31 Ağustos 2009

Ankaraspor 0:2 Galatasaray



Beklentilerin uzağında, taktik disiplinden uzak bir Galatasaray; karşı tarafta sakin, ayağa yerden oynamaya çalışan bir Ankaraspor vardı özellikle ilk yarıda sahada. Bu görüntü ile Sarı-Kırmızılı ekibin 3 puan ile sahadan ayrılması kenardan gelecek oyuncuların katkısına bağlıydı ve nitekim de öyle oldu.

90 dakikanın ardından yazılacak ve defalarca bu satırlarda üzerine bastığımız bir nokta var, o da orta sahada oynayan 2'linin oyunu hızlandırma ve yarı sahaya taşıma anlamında yaptıkları katkının takımın oyununu direkt olarak etkilediği. Özellikle Mehmet Topal'ın yaratıcılıktan uzak, sadece mücadele etmeye dayalı oyunu bu takım için yeterli değil. Mustafa Sarp şu hali ile bile çok daha ilerisinde Topal'ın. Bu bölgede oynayacak oyunculardan en az birinin oyunu hızlandıran, top ile dikine dripling yapan bir oyuncu olması şart. Emre Belezoğlu tam bu tanımlamaya uyan bir örnek. Galatasaray'ın en kritik bölgesi olan orta sahanın bu bölgesi takviyenin öncelikle yapılması gereken pozisyondur.

Bu husus bu maçın ortaya koyduğu en net tabloydu, bunun dışında göze çarpanları maddeler haline özetleyelim.

*Baros için geçmişte yazdıklarımın hala arkasındayım. Çek golcünün büyük liglerde tutunmasını engelleyen şey topla olan kontrolsüzlüğü, pas verebilme becerisindeki eksikliği o kadar dikkat çekici ki işte Avrupa'daki büyük liglerde tutunmasını engelleyen en büyük etken de tam da bunlar. Şu haliyle Nonda'nın ilk 11'de olması takım oyunu anlamında daha büyük katkı yapacaktır.

*Elano'nun hazır olduğunu söylemek mümkün değil. Bugün takımın ilk yarıdaki etksizliğinde ortadaki 2'li kadar onun da payı vardı. Verimli olabilmesi için Topla-Sarp ikilisinin farklı kimliklere bürünmesi lazım ama bunun olması da neredeyse imkansız olduğuna göre çare Brezilyalı'nın daha etkin hale gelmesinde.

*Arda'nın oyun içerisindeki çok yönlülüğünü arttırması gerektiğini vurgulamış ve göbekte oynama becerisi kazanır ise oyun karakterini zenginleştirme anlamında büyük bir adım atacağını belirtmiştim. Bugün sol tarafı yadırgar havada oynaması ve hücum hattının arkasında daha verimli ber tablo çizmesi sezon başından beri katettiği gelişimi göstermesi açısından umut verici.

*Galatasaray'ın orta sahasındaki 2'lilerden yana başının ağrıyacağı kesin. Ayhan'ın üst düzey oynaması ya da Linderoth'un sakatlanmadan sezon sonunu getirmesi gerek yoksa benzer tipteki Barış-Topal-Sarp gibi benzer tipte defansif yönü ağır basan, oyunun hücum zenginliği yönünde pek katkısı olmayan oyuncular ile bu sıkıntıları aşmak mümkün değil. Oyunu hızlandırma, dikine oynama ve ilerideki 4'lüyü daha iyi besleme anlamında faydalı oyuncu takviyesi şart ama artık çok geç.

*Ankaraspor etkili bir uç elemanı ile orta sıraları garantiler ama oyuncuları alınan saçma sapan kararlarla sağa sola saçmamak şartı ile. Alman teknik adam geçen sezonun devamı niteliğinde ayağa yerden oynama çabasını sürdürmesi gayet güzel. Derli toplu bir takım havasındalar, Ankaragücü'ne yapılacak yeni takviyeler ile kadro yapısı nereye gelir tahmin etmek de kolay değil.

*Kewell bu takımda farklı yere konması gereken oyunculardan. İçeri adımını attığı anda farklı 1 şeyler yapacağından o kadar emin oluyorsunuz ki... Sihirbaz lakabını boşuna almadığı kesin.

*Ankaraspor'un ilk yarıda bulduğu boş alanlar tehlike sinyalleri verse de zorlu maçlarda takımın motivasyonunun daha farklı bir kurgu oluşturacağını düşündüğüm için şimdiden sıkıntı yaşanacağını söylemenin erken olduğunu düşünüyorum.

*Sabri'ye kızıyoruz eyvallah ama "Hakan Balta gibi hücum yönünün sıfır olması durumu daha mı tercih edilirdi" diye soruyorum kendime. Şu anda başka sorunlar olduğu için göze batmasa da Balta'nın hücum yönündeki zayıflığı önemli sorunlar giderildikten sonra üzerinde konuşulması gereken mevzulardan olmalı.

*Rijkaard'ın oyuna müdahaleleri zamanlama olarak gayet yerindeydi. Sadece Keita değişikliğine anlam veremedim ama Aydın yaptığı katkı ile bu mevzunun konuşulmasını önledi.

* Geçen sezon Mehmet Topal için 10 milyon Euro'lardan bahsediliyordu, eğer yönetim bu civarda bir teklif alırsa hiç düşünmeden satsın Topal'ı. En kolay yeri dolacak oyunculardan olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. İyi bir araştırma ile sattığınız fiyatın yarısına çok daha kalitelisini bulabilirsiniz.

Caner Erkin Transferi Üzerine



Transferin bitmesine sayılı günler kala Galatasaray basının hafiften göğsünü kabartacak ve "biz demiştik" haberlerini sandıklardan çıkartacak bir transfer hamlesine imza attı. Bu yıl neredeyse 0 (sıfır) çektikleri koca 3 ayın ardından, ufak bir mutluluk olur bu "Güzide Spor Basını" için. Aslında bu transfer Türk menejerlerin basına haber sızdırma anlamında ne kadar yol katettiklerinin en büyük göstergelerindendir. Yoksa kimin haberi olacaktı ki bu son dakika hareketinden.

Caner Erkin birçoklarının futbol dimağına 2005'de Şili'de düzenlenen 17 Yaş Altı Dünya Gençler Şampiyonası'nde 4. olan takımımızın Nuri ile birlikte açık ara en dikkat çeken oyuncusu olarak girdi. Sol iç ve orta sahada gösterdiği performans çok dikkat çekiciydi. Derken Manisa'da Ersun Yanal ile Süper Lig'e adım attı, Terim'in deneme maçlarında Milli Formayı sırtına geçirdi, zaman zaman kadroda kendine yer buldu. Daha sonra genel eğilimin tersine batıya değil, doğuya çevirdi yüzünü ve soluğu Rusya'da aldı, 2007 yılından beridir CSKA Moskova formasını giyiyordu.

Galatasaray'ın bu transferi yapmasındaki ana etken muhtemelen sol bek pozisyonunda yaşanabilecek alternatifsizlik ihtimaliydi. Volkan Yaman'ın yetersizliğini, usta Rijkaard'ın görmesi ile boşuna işgal edilen bir koltuğun boşalması kadroda sıkıntı yaratmamak adına bu bölgeye takviye yapılmasını gerektiriyordu. Yerli oyuncu olması itibariyle de gayet cazip bir seçenek olarak duran Caner, maliyeti de hesaba katılınca oldukça mantıklı bir transfer haline geldi ve bugün itibariyle son nokta konuldu.

Burada sorulması gereken sorular normal olarak "Caner'in sol bek pozsiyonunda yapabilecekleri" üzerine yoğunlaşacaktır. Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor, akıllı ve potansiyelli olan bir oyuncu bir çok pozisyonda oynayabilecek şekilde kendisini geliştirebilir. Buradaki yeter şart oyuncunun bu gelişime ve değişime hem yetenek hem akıl hem de motivasyon olarak açık olmasıdır. Bu pencereden bakınca şu an için sol bek pozisyonunda özellikle savunma anlamında sıkıntı yaşayacak olan Caner, Rijkaard ve Neskeens'in ellerinde farklı özelliklere kavuşabilir. Oynayacağı yeri yadırgamadan çaba harcaması yeterli, çünkü gerekli potansiyel kendisinde fazlası ile mevcut ama zamana ihtiyacı olduğu da aşikar.

Buna ek olarak son 2 sezonda yapılan transferlerde görüldüğü üzere "birden fazla pozisyonda katkıda bulunabilme" özelliği Caner'de de fazlası ile var. Sol iç rotasyonunda kullanılabileceği gibi, sıkıntı yaşanılan durumlarda forvet arkasında bile destek istenebilir, böylece şutör özelliğinden faydalanılabilir.

Kewell-Keita-Arda-Elano dörtlüsünün rotasyonunda akla gelen ilk 2 ismin Aydın ve Serdar olduğu düşünülürse kadro zenginliği itibariyle iyi bir hamle olarak değerlendirilebilir bu transfer. Savunma da sıkıntı yaşanıldığında Hakan Balta'nın stoper olarak kullanılabilemesine olanak vermesi açısından da olumlu tarafları var Caner Erkin'in imzasının.

Ciddi potansiyelli, yetenekli bir isim daha katıldı Florya'ya. Çok daha iyi konumda olabilecekken hafif savruk bir kariyer üzerinde ilerleyen Caner için Rijkaard ve ekibi bulunmaz nimettir, bu ellerde-beyinlerde çok hızlı bir gelişimi göstermesi sürpriz olmaz. Unutmamak lazım çünkü "At sahibine göre kişner"!

30 Ağustos 2009

Hollandalı Dayanışması



Dün akşam Wolfsburg karşısında alıncak 1 beraberlik Van Gaal'in başını ciddi biçimde ağrıtacaktı. 3 haftada kaybedilen 7 puana eklenecek olan 2 puan daha memnuniyetsiz seslerin daha da yükselmesine neden olacaktı. Tam da bu ortamda Hollandalı Teknik Adam'a derin bir iç çektiren yardım eli çok uzaklardan değil, başka bir 'Dutchman'dan uzandı.

Hafta içi isabetli bir kararla İspanya semalarından Almanya'ya getirilen Robben'in takımın hücum yükünün büyük çoğunluğu Ribery üzerine kurulmuşken sahadaki zenginliği arttırma anlamında büyük akatkı yapacağı aşikardı. Sol ve sağ tarafta değişmeli olarak kullanalabilecek 2 tane üst düzey ayak, daha ne olsun.

Dün sıkıntılı geçen ilk yarıyı 1-0 önde kapamasına rağmen 2. yarıda daha fazla gole ihtiyacı olan Bayern'i uçuran isim Robben oldu. Attığı 2 golle takımını 4. hafta sonunda 3 puan ile tanıştırırken, Van Gaal'i de rahatlatan isim oldu. Bazı psikolojik kırılma anları, eşikleri vardır ya dün de böyle bir gündü Hollandalı için ve bu dönemeci daha fazla belaya bulaşmadan geçmenin rahatlığı önümüzdeki haftalara daha fazla umut olarak yansayacaktır.

Robben transferinin üstüne bir de Rafinha katılırsa takıma, o zaman Ribery'i serbest dolaşım içerisinde görme ihitmalimiz doğabilir. Komple sağ bek olma konusunda hayli yol almış bu ismin önüne Hamit konulur ise çok sağlam bir sağ kanat kombinasyonuna kavuşur Bayern. Tabiki Hamit'i sağda düşünmenin bir sıkıntısı da çıkabilir : Robben ile değişmeli oynayabilme potansiyeli. Yani Ribery'nin serbest dolaşımı aslında Robben ile değişmeli oynayabilecek kanat adamının varlığı ile mümkün olabilir. Şu anki kadro içerisinde bunu Ribery dışında başka biri isim ile yapabilmek pek mümkün görünmüyor. Neyse benimkisi sadece 1 hayaldi, sayaha yansımalarını ielerleyen dönemde göreceğiz zaten.

Sen Yenisin Galiba : Milan 0:4 Inter


Resim herşeyi anlatıyor aslında. Mourinho'nun çaylak Leonardo'ya inceden inceden gönderdiği "sen yenisin galiba, çaylak" bakışı dün akşamın özeti. İddiacıların bankolarından biriydi dün akşamki maç. Sezon öncesi Milan tüm olumsuz sinyalleri vermişti ama Galliani pek oralı olmadı. Kaka'dan gelen parayı bile harcamadılar doğru dürüst. Belki de bu tür bir uyarı gerekiyordu ama çok geç oldu, elde zaman kalmadı takviye için. Takımın tüm yaratıcılığı Ronaldinho-Kaka ikilisine bağlanmış, ekstradan gelecek Seedorf -Pirlo etkisi nimet olarak kabul edilecek belliki.
Mourinho ise Sneijder'i kadroya katarak orta sahadaki önemli bir eksikliği giderdi, bu bölgedeki yaratıclığını arttırmış oldu. Hollandalı'nın oyunu 2 yönlü oynayan yapısı da cabası tabiki. Tek endişem Serie A 'nın fiziksel sıkılığına karşı nasıl duracağı. iİleri uçta Etoo-Milito ikilisi de gayet iyi işler yapacağa benziyor. Bu sene Juventus ile çekişirler şampiyonluk için ama Torino ekibine göre bir kaç adım önde oldukları açık, o farkı da teknik adam yapıyor zaten.

29 Ağustos 2009

UEFA Avrupa Ligi 2009-2010



Yine 2 temsilcimizin aralarında olması sebebiyle ilgi ile takip edilen bir kura çekimi vardı sahnede. İlk torbada yer alan 2-3 takım dışında gelecek herhangi bir takımın bizleri korkutamayacağı bir kura olacağını zaten tahmin ediyorduk. Sonuçta 2 takım için de bir şekilde ilk 2'de yer almalarını beklediğimiz tablolaro oluştu.

Öncelikle Galatasaray ile başlayalım kuraları değerlendirmeye. İlk torbadan Roma-Valencia-Villereal-Shaktar ile beraber çekilmesi istenmeyecek takımlardan biriydi Panathinaikos. Burada bu değerlendirmeyi yaparken dikkate aldığımız kriter aslında son yıllarda Avrup Arenası'nın neresinde olduğu ilgili takımın. Çünkü kendi ligindeki performans ne olursa olsun uluslararası ortamda bulunca kendisini daha farklı havaya bürünen takımlar var, tıpkı yıllardır ligdeki konumu ne olursa olsun Galatasaray için "Avrupa'da bir başka oynuyor Sarı-Kırmızılılar" yakıştırmasını yaptığımız gibi. Bu açıdan yaklaşında özellikle yeni teknik adamı ile birlikte geçen sene Werder Bremen ve Inter'li gruptan 2. tura çıkmayı başarabildi Yunan ekibi ve deplasmandan avantajlı skor ile dönmesine rağmen kendi evinde kaptırdı çeyrek final biletini yendikleri maçta gerçekten harika oynamışlardı, aklımda hala o zamanki performansları var kriter olarak. Sadece geçen sezon değil, uzun yıllardır bu mücadele içerisindeler. Şu anda UEFA sıralamasında 31. sırada olmalarının en büyük sebebi de son 2 yılda topladıkları 26 küsür puan. Tecrübe açısından yeterli düzeyde oldukları açık. Teknik adam kriteri üzerinden gidilince de karşımıza Ten Cate çıkıyor ki kendisi Rijkaard'ın 2006'da Şampiyonlar Ligi Kupası'nı Barça'da kaldırdığı dönem yanı başında duran isimdi. Sonraki sezon Avram Grant'ın yanında yine Chealsea'nin Manu finalinde gördük kendisini. Yardımcı antrenörlük kariyerinde zirve yapmış bir karakter var karşımızda. Geçen seozn Yunan Ligi'nde başarılı olamasalarda Şampiyonlar Ligi performansları gayet olumlu. Bu sezon yine gruplara atabilirlerdi kendilerini ama gerçekten zorlu bir kura çektiler ve kendi evlerinde Aguero-Forlan ikilisini durduramadılar. Hızlı forvetler ve çabuk oynayan takımlar karşısında düştükleri zaafı iyi gösteren bir karşılama oldu bu aynı zamanda. Galatasaray'ın gruptaki ilk maçı deplasmanda Yunan ekibi ile açması avantaj mı yoksa dezavantaj mı olacak şimdiden bir şey söylemek kolay değil ama Cisse'nin cezalı olması sebebiyle oynamayacak olması avantaj sayılabilir. Takımın en büyük silahları orta sahadaki toparlayıcı isim Karagounis, eski Arsenal kaptanı Gilberto Silva ve yeni transfer Leto olarak gösterilebilir. Özellikle Karagounis'in uzaktan çok etkili şutları var, dikkat etmek lazım. İlk maçta alınacak 1 puan grup 1. liği adına iyi bir adım sayılabilir, çünkü ne olursa olsun oldukça iyi bir ekip olduğu açık Panatinakos'un.

3. torbadan gelen Dinamo Bükreş ise gruplara mucizevi bir şekilde adım attı. Kendi sahasında kaybettiği 3-0'lık maçın ardından Liberec'i deplasmanda penaltı atışları sonrası 9-8 lik skor ile geride bırakarak yer buldu Avrupa Ligi gruplarında. UEFA sıralamasında 26 puan ile 69. sıradalar. 1 yıl geriye gidersek Galatasaray 87. sırada iken Dinamo ise 69. sırada yer almaktaydı, geçen sezonki parlak performans Galatasaray'a 15 puan getirirken, Rumen ekibi yalnızca 2 puanda kalınca arada 1 torbalık fark oluştu. Şu anda bulundukları sıralamayı da 2005-2007 yılları arasındaki 2 yıllık dilimde elde ettikleri 19 puana borçlular, son 3 yılda ise ortama 2-3 puan civarında dolaşıyorlar, bu da aslında düşen performanslarının en büyük göstergesi. Takımda Bratu ve Tamas gibi tanıdık isimler var. Deplasmanda oynanacak maçın seyircisiz olması da ayrı bir avantaj. Her halukarda 6 puan alınması gereken özellikle de grup 1. liği hedefinin gerçeğe dönüşmesi için.

Sturm Graz ise ilginç bir şekilde, geçen sezon hem Galatasaray hem de Beşiktaş'ın belalısı olan Metalist Kharkiv'i elemeyi başardı. Bu sayede yıllardır 1 puan altındaki dereceyi bu sezon 2 küsür puana çıkararak üst sıralara tırmanmaya çalışıyorlar. UEFA sıralamasında 195. sırada bulunan Avusturya ekibinin en tehlikeli ismi genç oyuncular Daniel Beichler ve Andreas Hölzl. Ciddiyeti elden bırakmadan oynanacak maçlar ile 6 puanı almak çok da zor olmayacak.

Galatasaray açısından ilk torbadan gelen Panathianikos dışında zorluk çıkabilecek bir grup olmadığını söylemek mümkün, ama Yunan takımının 1.lik yolunda çok önemli bir engel olduğu unutulmamalı.

Fenerbahçe ise 1. ve 4. torbadan çekilebilecek en iyi takımları koyduğu için grubuna oldukça avantajlı. Tek olumsuz taraf ise 3. torbadan gelen Twente'nin son 2 yılda yükselen bir grafik sergilemsi, başlarında kaliteli bir hoca olması ve kadrosunda Perez, Nkufo, Hersi gibi yabana atılmayacak iyi isimler bulundurması. Yani 3. torbadan gelebilecek en dişli takımlarından biri olarak değelendirilebilir Hollanda takımı.

Steau Bükreş, geçen sene Galatasaray'ı eledikten sonra gruplarda çok kötü bir performans ortaya koyarak aslında gerçek potansiyelini göstermişti. Zaten problem Galatasaray'da olduğu için kendilerini gruplarda buldular demek yanlış bir ifade olmaz. Bunun üstüne Becali'nin garip kararları, sık teknik adam değiştirme gibi uygulamaları takımın dengesini iyice bozdu ve ligi ancak 6. sırada tamamlayabildiler geçtiğimiz sezon. Aslında bu uygulama kulübün genlerine kadar işlemiş bir virüs gibi. 2000 yılından bugüne toplamda 13 teknik adam ile çalışıldığı ve bunlardan yarısının da 2-4 aylık süre zarflarında görev aldıkları dikkate alınırsa aslında kulübün içerisinde bulundğu trajikomik durum daha iyi açıklanacaktır. Geride kalan sezonda Avrupa kupalarına ancak averaj farkı ile katılabildiler. Takımın başında yaklaşık 5 senedir Liga 1'de 4 ayrı takımı çalıştıran İtalyan teknik adam Cristiano Bergodi var. Sezon başında Politehnica Iaşi ile sözleşme imzalamasına rağmen, Lacatuş'un görevden ayrılması üzerine Steau'nun başına geçti. Geçen sezonki kadrodan defansın 2 önemli adamı Radoi ve Goian'ı kaybetmeleri önemli bir detay. Rumen futbolunun gelecek vaadeeden golcüsü Stancu ise dikkat edilmesi gereken isimlerden.

Twente ise geçen sezon Capello öncesi İngiltere Milli Takımı'nı çalıştıran Steve Mclaren ile iyi bir çıkış yakaladı. Schalke'li, PSG'li , Manchester City'li gruptan 2. olarak çıkıp 3. turda Marseille'ye garip bir son dakika golü ile elenmişlerdi Bu sezon da aynı şekilde Şampiyonlar Ligi ön lemesinde Sporting Lizbon!a garip bir son dakika golü ile elenip UEFA Avrupa Ligi'ne kaldılar. Fenerbahçe'yi en fazla zorlayacak ekip olarak görünüyor Twente. 1. lik için en az Fenerbahçe kadar şansı var. Ülke puanı açısından da Twente maçları büyük önem taşıyor. Hemen 1 puan üstümüzde yer alan Hollanda ekiplerinden alacağımız puanlar UEFA sıralamasındaki yerimizi etkileyecek, bu nedenle Fenerbahçe'nin Hollandalılar'a karşı alacakları galibiyetler çok önemli.

Scheriff ise kendi liginde ard arda şampiyonluklar yaşasa da dışarıda henüz bir başarısı olmayan bir Moldova ekibi. 2. maçta cebe 6 puanı koymak için ideal bir takım.

Kuraların önemli bir noktası da 6 puan üstümüzde yer alan Romanya ile aradaki farkı azaltmak adına gruplara düşen 2 Rumen takımın avantaj olduğu. Aslında her 2 gruba da 1'er Hollandalı takımın düşmesini istiyordum kuralardan önce, çünkü asıl çekişeceğimiz takımlar Hollanda ve Portekiz olacak bu sene. Fenerbahçe için tuttu bu temennim ama Galatasaray'ın grubunda gerçeğe dönüşmedi. Bu sezon maçları takip ederken önümüzdeki yıllarda Avrupa Kupalarına katılacak takım sayımızı etkilemesi açısından Hollanda ve Portekiz takımlarının da maçlarını yakın takibe almak gerekecek.

İki takımımızın da gruptan çıkma adına iyi kuralar çektiklerini söyleyebiliriz, ama buradaki hedef gruptan çıkma değil 1. lik olmalı bir sonraki turda seri başı olmak ve ilk maçı deplasmanda oynama avantajını ele geçirme adına. Hem Fenerbahçe hem de Galatasaray'ın nihai öncelikli hedefi bu olmalı.

CL 2009-2010



Perşembe akşamı grup kuraları çekildi. Beşiktaş'ın da aralarında yer alması sebebiyle biraz daha farklı bir gözle takip ettik kura çekimini. Tablo aşağıda, genel manzaraya bakınca son torbadan Wolfsburg gelmese Siyah-Beyazlılar için "lokum gibi kura" yakıştırması yapmak pekala mümkün olacaktı.

İlk torbadan gelecek takımlar içerisinde Milan-Sevilla biraz da Bayern nispeten daha tercih edilebilir gibi duruyorlardı ama çok büyük yüzde ile kalburüstü bir takım ile eşleşileceği ortadaydı. Dolayısı ile Manchester United'ın çıkmış olmasını sanssızlık diye nitelemek gerçekçi olmayacak. 2. torbadan gelebilecek en iyi uygun takım geldi. Rangers biraz tercih edilebilir dursada bu yaz 2 hazırlık maçlarını izledim gayet iyi takım oldukları gerçeğini belirtmek lazım. Bu açıdna CSKA Moskova gayet yerinde bir kura.

2. torbadan böylesine uygun bir takım bulmuşken 4. torbadan Wolsfburg dışında her takım gruptaki iddisını arttıracaktı Beşiktaş'ın ama gidip en zorlu takım bulunda 8 seçenek arasından. Geçen senenin Bundesliga Şampiyonu ile oynayacak olmak hiç de iç açıcı değil. Genelde bu tür şampiyonlar, yani yakaladığı jenerasyon ile ligde fırtınalar estiren takımlar özellikle de teknik direktörü de takımdan ayrılmış ise diğer takımların istilasına uğrar ve oyuncular çil yavrusu gibi etrafa dağılırlar ama bu kez öyle olmadı. Grafite-Dhzeko-Misimovic gibi isimler kadrolarında tutukları gibi üstüne bir de Martins'i getirdiler Premiere League'den. Bu açıdan hiç de güzel görünmüyor Alman ekibi.

Peki ne yapar Beşiktaş bu grupta, mevcut şartlar altında? Rakipler ile birlikte Beşiktaş'ı da değerlendirmek lazım. Şu andaki kadro yapısı, takımın sahaya yansıttığı futbol kesinlikle CL üst tur için umut vermiyor. Tabata'nın kadroya katılmış olması takım yaratıclığı üzerinde olumlu katkı yapacak olsa da üst sıralara tırmanma adına yeterli değil. Burada Beşiktaş'ın hedefi elbette yapacağının en iyisi olmalı ama grubu 3. sırada bitirip Avrupa Ligi'ne devam edebilmek 6 maç sonunda başarı olarak nitelendirilmelidir. Karışı tarafa bakınca da Wagner Love'un İspanya'ya, Palmerias'a gitmesi bir avantaj olacak. CSKA maçlarında içeride 3 puan alınabilir ama deplasmanda en fazla 1 puan ile dönülebilir. Toplamda 4 puanı cebe koymak iyidir. Manchester'dan 2 maçta en fazla 1 puan alınabilir ki bu eğer cebe konursa iyi bonus olur. Wolfsburg'a gelince de Armin Veh ile henüz Magath'daki havayı yaklayamamış olsalar da oturmuş kadroları büyük avantaj. Böylesine bir takım karşısında Almanya'dan puan çıkarmak çok zor. Bütün iş İnönü'de neler yapılacağına bağlı. Eğer 3 puan alınabilir ise 3. lük garantilenir, cebe konur. Gruptaki diğer sonuçlar bakarsınız 2. tura bile çıkarabilir bu puan Kara Kartal'ı ama itiraf etmek gerekir ki çok zor. Nihayetinde alınabilecek maksimum puan 8'dir. 4 puan CSKA, 1 puan Manu, 3 puan'da Wolfsburg'dan alınabilir fazlası hayalden öteye gitmez. Bu puanı alabilir ise öpüp başına koyması lazım, çünkü şu anki haliyle büyük başarı olur bu.

Diğer grupların da üstünden geçelim. A grubunda 3 takım da 2. tur için iddialılar ama Maccabi Haifa'nın Salzburg maçını izledim, gerçekten de yabana atılacak takım değiller. Grupta sürpriz işlere imza atabilirler. Juventus'un üst tura çıkması yüksek ihtimal, Bayern ve Bordeaux diğer bilet için çekişirler. C grubunda Real'in üst tur bileti garanti, asıl mesele yanına kimin geleceği. Marseille, Gerets ile yıllardır başaramadığını bu sene Deschamps ile gerçekleştirebilir, üstelik Milan'ın da soru işareti performansı düşünülür ise. Marseille en az Milan kadar şanslıdır grup 2.liği için. D grubu da yine dengeli bir grup gibi görünse de Chealsea bir adım önde. Porto - Athletico 2. lik için çekişirler. E grubunda Lyon ve Liverpool 2. tura yakın isimler. Fiorentina zorlamaya çalışacak onları ama zor be... F grubunda "iki Dev'e 2 yem vermişler, ortalığa salmışlar" tablosu hakim. İlk 2 şimdiden bellidir. G grubu tüm gruplar içerisinde ilk 2 mücadelesi açısından belki de en dengeli ilerleyecek grup havasında. Sevilla 1 adım önde olsa da Rangers-Stutgart ensesinden inmez İspanyol ekibinin. Babel faktörü Stutgart'ın yabana atılmamasını işaret etse de Sevilla-Rangers 2'lisi daha yakın sanaki bileti kapmaya. H grubunda 1. şimdiden bellidir, 2 lik için de 3 takım çekişir. Standart Liege son 2 senedir yükselen bir ivmelenme içerisinde. Olimpiakos ve AZ'de diğer iddialı takımlar 2. lik için. Olimpiakos tecrübesi ile biraz önde olsa da kim çıkarsa şaşırtmaz beni.

24 Ağustos 2009

Sıradaki...



Galatasaray için bir çokları tarafından sezon başından beri oynadığı her maçtan sonra üretilen en önemli argüman oynanılan takımın yeterli düzeyde olmamasından dolayı yorum yapmanın erken olduğu ve daha güçlü takımlar karşısında zorlanılacağı idi. Böylesine düz mantık ile bakınca çok fazla söylenecek bir şey olmadığı için gelecek maçları beklemek en yerinde davranış oluyordu, çünkü karşınızdaki takımın gücü ne olursa olsun bazı temel noktaların aslında takımın potansiyeli hakkında ciddi ipuçları vereceği gerçeğinden de şaşmamak gerek. Bu açıdan Kayseri maçının ayrı bir yeri vardı ve farklı bir gözle izlenecekti elbette.

Galatasaray, maça çok hızlı bir giriş yapıp evsahibini şoka uğratmak dışında herhangi bir baskısını hissetmedi rakibin. İlk 1-2 dakikadaki şaşkınlık hemen yerini gün geçtikçe alışılan oyuna bıraktı ve her geçen gün üstüne konulan oyunu daha da ileri taşıma düşüncesinde olan bir takım olarak farklılığını hemen sahaya koydu İstanbul'un Sarı-Kırmızılı ekibi.

Bir defa takımın boyunu kısaltmaya çalışan ve oyuncuların birbirine mümkün olduğunca yakın oynamaya çalıştığı bir takım formatında olması en dikkat çekici özelliği Galatasaray'ın. Hatta 2. yarıda bloklar arasındaki mesafenin arttığı anlarda Rijkaard'ın hemen müdahele etmesi gözlerden kaçmadı.

Galatasaray'ı en fazla zorlayacak ve takımın sahadaki kapasitesini belirleyecek unsurun ortadaki 2'linin oyunu dikine oynama hızı olduğunu belirtmiştim. Mustafa ve Ayhan her geçen maç daha hızlı oynamaya çalıştıkça takımın da hücumdaki etkinliği otomatik olarak artıyor. Özellikle trasnferin yapıldığı ilk günlerde alınmasını manasız bulduğum Mustafa Sarp'ın geride kalan 1.5 aylık dilim içerisinde futbolu adına katettiği gelişim ayakta alkışlanacak cinsten. İlk zamanlar ço sınırlı bir alanda daha çok yan paslarla oynarken, hocasının kendisine olan güveninin de etkisi ile gün geçtikçe daha geniş alanda ve daha dikine oynayabilen bir oyuncuya dönüştü birdenbire. Bu gelişimini daha ne kadar sürdüreceğini çok merak ediyorum! Ayhan'da geride kalan maçalra oranala daha hareketli ve hızlı olunca...

Hücumdaki varyasyonlar alışılmış çizginin gerisinde kalsa da takımın oyunu zenginleştirmek adına yapmaya çalıştıklarını görmezden gelemeyiz. Sürekli arayan, oyunun yönünü değiştiren, geçen yıldan farklı olarak kanatları çok daha aktif kullanan bir yapı vardı dün sahada ve tüm bunlar gün be gün geçen sene ile aradaki farkları daha farkedilir kılıyor.

Dün herşeyin ötesinde takım savunması adına yapılacaklar çok daha önemliydi ve hep öne sürülen argümanın aksine ilk dakikadaki pozsiyon dışında rakibe göz açtırılmadı. Bu bağlamda da Galatasaray'ın takım savunması adına aldığı yol oldukça önemli. Çünkü hücum gücünün zenginliği konusunda endişe duyulmayan bir takımın bu tür maçlarda atacağı golden daha çok savunma anlamında sahada sergileyeceği kollektif anlayış daha önde tutulmalı, bu noktaya konsantre olunmalı. Dün herşeyden öte bu açıdan sahadaki futbol övgüye değer bulunmalı.

Burada bir eksiklik olarak daha önce belirttiğimiz orta saha sertliği anlamında da yol alındığını gördük ama hala zorluk derecesi yüksek maçlar için yeterli olmayabilir bu. Takımın kırılgan bir tarafı hala var eğer bu da ortadan kaldırılabilir ise o zaman çok farklı bir boyuta taşınır sahadaki futbol.

Sahadaki futboldan bahsetmişken Elano'nun attığı gole şapka çıkarmadan geçmek haksızlık olur diye düşünüyorum. Belliki refleks haline getirmiş bu tür vuruşları Brezilyalı. Daha nicesini göreceğimizin de ayak izleridir bunlar. Gol dışında sahada pek bir göremesek de Elano'yu ilerleyen haftalarda takıma olakn katkısının artacağı muhakkak. Brezilyalı için şu an söylenecek şey, 1 Lincoln'ün oyun katksını beklemenin yanlış bir düşünce olacağı olmalı. Lincon gibi gösterişli, adam eksiltebilen bir oyun anlaşyışı göremeyeceğiz ama takım oyununa daha fazla katkı yapan bir mantalite göreceğiz tabiki Elano'nun fizik gücünü arttırması şartıyla.

Kayseri dün hiç de abartıldığı kadar kötü değildi. Sahadaki kötü performansın sebebi takımın kapasitesi de olabilir, rakibin aktif ve pozitif oyunu da. Burada bu farkı ayırt edebilmek lazım. Dün de Kayseri'nin dakikalar geçtikçe tükenmesinin sebebi Galatasaray'ın arzulu, istekli, topa hakim olmak isteyen görüntüsüydü. Bu farklılığı anlamdan maçı değerlendirmek de çok kolay değil.

Özetle, gelişen ve geliştikçe zevk-umut veren bir futbol görmek gayet güzel. Beklemek ve gelecek güzel günlerin tadını çıkarmak şu an için yapılacak en mantıklı hareket olur.

19 Ağustos 2009

Şampiyonlar Ligi 3. Tur Round #1



Sheriff 0 – 2 Olympiacos
Kopenhagen 1 – 0 Apoel
Celtic 0 – 2 Arsenal
Timişora 0–2 Stuttgart
Sporting Lizbon 2 –2 Fiorentina

Şampiyonlar Ligi 3. tur eleme karşılaşmalarında gecenin sonuçlarında sürpriz yok. Deplasman takımlarının bariz üstünlüğü dikkat çekiyor. Tek galip ev sahibi Danimarka ekibi Kopenhagen.

Arsenal sezona çok hızlı girdi, Celtic'in de işini ilk mçata bitirmişler. Daha ilk maçtan bileti koydular cebe. Lucescu'nun intikamını da Babel almış Romanya'da. Gollerden biri de yeni transfer Hleb'den. Olympiacos en şanslı kurayı çekti değimiştik, şansı gerçeğe dönüştürerek diğer bir bilet sahibi olarak tamamlamışlar geceyi. Fiorentina turu garantilemese de İtalya'ya avantajlı dönüyor. Tura daha yakın duran taraf kendileri. Kopenhagen ise gol yemeden tek gole bitirmiş olsa da ilk maçı deplasmanda işleri çok kolay değil. Erken gol yerlerse hesaplar darmadağın olur. En büyük avantajları gol yememiş olmak, tura daha yakın dursalarda tur cepte değil.

Yarın akşam nispeten light maçlar bekliyor bizi. Gözler tabiki Panathinaikos-Athletico Madrid maçında olacak. Program şöyle:

Lyon - Anderlecht
Salzburg - Maccabi Haifa
Levski - Debrecen
Panathinaikos - Atletico Madrid
Ventspils - Zürich

16 Ağustos 2009

Galatasaray 4:1 Denzilispor



Süper Lig'de Sami Yen'e "Merhaba" yı geçen sezona benzer bir şekilde aynı takım- aynı skor üzerinden yapmak hafifften bir dejavu havası yaratabilir ama 2 resmi bir araya koyduğumuzda "aradaki farkları bulun" sorusu karşısında zorlanmadan sayılacak bir kaç husus olduğunu belirtmek gerek. Rakipler ile aradaki güç dengesi de dikkate alınmalı ama ortada bazı gerçeklerin, güç farkına rağmen olumlu noktaların altı çizilmeli.

Öncelikle yukarı doğru tırmanan bir oyun disiplini, topu ayağına her alanın basit ve en doğru pası atması gerektiği gerçeği ile hareket etmesi, daha oturmuş bir takım savunması sahaya ilk yanıyanlardı. Topu kullanma anlamında her ne kadar zaman zaman hata yapsalar da Aşık-Güngör ikilisinin gelişi güzel paslar atmak yerine daha düşünerek, daha basit hareket hareket etmesi Rijkaard'ın takıma oturtmaya çalıştığı mantalitenin ne kadar özümsendiği ya da özümsenemeye çalışıldığının en büyük delili olsa gerek.

Buna ek olarak takımın boyunun daha da kısaldığı da rahatlıkla görülüyor, yenilen ilk gol aslında bunun da bir yansıması. Top orta sahadan hücuma taşınırken savunma hattının orta sahaya çıkıp aradaki mesafeyi azalttığını görüyoruz ( tabiki orada Barış'ın yaptığı saçma sapan top kaybının üzerindne daha sonra geçeceğiz). Sahadaki alan parsellemeleri daha bilinçli yapılıyor, hücumda özellikle rakip saha enlemesine çok geniş olarak kullanılıyor.

Sistemin bir gerekliliği olarak topa sahip olma oranlarında rakip ile Galatasaray arasında doğal bir fark beklemek gayet normal. Geçen hafta Gaziantep'deydi üstünlük ama bu hafta %70'ler civarında bir topa sahhip olma oranına sahipdi. Toplam katedilen mesafelerde ise Denizli'nin 6.5 km daha fazla yer değiştirmiş olması da Galatasaray'ın koşturduğu topun peşinden giden bir rakibin sahaya yansımasından başka bir şey değil ve bu bilgi aslında bir gerçeği de ortaya koyuyor: "Önemli olan fazla koşmak değil, enerjiyi dengeli ve akıllı koşmak, kendini değil topu koşturmak".

Tüm bu gelişmeler daha yolun başında katedilen mesafenin aslında ne kadar umut vaadedici olduğunun ve gelecekteki daha aydınlık günlerin belirtileri. Bu belirtilerin gerçeğe dönüşmesi ise sistemde görülen eksikliklerin zaman içerisinde giderilmesine bağlı aynı zamanda.

İlk göze çarpan eksiklik özellikle Galatasaray'ın oyunun ilk yarısında hücumda tıkıyan ana hususdu aslında: Mustafa ve Barış'ın topu dikine taşıyamamaları, rakip eksiltip karşı kaleye ilerleyememeleri. Galatasaray'ın oyun içerisindeki ana problemi burası. Ne zaman ki Barış'ın yerine Ayhan girip top daha hızlı taşındı ileriye doğru, takımın sahadaki oyunu daha farklı bir hüviyete büründü ki Ayhan'ın bile zaman zaman yeterli olmadığnı dile getirdik bu satırlarda. Bu top kullanma sıkıntısı takım hücuma çıkıp bloklar arasındaki mesafe daraltılırken Barış'ın saçma sapan hareketlerinden birini daha sunma çabası ile çıktı ortaya bu defa ve gelişen Denizlispor atağı gol ile sonuçlandı. Bunun üstüne Barış'ın 2. yarıda penaltı atma çabası içerisinde olup haddini aşma noktası var ki sanırım buna Rijkaard bile dayanamayıp saha kenarına alıverdi "heyecanlı delikanlı" yı. Barış'ın daha alacağı çok yol var anlaşılan. Diğer bir altı çizilmesi gereken nokta ise sol bek de yaşanılan rotasyon sıkıntısı. Volkan'ın yetersizliği dün 1 daha görüldü ve Surnamlı ancak 55 dakika sabredebildi ona Hakan'ın girişi ile sol kanatın etkinliği bariz biçimde arttı. Burada önemli bir mesaj var, ya Alparslan'ı alıp bu noktada oynayacak hale getirmeli veyahutta Volkan'a güvenilmeden buraya 1 adam bulmak lazım.

Hazrılık maçları ile beraber yaklaşık 10. karşılaşmasını izledik Sarı-Kırmızılı ekibin. Hazırlık maçlarında bile devre aralarında aksayan noktalarda yapılan değişiklikler dikkatimi çekmişti ama resmi maçlarda bir kez daha gördük ki teknik ekibin oyunu okuması fevkalade! Oyuncu değişiklikleri gayet yerine ki Volkan- Hakan ve Barış-Ayhan değişiklikleri de bu gerçeği doğrulatan türdendi. Burada yalnızca Baros'un yine beceriksizliğinin üstünde oluşundan dolayı Nonda'nın kullanılmaması üzerinde durulabilir belki ama Hollandalı'ların tercihlerine saygı duymaktır bu noktada yapılacak şey.

En üstteki resim de maçın bir diğer özeti gibi. Geçen sezon Galatasaray'ın en büyük sıkıntısı kadroda haklı olarak çok fazla rotasyona gidilememesiydi. Çünkü sanılanın aksine gerçekten yedek kulübesinde yer alan Aydın-Volkan-Yaser-Serkan hatta çoğunlukla Ümit Karan oyuna katkı yapmaktan o kadar uzaklardı ki... Bir de buna sakatlıkları ekleyince varın gerisini siz düşünün. Mecburen belli oyuncular üzerinde dönen bir şablon oluştu. Bu sene ise sezona sakatlıklardan biraz da olsa kurtulmuş bir şekilde girmek başlı başına bir avantaj sağladı, bunun yanında Elano-Keita-Sarp-Gökhan ve artan performansına vurgu yaparak Aydın transferleri ile gerçekten umut vaadeden bir kulübeye kavuştuğunu görüyoruz Galatasaray'ın. Bu etkeni iyi kullanmak için teknik ekibin rotasyon yapması da gayet normal karşılanmalı. Pek alışık olmadığımız bir olay olduğu için bazı bünyelerde hazımsızlık yapması doğal olabilir, bunu da garip karşılamıyorum. Fakat dün alınacak olumsuz sonuçta bir çok köşe yazısında "ne gerek vardı bu kadar değişikliğe" gibisinden klişe cümleleri göreceğimizden de bir çoğumuzun şüphesi yoktur herhalde.

Biraz da bireysel performanslar üzerinden gidelim: Keita, maçın ilk yarısında bireysel oynama çabası ile çok top kaybı yapsa da 2. yarıda gelecek adına umut vaadediciydi. Takıma, ülkeye, ortama alıştıkça daha iyi bir Keita göreceğimize eminim. Emre Şık için söylenecek hiç bir şey yok, buram buram tecrübe kokuyor ve bu tecrübeyi izleyenlere sonuna kadar hissettiriyor. Dün sahadaki 14 futbolcu arasından herkesi performansı ile sevindiren isim Uğur Uçar'dı kuşkusuz. Netenye maçından bu yana performansının üstüne koymuş 3 numara. Defansif anlamda kusursuzdu, Sabri'yi arattığını belirtmek gerek. Hücumda ise dengeliydi, bu denge ilerleeyn zamanda daha çok aksiyona dönüşecek o kunuda da gayet rahatız.

Özetle, sıkıntılı bir ilk yarının ardından bulunan beraberlik golü ile kaderi değişen bir 2. yarı ve geleceğe daha güvenle bakılmasına sağlayan bir takım. Dün gecenin özeti, ilerleyen zamanların destanı olma yolunda!

Trabzonspor 1:2 Diyarbakırspor

Haftanın en sürpriz sonucunun bu olduğunu söylemek için Pazartesi gecesini beklemeye gerek yok. Daha 2 -3 hafta öncesine kadar 14-15 oyuncu ile idman yapan, bu hafta içi takıma katılan ve 2008 Şubat ayından beridir forma giyemeyen 34 yaşındaki Tolga ile kaleci Espinoza'nın 11'de yer aldığı bir takımın böylesine zorlu bir deplasmandan oyunun hiç bir anında ezilmeden oynayarak galip döneceğini kim rahatlıkla söyleyebilirdi ki?

Trabzonspor'u ilk defa 90 dakika izleme şansı buldum, geçen hafta üzerine methiyeler dizilen oyundan sonra neler göreceğimi oldukça merak ediyordum ama 90 dakika sonrasında geride bıraktığı izlenim oyunun belli anlarında umut vaadedilse de genel performans olarak eksikleri olan bir takım olunduğuydu. Maça geçen kafta bıraktığı genel izlenim gibi paslı ayağa oynayarak başladı Trabzon, ana amaç basit oynamaktı ve bunu yapmaya çalıştılar. Belli bölümlerde 2. bölgede bunu seri hale getirseler de Diyarbakır'ın geriye çekilmeden önde basarak oynaması serinin uzun sürmesini engelleyen en önemli faktördü. Bu oyun mantığı Trabzon'u çok zorladı, ceza sahasına duran toplar dışında girmekte çok zorlandılar, golü bulana kadar da kaleyi bulan tek isabetli şut Ceyhun'un kafa vuruşundan gelmişti.

Bordo-Mavili ekibin 90 dakikalık görüntüsü üzerinden gidilirse ileri uçta ciddi bir sorunları olduğu açık, "Umut ile takımın gole yakınlığını sağlamak ne kadar mümkün" sorusuna cevap verilmeli öncelikle. Tamam dün orta sahadan beslenme açısından da çok şanslı değildi ama kendisinin oyuna katmış olduğu bir zenginlik de ne yazık ki yok. Trabzon'un tek sıkıntısı tabiki ileri uç değil, gerideki 2 bek de yetersizler özelikle hücum anlamında. Cale, tek top yapan ama adam eksilterek dirpling yapabilecek bir oyuncu değil ne yazık ki! Ceza sahasına isabetli orta açısından da karnesinde artıların sayısı yok denecek kadar az. Üstelik dün savunmada da kötüydü, Diyarbakır'ın tüm atakları onun kanadından gelişti. Serkan da sağ tarafta iyi niyetiyle mücadele etse de kenar oyuncusu olmadığı her halinden belli, o da Sabri gibi devşirme havasında.

Orta alanda ise Ceyhun geçen haftaki 2. yarı performansı ile ilk 11'de şans bulmasına rağmen Colman ile beraber takımın en etksiz isimlerindendi. Tjikuzu yerine Ceyhun'un oyundan çok daha önce çıkması gerekirdi, orada Broos'un yapmış olduğu değişikliği bu açıdan doğru bulmuyorum malesef. Daha sonra Tayfun ve Barış'ın içeri alınması da takımın sahadaki düşüşünü tersine çeviremedi. Aslında yapılan son 2 değişiklik takımın yedek kulübesinin de durumunu gösteriyor. Trabzon'un saha içinde eksikleri olduğu gibi yedek kulübesinde de oyuna girip katkı yapabilecek isimleri barındırma anlamında sıkıntı yaşamalarının olası olduğunu gösteriyor. Burada Grbiç'in katılımı bu problemi Süper Lig ölçüsünde değiştirebilir. Alanzinho-Yattara ikilisinden birinin yedek olacağı düşünülürse, değişiklik anında ilk akla gelecek isimlerden biri o olacaktır. Bunlara Ceyhun da eklenince düşündüğümüz kadar kötü bir tablo oluşmuyor ama yine de opsiyonlarınızın çok fazla olmadığı da ortada. Yani Trabzon'un sezon boyunca yapacağı değişiklikler diğer oyuncuların performanslarında ciddi bir artış olmadıkça Alanzinho- Yattara'dan biri + Ceyhun'un sahaya alınması olacaktır.

Hafata içi oynanacak Toulouse maçı öncesi akıllarda soru işareti bıraktı Trabzonspor. Sanılanın aksine dişili bir takım ile karşılacaşağını belirtmiştik daha önce, bu açıdan da en azından dün akşamdan farklı olarak kalesini gole kapatmalı Karadeniz ekibi. Gol atmamasına razıyız ama gol yemesi işleri çevrilemez hale getirebilir.

Diyarbakır2ın dün sahaya koyduğu oyun planı da üstünde durulmaya değer cinsten. İlk amacı geriye çekilmeden, önde basarak rakibe 2. bölgede pas yapma şansı bırakmamaktı. Şener-Abdullah-Ayman-Şener-Barış-Adnan 5'lisi ile çok iyi yaptılar bunu. Topu ayaklarına aldıklarında ise ya ileri uçtaki 2 fizikli forvet ya da Şener ile buluşturmaya çalıştılar. Şener'in takımı organize edişi, top dağıtışlı çok iyidi dün akşam. İleride oynayan oyuncuları da sırtı dönük top alrak kaleye yönelebilen isimler olunca ilk yarıda çok net 1 pozisyon da buldular rakibin sol taraftaki savunma zaafiyetini kullanarak. Atııkları ilk golde gol öncesi yapılan paslar dikakt çekiciydi, Adnan'ın final pasını görerek, düşünerek tam "kim dokunsa gol olur" bölgesine vermesi en az son vuruş kadar önemliydi.

Diyarbakır tam bir toplama takım havasında olsa da Süper Lig'in tecrübeli isimlerini kadrosuna katarak fena bir takım oluşturmamışlar. Kadrodaki tüm yabancıların katkı yapacak durumda görünmesi önemli bir artı. Kaleci dünkü oyunuyla ne yaptığını bilen, kendine güvenli bir havadaydı. Diallo, Sivasspor'dan bilinen bir oyuncuydu ve dün savunmada çok başarılıydı. Yine diğer Irak'lı Bassem'de ayağına hakim bir görüntü çizdive neredeyse hatasızdı. İleri uçta yer alan Tazemeta özellikle 2. golde yaptığı son vuruş ile dikkati çekti.

Hugo Broos'un en büyük şansı bu alışma döneminde yaşanacak muhtemel sıkıntıları alınacak 3 puanlar ile aşarak taraftarın takım üzerinde yaratması muhtemel baskıyı kırmak olurdu ama böylesine heyecanlı bir şehir için daha 2. haftadan kendi evinde yaşanılan mağlubiyet ne kadar göz ardı edilebilir acaba? Belçikalı'nın elbette zamana ihtiyacı var, en doğla hakkı bu ama karşısında bu zamanı ona tanıyacak bir şehir, bir camia olup olmadığı da olayın önemli bir boyutu. Bunu görmenin en iyi yolu da sanırım zamanın akışına bırakmak geleceği.

Bayern Munich 1:1 W.Bremen



Bayern 2'de 2 yaptı ama beraberliklerde! Yeni bir hoca ile yeni bir mantalitenin sıkıntısını çekiyorlar, zamana ihtiyaçları var. Özellikle de orta sahada yaratıcı oyuncu eksikliği hissettikleri aşikar ki Ribery'nin olmadığı dakikalarda tüm yükün Schweinsteiger-Hamit ikilisinin üzerine yıkıldığı ve her 2 oyuncunun da elinden geleni yapmasına rağmen tam olarak bu yükün altından kalkamadığı görüldü. Ne zaman ki Fransız işe el attı, takımın vitesi yükseldi üst üste pozisyonlar ve sonrasında beraberliği kurtaran gol geldi.

Maça etkili başlayan Bayern, ileride Klose ve Gomez gibi iki adamını kanatlardan gelen toplar ile beslemeye çalıştı. Sosa'yı da bu ikilinin arasına sokarak gol aradılar. Soldan Pranjic, sağ taratan ise Lahm ve Hamit ile ceza sahasına indiler ama isabetli pas oranı çok yüksek olamadı ve Bremen üzerinde bir baskı oluşsa da golü getirecek düzeyde değildi. Orta sahada yaratıcı oyuncu eksikliğinden dolayı dikine, defansın ortasına doğru hamle yapamadılar. Tymoshcuk top kullanmayı yana doğru yapıp, mücadele etmeyi daha ön planda tutunca hücumda orta sahanın vermiş olduğu destek otomatik olarak azaldı.

Bayern'de durum böyle iken Werder'in geçen senenin çok daha gerisinde olduğunu söylemek haksızlık olmaz. Diego'nun gidişinin orta saha organizasyonlarında takımı sıkıntıya sokacağı açık. Çünkü Brezilyalı, top dağıtan, adam eskilten, şu atan çok yönlü bir orta saha oyuncusu iken, şu an hem Mesut hem de yeni transfer Marin bu katkıyı yapabilmekten uzaklar. Mesut'un oyun içerisinde devamlılığı yok, Marin ise fizik olarak çok zayıf bir de buna ileride Sonago'nun yapacaklarına bakan bir ileri uç eklenince gelen gole şarşımamak elde olmuyor. Tam "Werder bu oyunla gol falan bulamaz" derken Mesut'un golü geldi. Bu golün organizasyon sıkıntısı çeken Bayern'i zorlayacağı açıktı.

2. yarıda önce Klose- İlic, daha sonra da Sosa-Ribery değişikliği ile oyunun kontrolü tamamen Bayern'e geçti. Klose-Gomez gibi daha hareketsiz ve benzer tipte iki oyuncudan birini alarak İlic'in hareketli yapısında yararlanmak ve Ribery'nin takımın hücumdaki yaratıcılığını kullanmak yazının başında bahsettiğimiz vites artışını kaçınılmaz hale getirdi hele ki karşısınızda böylesine etksizi bir Werder Bremen varken. Üst süte gelen pozisyonlar sonunda Gomez ile golü getirdi ve kalan 20 dakikalık sürede galibiyeti elde edecek pozsiyonlar da buldular ama Wiese tek golü yeterli görmüş olacak ki sonrasında kaleyi kapatan isimdi.

Bremen'de Borowski'nin ve defans hattının dirençli oyunuydu takımı ayakta tutan, bunun dışında etksizi bir orta saha ve hücum hattı vardı sahada. Bayern'de ise Olic her türlü bu 11'de yer bulmalı ve Ribery'nin sakatlanmaması için de bolca dua edilmeli yoksa bu tip çok maç yaşar Van Gaal ve ekibi.

15 Ağustos 2009

Gürcan Bilgiç'ten Son Bombalar...



Gürcan Bilgiç babasının izinde. Malum babası spor yazarından öte amigodur. Kendisi de zaman aman eleştirel yaklaşsa da olaylara hala taraftarlık damarları çok fazla ağır basıyor ve bu çizgiden daha öteye gidemiyor. Daha bir formda girmişti bu sezona, önümüzdeki haftalarda göreceğimiz bombaların habercisi olarak değerlendirmştim bu durumu ki üzerinden çok geçmeden dökülmeye başladı.

İlk perde sahnede, bugün sabah gazetesindeki yazısında:


Adama sormazlar mı "kaç defa Keita ya da Elano'yu 90 dakika izledin" diye. Aslında izlemediği belli oluyor ki "İyi olsa Lyon satmazdı" gibisinden basit yorumlara kaçıyor. Bunun üsüne bir de Dievid ile Elano kıyaslaması yapıyor ki ilk senesinde bu adam için demediklerini bıkarmadı bunlar. Zico tutmasa şimdi Brezilya'da devam ediyordu futbol hayatına. Kendi takımını övmene bir şey demiyoruz da korkularınız üzerinden kendinizi yüceltmeye kalkmasanız ve bunu yaparken de tüm hisstetiklerinizi ortaya döküp de komik duruma düşmeseniz daha iyi olmaz mı Gürcan Bilgiç? Haa, bu arada yazıda Cristian Oliviera ile ilgili bir şey göremedim, hani şu Maldonado'nun accık daha hareketlisi olan var ya ondan bahsediyorum, sahi kaç para vermişti Fenerbahçe bu oyuncu için, Gürcan Ağabey?

Olmuyor, olmuyor...



Basının son zamanlardaki bombalarındandı o da. Galatasaray'ın eksik olarak saptadıkları defans hattına uzun zaman Neill'ı getirmek için uğraştılar, sonra da Mensah'ı taşıdılar manşete Üsünel'in son bombası olarak. Ama gelin görün kü yine olmadı, olmuyor....

Önümüzeki hafta Sunderland'a imza atması bekleniyor Mensah'ın. Ganalı'nın menejeri işin imza aşamasına geldiğini belirtmiş basına.

Yine olmadı,tutmadı, yazık size! Bakalım piyango kime vuracak, ya da piyangonun vuracağı biri bulunabilecek mi?

09 Ağustos 2009

Gaziantep 2:3 Galatasaray



Her iki takımın da lige bu tür bir maç ve rakiple başlamayı tercih etmeyeceklerini rahatlıkla söylemek mümkün. Bir tarafta yüksek sıcaklık ve Gaziantep gibi zorlu bir takım, diğer tarafta da aynı doğa şartları ve ligin en büyük şampiyonluk adaylarından biri... Bu şartlar altında oynanan 90 dakikadan lige yeni sistem ve hocaları ile başlayan 2 takımın da alacağı 3 puan arızaların ve kayıpların maruz görüleceği bu dönemde ilaç gibi olacaktı.

Maça çok hızlı başladı Galatasaray. İlerideki 3'lünün hatta hemen arka tarafındaki hücum destekçilerinin sistem adına yapmasın beklenen bir kurgu ile kısa zamanda gole de ulaştı. İleride kağıt üstünde 1 adam görünse de kenardaki ve ortadaki oyuncuların desteği ile hücum hattını çabucak 3'lü 4'lü hale getirebilirsiniz. İşte tam da bu şekilde gole ulaştı Sarı-Kırmızılı ekip. Sağdan ceza sahasına giren ileri uç oyuncusu ve ceza sahasına sızan bir orta saha elemanının ortak çabası ile tabelaya eklenen 1 gol, hiç de fena bir organizasyon değil!

Gole rağmen Antep'in o geçen seneden alışılan yerden ayağa oynama çabası aynı şekilde devam edince oyunun kontrolünü ele geçirmeyi başardı hatta Ayhan ve Mustafa'nın boşalttığı ceza sahası önünden tehlikeli pozisyonlar da yarattılar. Rakibin bu kadar kolay şekilde kaleye akışının altının çizilmesi gerekiyor.

Tam bu anlarda bu sezon benzerlerini muhtemelen çokça göreceğimiz duran top organizasyonlarından atılan gol çok da iyi oynamadığı ve rakibi kendi sahasında kabullendiği anlarda Galatasaray için bulunmaz nimetti. Ayhan ve Mustafa'nın oyun temposu Galatasaray'ın sahadaki performansını belirlediği için onların topu kullanma noktasında yaşadıkları sıkıntılar direkt olarak takıma yansıdı ve Antep'in kurmuş olduğu baskının da asıl nedeni buydu. Bu açıdan bakınca atılan 2. gol rakibin üstünüzde oluşturmuş olduğu baskının kırılması anlamında da önemliydi ve Julio'nun uzaktan attığı gol olmasa Antep'in umutlarının ne kadar daha canlı kacalacağı büyük soru işaretiydi.

2. yarıda ise ilk yarıdaki roller tamamiyle değişti ve orta saha hakimiyeti tamamiyle Galatasaray'a geçti. Sarp ve Ayhan daha efektif oynamaya başlayınca haliyle Galatasaray'ın performansı da yukarı doğru ivmelenmeye başladı. Bu hakimiyet değişiminde Murat Ceylan gibi temposu yüksek bir adamın orta sahadan oyunun sağına doğru kayışının da etkisi olduğunu da belirtelim bu arada. Bu değişimin etkisi ile Gaziantep'e organize atak şansı verilmedi ve topa hükmeden taraf oldu Sarı-Kırmızılı ekip. Arıza yapma ihtimali olan bir savunmanın minimum açık ile oynamış olması da dikkat çekici noktalardan biriydi.

Galatasaray'ın sahadaki futboluna bakınca özellikle hücum anlamında geçen sezon Skibbe ile sahaya yansıtılandan çok farklı bir görüntü olduğunu düşünmüyorum ama arada temel ve önemli bir fark var: Oyun Disiplini. Takım bariz bir şekilde antrenörün istediklerini kapasiteleri ölçüsünde belirtilene sadık kalarak yapmaya çalışıyor ve bu da bariz bir fark koyuyor ortaya. Aynı zamanda oyuncuların ortaya koydukları arzu ve hırs da üzerinde durulması gereken nokta. İlerleyen haftalarda daha olumlu yansımlarını göreceğiz bu tablonun.

Galatasaray adına savunmanın daha az hata ile oynaması, Aydın'ın iştahlı oyunu ve savunmaya destek veren anlayışı ile öne çıkışı, sistem oturtulmaya çalışılırken kayıpsız ilerlenmesi olumlu noktalar ama görülen olumsuzlukların da altını çizmemiz lazım. Bu takımın yeni bir Linderoth'a ihtiyacı var. Sarp ve Ayhan aynı zamadan sakatlıktan çıktığı zaman göreceğimiz Mehmet Topal 3'lüsünden hiç biri oyunun temposunu hızlandıracak, akıllı bir şekilde alan parselleyecek beceriye sahip değiiler. Bu meziyetlere sahip tek adam da sakat. Herkes "Galatasaray'ın çok ön liberosu var" klişesini dillendiriyor hatta Sergen Yalçın bu akşam NTV'de bu cümlelerle konuşuyor üstüne Linderoth'un gereksiz olduğundan dem vuruyordu ama O da herkes gibi temel bir yanılgı içerisinde. Ön libero diye bir kavram açıkça söylüyorum "Futbola ihanettir". Neden mi? Çünkü bu tanımlama ile bu adamın sadece mücadele etmesi yeterliymiş, defansif meziyetlere sahip adamın orta sahada oynayan versiyonu gibi bir anlam çıkarılıyor, külliyen yanlış. Bu adam baybayağı orta saha oyuncusu ve bu şahısdan da beklenen oyunu 2 yönünü aynı efektiflikte oynamak. Dolayısı ile ne Fink, ne Ernst, ne Mehmet Topal ne Sarp ne de Ayhan tam olarak dolduraibliyor bu kavramın içini. Dolayısı ile Galatasaray'ın oyununu bir üst seviyeye çıkarması için mutlaka ama mutlaka buraya bir takviye şart, yoksa bir çok maçtan sonra aynı şeyleri tartışırız. Bunun dışında diğer sıkıntılar zamanla çalışılarak halledilecek mevzular.

Antep'e gelince Portekizli teknik adamın sunmak istediği Nurullah Sağlam'ın göstediklerinden farklı değil. Ivan De Souza'nın eksikliğinde Olcan'ın solda oynaması Sabri ve dolayısı ile Galatasaray için şanstı yoksa bu bölgeden çok zorlanabilirdi Sarı Kırmızılı takım. Çünkü Ivan etkili bindirmeler yapabilen önemli bir bek olarak ön plana çıkan bir isim. Sağ bek de Mehmet Yozgatlı'yı oynatmak bilinçli bir tecih miydi yoksa bir eksikliğin kapatılması amacıyla mı tercih edilmişti bilgim yok ama çok da iyi bir tercih olduğunu söylemek mümkün değil. Buna ek olarak defansın ortasındaki uyumsuz ikili de Antep'in sahadaki en büyük sorunlarından biriydi. Eski Real'li Julio Cesar'ın hataları daha büyük bela açabilirdi başlarına. Bu maçtan çıkacak en büyük derslerden biri de bu tandem göbeğine bir çözüm bulunması gerektiği olmalı.

Bireysel performans anlamında Aydın'dan bahsettik, Baros'un hep o bahsettiğimiz ve aslında Premiere Lig'de ve Fransa'da uzun süre tutulmasını engelleyen eksikliği bugün de ön plandaydı. Arda'ya gelince orta sahanın ortasında beklediğimden çok daha verimli oynuyor, şu sol tarafta oynama alışkanlığını kafasından çıkarıp ortada oynama konusundaki meziyetlerini arttırabilirse sınıf bile atlayabilir. Keita'nın zaman zaman durağan oyunu umarım zamanda daha defansif bir hüviyete bürünür çünkü şu haliyle zamanda ihtiyacı olduğu aşikar.

Galatasaray bu maçı alarak ilerleyen dönem için umutlu şekilde yoluna devam etme şansını cebine koydu ama eksik noktarın görmezden gelinmemesi lazım. Antep ise kötü başlamış olsa da bu lige ilk 10 içerisinde olacaklarını söylemek çok büyük bir öngörü olmasa gerek.

08 Ağustos 2009

Skibbe'den İyi Başlangıç

Werder'e deplasmanda 3 gol atarak başladı lige Skibbe. E.Frankfurt 3 puanı alırken gollerin 2'si sezon başında kaptanlığı aldığı ve bu olay üzerüne idmanda arıza çıkaran Amanitidis'den geldi. Alman teknika dam arızalı adamları oynatmayı iyi bereciyor, Lincoln'ün geçen sezonki ilk yarı performansı hala akıllarda.

Geçen sezon W.Bremen ile oynadıkları 2 maçta 5'erden toplamda 10 gol yiyip, gol atma başarısı gösterememişlerdi. 3 puan üstüne de ancak 4. hafta sonunda aldıkları ilk galibiyet ile 5 puana ulaşarak çıkabilmişlerdi. Geçen sezonu da 33 puanda ve düşme hattının 3 puan üstünde 13. sırada bitirebilmişlerdi.

Sezona Skibbe ile iyi bir aşlangıç yaptı Frankfurt. 2010'u geçtiğimiz yıldan daha ötede bitireceklerini şimdiden rahatlıkla söylemek mümkün ama tam olarak nerede konumlanacaklarını görmek için de tabiki beklemek gerekiyor.

Galatasaray2a akıl futbolunu, şu an herkesin beğenerek izlediği yerden ayağa paslaşmayı öğreten adamdır kendisi ve bu yönüyle de alkışı hakediyor. Kendisini izlemeye devam edeceğiz.

Avrupa Ligi Kuraları

Kuralar çekilmeden önce Galatasaray ve Fernebahçe'nin daha kolay , Trabzon ve Sivas'ın ise dişli rakiplerle eşleşeceğini biliyorduk. Yine de mevcut seçenekler arasında daha uygun takımlar olduğunun da farkındaydık, dolayısı ile çekilen kuraları bu çerçeveden değerlendirmek daha mantıklı olacak.

Galatasaray'ın Rakipleri: Lech Poznan (Polonya), Amkar Perm (Rusya), NAC Breda (Hollanda), FK Teplice (Çek Cumhuriyeti) ve FC Levadia Tallinn (Estonya)

Kim ne derse desin Lech Poznan bu takımlar içerisinde en istenmeyecek takımdı. Geçen sezon UEFA gruplarında adını duyurdu ve bu seneye de gayet iyi başladı, bir önceki eleme turunda 2 maçta rakip kaleye 8 gol bıraktı. Bunun dışında Rusya Ligi'nin başlamasından dolayı Amkar ile eşleşmek de tercih dışındaydı, geriye kalan 3 takımdan NAC Breda daha güçlü gibi dursa da Hollanda takımlarına karşı bu oyun yapısı ile Galatasaray'ın zorlanmayacağını düşünüyorum. Kapalı oynayan takımlar daha fazla bela açabilir başınıza. Talinn'de Estonya Ligi takımı olması sebebiyle en çekilesi kura gibi dursa da kapalı bir kutu dikkatli olmak gerek. Galatasaray'ın turu geçememesi tamamiyle rakibi ciddiye almamaktan, motivasyon eksiklğindne olabilir başka alternetif görünmüyor şu an.

Fenerbahçe'nin Rakipleri: Strum Graz (Avusturya), F.C Sion(İsviçre), Guingamp (Fransa), FC Slovan Liberec (Çek Cumhuriyeti)

Muhtemel rakipleri değerlendirdiğimizde Strum Graz diğer ekipler arasından sıyrılıyordu ilk bakışta, geriye kalanlarden ise herhangi biri farketmezdi bence ki en ideal takım olan Sion geldi. Yaklaşık 10 yıl önce Adrian Ilie'nin aşırtma golleri ile bellkelerimze kazınan İsviçre ekibi Basel, Zurich, Young Boys gibi kulüplerin gerisinde kalan bir orta sıra takımı hüviyetinde. Fenerbahçe'nin iki maçı da kazanması gayet normal.

Trabzon'un Rakipleri: PSV Eindhoven (Hollanda), Lazio (İtalya), FK Partizan (Sırbistan), FC Basel (İsviçre), Toulouse FC (Fransa)

İsim olarak her ne kadar korkutucu dursada PSV'nin de şu aşamda kötü bir kura olmayacağı kanaatindeydim. Lazio'nun bir İtalyan ekolü temsilcisi olması nedeniyle tercih edilmemesi normal olacaktı. Toulouse ise çekilmemesi gereken takımların başındaydı Lazio ile beraber. Geçen sezon oldukça iyi bir performans koydular ortaya ve ligi 4. bitirdiler. İleri uçtaki Gignac sadece Lig'de değil Fransa Milli Takımı'nda da başarılı maçlar çıkardı. Oyuna sonrada girdiği Litvanya maçını takımına kazandıran isimdi, çok güçlü bir oyuncu ve etkili-sert son vuruşları var. Trabzon savunmasını çok zorlayacağından eminim. İlk maçın içeride olması da dezavantaj şu aşamada. Basel , 5 takım içinden en çekilebilir tercihdi bence. Partizan ise geçen sezon Fenerbahçe karşısındaki performansını düşününce Basel'den daha etkili bir takım olarak değerlendirilebilir.

Sivas'ın Rakipleri: Shaktar Donetsk (Ukrayna), CFR 1907 Cluj (Romanya), Hertha BSC (Almanya), Athletic Bilbao (İspanya)

Rakipleri değerlendirirken Sivas'ın tecrübe katsayısı ile orantılı düşünmek gerekirdi. Dolayısı ile tüm rakiplerin Sivas'a oranla şansı daha fazla olacaktı Avrupa vizyonundaki geçmişlerine bakınca. Yalnızca Cluj geçen seozn yaşadığı Şampiyonlar Ligi tecrübesi dışında pek bilinmemesi vesilesi ile tercih edilebilir bir takipti. En can sıkıcı rakip ise şüphesiz Shaktar olacaktı ki karşılarına Lucescu'nun ekibi çıkıverdi. Onlar da UEFA Kupası sonrası Şampiyonlar Ligi'nde yıllardır yapamadıklarını yapma peşinde iken büyük şok yaşayarak alt kademedeki Avrupa Ligi çekişmesi içerisinde bulmışlardı kendilerini. Bu aşamada bir motivasyon sorunu yaşayabileceklerinin muhtemel olduğunu belirtmek çok da yanlış bir varsayım olmasa gerek. Sivasspor'un yapacağı tek şey Anderlecht maçından ders almak, deplasmandaki dağınıklığı bir daha tekrarlanmamak üzere tarihin tozlu sayfalarına gömmek, ufak da olsa bir umut belirmesi için de başka şansları yok açıkçası.

4 takımımızında kuralarını değerlendirdiğimizde grupara 3 takım ile kalmamızın bile iyi bir sonuç olduğunu düşünüyorum. 4'te 4 neredeyse imkansız ama olursa tadından yenmez!

Şampiyonlar Ligi Kuraları



Şampiyonlar Ligi gruplarına kalacak son takımlar belirleyecek eşleşmeler belli oldu. En dikkati çeken Panatinaikos-Athletico Madrid eşlemesi olmuş. Geçtiğimiz sezon gruplarından çıkmayı becerebilen 2 ekipden 1'i bu sezon gruplara bile kalamayacak. Maça gelince tur ortadadır bence. Ten Cate hocalığını konuşturuyor Yunanistan'da, Athletico da kadrosunu büyük ölçüde korudu, güzel maçlar bekliyor bizi.

Diğer tarafta Sivas'ın intikamını almak bir Fransız'a düştü anlaşılan, Anderlecht'in şansı yok Lyon karşısında. Celtic için zor kura, Arsenal favoridir bu eşleşmede. Lucescu'nun belalısı bu defa da Babel'i Stutgart'ının karşısına çıkmış. Geçen sezon Cluj adından söz ettirmişti bakalım aynı şeyi Timişoara yapabilecek mi? Sporting Lizbon - Fiorentina eşleşmesinde de Portekiz ekibi 1 adım önden bana göre. Olimpiakos'da ballı kura çekenlerden. Yıllar önce Beşiktaş ile karşılaşmıştı Sheriff, 2m açta da gol atamadan evine gönderişti Moldovalıları Siyah-Beyazlı ekibimiz.. Diğer eşleşmelerden de Zurich, Kopenhag, Levski, Salzburg bileti kapar.

Olympique Lyon (Fransa) - RSC Anderlecht (Belçika)
Celtic (İskoçya) - Arsenal (İngiltere)
Timişoara (Romanya) - VfB Stuttgart (Almanya)
Sporting Lizbon (Portekiz) - Fiorentina (İtalya)

Panathinaikos (Yunanistan) - Atletico Madrid (İspanya)
Sheriff (Moldova) - Olympiacos (Yunanistan)
Salzburg (Avusturya) - Maccabi Haifa (İsrail)
Ventspils (Letonya) - Zürih (İsviçre)
Kopenhag (Danimarka) - Apoel (Kıbrıs Rum kesimi)
Levski Sofya (Bulgaristan) - Debrecen (Macaristan)

07 Ağustos 2009

Yapma Bunu!



Maç analizinde dün akşam Linderoth'un11'e girmesinin takım futboluna olan olumlu katksıından bahsetmiş ve kadrodaki oyunculardan bazı özellikleri ile ayrıldığını belirtmiştim. Hatta Linde'ye rağmen o bölgeye 1 transfer daha yapılmasının şart olduğunun altını da çizmiştim.

"Yapılan tetkiklerinde sol dizinde menisküs yırtığı tespit edilen Tobias Linderoth yarın sabah Acıbadem Bakırköy Hastanesi’nde ameliyat olacak. Futbolcumuza geçmiş olsun diyor ve en kısa sürede sahalara dönmesini diliyoruz."

Az önce resmi sitenin geçtiği haber bu. 2 olumlu cümle yazdık adam 3 ay yok şimdi. Kurşun falan döktürmesi lazım bu adamın artık, iş tıbbı aştı Lokma Hekim paklar ancak! Yukarıdaki resim de Linderoth'un bir zamanlar sahada hoplayıp zıplayabilen bir futbolcu olduğunu gösteren önemli bir kanıt olarak sandıklarda özenle saklanmaya başlanmalı!

Bu aşamadan sonra Galatasaray'ın transfer yapacağı bölge bellidir artık. Stoper, sağ bek falan hikaye. Oyunu 2 yönlü oynayan Linderoth tipinde bir adam şart artık, yoksa yazık olacak güzelim kadroya!

Geliyorlar!!! GS 6:0 Netenya



İster hazırlık karşılaşması ister resmi bir mücadele olsun, ister karşısınızdaki rakip 1 avrupa devi isterse de amatör liglerde oynayan bir emekçiler topluluğu olsun bakılması gereken temel şeyler aynıdır. Sahadaki oyunun skora yasıması elbette farklı olacaktır ama eğer bazı işaretler bekliyorsanız gelecek adına o zaman yukarıda saydığımız etmenlerden farklı olarak nerelere dikkat edeceğinizi adınız gibi bilirsiniz. Dün akşam oynanan karşılaşmayı da bu çerçeve altında değerlendirmek lazım. Evet rakibin gücünün limiti ve Süper Lig'de oynayan bir çok takımın gerisinde sayılabilecek kapasitesi dikkate alınmalıydı ama sahada Galatasaray'ın sunduğu olumlu tablonun gelecek adına umut vaadeden işaretlerini görmezden gelmek olamazdı.

İlk oynanan Kleve hazırlık maçından başlayarak geride kalan her maçta takımın bir önceki seviyenin üstüne 1 şeyler ekleyerek devam ettiğini görmek herhalde işin en dikkat çekici ve sevindirici boyutu. Daha iyi alan paylaşımı, daha dikine ve hızlı paslar, orta sahayı daha kısa zamanda geçme gibi geçmiş maçlarda eksik kalan bazı noktaların geliştiğini çok rahat farkedebiliyorsunuz. Buna ek olarak sadece ilk Kleve maçında görülen top rakibe geçtiğinde şok pres ile hızlı çıkışları önleme çabası da yine bir farklılık olarak yansıdığının altına da çizmemiz gerek.

Bir hafta önce oynanan karşılaşmaya idelae yakın kadrosu ile çıktığını düşünürsek, o kadrodan tam 7 oyuncu değiştirilerek çıkılmıştı Sami Yen semalarına. Takımın performansını ve yapabilirliğini belirleyen en önemli unsurun sahadaki 11 kadar yedek kulübesinde yer alanların oyuna yaptıkları katkı olduğu gerçeğinden yola çıkarsak, bu oyuncuların her fırsatta hazır tutulma çabası içerisinde olunması Rijkaard ve ekibinin olumlu hamlelerinden yalnızca biri. Buna ek olarak futbolculara farklı mevkiilerde oynama meziyeti ve mantalitesi kazandırma yolunda da sağlam adımlar attıklarını görüyoruz. Önce Arda'nın orta göbeğe çekilmesi ve dün de Aydın her iki yarı da da iki farklı kanatda oynatılması... Sistemin gereklerinin yani farklı mevkilerde oynayan oyuncuların kadro içerisinde yer alması ve sahadakilerin alan değiştirerek oynayabilmesi tam bir planlamanın hakim olduğunu gösteriyor Galatasaray'a.

Dün akşam oyunun bu kadar dikine ve çabuk oynanmasındaki en önemli etken Mustafa Sarp-Ayhan ikilisinin oyunu yavaşlatan mantaliteleri yerine Linderoth'un her hareketi akıl kokan ve topu hızlı bir şekilde ileriye aktaran oyun yapısından başka bir şey değildi. Takımın en büyük eskikliği zaten bu bölgede böyle bir adama sahip olamamasıydı, bu açından da sağlam bir Linderoth'un sahada takıma katacağı o kadar çok şey varki bunlar ne Topal'da ne Sarp'da ne de Ayhan da var. İnanılmaz bir oyun zekası ,sahada mücadele etmenin yanı sıra bitirici dikine paslar ile arkadaşlarını pozisyona sokabilme becerisi, mükemmel alan parsellemesi... Yeni bir transferdir Galatasaray için tabiki sağlıklı olmak koşulu ile. Şu aşamada Galatasaray'ın transfer yapacağı transferin de yine Linderoth tipinde oyunu iki yönlü oynayan bir oyuncu olması gerektiğini düşünüyorum çünkü bence alternatifi olmayan oyuncuların başında geliyor, uzun zaman sonra takıma katıldığı zaman ortaya koyduğu fark da bunun en net göstergesi.

Bu tip maçlarda hücumdaki zenginlik mutlaka önemlidir ama savunmasının sıkıntılı olduğuna inanılan bir takımn saha yansıtacağı defansif rol çok daha anlma taşımalıdır. Bu açıdan bakınca da Aşık-Güngör ikilisinin bireysela anlamda Servet-Gökhan ikilisine göre daha sağlam ve akıllı bir oyun ortaya koyduğunu gayet rahatlıkla belirtebiliriz. Çünkü her 2'side bazı temel gereçekelr üzerinde hareket ediyorlar: Doğru pozsiyon alma, ilk hameleleri doğru ve zamanında yapam vs. vs. Bu noktadan hareketle malesef Gökhan'da bu iki noktanında eksik olduğunu söylememiz laızm. Servet ise akıldan çok vücudunun sağladığı meziyetler kullanmaya alışık yapısı ile öne çıkıyor. Dün akşamdan çıkarıalcak derslerden 1'i de içinde Gökhan'ın olmadığı bir tandem ikilisi oluşturmanın çok daha olumlu sonuçlar doğuracağı olmalı bence.

Blogu takip edenler bilir, Aydın'a çoğu zaman sallarım, ağır eleştiririm. Hatta yedek kulübesinde bu haliyle durmasının takımın kadro derinliğne hiç bir şey katmayacağını da defalarca belirttim ama dün akşam sahada oynadığı performans ile hepimize "Bir Dakika" dedirtti. Rijkaard'ın O'na olan güvenini sahada çok olumlu kullandı ve 3.5'dan 4 asist yaptı, özellikle 2. golde Keita'ya eliyle içeri girmesini gösterdikten sonra attığı gollük pas çok farklı değerlendirilmeli. Sade bir pas değil aynı zamanda bir oyun görgüsü içerisinde yapılmış bir hareketler bütünüydü o, umarım bu performansını devam etttirir ve biz de güzel şeyler yazamaya devam ederiz. Geçmiş maçlardan en büyük farkı sahada haaylt gibi gezmeyi bırakıp maç.a iştahla asılması idi. Yine de Aydın için görüşlerimin 180 derece dönebilmesi için bu katkıyı genele yaydığını görmemiz ve anlık bir parlamadan ibaret olmadığını görmemiz lazım, yoksa çok erken bir değerlendirme yapmış olacağız. Biraz daha zaman lazım.

Keita da dün Sami Yen'e ilk kez çıkmanın heyecenıyla donanmıştı ve böylesine bir ortamda ilk golünü atması gayet şık oldu. Gol dışında top ile çok fazla görünmedi, hatta bir çizgi oyuncusundan ziyade daha çok içeri katetme eğiliminde görüdük O'nu. Şu aşamada bir orta saha oyuncusunda özellikle Galatasaray'da dikkat edilecek husus ofansif meziyetlerinin yanına eklemiş olduğu defansif direncin seviyesi olmalı. Keita'nın da geriye gelerek top alması, pres yapması, takımın defansif yönüne katkıda bulunmaya çalışması gelecek adına umut verici.

Nonda'nın trasnfer dedikodularından nasibini aldığı her haliyle belliydi(!) Pres yaptı, orta sahaya gelip top aldı ve en önemlisi gol atma becerisi göstererek Baros'un arkasında hiç de fena bir alternatif olmayacağı mesajını verdi. Dün akşam attığı 3 gol Ocak 2008'de Rize deplasmanında yaptığı 3'lemeden sonraki 2. tarifeydi. Aslında Nonda'nın oyun zekası, aklı Baros'dan çok daha gelişmiş seviyede, bu nedenle de mevcut sitemde 3'lü forvet ile berebaer iyi işler yapabilir. Gol atamasa da onlara çok güzelk pozisyonlar hazırlayabilir. Baros'a göre en büyük artısı bu ama hız anlamında arada büyük fark var, zaten O'nu yedek kulübesine gönderen en önemli etkenlerden biri de bu.

Dün akşamki galibiyetin aslında bir de dramatik tarafı var. Xamax maçının Galatasray Tarihi'nde simgelediği o kadar çok şey vardı ki. Mücadele, hırs, kazanma tutkusu, vs. vs. Bir çok takımıma bu innaç sıçradı Avrupa Arenasındaki maçlarda. Böyle bayrak bir galbiyetin tarih sayfalarında "En farklı Avrupa Kupası Galibiyeti" olma özelliğini dün akşam başka bir karşılaşmaya bırakması biraz iç burkucu. Diğer açından yaklaşınca da rekoru kırmanın bu kadar sistemli çaılan ve göreve yeni gelmiş muhteşem bir teknik ekibe vesile olmasıyla da gurur duyulmalı.

Evet, Galatasaray gelişiyor ve bu gelişim sahaya yanstığı oyuna da yansıyor. Daha önce de yazdık bir çıkları "vay be takım nasıl da paslaşıyor" diye methiyeler düzüyor ama Skibbe bu takıma bunun altyapısını vermişti zaten, ayni bu takımın genlerinde bu meziyet sonuna kadar vardı. Rijkaard fazla zorlanmayacak diye belirtmemizin sebebi de buydu, akıl futbolu kafalara yerleşmeye başlamıştı. Dolayısı ile bu düzenin Skibbe'nin kattıklarının üzerine yapılan eklemeler olduğ gerçeğini görmemiz ve berlitmemiz gerekir. Rijkaard ile bu mantalite, topa daha çok hakim olma, hızlı ve dike oynama meziyetleri ile donanınca ortaya çok daha seyredilesi bir futbol çıkacak.

Rijkaard ve ekibi ellerindeki ışıkla geleceği aydınlatmaya başladılar bile, yapılacak tek şey ise gölge etmemek ve manzaranın seyrine dalmak!

06 Ağustos 2009

Community Shield'ı Kim Anlatacak?

Malumunuz pazar günü Community Shield diğer bir ifade ile Lig Şampiyonu-Kupa Galibi'nin karşılaşması var Ada'da. Maçı 17:00 NTVSPOR canlı olarak verecek. Manu-Chealsea maçını açık kanaldan izleyecek olmak güzel ama daha güzeli şimdi geliyor: Maçı Murat Kosova anlatacak.

Ercan Taner'in sadece ses tonunun avantajını kullanarak yaptığı kuru kurya sunumlar NTV'de maç izlemenin ayrıcalığını ne yazık ki kaldırmıştı ortadan. Önceleri Murat Kosova, Okay Karacan, Ali Okancı ile maçları izlemek ne kadar da zevkliydi. Kosova'nın, Ronaldo'nun Old Trafford'da çıktığı ilk maçta yaptığı o güzel hareketleri anlatırken yaşadığı heyecanı iliklerinizde hissederdiniz, yeni bir yıldızın doğuşunun keyfini daha derinden yaşardınız.

Bu maç için de Güntekin Onay ya da Ersin Düzen alternatifleri üzerinde dururken, uzun zamandır furbol maçı anlatmadığı için Murat Kosova'yı neredeyse hafızadan silmişiz. Şimdi ise maçı O'nun anlatacak olmasını bilmek daha da heyecan katıyor mücadeleye. En son ne zaman anlatmıştı bilmiyorum ama muhteşem bir derbi ile yeniden ekranlarada olması gayet sevindirici. Darısı Real-Barça maçının başına!

Rafa Benitez'in Şampiyonlukla İmtihanı



Liverpool cephesinde beklentiler gittikçe artıyor, 19 yıllık hasretin ne zaman sona ereceği cevabı beklenen en büyük soru olarak duruyor. Bu artan soruların tek muhatabı var aslında: Rafa Benitez. Anfield Road'da 5 senesini dolduran İspanyol teknik adamın Ada'da geçirdiği yıl sayısı ile orantılı olarak kendisinden beklentilerin de arttığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Muhtemelen bu yıl geçirdiği en zorlu sene olacak ve olası bir hedeften sapma kendisinin de Liverpool'daki geleceğini etkileyecek. Peki bu umutlar, beklentiler ne kadar karşılık bulabilecek, 20. yılda Anfield bir şampiyonluk kupası görecek mi?

Şu ana kadar kulüpteki transfer hareketlerine bakılınca kadroya sağ bek Glen Johnson ve Xabi'den boşalan pozisyon için Aquiliani'nin katıldığını görüyoruz. Buna karşılık Albeloa, Alonso, Sami Hypia, Pennant gibi isimler ile yollar ayrıldı. Arbeloa ve Xabi Alonso'nun pozisyonlarını doldurmak için 2 yeni takviye yapıldığı görülüyor. Yani kadroyu daha da derinleştirme amacıyla yapılan hamlelerden çok, eksilen bölgelerin eski gücüne kavuşturulması mantığıyla yapılmış hareketler olarak göze çarpıyor.

Bu noktada aslında sadece şöyle bir bilgi bile vermek Liverpool'un geçen sezondan farklı olarak kadro yapısı olarak nerelere geldiğini, neler yapması gerektiğini daha açık biçimde gösterecektir bizlere: Geçen sezon 38 Premiere League mücadelesinden yalnızca 14'ünde takımın attığı 77 golün 30'una imza atan Gerard-Torres ikili beraber forma giyme şansı bulmuşlar. Geçirdiği sakatlık nedeniyle 14 maçta Torres'in olmadığını ve yine Gerard'ın da sakatlık nedeniyle bir kaç maç forma giymediğini not olarak düşmek gerek.

Geçen sezon kaybedilen puanların bir çoğunda Torres'in yokluğu etkili olmuş ve Benitez bu durumdan ciddi biçimde dert yanmıştı. Bu psikoloji altında takımın ileri ucuna ve orta sahaya Gerard'a ek olarak ofansif zenginlik yaratacak bir isme ihtiyacı olduğu gün gibi aşikar olan bir takımın henüz bu mevkiler için herhangi bir girişimde bulunmamış olması gerçekten de çok ilginç. Şampiyonlar Ligi, Kupa derken 60'dan fazla maçın oynandığı da düşünülürse Liverpool'un geçen sene başını ağrıtan durumdan kurtulmak için takıma direkt katkı yapacak kalitede oyuncularla kadro derinliği oluşturması gerekiyordu ama...

Forvet ve orta sahaya ek olarak defansın göbeğinde de sıkıntı yaşanmaması için bir transfer yapılması ihtiyacı olduğunu döyleyebiliriz. Bu durumda 3 ayrı bölgeye yapılacak 3 takviye ile önümüzdeki sezon Lige damgasını vurabilir Kırmızılar. Yoksa Benitez'in geçmiş senelerde olduğu gibi ortaya attığı bahanelerin bu defa çok işe yarayacağını düşünmüyorum.

Wenger'in Sakatları



Arsen Wenger'in sakatlıklar ile iyici başı dertte sezon başında. İlk olarak Nasri'nin 2 ay kadar sahalardan uzak kalacağı haberleri geldi, daha sonra uzun zamandır ortalarda olmayan ve sessiz sedasız bir dönüş yapan Rosicky'nin 6 haftalık zorunluğu ayrılığı bozdu moralleri. Ciddi bir yaratıcı orta saha sıkıntısı içerisine girmesi muhtemel gibi görünürken kullübün yeni Dennis Bergkamp'ı olarak lanse ettiği Jack Wilshere'in özellikle Emirates Kupası'nda ortaya koyduğu performans olsa umut verdi Fransız teknik adama. Arshavin ile birlikte takımın hücum yönündeki yükünü çekmeye aday en önemli 2 isimden biridir genç İngiliz. Şu zor durumda hızır gibi yetişti Wenger'in imdadına!

05 Ağustos 2009

Xabi'nin Yerine Aquilani



Real Madrid'in peşinden ısrarla koştuğu isimlerden biriydi Xabi Alonso ve Liverpool bu baskıya daha fazla dayanamayınca 34 milyon Euro'ya el şıkışıldı. Kırmızılar için artık cevaplanması gereken soru bu boşluğu nasıl dolduracaklarıydı ki taze haber bu akşam geldi: Aquillianii 'nin transferi için Roma ile 20 milyon Euro'ya anlaşıldı. Ufak bir pürüz var transferin önüne geçebilecek o da sağlık kontrolü, onun dışında taraflar arasında herhangi bir problem yok.

Geçen sezon özellikle Barnebau'da oynanan CL maçında ortaya koyduğu performans çok etkilemişti beni, dinamo gibi box to box çalışmıştı. Xavi sonrası orta sahadaki boşluğu doldurması ve Premiere Lig'e alışması zaman alacak ama sonunda Kırmızılar için karlı bir transfer süreci yaşandığını söylemek pekala mümkün.

Uzaklarda Bir Dost?



Sağdaki, 82-85 yılları arasında Galatasaray'da forma giymiş sol taraftaki kahramanımızı Türkiye'ye getiren menejer. Yanında taşıdığı Saffet Susiç'le beraber yaklaşık 30 yıl önce çektirdiği fotoğrafı gösterip resimdekini tanıyıp tanımadığımı sordu bana, ama kaçar mı bizden.

2005 yılında 100. yıl kapsamında oynanan gösteri maçında Sami Yen'deydi.

Şu anda Saraybosna'da bir kebapçı dükkanı işletiyor. Duvarlarında bir çok ünlü misafir ile çekilmiş fotoğraflar var. Takım arkadaşı Terim'in ziyaretinde çekilen fotoğrafı da "imparator buradaydı" diyerek gösteriyor.


Tribünlerde söylenen marşları ise hiç unutmamış...