEFA Kupası'nda ki kötü performansın aksine bu sezon Premire Lig'de parlak bir performans ortaya koyuyorlar. Geride kalan 2 aylık sürede de bu süreç devam etti. 17 haftada 25 puan ile bırakmıştık Everton'ı ve 25. haftada 40 puan ile bir sıra yükselerek 6. basamağa yerleşmiş durumdalar. Bu da 8 haftada 15 paun analmına geliyor. Kaybedilen 9 puanın detayında ise Chealsea, Liverpool, Arseal beraberlikleri ve Manu karşısında alınan 1-0'lık mağlubiyet var. Zirveden kopmuş durumdalar ama ligi ilk 6 içerisinde bitirmeleri ihtimali çok yüksek, ilk 5 içerisinde yer almaları beraberlik kokan maçların gelibiyete dönüşü ile gerçekleşebilir. Yani bunun için performanslarını daha da yükseltmeleri gerekiyor.

Bu sıralama da başarıdır Everton için. Daha önce da yazdık, bu kadroya yapılacak takviyeler ile daha üst sıralar için oynamaları olası ama Arsenal, Chealsea, Liverpool, Manu gibi büyük bütçeli takımların arasına girmek de o kadar kolay değil.

Beckham Geri Dönüyor



Milan, L.A Galaxy ile anlaşamadı ve Beckham 9 Mart'da geri dönüyor.İtalyan ekibi 3 aylık bir süre için "ne alırsak kardır" mantığı ile almışlardı Beck'i fakat öyle bir performans ortaya koydu ki İngiliz fufbolcu "Bonservisi ile alsak mı?" diye akıllarda oluşan soruları gerçeğe dönüştürmek için harekete geçtiler. Dün transfer görüşmelerinde son gündü ve Milan, Amerikalılar için kabul edilebilir bir teklif sunamadı. Yani karşılarında ki karşılanması zor maliyet engelini aşamadılar ve Beckham'dan 1 ay boyunca alabilecekleri ile yetinmek zorunda kalacaklar.

Uğur Uçar Sahalarda (Coming Soon)



Geçen sene Süper Lig'de Gökhan Gönül ile beraber in iyi çıkış yapan oyuncuydu. Uğur. Kayseri macerasından sonra çok sıkı bir giriş yapmıştı sezona. Takım'ın en istikrarlı oyuncularından biriydi. Hücuma verdiği destek ortalama sağ bek düzeyinin çok üstündeydi. Ligin ilk yarısında 6 asisti vardı geride kalan sezonda.Aklımda da 16. haftada Sivasspor maçında oynadığı futbol kaldı. İnanılmaz oynamıştı, sağdan sürekli bindirmişti. Bir çok gollük pas verdi ama en sonunda Nonda'nın kafasına "al da at" diye bıraktığı top gol olmuştu.

Konyaspor maçında sakatlanmasa büyük ihtimalle 21 yaşında Avrupa Şampiyonası'nda oynama şansı bulacaktı, Arda ile takımın en genç iki oyuncusundan biri olacaktı. Sabri'nin hücumdaki parlak ama defansif anlamdaki verimsiz futbolunun yerine ikame edilebilmiş olsaydı Almanya maçında o hatalı golleri yemezdik diye düşünüyorum. Çünkü Sabri önde kullanıldığında çok daha faydalı olacak bir oyuncu ki hücum zenginliğini zaten sağ açık olarak fazlasıyla gösterebilirdi.
Sakatlığının üzerinden 1 yıl geçti ve Uğur henüz sahalara dönebilmiş değil. Yok yok, bu olayı basındaki gibi malzeme yapma niyetinde değilim. Ciddi bir sakatlık geçirdi kendisi dönüşü de o kadar kolay olmayacaktı zaten. İnternet'de dün Uğur ile yapılmış taze bir röpörtajı ve antreman görüntülerini gördüm. Top ile çalışmalara başlamış ve gerekli kuvveti sağlamaya ynelik idmanlara yapıyor şu anda. 3-4 hafta içide takımlara çalışmalara başlayacağını düşünürsek, 9. haftadan itibaren Uğur'u emaneti geri almış bir halde görebiliriz.

Leverkusen'den 4'lük Tarife (H 1:4 B )



Bundesliga'da haftanın açılış maçında lider Hoffenheim evinde 5. sıradaki Leverkusen'i ağırladı. Özellikle Leverkusen'in alacağı bir mağlubiyet zirve ile aradaki farkı 9'a çıkaracaktı, en azından kaybetmemeleri gerekiyordu onlar daha fazlasını yaaprak tam 4 golle sahadan galip ayrılmasını bildiler.

Leverkusen'i devre arasında hazırlık maçında Galatasaray'a karşı izlerken de dikkatle incelemiştim, sağlam bir takım olmuşlar. Orta sahaları oyunu iki yönlü oynayabilen oyuncularda kurulu. Rakibe sahanın her tarafında basarak alan daraltıyorlar. Bu sene ilk 4 içerisinde olmak başarıdır onlar için ama aynı kadroyu koruyup bir kaç takviye ile şampiyonluğu bile domine eder hale gelebilirler önümüzdeki sene.

Hoffenheim'ı beklediğim gibi bulamadım. Bir kere İbisevic'i aradıkları ortada, Sonago fizikli ama teknik olarak Ibisevic'in çok gerisinde. Salihovic ve Eduardo ile gol yollarına sızmayı denediler ama Leverkusen çok fazla fırsat vermedi. Leverkusen'in 2-0 yaptıktan sonra devamını getireceği belliydi, çünkü orta sahayı isabetli paslarla hızlı bir şekilde geçmeyi başarıyorlardı.

Hoffenheim için önümüzdeki 3 hafta çok daha önemli şimdi. Son 2 haftada kaybedilen 5 puanın devamının gelip gelmeyeceğini göreceğiz. Önce dışarıda Stutgart ve Dortmund ile oynayıp kendi evlerinde Bremen'i ağırlaaycaklar. Ortadaki 9 puanın ne kadarının alınacağı psikolojik olarak takımın şampiyonluğa olan bakışını ciddi manada etkileyecektir. Bu 3 hafta sonunda Hoffenheim için bir değerlendirme de yaparız bu sayfada.

13 Şubat 2009

Slumdog Millionaire



Malum bu aralar Oscar Adayı filmlere yoğunlaştığımı söylemiştim. Benjamin Button ve The Reader'dan sonra furyanın 3. filmi Slumdog Millionaire oldu. 3 filmin de ortak özelliği Kitap Uyarlaması olmaları. Eğer bir sıralama yapacak olursam ilk sıraya kesinlikle Slumdog Millionaire'yi yazarım.

Filmin konusunu herkes az çok duymuştur. Gecekondu mahallelerinden birinde yaşayan 18 yaşındaki yetim bir gencin (Jamal) Hindistan'da katıldığı bir bilgi yarışmasında 20 milyon rupe kazanmasına sadece bir soru kalmıştır. Son sorunun bir sonraki yarışmaya kalmasının ardından eğitimsiz olan birinin bu kadar büyük başarıyı ancak hile yoluyla gösterebileceğinden şüphelenilip tutuklanır. Oysa yarışmadaki her sorunun detayı aslında Jamal'ın hayatından kesitler sunmaktadır.

Konu basit, bir yarışma programı ve milyonlara uzanmaya çalışan bir genç. Fakat bu basit konu içerisine Jamal'ın yaşantısının ayrıntıları o kadar iyi sepiştirilmiş ki konu zamanlar sizi de sarmalıyor. Merak düzeyiniz artıyor ve ara vermeden soluksuz izleyebiliyorsunuz filmi. Oyunculuklar da gayet başarılı. Jamal'ın çocukluk hali ise bence en iyisi, inanılmaz sempatik bir elektriği var.

Genelde Bollywood filmlerini pek beğenmem ama Boly-Holy karşımı olmuş bu yapıt. Yönetmeni de daha önce Trainspotting filmi ile bir çoğunun tanıdığı Danny Boyle. Golden Globe'da en iyi film ödülünü kapan Slumdog Millionaire izlediğim 3 filme göre "En İyi Film Oscarı" na en yakın duranı. Ha ödülü alır mı, malum Oscar Jürisi'nin sağı solu pek belli olmuyor. Yine de Bollywood'a bir Heykelcik neden gitmesin?

11 Şubat 2009

Afrika'nın Kralı Adebayor



Michael Essien ve Mohamed Aboutrika'nın önünde 1. liğe ulaşmayı başardı Adebayor. 2008'in ilk 5 ayında gösterdiği performansın bunda büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Arsenal'in geçen sene gol yükünü çeken isimdi. Essien'de pekala bu ödüle layık görülebilirdi ama golcü olmanın etkisi Togo'luyu öne çıkarmış olmalı. Aboutrika'ya gelince Al Ahly'de gerçekten ço iyi bir performans sergiliyor, 30 yaşın vermiş olduğu tecrübenin de katkısı çok fazla. Sanırım Mısır-İngiltere karşılaştırmasında Premeire Lig'in ağırlığı dengeleri degiştirdi.

Kalou ise 2008'in en iyi genç futbolcusu ödülünü de Salamon Kaloue almış. Oyun tarzını çok tutarım bu adamın ama hala istenilen düzeyde olmadığını düşünüyorum.

Hiddink Chealse'de



Abramovic Rusya'daki gücünün de etkisi ile Hiddink'i sezon sonuna kadar Chealsea'nin yeni emanetçisi yapmayı başardı. Rijkaard'ın da adı geçiyordu ki bence kesinlikle yanlış bir tercih olurdu. En azından şimdilik sezon sonuna kadar en iyisi ile anlaşmış bulunuyorlar. Şu an en iyi 3 teknik adam arasında kesinlikle sayılacak isimlerden biridir Hiddink. Gittiği her takıma oyuncu yapısına göre bir taktik anlayış kazandırmayi bilmiştir. Güney Kore'de prese dayalı ve önde basan, Avustralya ve Rusya'da daha kontrollü ve ne yaptığını bilen bir anlayışla karşımızda idi. PSV'ye Şampiyonlar Ligi'nde oynattığı yarı finalden sonra Hollanda ekibi bir daha o noktayı göremedi.

Bu kadar kısa sürede neler beklenir ya da neleri yapması başarıdır gerçekten söylemesi güç ama Scolari'den daha başarılı olacağına bahse girerim.

Punch - Drunk Love



Zaman zaman romantizm yapmak gerek diye izlerim bu tür filmleri. Klasik hikayeler çevresinde dönse de genel de eğlencelidirler. Filmin sonunda yüzünüzde tatlı bir gülümseme belirir bir çoğunu 2. kez izleme isteğine sahip olamayacağınızı bile bile.

Bu düşüncelere sahip birisi olarak Adam Sandler'on oynadığı bu filmi de muhtemelen benzer ifadeler ile sonladıracağımı düşünmüştüm ama yanılmışım. Uzun zaman sonra ilk defa bir filmi bitirmekte bu kadar zorlandığımı hatırlıyorum. Paul Thomas Anderson sıra dışı, izlenesi filmlere imza atmıştır, fakat bu defa...

Filmde Adam Sandler'da o bilindik romantik film tiplemesinin dışına çıkıyor. Farklı bir türe sahip Reign Over Me'de de oyuncuuluğunun değişik yönlerini görme fırsatım olmuştu nitekim bu filmde alışılmış tablonun dışına çıkan oyunculuğunu gördüm. 7 tane kız kardeşli ve hayatındaki bütün boşlukları işiyle dodurmaya çalışan kendi halinde bir genç adamı canlandırıyor (Bary Eagen) Sandler. Biraz sorunlu bir tip, belki de bu kadar kız arasında en küçük olarak yetişmenin vermiş olduğu bir psikoloji bu. Bu yaşantıdan kaçış isteği puding kuponları biriktirerek bedava uçuş mili kazanma çabası ile ifade ediliyor galiba. Kadınlar konusunda da doğuştan yeteneksiz olan Eagan, günün birinde bir kadınla tanışır ve yavaş yavaş kendini bulmaya başlıyor.

Hani filmi izleyip de farklı tadlar almış arkadaşlarımız var ise paylaşmalarını isterim, çünkü Anderson'dan bu kadar kötü bir yapım beklemediğim için hayal kırıklığı yaşıyorum :(

10 Şubat 2009

PAF Ligi Puan Durumu & Sivasspor



PAF Ligi'nde de 19. hafta geri de kaldı. Trabzonspor bu hafta liderlii averaj farkı ile Süper Lig'deki ağabeylerinin istikrarının aksine ligin son sırasında yer alan Kayserispor'u 5-1'lik skorla farklı mağlup eden Galatasaray'a bıraktı. Sarı Kırmızılılarda gelecek adına umut vaad eden gençlerden Cem Sultan'ın hat trick yapması dikkat çekici. Trabzonspor ise Ankaragücü ile kendi sahalarında berabere kalarak çok önemli bir 2 puan yitirmiş oldu. Antalyaspor ise bu senenin sirprizi tıpkı geçen seneki Sivaspor gibi. Son yıllarda Galatasaray'ın hegomanyasını koyduğu şampiyonluklara bir dur demişti Anadolu ekibi geçen sene. Fenerbahçe'de geçen seneye göre daha iyi bir performans ortaya koyuyur ve liderin yalnızca 4 puan gerisinde. Fenerbahçe'den sonra 5. sırada yer alan Beşiktaş ise zirvenin 9 puan gerisinde ve üst sıralardan kopmuşluğu temsil ediyor bir anlamda.

Bu hafta da PAF Ligi önemli maçlara sahne olacak. Antalyaspor & Galatasaray maçı liderlik açısından oldukça önemli. İlk yarıdaki maçta Antalya ekibi İstanbul'da 3-1 galip gelerek 3 puana uzanmıştı. Bir diğer önemli maç ise Beşiktaş ve Trabzonspor arasında. Beşiktaş'lı gençler tıpkı ağabeyleri gibi maçı kaybederlerse şampiyonluk mücadelesinden iyice uzaklaşmış olacaklar. Yani Trabzon maçlarında bu hafta her alanda 3 puana gebe.

Yukarıda Sivasspor'dan bahsederken sezon başından beri puan tablosuna her bakışımda dikkatimi çeken geçen sezonun şampiyonunun gözle görülür bu düşüşünden de dem vurmak gerekiyor. "1 yılda bu takıma ne oldu?" sorusu normal olarak ağızlardan çıkıveriyor ister istemez. Üşenmedim durumu araştırdım. Takımdaki bu değişimin ana nedeni 2007-2008 sezonundaki takımın 15 futbolcusunun 1988-1989 doğumlu oyunculardan oluşması. Yapılan son düzenleme ile de bu sene PAF Ligi'nde 1990 ve sonrası doğumlular oynayabildiği için şampiyon kadrodaki oyuncuların neredeyse hepsi boşa çıkmış oldu. Bir çok takım aynı sorunu yaşadı ama alttan gelen oyuncular ile bu boşluğu doldurabildiler ve hala üst sıralarda yer alabiliyorlar. Oysa burada Sivasspor'un başka bir gerçeği öne çıkıyor. O'da alt kademelerden oyuncu çıkaramamış olmaları. Bu sene oynayan PAF Takım kadrosundaki 11 oyuncu başka takımlardan transfer olarak takım bünyesine katılmışlar. Dolayısı ile tamamiyle farklı bir yapı oluşmuş, yep yeni bir kadro oluşturulmuş.

Burada üzerinde durulması gereken başka bir nokta da Sivaspor A Takım kadrosunda alt yapı kökenli yalnızca 1 oyuncunun bulunması (Ümit Çalışkan). Şampiyon bir takımdan üste çıkaracak oyuncunun olmaması gerçekten ilginç. Bu gençlerin şu an oynadığı kulüplere bakınca TFF 2. Lig'de bile olmayan takımlarda olduklarını görüyorsunuz. Hiç mi bulunamadı bu çocuklara en azından 2. Lig'de oynayan takım, gerçekten ilginç.

Yıllardır PAF Ligi'ni domine etmesine ve üst üste şampiyonlular almasına rağmen A takıma yeteri sayıda oyuncu çıkaramayan bir Galatasaray örneğinin üstüne Sivasspor'un bu yaklaşımı genel futbo yönetimleri açısından bakınca pek de yadırganası gelmiyor bize. Sivasspor'un oturmuş kadrosu belki bu gençlerin bünyeye dahil edilmesine imkan vermemiş olabilir ama önümüzdeki yıllarda da bunlardan kaçını vizyonda göreceğimiz ciddi bir muamma. Bekleyip, görelim, umarım gerektiği gibi değerlendirilebilir eldeki potansiyeller.

Tecrübe Budur...



Beylerbeyi'nin devre arası transfer hareketleri hakkında sizlerle bilgi paylaşımı yapmıştık. Bu transferler içerisinde takım için en önemlisinin de gerek tecrübesi gerekse de golcülüğü ile genç futbolculara ve takıma katkı sağlayacak olan Mustafa Kocabey olduğunu belirtmiştik.

Pazar gübü oynanan Gebzespor karşılaşmasında ikinci yarıda oyuna girip son 5 dakikada 3 gol atarak takımını 2-0 mağlubiyetten 3-2'lik galibiyete taşımayı başarmış tecrübeli isim. İlerleyen dönemde daha fazla katkı yapacağından eminim namı-ı diğer Papen'in. Devre arasında yapılan transferden bu kadar kısa sürede daha ne beklenebilir ki?

En İyisi İspanya



Çarşamba akşamı oynanacak hazırlık karşılaşmasından önce İngiltere Milli Takım Teknik Direktörü Capello'ya ait başlık. Şu anda en iyi milli takımın İspanya olduğunu söylüyor. Ha Avrupa'da mı Dünya'da mı onu tam olarak belirtmemiş. Capello güzel demiş de biz de biliyoruz be abicim, hatta Mart ayında "Bu adamlardan nasıl puan alacağız?" diye düşünmüyor da değiliz!

The Reader



İstanbul'a gidişin en güzel taraflarından biri de bu. Gidiş-Geliş toplam 2.5 saatlik yolculukda 1 tane filmi rahatlıklı izleyebiliyorsunuz. The Reader'ı da bu vesile ile çıkardım aradan.

Benjamin Button gibi bir uyarlama senaryo The Reader. The Hours'da yine uyarlama senaryo ile bir araya gelen Stephen Daldry & David Hare (yönetmen&senarist) ikilisi bu kez Bernhard Schlink'in Romanı'nı Beyaz Perde'ye aktarıyorlar. Filmde hikaye II. Dünya Savaşı ertesi, Almanya. Michael adlı genç, kendisinin yaşça iki katı büyük olan Hanna Schmitz'e aşık olması ile başlıyor. İlişkilerini gizli bir şekilde yaşayan ikilinin aşkı Hanna'nın bir gün ortadan kaybolmasıyla bitiyor. Aradan 8 yıl geçtikten sonra ve hukuk okuyan Michael bir gün savaş suçları mahkemesinde gözlemcilik yaparken sanık sandalyesinde Hanna'yı görüyor ve mahkeme sırasında Hanna'nın geçmişi ortaya dökülürken, Michael ikisinin de hayatını değiştirecek bir sır ortaya çıkıyor. Sırrın ne olduğunu verip filmin tadını kaçırmak istemiyorum. Onu da izleyip görün derim!

Özellikle Kate Winslet'in oyunculuğu görülmeye değer. En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ını alması normal olur. Muhtemelen Angelina Jolie ile çekişecektir bu alanda. Hanna'nın ortadan kayboluşu ve umulmadık bir anda tekrar ortaya çıkışı ile filmdeki ilginiz canlı tutuluyor. Yalın anlatımı da diğer bir artısı hikayenin. En İyi Film Oscar'ı alıp alamayacağı yorumunu diğer filmleri gödükten sonra yapmak daha doğru olacak ama ortada bir gerçek var ise Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi'nden daha şanslı olduğu da su götürmez bir gerçek.

The Curious Case Of Benjamin Button



Bu aralar daha çok Oscar Adayı filmleri izlemeye çalışıyorum. Geçen hafta izleme fırsatı buldum Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi'ni. Toplamda 13 dalda aday.

2 saat 40 dakika sürüyor film. Alışılmışın dışında, yaşamın akışının tersten aktarılması söz konusu. 80 yaşında, yaşlı görününümlü bir bebek olarak doğan Benjamin, yıllar ileri doğru aktıkça zamanın tersine gençleşmektedir. Filmin de farklı tarafı bu zaten. Bu farklılığı olağan bir şekilde ve akıcı olarak vermesi filmde ilginizi canlı tutuyor ama 160 dakika sonunda akılda kalan çarpıcı tek şey Brad Pitt'in Forest Gump'ımsı oyunculuğu bence (ha bir de yakışıklılığı karşısındaki kompleksiniz :) ). Kült'ler arasına almayı bırakın 2. kez izlemeden önce bile düşünülmesi gerekiyor Bejamin Button için.

En iyi film Oscar'ını alması kanımca çok zor. Diğer filmlerden sadece The Reader'ı izledim ki öykü olarak kesinlikle daha iyi. En iyi erkek oyuncu Oscar'ını alması sürpriz olmaz.

Goodbye Scolari



Premiere Lig'de bu sene ciddi bir teknik direktör kıyımı var. Sezon başından bu yana 8 takımda teknik direktör değişiliğine gidildi, bunlar arasında Porstmouth gibi 2 teknik direktör değiştiren takımlar da var. Furyanın son kurbanı da Luis Felipe Scolari oldu.
Sezona oldukça etkileyici başlangıç yapan Brezilyalı teknik adam 14. hafta sonunda 33 puan ile takımını zirveye yerleştirmeyi başarmıştı. Manu'u ise liderin 5 puan gerisindeydi. 25. hafta sonunda ise manzara tam tersine dönmüş durumda. 11 haftada toplanılan sadece 16 puan ile (toplamda 49 puan) 5. sıradalar ve 1 maç eksiği bulunan lider Manu ile aralarındaki fark 7. Gerçekten de inanılmaz bir düşüş yaşadığı görülüyor Scolari ve ekibinin. Bu tablo Abramovic'in de kendisine olan güvenini derinden sarsmış olacak ki çare olarak yolların ayrılmasına karar verildi. Yerine de takımın eski kaptanlarından Ray Wilkins getirildi yeni "esas oğlan" bulunana kadar.
Türkiye'de görmeye alıştığımız manzaranın hep profesyonel yönetim anlayışlarını örnek gösterdiğimiz Ada Futbolu'nda da görülmesi şaşırtıcı geliyor insana. Değişikliklerin büyük çoğnluğunun 10. sıra ve altındaki takımlarda yaşanması da sürpriz olmasa gerek. Ligin ilk 6 sırasındaki takımlara bakınca Chealsea dışındaki takımların tenik direktör anlamında belirli bir istikrara sahip oldukları görülüyor. Ferguson & Manu ilişkisini anlatmaya zaten gerek yok. Benitez, Liverpool'un başında 5. sezonunu yaşıyor. Martin O'neill 4 yıldır Aston Villa'nın başında. Wenger 1998 yılından beridir Londra ekibinin teknik direktörlüğünü yaparken, David Moyes 2002'den bu yana Everton ile yola devam ediyor.
Başlık için Goodbye Scolari dedik ama Güzide Basınımız'ın bunu "Wellcome Scolari" formatına sokacağından hiç şüphem yok. Muhtemelen yarından itibaren Fenerbahçe ile ismi anılmaya başlanır, kim bilir Aziz Yıldırım ile bir telefon görüşmesi bile yapmışlardı belki, ne dersiniz?

09 Şubat 2009

Marsilla :"Ben de varım"



Lyon'un geçen senelere göre güç kaybetmesi mi yoksa rakiplerin güçlenmesi midir bilinmez Fransa'da bu sene şampiyonluk mücadelesi geçen senelerdeki Lyon baskınlığının aksine çekişmeli gidiyor. Şu an lider 45 paunlı lider Lyon ile 5. Toulouse arasında 5 puan, 7. Rennes ile 8 puan bulunuyor.

Dün akşam da şampiyonluk mücadelesini yakından ilgilendiren bir maç vardı Ligue 1'de : Marseille-Bordeaux. Hem Galatasasaray'ın rakibini izleme hem de bir zevkli bir kaşılaşma olmaya aday Fransız derbisine göz atmış olma anlamında önemliydi maç. Ayrıca 42 puanlı Bordeaux için lider ile aradaki farkı 1'de tutma, Marseille için de 8 puanlık farkı yeniden 5'e indirme açısından da kritik bir maçtı. Nitekim beklentilerimizi karşılamaya yetti 90 dakika sonundaki mücadele ve tempo, özellikle de Galatasaray-Kayseri ve Konya-Beşiktaş maçlarını izledikten sonra.

Marseille Niyang ve Koune'nin sakatlığından ötürü devre arasında Wiltord ve Brandao'yu kadrosuna kattı ve hücum hattında bu ikili sahadaydı. Bordeaux cephesinde beraber oynamalarına alışkın olmadığımız ofansif oyuncuların bir çoğu ilk 11'deydi. Gourcuff -Cavenaghi - Chamakh-Vendel-Jussie 5'lisi ile etkin bir hücum hattı oluşturmayı hedeflemişti Blanc.

Her iki takım da aç boyunca net gol pozisyonlar yakaladı ama kalecilerin performansı maçtaki gol sayısının artmasını önleyen ana faktördü. Bordeaux yukarıdaki ofansif isimler ile caza sahası çevresinde ayağa kısa toplar ile aralar adam kaçırma peşindeydiler ki Cavenaghi ve Vendel ile karşı karşıya pozisyonları gole çeviremediler. Zaten Bordeaux'un en iyi yaptığı işlerden biri de bu. Orta sahayı geçince zaman zaman baş döndürücü bir pas trafiği kurarak ceza sahasına sızmak. Özellikle Vendel'in pozisyonunda Taibo'nun kademeye girmesi ve son vuruş şansı vermemesi mükemmeldi. Burada Taibo'nun performansının da altını çizmek gerekiyor. Komple bir sol bek gibi oynuyor kendisi. Hem hücuma destek veriyor, hem de savunma görevini aksatmıyor. Uzun zamandır bu kadar etkin bir savunmacı sol kanat adamı görmemiştim.

Bu kadar net pozisyonların harcandığı bir maçta golün Chamakh'ın kendi kalesine attığı gol ile gelmesi de ilginçdi. Marseille'nin en net pozisyonlara maç 1-0 olduktan sonra ulaşması da altı çizilmesi gereken bir nokta. Genel manada disiplinli oynayan Bordeaux takımının risk aldıklarında arkalarında verdiği boşluklara işaret ediyor bu. Aynı zamanda ara toplarda dengesi bozulan ama yan toplarda oldukça güçlü bir savunma anlayışı var Fransız ekibinin. Umarım Galatasaray teknik ekibi de bu eksiklikler görüp stratejilerini buna göre belirler.

Gerets ve ekibine gelince, teknik direktrölüğünden pek haz etmesem de dün oyunu iki yönlü oynamaya çalışan Marseille'yi beğendiğimi söyleyebilirim. 3 puanı hanelerine yazdırarak zirveden kopmadılar ve Lyon'u takibe devam ediyorlar. Sezon sonunda ipi göğüslemeleri futbollarına istikrar katmalarına bağlı. Nyang ve Koune'siz hücum hattında yaşayacakları sıkıntı da onları zorlayacak diğer nokta.

Adams'dan Buraya Kadar



29 Ekim'de göreve geldiğinde bu yazıda Redknapp sonrası işinin hiç de kolay olmadığını belirtmiştik özellikle de tecrübe eksikliğini ve beklentilerin yüksek olmasını göz önüne alınca. Nitekim bu hafta Liverpool'a kendi sahalarında kaybettikleri maç Porstmouth ile son maçı oldu. 7. hafta 14 puan ile 7. sırada aldığı takımı, 24. hafta sonunda 24 puan ile 16. sırada düşme potasının hemen üstünde bırakıyor. Yani, 17 haftada sadece 10 puan yazdırabilişmiş İngiliz ekibi Adams yönetiminde hanesine. Risk aldıklarını eminim düşünmüştür yönetim ama bu kadarını da bekliyorlar mıdır orası soru işareti işte.

Şimdi sıradaki emanetçi bekleniyor. Yeni hoca için sıkı bir başlangıç olacak. Önce kendileri ile aynı puandaki Stoke ile karşılaşacaklar, ardından Manu deplasmanı ve içeride bir Chealsea maçı, sonrasında da yine alt sıralardaki rakiplerden Middesbrough karşısına çıkacaklar. Gerçekten zorlu bir trafik var önlerinde. Bakalım yeni cengaver bu dönemi nasıl atlatacak, sabırsızlıkla bekliyorum. 4 hafta sonunda da son tabloya burada hep beraber göz atarız.

08 Şubat 2009

Aragones Psikopat'a Bağladı



İBB- Fenerbahçe maçını izleyemedim, radyodan dinledim. Bu nedenle uzun uzun yorum yapamayacağım, ama maç için söylenecek tek şey var bana göre:

Dakika 60, rakip 44. dakikadan beri 10 kişi oynuyor ve 1-0 geridesin. Özetle gole ihtiyacın var. Kazım ve Semih'i oyuna alacaksın, tamam gayet iyi. 4. hakem çıkacak oyuncuları gösteriyor: Alex & Guiza. İşte kelimlerin tükendiği andı bu. Defanstan adam eksiltmeyi, defasif orta saha oyuncularından birini değiştirmeyi düşünmeyen bir anlayışın izdüşümü sahnedeydi. Avrupa Şampiyonası'nda sabitlenmiş oyuncu değişiklikleri yapan Aragones işi gerçekten de Fenerbahçe'de de psikopata bağladı, sonunda da Ömer Üründül'e gün doğdu. Süper Stadyum'u kaçırmayın derim!

Konya 0:0 Beşiktaş



İlk yarıyı 6 puan geride kapattıktan sonra gerek rakiplerin birbirleri ile yapacakları maçları gerekse de İnönü'de oynanacak 2 maçı düşününce Beşiktaş'ın farkı kapatması olası gibi görünüyordu ki 2 hafta sonunda fark 4 puana inivemişti. Denizli'nin 17 maç sonundaki 5 puanlık fark hedefinin de altındaydı bu. Konya ise 20 puan ile küme düşme hattının üstünde yer alsa da önümüzdeki haftalarda kabus görmemek adına alınacabilecek 1 puan bile oldukça önemliydi onlar için.

Daha maçın ilk dakikasından itibaren oldukça arzulu, rakibine önde basan ve alan daraltan oyun yapısı ile etkili bir Konya vardı sahada. Yeni transferler Serhat, Poljak, Kratochvil hemen kadroda kendilerine yer bulmuşlardı ve 3 oyuncu da oldukça iyi performans gösterdiler. Serhat çok hareketli oynayarak Beşiktaş defansını zorladı, Kratochvil ise oynadığı oyun ile hem Denizlispor'a hem de Ümit Kayıhan'a selamını çaktı. Özellikle savunmanın göbeğinde İsmail oldukça uyumlu göründüler ve neredeyse 0 (sıfır) hata ile oynadılar. Eskilerden de Veysel ileride top tutarak takımı rahatlattı, Cihan da orta sahada verimli bir performans koydu ortaya. Sağ bekten kurtulunca dah bir göze hoş gelmeye başlamış Cihan'ın oyunu.

Konya'nın bu arzulu ve basan futbolu Beşiktaş orta sahasında yumuşak oyun yapısı ile ön plana çıkan Yusuf'u etkisiz hale getirdi ve 2. yarıda oyundan çıkana kadar neredeyse hiç varlık gösteremedi. Yusuf etkisizleşince de zaten teknik kapasitesi sınırlı oyunculardan kurulu orta saha ile Siyah Beyazlılar ileri ikildeki Bobo ve Holosko'ya gerekli pozsiyonları hazırlama becerisini gösteremediler. Maçın son 15 dakikasında Nobre'nin oyuna girişi sonrası rakip üzerinde baskı kurulsa da pozisyon bulmakta sıkıntı çekilen sıkıntı sonucu 90 dakika sonucunda sahadan golsüz ayrılmak zorunda kaldılar.

Sonuçta her iki takım adına da net denilebilecek bir poziyon yok ortada. 90 dakika sonunda gol göremediğiniz gibi pozisyon da görememek bir eziyet gibi geliyor insana ne yazık ki.

Maç izlerken bir yandan da Ernst'e dikkat ettim. Schalke'de fazla izlediğim bir oyuncu değildi ilk defa Antalya maçında izleme fırsatı buldum ve bugün de 2. kez izledim. Mücadeleci ama teknik kapasitesi sınırlı bir oyuncu, fazla pas hatası ile oynaması dikkat çekiyor. Bu tip orta saha oyuncularını beğenmiyorum. Ön libero diye tabir edilince bir oyuncu, sadece mücadele etmesi yeter gibi mi geliyor yöneticilere, anlamış değilim. Ön libero dediğin adam apaçık bir orta saha oyuncusu. Bu adam mücadele edecek ama hiç mi hücumda bir etkinlik yapamayacak. Adam geçip ara pası atmayacak mı bu ön libero denen adam? Kaleye isabetli şut göndermesi beklenmeyecek mi bu oyuncunun? İşte genel yanılgı burada. Ön libeto tabiri çıktı oyunun seyir zevki azaldı, orta sahalar hatta takımlar daha az gol atmaya başladı. Oysa Ernst, Mehmet Topal gibi oyuncuları sırf mücadele ediyorlar diye beğenmek bana çok garip geliyor. Bu adamlar hiç mi hücum yaratıcılığı sağlamazlar takıma? Yok kardeşimi, almayın böyle adamları. Beşiktaş'da orta sahasında Delgado ve Tello gibi adamların yanında oyunu iki yönlü oynayabilecek tek adam koyacakken hücumda var olan Yusuf ve mücadele gücü yüksek Ernst'i alarak 2 adamla bu boşluğu doldurmaya çalıştı ama unutmamak lazım 2>1.

Denizli'nin gelişi ile şampiyonluk şansının azaldığını düşündüğüm Beşiktaş bu puan kaybı ile ilk 2 haftada azalttığı farkı 16. hafta seviyesine çekmeyi başardı. Önümüzdek hafta Trabzon maçı çok daha önemli bir hale geldi şimdi. Olası bir mağlubiyet her şeyi arap saçına döndürecek gibi. Konya ise bugunküü oyunu ile ligde kalmayı büyük ölçüde başarır ama sıkıntı vizyon maçlarındaki oyunu genele yayamamak zaten. Eğer bunu başarabilirlerse üst noktalara tırmanırlar, aksi takdirde son haftaya kadar düşmeme hesapları ile bulanır kafaları.

Galatasaray 1:1 Kayseri

Maçın ilk yarısını izleyemeyip sadece skor bilgisine sahip bir şekilde ekran karşısına oturunca "Bu takım da bir kişi eksik mi?", "Mehmet Topal neden sol bek oynuyor, Hakan Balta nerede?" sorularını ardı ardına sıralayıveriyorsunuz. Aldığınız cevaplar daha bir arttırıyor merakınızı ve kızgınlığınızı. Kartların nasıl verildiğini düşünürken aynı zamanda her hafta kırmız kart görmenin adet haline gelişine hayret edip, bu kadar çok sakatlığın takımın en istikrarlı adamını da buluşuna şaşırıp kalıyorsunuz.

Önce kart meselesine gelelim. İlk olarak 2. sarı kart pozisyonunu gördüm ve internetten kural kitabını indirdim. 122. sayfada yer alan aşağıdaki ifadeleri okuyunca artık ilk pozisyonu görmeem gerek bile kalmamaıştı.

Eğer bir oyuncu serbest vuruşu çabuk kullanmaya karar verir ve topa 9.15 m mesafeden daha yakında bulunan bir rakip oyuncu topu keserse, hakem oyunu devam ettirmelidir.Eğer bir oyuncu serbest vuruşu çabuk kullanmaya karar verirse ve topa yakın olan bir rakip oyuncu kasti olarak vuruşu yapmasını engellerse, hakem oyuncuya oyunun tekrar başlamasını geciktirdiği için ihtar vermelidir.


Dereli, 2. duruma göre değerlendirmiş olacak ki sarı kartını kullandı ama pozisyonun rakibin atışını engellemek ile uzaktan yakından alakası yok. Lincoln mesafeyi açmak için geri çekilirken rakibin oyunu çabuk bir şekilde başlatması sonucu yanından geçen topu kesiyor. Herhangi bir engelleme söz konusu değil.


Hakan Balta'nın sakatlanması aslında hastane mantığı ile çalışan bir takımda her gün yeni bir sakatlık haberi bekleyenler için şaşırtıcı olmasa gerek. Yine de Hakan gibi bugüne kadar sakatlık nedeniyle çok az maç kaçıran bir adamın da arıza yapması ilginç. Son 2 yılda bu kadar çok sok sakatlık verilmesinin bir nedeni olmalı? Son 2 yılda nelerin değiştiği incelenmeli. Sağlık ekibi, Kalll & Skibbe'nin antreman metodları, zemin vs. vs.


Oyuna dönersek, 10 kişi kalan bir takımın geriye çekilmesi normal karşılanabilir ama Galatasaray'ın bir yarıyı bu kadar mahkum oynaması da kolayca kabullenilecek bir durum değil. Lincoln'süz kalındığında ayağa pas yapmakta zorlanan, topu ileri taşıyamayan ve adam eksiltmekten uzak bir orta sahaya sahip olunduğu daha net görülüyor artık. Tabi bizden ziyade Sezgin - Üstünel -Yançındağ silahşörlerin bu eksikliğin farkına vararak önümüzdeki sezonun planlarını yapmaları gerekiyor, ha yaparlar mı emin değilim.


Maç öncesi Kayseri'nin gol atmasının, sadece Cangele ve Topuz ile sonuca gitmelerinin çok zor olduğunu belirtmiştim, aynen öyle oldu. Ceza sahası dışından bir şut ve Santcis'in hatası ile geldi gol. Herşeyden önce 3 puanın önemli olduğu bir ortamda son dakika golü ile 2 puan bırakmak oldukça moral bozucu olsa gerek. Üstelik kaybedilen puan ile zirve ile aradaki fark 4'e çıktı. Aslında çok da önemsenecek bir fark değil bu ama Galatasaray güven vemiyor, her an puan kaybedebilecek kadar serseri bir futbol ile çıkıyor rakiplerinin karşısına. Bu şekilde şampiyonluk kovalamak gerçekten kolay değil, çünkü rakiplerin sayısı geçen senelere göre 1-2 değil 4-5 takımlı bir kovalamaca var şu anda. Dolayısı ile kendi göbeğiniz kesemediğiniz zaman bir çok takımın puan kaybetmesini beklemek zorunda kalacaksınız.


Galatasaray adına Nonda'nın yavaş yavaş formunu yükseltmeye başlaması ve Linderoth'un geri dönüşü dışında herhangi bir güzellik yoktu maçta. Tobias'ın alan kapatmadaki başarısı ve savunmayı bildiğini her haliyle göstermesi dikkat çekici. Kayseri de bu yapısı ile kısır maçları izletmeye devam edecek gibi, olan yeni stada olacak. O güzelim yerde böyle sıkıcı futbol izlemek çok da hoş olmayacak ama...

07 Şubat 2009

Tam İsabet: Yannick Kamanan



Transfer bütçelerinin kısıtlı olması mı ,yoksa futboldan ve futbolcudan gerçekten anlayan insanlardan kurulu ekiplerin "transfer böyle yapılır" dedirtme hırsı mıdır Anadolu Kulüplerini'nin daha önce isimleri çok az bilinen/bilinmeyen kaliteli oyuncuları Türkiye Futbol Piyasına sunmalarının nedeni? Ya da bütçlerinin büyüklüğünün "fazla para harcayarak transfer yapmalısın" mantığını dikte edişi mi veyahut sistematik bir oyuncu izleme/transfer politikasına sahip olmamak mıdır Beşiktaş / Galatasaray / Fenerbahçe gibi takımları bu tür ucuz ve faydalı yabancı oyuncular almaktan alı koyan? Her sene bu soruları sormamıza neden olan oyuncular çıkar karşımıza Anadlo Kulüpleri'nde. Tabata ve Bilica sordurmuştu sezon başında bu soruları bana, son olarak da diğer 2 oyuncuya kıyasla çok daha az maliyetli ve 1-2 maç sonunda size kalitesini gösteren Yannick Kamanan çıktı "meydane".


1981 doğumlu Kamanan, Le Mans Union Club 72'de futbol hayatına amatör olarak başladı. 1999 yılında Tottenham Hotspur altyapısına giren Franzsız Futbolcu, 2001-2002 profesyonel futbol hayatına yine Londa Kulübü ile ilk adımını atsa da Spurs'de forma şansı bulamadı. 2002-2003'te Fransa'ya dönen Kamanan, sırasıyla RC Strasbourg, Dijon FCO ve Gazelec Ajaccio formalarını birer sezon giydi. 2005-2006 sezonunda Belçika'da başarısız bir K.V. Oostende deneyimi geçiren futbolcu, 2006'da İsviçreli FC Schaffhausen'e transfer oldu. Aynı sezon içerisinde bu kez İsrail'in Maccabi Herzliya takımına geçen Kamanan, kariyerinin belki de en verimli günlerini burada geçirerek 17 maçta 6 gole imza attı. 2007-2008 sezonu başında Maccabi Tel-Aviv'e transfer olan Kamanan, bu forma altında 45 maçta 15 gole imza attı. Ocak 2009'da da Sivasspor'A transfer oldu. Normal şartlar altında Macabi'nin vazgeçebilecğei bir isim değil Kamanan ama ayrılmasının altındaki asıl neden İsrail-Flistin arasında zaman zaman savaşa dönüşen gerilim idi.

Galatasaray Kupa maçının ilk ayağında oyuna girdikten sonraki kısımdaki izlenimim gayet iyiydi ki Balili'ye çok güzel bir asist yaptı. Daha sonra Kayseri maçında 90 dakika izleme şansını buldum ve Mehmet Yıldız ve Tum'dan çok daha farklı özelliklere sahip bir oyuncu izlenimimi doğrulatır bir performans koydu ortaya. Topla hızlanışı, splinter yapısı ve dirplingleri ile rakip savumayı dağıtan bir oyun koydu ortaya. Sivas'faki rövanş maçında da hem attığı gol hem de kaçırsa da pozisyona girme becerisi ile sahadaydı bu kez Kamanan. Bugün de Kocaeli maçında takımını 1-0 öne geçiren golü attı. Henüz maçın ilk yarısı oynandı, belki de 2. yarıda bu performansının üzerine muhtemelen daha fazlasını koyacak.
Bilinirliliği fazla, belli miktarda parayı vererek bir oyuncuyu takıma katmak elbete başarıdır ama bu transferlerdeki asıl etken riskten kaçarak takıma faydalı olacak adamları bünyeye katmakdır. Elbette bu bir yol ama maliyetin yukarılarda olduğu bir strateji bu. Örneğin bir Baros, Meira, Guiza trasnferleri bu mantık ile alınan adamlardır. Yani oyuncu bilenen ve piyasası olan ( az ya da çok) biri ,siz de belirli parayı vererek bu adamı getiriyorsunuz. Burada bir başarı olsa da ciddi bir organizasyone gerek yoktur. Yani özel bir ekip olmadan, sistematik bir transfer planı oluşturmadan atılacak hamleler. Oysa bir Ribery transferi çok daha farklı çerçevede değerlendirilmelidir. Gerçek bir tansfer başarıdır bu büyük bir beceriksizlikle elden kaçırılmış olmasına rağmen. Çok daha düşük bir maliyetle kadroya katılmış, yetenekli ve 2-3 sene içerisinde maliyetinin bir kaç katına rahatlıkla elden çıkarılacak bir transfer. Asıl mesele bunları başarabilmek ve bu organizasyona sahip olmak bence, yoksa piyasaı olan bilinen adamları biraz fazla para ile buralara getirebilirsiniz.

Mehmet Yıldız gibi saha içindeki en büyük melekesi güreşmek olan ve bunun dışında top ile adam eksiltmek, dripling yapmak gibi hasletlerden yoksun bir adam için 2 Milyon Euro'yu gözden çıkarırken, Josico / Seriç gibi 2. sınıf adamlara milyon eurolar verirken bir kaç yüzbin euro karşılığında daha kaliteli oyuncuların transfer edildiğini görmek acaba bu kadar paraya ortaya döken takım yöneticilerine bir şey ifade ediyor mudur merak ediyorum?