29 Nisan 2010

Nazar Boncuğu: Barca 1: Inter 0


Maurinho maç sonrası yine o iddiali sevinçlerinden biriyle karşımızdaydı ama bunu fazlasıyla hakettiğini söylemek lazım. Drogba'nın golü sonrası da aynı çimlerde dizlerinin üstünde kayerken görmüştük daha önce, idmanlıyız yani bu tür hareketlerine. Inter ilk maçta bileti cebine koymuştu 3-1'lik skor ile, gerçekten Barcelona'nın işinin çok zor olacağını biliyordum ama bu kadar da etkisiz olacaklarına ya da etkisiz hale getirilebileceklerine ihtimal vermiyordum, aklımın bir köşesinde de Neu-Camp'da Inter'i perişan eden 2-0'lık performans da bir umut olarak duruyordu.

Inter'in sert savunması karşısında orta saha oyuncularının ve forvetin hareketliliği, top taşıma becerisi sonucu belirleyecekti ve bunu Barcelona'da çok iyi yapan 3 oyuncudan biri de Iniesta idi Pedro ve Messi ile beraber. Iniesta'nın varlığına o kadar muhtaçlardı ki bu akşam, özellikle de o top ile ceza sahasına dalışları ya da ceza sahası çevresinde yaptığı akıl dolu verkaçları.Yine de Barça son dakikaya kadar kovaladı turu, hatta 2. golü de buldular ama hakemin bence yanlış bir elle oynama kararı ile fazla sürmedi sevinçleri. Hakem'e değinmişken Motta'nın 2. sarı kartı da ağırdı ve bu akşamın futbol zevkinin içine eden ana etkendi. O karttan sonra Barcelona karşısında hücumu fazlaca düşünmesini beklemek hata olurdu zaten.

Büyük hocalar gittikleri takımlara karakterlerini aşılarlar, değişimi okursunuz sahadaki görüntüleriyle. Sene başında final için aday gösterilen ilk 5-6 takım arasında adı sayılmayacak 2 takım 22 Mayıs'da Barnebeu'da Avrupa'nın  en büyük kupası için çıkacaklar sahaya. Mourinho da Van Gaal'da bir takım için değişim adına önemli isimler olduklarını gösterdiler. Son kupasını 45 sene önce almış, 38 yıldır Şampiyon Kulüpler / Şampiyonlar Ligi kategorisinde final görememiş bir takımın bu akşam aldığı sonucun %90'dan fazlası yazılır Mourinho'nun hanesine. Diğer tarafta da ilk senesine büyük sıkıntılar ile başlarken buralra dahi geleceği akıların ucundan geçmeyen Van Gaal. Saha kenarı muhtemelen saha içinden daha renli olacak zira çok heyecanlı bir final beklemiyorum.

Diğer taraftan da bir öğrenci-çırak buluşması da ilginç olabilirdi. Van Gaal-Guardiola çekişmesi aynı zamanda total futbolun 2 temsilcisinin de rekabetine sahne olabilirdi ama tabiki bunlar artık birer hayal. Diğer tarafta da Van Gaal'in Robson'ın tavsiyesi üzerine kulüpte kalarak yardımcılığını yapan Mourinho'nun karşılaşması var. Final öncesi ortaya atacağı yemleri merakla bekliyorum Portekizli'nin, bakalım neler söyleyecek, kimlere sataşacak.

Bu akşam özelinde 2 futbolcu için yorum yapacağım. Hocam tamam dünyada adam gibi sol bek yok, söyle Cole ya da Evra gibi dalıp çıkan hareketlisinden de Maxvell'i almak kimin fikriydi acaba? Şöyle adam geçemeyen, tek yaptıkları top kendilerine gelince yanındaki adama vermek olan bek bozuntularının Barcelona'da görmek de ağır geliyor insana. İlk izlediğimden beri fikrim hiç değişmedi, tamamiyle gereksiz transfer.

Pique sen nasıl defans adamısın, o nasıl gol öyle? Standartları bu kadar yükseltmek zorunda mısın kardeşim? Servet'in menejeri defans oyuncusu görsün, neymiş efendim "defans oyucusu pas yapma yeteneğine sahip olmak zorunda değilmiş". Forvetler koysun golün görüntüsünü tekrar tekrar izlesin, rafa koysun arada bir terkar yapsın. Bu eleniş de Barça'nın nazar boncuğu olsun, dağ olsa dayanmaz bu kadar başarıya.

Crucible'da Son Durum


Mark Selby 9-5'den gelip Sullivan'ı evine göndermeyi başardı. Rocket galibiyete yalnızca 4 frame uzakken o kadar darmadğındı ki açıkçası Selby'nin güzel oyunu ile galibiyeti  ya da Sullivan'ın çeyrek final ötesine gidememeyi  hakettiğini söylemek yanlış olmayacak. Robertson geçen sene de oldukça açık farkla elediği Davis'i yine rahat geçti 13-5 ile yarı finale yükselen isim oldu. Grame Dott, Allen gibi formda bir ismi geride bırakarak büyük iş başardı bence. 4-0 geriden gelip 13-12 galip gelebilmek büyük iş üstelik Mark Allen'e karşı. Yalnızca tek maç kaldı sonuçlanmayı bekleyen: Carter-Murphy. Şu an skor 11-12 ve 24 . frame de 46 ya karşı 15 murphy önde olsa da Carter hata yapmazsa iş son frame e kalacak.

Yarı final eşleşmeleri de şu şekilde olacak: Koyu yazılı olanlar ise benim favorilerim:

Robertson   vs. Carter-Murphy

Selby          vs.  Dott

25 Nisan 2010

Plansızlık...


Sadece bir söylentiden hareketle değerlendirme yazısı yazmak ne kadar doğrudur bilmiyorum, olacakları beklemek daha gerçekçi bir yaklaşım olabilir ama söylentilerin gerçeğe dönüşme ihtimali üzerine bir şeyler karalamaya kimsenin itirazı olmaz herhalde.

Mevzu Tugay Kerimoğlu'nun Rijkaard'ın yardımcılığna getirilme ihtimali. Eğer gerçeğe dönüşürse vay Galatasaray Alt Yapısı'nın haline. Tugay ya da bir başkasının gidişi değil, ortadaki plansızlığın geleceğin şekillenmesi karşısındaki aykırı duruşudur bunları yazmamdaki sebep. 2 ya da 3 yıl önce Ali Yavaş'ın ayrılışı ile başlayan süreç sonrasında tam bir deneme tahtası kıvamına getirilmiş durumda nam-ı diğer Futbol Akademisi. Ali Yavaş'ın ayrılmasının ardında Fatih İbradı tek yetkili olarak tepedeydi, 1.5-2 yıl böyle ilerlendi, sezon başında Van Derks getirildi göreve ve sonrasında da Tugay Kerimoğlu. Şimdi ise Tugay ile ilgili farklı tasarrfular olduğuna dair dedikodular türedi.

Gerçeğe dönüşmemesini arzu ettiğim bu senaryo bu satırlarda da sıkça eleştirdiğim Adnan Polat ve ekibinin futbol yönetiminden çakmayan vizyonu ya da vizyonsuzluğunun başka bir yansıması olur. Hiç mi uzun vadeli planınız yok be futbola dair diye sormak gerekir o zaman. A takımın hoca değiştirmekten başı dönmüşken alt yapının sistemleşmesini bu kadar geciktiren hamleler niye sorusu da ardından gelir ve bunları ardışık cümleler takip eder. "Yazık" diye de bitirilip noktası konulur yazının. Tabiki bu tasarruflar da senaryonun bana bakan parçası. Üst taraf ne kadar gerçekse alt taraftakiler de o kadar yakındır hayatın taa kendisine.

Gould'a Yazık Oldu...


Dünya sıralamasının 49 numarasıydı Martin Gould. Çeyrek final öncesi Neill Robertson eşleşmesinde kendisine haliyle fazla şans verilmiyordu ama maça öyle bir giriş yaptı ki ilk 6 frame'i sildi süpürdü, ilk seansı da 6-2 önde kapadı. Bir anda tüm dikaktleri üzerine çekmeyi başarmıştı, 28 yaş çok da geç sayılmazdı aslında. Çeyrek finale çıkmak demek sıralamda ilk 32 arasına girmek demekti ki bu inanılmaz bir yükseliş olacaktı onun için.

2. seansda fark arttırmayı bildi ve karşılaşmayı kazanmaya yalnıza 2 frame uzaklıktaydı.Neil Robertson'ın işi gerçekten de kolay değildi artık 11-5'den gelip seriyi lehine döndürmek geri dönüşlerin kralını yapmak gibi bir şeydi. Üstelik genel oyun düzeyi de ortalamasının altındaydı ve Gould'da oldukça moralliydi.

Ne olduysa bu senas arasında oldu, Robertson garip iksirler de içmiş olabilir ve 3. seans'da üst üste 5 frame'i kazanarak skoru 11-10'a getirmeyi başarmıştı. Gould için asıl imtihan şimdi başlıyordu, Robertson rüzgerı arkasına almış ve kendisi üzerindeki baskı oldukça artmıştı. Son bir gayretle 12-10 yaptı skoru ve derin bir nefes alma yı başardı. İhtiyaç duyduğu şey yalnızca 1 frame'di. Gelin görün ki Robertson'un arkasındaki rüzgar değil adeta fırtınaydı ve 3 frame üst üste alarak tüm dikkatleri üstüne çekmiş olan Gould'a hayal kırıklığının kralını yaşattı. Gerçekten de Gould'un o halini görmek insanı rahatsız edecek cinsten iç burkucuydu. Mesela Steve Davis'de büyük bir iş yaptı son Dünya Şampiyonu'nu yenerek ama oyun kalitelerini kıyaslayınca Gould'un masada sundukları açıkçası daha cezbediciydi. Kariyeri adına iyi fırsattı, tek kelime ile yazık oldu.

Tabiki Robertson'ın geri dönüşü de alkışı hakediyor ama adam her zaman 11-5'den maç aldırmazlar dikkat etmek lazım.

Çeyrek final eşleşmelerini de verelim bu arada:

Sonuçlanmayan maçların 2'si 4-4'lük eşitlik ile gidiyor. Ronnie bir ara skoru 4-1 yaptı gayet formda görünüyordu ama Steven Hendry'nin favorisi Williams ilk seansı eşitlik ile bitirmeyi başardı. Carter-Perry tarafında da dengeli bir oyun var. Ronnie ve Carter'ı çeyrek finale yakın isimler olarak belirtmiştik ama düşündüğümüz kadar kolay olmayacak anlaşılan.

Ding, Murphy maçı da sağlam olacak ama bence Ding önde. Murphy geçen sezon finale kadar çok iyi gelmiş ama Higgins'e fena toslamıştı. Bu sene ayı şeyi başarabilecek mi göreceğiz. Selby-Hendy maçı da büyük çekişmeye sahne olabilir. Son dönemde düşüşte oan Selby ile 90'ların ruhunu aratan Henry için çıkış maçı olacak.


Steve Davis geçen sene Robertson'a boyun eğmişti ve müthiş oynamıştı Neil. Bu defa 30. yıl gazıyla "Steve Abi" elbet birşeyler planlıyordur. Mark Allen geçen sezon olduğu gibi çok formda, Ronni'yi evine göndermişti. Çeyrek finalde rakibi eski şampiyonlardan Dott, güzel maç olacak.

Quarterfinals

(Best of 25 frames)
 
Steve Davis                   v   Neil Robertson (Australia)
Allister Carter/Joe Perry     v   Ding Junhui (China)/Shaun Murphy
Graeme Dott (Scotland)        v   Mark Allen (N.Ireland)
M Selby/S Hendry (Scotland)   v   Mark J Williams (Wales)/Ronnie O'Sullivan

24 Nisan 2010

Crucible'da Davis Show


Yaklaşık 5 yıl önce Eurosport'da Snooker ile ilk tanışmama vesile olan kişidir Steve Davis. Genç orta yaş karışımı oyuncuları zappingler arasında sık görünce arada böylesine nispeten yaşı ilerlemiş kişiler daha ilgi çekici gelmiş olacak ki ekranda kilitli kalmış belki de bu nedenden ötürü sempati ile desteklemeye başlamıştık onu. Bizimi için nam-ı diğer "Davis Abi"ydi artık. Davis ile kazanılan bu yaklaşım 5 yılda sıkı bir Snooker takipçisi olmamı sağladı, yani yeri başkadır abimizin.

Geçmişe göz attığınızda son 30 yılı 3 döneme ayırmak gayet normal olacak. 80'ler Steve Davis'i, 90'lar ise Steven Hendry'yi yazar, 2000'li yıllar Sullivan'ı işlesede deftere son yıllarda da Higgins'in zirvedeki yalnızlığına da daikkat çekmek gerek. Her neyse belirli bir dönemde fırtınalar estirmiş bir ismin oyunu takip ettiğim 5 yıllık süre zarfında turnuvalarda çok da başarılı grafik çizememesi açıkçası şaşırtıcı gelmişti bana. Tamam yaş ilerliyor ama oyun tecrübe ile de çokça alakalıydı.

Uzun bekleyişin son bulması ise muhteşem bir maç ile oldu. Çeyrek final mücadelesinde son Dünya Şampiyonu Higgins karşısında snooker'da 30. yılını kutlayan Davis harika bir geri dönüş ile Davis bir ara 6-2 öne geçtiği sonra skorun 8-7'ye kadar geldiği oyunu 13-11 alarak İskoç oyuncuyu turnuva dışına itti. Kesinlikle sürpriz olarak nitelendirilebilecek bir sonuç ama dedik ya tecrübe bir yerde dönüp yapıyor yapacağını. 24 frame'lik mücadelede 80'li yıllardan kesitler sunan Steve Davis, % 95'lere varan pot başarısı ile de ilerleyen turlar için de ne kadar ciddiye alınması gerekn bir rakip olduğunu hatırlatmış oldu böylece. Davis gayet formdaydı ama Higgins'in de genel çizgisinin altında kaldığını belirtmek gerek. Kritik ve çok basit hatalar, özellikle de skor 12-11 ve 43 puan'a karşılık 4 puan ile öndeyken sağ ortaya doğru yaptığı rahat vuruşta yeşil topu pot yapamaması ve sonrasında yine şans yüzüne gülmesine rağmen yapılan hata ardından da Davis'in öldürücü darbeyi vurması... Higgins adına kötü başlayan maçı bu farklara kadar indirmek kolay değildi elbet ve zoru da başardı ama %84'ler civarındaki pot yüzdesi alışılmış bir durum değildi ve galibiyete yetmedi. Sanırım Davis Abimizin bu performansını kendisi de beklemiyordu, 30.yılında daha iyi bir geri dönüş yapılamazdı.


Kısaca diğer mücadeleler de değinelim:

Turnuvanın en dikkat çekici diğer bir ismi sıralamada 49. sırada yer alan Martin Gould. Robertson karşısında 11-8'lik üstünlüğü var ve yalnızca 2 frame çeyrek final için yeterli olacak ama farkın kapandığını belirtmek lazım. Kaybederse yazık olarcak Gould'a. Grame Dott da, Maguire karşısında oldukça üstün ve artık turu geçememesi mucize olur. Mark Allen geçen sene olduğu gibi formda bir görüntü çiziyor. Bunlarında yanında daha sonlanmayı bekleyen 4 maç daha var; Rocket, Carter, Ding favori olarak çok rahat belirtilebilir. Selby-Hendy mücadelesi ise en zorlu olanı gibi duruyor ve ben hala Hendry'den bir nostalji bekliyorum.


Steve Davis                 13-11 John Higgins
Martin Gould                11-8  Neil Robertson
Allister Carter               v   Joe Perry
Ding Junhui (China)           v   Shaun Murphy
Stephen Maguire (Scotland)   4-12 Graeme Dott (Scotland)
Mark Allen (N.Ireland)      13-5  Mark Davis 
Mark Selby                    v   Stephen Hendry (Scotland)
Mark J Williams (Wales)      1-2  Ronnie O'Sullivan
 

21 Nisan 2010

Arda & Servet & Mehmet'in Avrupa Yolu

 Adnan Polat'ın en popülüst söylemlerinden biri gelir aklıma Galatasaray'daki oyuncuların özellikle de yaşı genç olanların Avrupa piyasasına transferleri söz konusu olduğunda: "Galatasaray'da Avrupa'da kupa kaldırmadan biryere gitmeyecekler." Ne kadar da içi boş bir söylem. Sen takım kurmaktan bihaber, yıldızların peşinde koşmaktan çok öteye gidememişken, 3 yıldır hala yapılanma çabaları içerisinde iken oyuncuların geleceğine böyle ambargo koyan cümleler sarfetmek çok da manalı gelmiyor bana. Galatasaray'ın mevcut vizyonu ile en az 5 sene daha Avrupa'da 2000 yılının ruhunu çağırmakla meşgul olacağını düşünürsek bu oyuncular için en iyi seçenek içinde bulunduğumuz andaki fırsatları değerlendirmek.

Bugünlerde malum özellikle Servet ve Topal için teklifler olduğu yönünde haberler yazılıp çiziliyor. Bülent Tümurlek, bugün Sabah'ta Valencia ile ön anlaşma yapıldığına dair İspanya Basını'nda çıkan iddiaları kaleme aldı. Kaynak sağlam olunca sezon sonu bazı gelişmelerin olmasını beklemek de nafile bir çaba olmuyor haliyle. Hem Galatasaray hem de Topal için yapılacak en iyi hamle de bu gibi duruyor. Geçen 3 sezon da katetmiş olduğu yola ve gelecekte de yapabileceklerine bakınca manzara çok da parlak değil Topal için Türkiye semalarında. Kendisi hakkında genel görüşlerimi zaman zaman karaladım, orta sahası çok daha yaratıcı bir takımda iş görebilir ama mesele Galatasaray'ın mevcut kadrosundaki isimler arasında oyunu 2 yönlü oynaması noktasına gelince beklentileri karşılamada fazlasıyla yavan kalıyor. Valencia'nın kadro yapısı içerisinde yaratıcı orta saha elemanlarının (Mata, Silva, Pablo Hernandez, Vicente gibi) çokluğunda faydalı olabilir ama bugünkü defansif yumuşaklığı ile asla... Savunma derecesini biraz daha sertleştirmesi ilk şart, ayrıca topu kullanma anlamında da daha efektif hale gelmeli. Transferi Galatasaray açısından bence bir kayıp olmayacaktır yerine oyunu 2 yönlü oynayabilen oyuncular alındığı sürece. Yoksa Mustafa Sarp gibi vasat oyuncular ile doldurmaya çalışırsanız o bölgeyi "Kör ölür badem gözlü olur" misali ardından çok mum yakılır Mehmet Topal'ın.

Servet'in başına geçen sezon konan Marsilya piyangosunun bir benzerini bu sene bulmak menajerinin tüm pazarlama çabalarına rağmen kolay değil. Sadece kendisi için değil Galatasaray için de çok iyi bir fırsattı aslında ama üst üste gelen aksilikler transferi yatırdı. Fransızlar Diawara'yı alarak çok daha akılcı bir iş yapsalar da Servet'i gönderememek basının tüm "Servet'in yeri zor dolar" çığırtkanlığı arasında büyük bir kayıp olmuştur. Topal gibi beklentilerin arttığı noktada takıma verebilecekleri çok daha net görülüyor, sınırlarının boyutu da ortaya çıkıyor. Rijkaard'ın Galatasaray'a gelişinin de en büyük faydası budur bence. Bazı oyuncular hakkında oluşmuş aşırı iyi niyetli değerlendirmeler bugün görüyoruz ki daha gerçekçi bir düzleme oturmuş durumda.

Servet'in menejerinden (Mithat Halis) bahsetmişken bugün Radyo Spor'a vermiş olduğu demeçte " Yedek kalması Rijkaard’ın tercihi. Oyuna sokamadığı için yedek kaldığı söyleniyor. Bugün topu oyuna sokan stoper yok. Stoper, adı üstünde topu durdurmak. Onlardan fazla bir şey bekleyemezsin. Oyun kurucu arıyorsanız, oyun kurucu oynatırsınız." cümlelerini sarfetmiş. Futbolcunun geleceğini planlayan birinin ağzındna çıkıyor olması itibariyle talihsiz açıklamalar olmuş. Sıradan bir insan tarafından sarfedildiğinde pek de dikkat çekmeyecek bir ifadenin Milli Takım forması giyen bir oyuncunun menejerinden gelmesi futbolcuların kariyer planlamasının kimlerin elinde olduğunu gösteriyor.

Sezon sonu itibariyle göreceğiz Servet'in ederini, aklı başında hiç bir kulübün büyük paralar verip almaaycağı bir oyuncunun gelecek seozn nerelerde olacağını merek ediyorum.














Arda'ya gelince onun durumu biraz daha karışık. Şu an kendisi de çok farklı duygular yaşıyordur eminim. Yaşadığı kızgınlığın etkisi onu yurtdışına yaklaştıracaktır ama mevcut futbol yapısını göz önüne alınca Messi ile kıyaslanacak derecede yüceltilen bir oyuncuya yakıştırılacak bir teklif alabileceğini düşünmüyorum. Basınımız da gereğinden fazla büyüttükleri Arda için gelen teklifleri küçümser haberler yapacak, bazı yazarlardan "oraya gideceğine burada kalsın" gibisinden cümleler okuyacağız. Adnan Polat da "Onların kariyer planlamasını ben yapacağım. Orta sınıf takımlara gitmelerini istemem" demişti bakalım O'nun tavrı ne olacak bu durumda?

İşin özeti, 3 oyuncunun ve dolayısı ile Galatasaray'ın yaz döneminde sıkı bir hareketlilik yaşamsı olası. Bu oyuncular açısındna bakınca çok yüksekten uçmadan mantıklı şekilde yaklaşarak tekliflere Avrupa kariyerlerine mümkün olduğunda erken başlamaya çalışmaları, Galatasaray tarafında yaklaşınca da Nuri, Hamit gibi kaliteli isimler ile gelecek sezonun planlamasını şimdiden yapmak olacaktır. Anlaşılan bizleri de hareketli bir 4 ay bekliyor.

19 Nisan 2010

Futbol Keyfi Haram Bize...












Doğan Medya Grubu iftiharla sunar. Maçın özeti Papatyam + Cümbür Cemaat Aile sonrası şimdilik 00:30'da. Futbol keyfi sizin neyinize, oturun izleyin dizinizi...

18 Nisan 2010

Fenerbahçe 1:0 Beşiktaş


Hiç bir maç yazısına hakem ile giriş yapmadım şimdiye kadar, çok dikkat çekici şeyler var ise yazının sonunda görüşümü belirli sınırlar içerisinde belirttim ama bu akşam yaşanılanların gördükten sonra yazının rotasını değiştirmemek mümkün değil. Geçen sezon Kadıköy'de 4-1 biten Fenerbahçe-Galatasaray maçını da yönetmiş ve bence inceden inceye katliam yapmış hakemi o günden beridir yakından takip ediyorum. Öncelikle şunun altını çizeyim: Bir hakemin yönetim becerisi saha içerisindeki duruşu ve soğunkkanlılığı ile kendini ele verir bunu görebilmenin en güzel yolu da kart verirken hakemin hareketlerini izlemektir. Çünkü en heyecanlı ve akıllarda soru işareti oluşan anları daha tansiyonlu yaşan 3 kişiden belki de dozu en yüksek olanıdır. Geçen 1 küsür yıllık süre içerindeki izlenimim zaten bu maç için atanmasının çok yanlış olduğu yönündeydi, manzara ortada.

Hatalı karar verebilirsiniz ama maç içerisinde kontrolü tamamiyle kaybetmiş iseniz yönlendirilmeye çok açıksınızdır. Örneğin Ernst'in kırmızı kartında hakem oyunu devam ettirirken ki pozisyona 3-5 metre mesafede bulunuyor, yaklaşık 30-35 metre mesafedeki 2. yardımcı hakemin gereksiz müdahalesi ile oyunu durdurup Alman oyuncuyu oyundnan atıyor. Yine başka bir pozisyonda yine yanlış bir hakem yönlendirmesi ile 2 gereksiz kart ile oyunun tansiyonuna zirve yaptırıyor. Bunları gören bir yardımcı hakem ise Bilica'nın yaklaşık 12 saniye süren eşeleme sürecini ne hikmetse göremiyor. Tamam hata yapalım da oyunun canını da bu kadar okumayalım.

Sahadaki 22 kişinin ortaya koyduklarına gelince maç öncesi kadrolarda da yazdık Beşiktaş ilk 45 dakikayı çöpe attı. İbrahim Kaş-Uğur değişikliği oyunun ritmini biraz da olsa Siyah Beyazlılar lehine getirdi ama 1 dakikanın bile önemli olduğu bir oyunda 45 dakikanın bir tarafta kalması tam anlamıyla yazık. Fenerbahçe tahmin edildiği gibi maça yine iştahlı başladı, son maçlardaki uygulamanın bir benzeri olarka rakip sahada baskı ile başlamak adına yine ilk hamle taç çizgisi civarında rakip takıma kazandırılan taç atışıydı. Hemen maçın başında golü bulmak "ilk golü Beşiktaş yerse çıkaramaz" öngörümüzü haklı çıkarıp neredeyse farkı da yukarılara tırmandıracaktı. Bu süre zarfında farkın 3'e çıkmamasının hesabını başta Guiza sonra da Alex versin artık.

Bilica-Lugano ikilisi ile başlayan takım savunmasındaki sertlik zaten hücum gücü sayıf olan Beşiktaş'a pozisyon bulma anlamında fazlası ile sıkıntıya soktu. 1-0'lık skor Daum'un dünden razı olduğu skordu en iyi bildiği kontrol futbolunu oynatmak adına daha neredeyse soyunma odasından çıkarken bu avantajı cebe koymak dün gece Daum'un fazlasıyla mum yaktığını gösteriyor.

İlk yarıda maçı koparacak fırsatları bulan Kadıköy tarafı 2. yarı bu kontrollü anlayışla oyunu geride kabullenirken 80'e kadar oyuncu değişikliği yapmayan Denizli'nin de ekmeklerine yağı sürdüğü ortada. Holosko'nu 85'de oyuna girişi geride ve 3 puana muhtaç iken Fink'i sahada olması ile birleşince aklın mantık sınırları içerisine giremiyor. Bu anlamda Daum'un uyutan futbolunun Beşiktaş yedek kulübesine de fazlasıyla tesir ettiği ortada.

Her şeye rağmen bu etkisiz haliyle bile Beşiktaş en azından beraberlik ile dönebilirdi penaltıyı gole çevirebileydi ya da Volkan kurtamasa (Fenerbahçe  şampiyon olacaksa 1 numaralı kahramn u kurtardığı penaltı ile Volkan olacaktır) ve hakem yürekli davranım penaltı noktasında kazı çalışması yapan Bilica'yı 2. sarıdan atabilse farklı senaryolar konuşuluyor olabilirdi.

Ne şekilde olursa olsun bu maçtan 3 puan ile çıkmak zirvede Fenerbahçe ile Bursa'yı iyiden iyiye yalnızlaştırdı. Tablonun şekillenmesi için 4 hafta daha beklemek gerekse de önümüzdeki hafta manzarayı az da olsa tahmin edilebilir hale getirecektir. Daum'un yüklenerek stratejik hata yaptığı Yılmaz Vural'ın hesaplaşma maçı olan Kasımpaşa-Fenerbahça mücadelesi bu akşamdan daha zor geçecektir. Ardından da Galatasaray-Bursa maçı üst sıralarda hesap yapan 2 takımın kozlarını paylaşmasına sahne olacak. Galatasaray'ın mevcut görünümü ile Bursa'yı yenmesi kolay olmasa da geçen sezon Sivasspor'u, 2 önceki sezon Trabzon'u  yenerek kıyak yaptığı şehirdaşlarına bu defa yine aynı güzelliği yapacak mı merakla bekliyorum.

Arsenal Treni Kaçırdı























Son 5 yılın en iyi derecesine doğru gidiyorlardı ama denizi geçip resmen derede boğuldular. Chealsea'nin 3 puan kaybettiği haftada puan farkını 3'e indirmek için çıktığın karşılaşmada 2-0 öne geçtikten sonra maçın son 3 dakikasında yediğin 2 golle 3-2'lik yenilgi ile ayrılıyorsan sahadan kusura bakmayacaksın gözünü de zirveden aşağı doğru indireceksin. Wenger yine başaramadı, bitime 3 hafta kala ilk 2'ye girmesi mucizenin kralı olur.

Kalan 3 maçlık seride ilk rakip zor Man. City iken Manu belki de şampiyonluk mücadelesindeki kaderini çizecek ve son  haftada hem Chealsea hem de Arsenal'i yenerek kendisine kıyağın katmerlisini geçen Tottenham maçına çıkacak. Chealsea ise Stoke'u ağırladıktan sonra kader maçı olan Liverpool deplasmanına çıkacak. Bunlar dışındaki maçlar ise şampiyonluğa yürüyen takımlar çin çerez hüvüyetinde. Dolayısı ile gelecek hafta Allen Road'da Chealsea'nin alacağı sonuçtan sonra tablo şekillenir. Muhtemelen de Kırmızı ve Maviler zirrvede çekişirken avuçlarında kaçan fırsatın büyklüğüne bakıp Wenger ve öğrencileri sadece seyirci kıvamında olacaklar.

1. Chealsea   77

2. M.United  76

3. Arsenal     71

Fenerbahçe-Beşiktaş Maç Önü


Maçın başlamasına yaklaşık 40 dakika var ve ilk 11'ler belli oldu:

FENERBAHÇE: Volkan, Gökhan Gönül, Santos, Bilica, Lugano, Selçuk, Emre, Mehmet Topuz, Özer Güiza Alex

BEŞİKTAŞ: Rüştü, İbrahim Kaş, İbrahim Üzülmez, Sivok, Ferrari, İbrahim Toraman, Ernst, Fink, Tello, İsmail Köybaşı, Bobo

Bu kadroların ortaya koyduğu sonuç çok net: İlk golü Fenerbahçe atar ise maçı kesin alır, Beşiktaş'ın gol bulması maçın uzun süre 0-0 gitmesine bağlı gibi. Eldeki kadronun hücum yaratıcılığı anlamında bugün çok zorlanacağı ortada. Yedek kulübesine bakınca Denizli'nim alternatiflerinin kısıtlı olduğunu da belirtmek gerek.

Fenerbahçe'de 2 isimin akibeti merakla bekleniyordu, Gökhan ve Bilica'nın kadroda oluşu savunmanın eski düzenine kavuşacağını gösteriyor.Son haftalardaki sağlam takım savunmasına dönüş yapılacağını söylemek kahinlik olmaz. Özer-Alex-Emre-Topuz-Güiza 5'lisi muhtemelen fazlasıyle motive oldukları bu maçta iştahla gol için yüklenecekler Beşiktaş kalesine. Oldukça efektif işler yapması çok olası bu isimlerle Sarı Lacivertli ekibin.

Yukarıdaki hücum beşlisinden hareketle Denizli'nin sahaya sürdüğü savunma kurgusuna bakınca İbrahim Kaş tercihinin tam bir muamma olduğunu çok net söylemeliyim. Santos-Özer yoklamalarına nasıl karşı duracağı tam bir soru işareti. İrahim Toraman'ın sağ tarafta başlayıp, Uğur'un göbeğe çekilmesi de ciddi bir alternatif olarak değerlendirilebilirdi. Burada Denizli'nin Fenerbahçe orta sahasına karşı daha sert ve mücadeleci bir orta saha yapısı oluşturma tercihi ile değerlendirilebilir. Bu bakışı mantıklı bulabilirsiniz ama sağ tarafa koyduğunu isim İbrahim Kaş ise orada 2 kere düşünmek lazım. Sol önde İsmail tercihi de Holosko'nun yabancı sayısına takılması ile birlikte değerlendirilmeli ama ne sunacağını tahmin edebilmek zor. İbrahim'e vereceği destek Fenerbahçe'nin sağ kanat performansını belirleyecek. Sakatlara bakınca Ekrem'in yokluğu bu maç özelinde en önemli eksiklik olarak duruyor. Sadece onun varlığı bile takıma güç katma anlamında fazlasıyla yeterli olabilirdi.

90 dakika sonunda genel bir değerlendirme yapacağız elbet ama maç önünün bize söyledikleri galibiyete Fenerbahçe'nin fazlasıyla galibiyete yakın ekip olarak durduğu. Beşiktaş'ın standart performansının üstüne çıkması gerekiyor bu maçtan en az 1 puan ile ayrılması için. Gol kısırlığı konusunda bu sene tartışmasız üstün başarı gösteren bir takımın takım savunması gayet iyi olan bir takım karşısında fazlasını beklemek de haksızlık değil.

17 Nisan 2010

Satmıyoruz Kardeşim...


Barcelonda dışında oynayan ve Katalanlar'ın total futboluna uygun profile sahip isimleri bir çırpıda akıldan geçirince sisteme kolayca uyacak ilk 3 isim arasında mutlaka yer alır Fabregas. Listenin başında yer alınca İspanya'dan Ada'ya doğru bir kanca uzanması da gayet normal. Geçen sezon da bu tür dedikodular vardı ama bu yaz sezonunda zirve yapacak gibi. Çocuk yaştakileri alıp onları kendi futbol eğitiminden geçirme derdinde olan Wenger'e ise olgunluk çağlarında bu adamları kaybetmekten gına gelmesine de hiç şaşmamak gerek. Daha şimdiden İspanyol'un takımda kalacağına dair açıklamalar yapmaya başladı, bu kadar genç takım için yaşına falana bakmadan Cesc'in fazlasıyla tecrübeli olduğu gerçeğini gözden kaçırmamak lazım.

Henry, Bergkamp, Viera, Pires,Ljunberg'li efsane kadro çil yavrusu gibi dağılıp yeni oluşumla yola devam ettikten sonra tekrar o dönemde olduğu gibi yıldız isimler ile kadroyu şekillendirme yoluna gitmeden elindeki önemli değerleri bırakması çok da mantıklı değil Arsen Wenger'in ki bu isim Fabregas olunca oturup bir kaç kez düşünmek gerek. Barcelona'nın da geçen sezon alt yapısından İngiltere'ye ihraç ettiği Piquet'in kadrosuna kattıktan sonra başka bir "La Masia" patentli oyuncuyu da Neu Camp'a çıkarıp çıkaramayacağı da gündemi oldukça meşgül edeceği benziyor.

Başka Adam mı Kalmadı?























Dün "Cimbom'dan Kartal'a 1 Gol Daha" başlıklarıyla verildi Adnan Sezgin-Haldun Üstünel'in Serdar Özkan'ı Galatasaray'a getirme çabaları. Gökhan Zan transferinden sonra atılan bu gol herhalde Beşiktaş'ın son 1 yıl içerisinde kendi ağlarında görmekten fazlasıyla mutlu olduğu yegane skordur.

Geçen sezonda bu zamanlar da Mustafa Sarp haberleri çımıştı, "inşallah doğru değildir, gereksiz hamle" diye yazmışyım bloğa. Bu defa bu temenni cümlelerini dahai yazamıyorum, biliyorum ki Adnan-Haldun 2'lisinin batan geminin mallarına, beleş oyunculara inanılmaz zaafı var, daha da kötüsü "ya bizde oynarsa" gibisinden izahı zor bir mantıkları da var. Yaser, Ferdi, Serkan Kurtuluş gibi adamları alarak kadro derinliği oluşturulamayacağını anlayamayanlar, "futbol aklı" yoksunu Serdar'ı da aynı kafayla transfer ediyorlar. Bu işin lamı cimi yok böyle adamlarda kadro derinliği falan oluşturulmaz ancak kendinize kandırır, ondan sonra da çıkıp "Türkiye'nin en iyi kadrosu bizde" naraları atarsınız. Az önce NTVSPOR'da alt yazıda gördüm, Leverkusen Hırvatistan'ın adı sanı duyulmamış bir takımından 19 yaşında bir genç ile gelecek sezon için anlaşıyor, siz gelişim umutları kaf dağının ardında kalmışlar ile uğraşıyorsunuz, bravo.... Rijkaard'ın bu sezon yapılan transferleri gördükten sonra kendi onayı olmadan kimsenin alınmasını istememesi en mantıklısıydı, zira kadronun hali ortada ama yine yöneticiler bildiğini okuyor anlaşılan yoksa Surinamlı'nın bu admadan bir halt olamayacağını anlayacağı aşikar.

Galatasaray neden bu halde, neden hedeflerinin gerisinde kalıyor sorularının cevapları sanırım gayet net. İş bilmez, futbolun f'sinden çakmayan adamların yönettiği bir branştan başarı beklemek pek akıl karı değil. Ben inanın geleceğe dair umutlarımı dordurup gerektiğinde tekrar çıkarılmak üzere saklıyorum, birazcık bu işten anlıyorsam bu mantıkla başarı gelmeyeceğini net olarak söyleyebilirim. Bu kadar yanlışı yapan nasıl doğruyu bulur orası ciddi soru işareti işte. Tek şans Hollandalılar'ın yüzü suyu hürmetine başarının gelmesi yoksa zor be...

08 Nisan 2010

Şampiyonlar Ligi Yarı Final Yolu


Yarı final maçlarının resmi Messi'nin 4. golü sonrası ve Robben'in bu sevincidir. Arka tarafta buğulu duran ve elleri başının arkasında duran hüzünlü Manu taraftarı silueti de resmi bütünlüyor. 4 maç sonunda geriye kalan 4 takım ve yarı final takvimi var şimdi elimizde. Maçların 2'sinin sonucu hakkında yorum yapmak kolay değildi belki ama önemli eksikleri göz önüne alındığında Arsenal ve takım limitleri arasındaki fark kantara konunca CSKA yarı final yolundaki en şanssız takımlardı. Neu Camp'da Messi'nin ipleri el alışı hem Arsenal'i sarstı ki o ilk golü atıp uyuyan devi uyandırdıkları için feci halde pişman oldular. Bugün tüm dünya bu ufak boylu ama futboluyla büyüyen dev adamı konuşuyor. D-Smart'ın bu görsel şöleni parayla satma çabaları karşısında Cem Uzan'lı günleri özlemler anarken internet üzerinden ağır aksak ilerleyen bir kanalda maç izlemek de böylesine bir maç için fazlasıyla acı çektiriciydi...

Rusya'da Mourinho zaten karşı tarafa kaptırmayı hiç aklından geçirmediği yarı final biletini cebine koyup grup maçlarında karşısında pek de varlık gösteremediği Barça'nın karşısına final yolunda dikiliverdi. Chealsea yıllarında başarmadığını İtalya'da başarabilecek mi yakın bir zaman da göreceğiz.

Manu-Bayern maçı ise ilk maçtaki kritik skorun ardından başlaması büyük sabırsızlıkla beklenenler listesinin tepesindeydi. Koltuk değeneklerini atan Rooney ile sahaya çıkan Ferguson ilk 40 dakikadaki muhteşem futbol şovuyla bir anda turu cebine koymuş kadar rahatlamıştı. Bek-açık uyumunun zirve yaptığı mükemmler kanat akınları, Rooney'nin gezgin futbolu ile dağıttığı savunma kurgusu ve 3-0'lık skor ile soyunma odasına gidilse bugün geçen seneki finalin senaryoları yazılıyor olacaktı ama futbol fiziksel mücadele kadar piskolojik unsuları da barındırıyor içerisinde. Olic'in o bilindik güç ve inaçılığı ile dar açıdan bir çoklarının karavana atacağı şutla takımını içeriye moralli gönderişi turu getiren adımdır Robben'in füzesinden daha çok. Rafael'in iyi oyununa gölge düşüren acemi sarı kartlar dolayısı ile kırmızı kart sonrası 2. yarının neredeyse tamamında takımını yalnız bırakışı ve Rooney'in mecburen dışarı alınışı ile oyunun Kırmızılaırn yarı sahasına yıkılışı. Maçın zaten bu şekilde gitmeyeceği belliydi, Bayern topa daha fazla hükmetmeye başladı ve bu sahiplenme yavaş yaval Manu'nun gardını düşürmeye başladı, golün gelme ihtimali gerçekten yüksekti ve beklenen sayı Ribbery'nin korner köşesindeki topu ceza sahası önüne bu kadar göstere göstere ama bir o kadar da seri gönderişi ardından herkesin bakışları arasında Robben'in topu çıkarılamayacak yere gönderişi seriyi bir bakıma sonalndıryordu. Bu aşamadan sonra ne Giggs ne de Berbatov hamlesinden sonuç beklemek nafile bir çabandan öteye gitmeyecekti. Olic ile başlayan ve Rafael'in rakibine tamamen teslim ettiği psikolij baskınlık sonucu beliryene faktördü.

Fransa tarafında ise 3-1'in avantajına rağmen tetikte olan Lyon, Bordeaux ile iç çekişme halindeydi. Açıkası benim favorim Blanc'dı bu eşleşmede ama ilk maçtaki 3. gol pahalıya patladı onlara. Yine de dün akşam 2. golü bulmak için her şeyi denediklerini söylemek mümkün. Lisandro'nun yokluğunda hücum da Gomis'in yaapcaklarına umut bağlamış Lyon'un etksizliği altında rakip kaleyi abluka altına aldıalr bazı periyotlarda ama direkler ve Lloris'i aşmak kolay olmadı. Özellikle son dakikada Vendel'in kafasının ağlarla buluşmamasını kalecinin ani refleksinden başkası değildi.

Yarı finaller öncesi değerlendirmeyi yaparız ama bu seviyeden görülenler üzerinden kısa bir tahmin yapalım. Van Gaal böylesine kötü başladığı bir sezonda final oynamaya bu kadar yakınken bu şansı biraz zor teper gibi geliyor bana. Bir Real performansı daha lazım Fransızlar'a ama çekirge bu kez sıçrar mı, biraz zor. Frubol ilginç oyun işte.. En istikrarlı yıllarında bile yarı final'in yanılmıyorsam en fazla 1 kere görmüş Lyon son yılardaki istikrarsız tablo altında finale doğru ilerliyor, 9 yıldır çeyrek final görmemiş (en fazla 1 kez görmüştür belki) Bayern ise yeni hocası ile ilk yılında yarı finalde... Türk futbolu oturup düşünsün ne halde olduğunu... Bu eşleşmeye iki takım açısından da şans olarak bakmak lazım. Fina yolunda bu seviyede çok daha güçlü takımlar çıkabilrdi kaşılarına en azından son 4-5 yıla bakıldığında 1 İngilize olabilirdi orada, kıymetini bilsinler... Final'e kim çıkar peki? Ortada gibi ama Bayern daha yakın.

Diğer tarafta herkes gibi ben de Barça futbolu ve Messi'yi daha fazla seyretmek istiyorum.

03 Nisan 2010

Bursaspor 1:0 Antalyaspor


Maçın özetini yapmak Bursaspor'un bu baskıya ne kadar dayanacağının cevabını bulabilmekten daha önemsiz şu an. Geride kalan 6 haftaya ayrı ayrı her biri ayrı final haftasıymış gibi bakmak gerekiyor. Ankaraspor maçını da dışarıda tutunca elde 5 maç kalıyor, son maç Beşiktaş ile kendi evinde. Bir önceki hafta 3 puan cepte. Olay gelip gelecek 4 maça kitleniyor. Gençlerbirliği (D)-Gaziantep-Galatasaray (D)-Kayserispor maçlarından 12 puan almaları kendilerini şampiyon yapacak ama bunu becerebilecekler mi, mesele zaten bu...

Antalya maçındaki görüntü gelecek haftalar için de ipuçları veriyor. Sezonun sonuna doğru ilerledikçe hedefin büyüklüğünü daha iyi idrak etmenin yansımaları daha stresli bedenler sunuyor yeşil çimlere doğal olarak. 7 dakikada yenilen gol de bunun en iyi göstergesi. Sonrasında yaşanabilecek sıkıntıları beraberlik golünü erken bulmaları önledi. Sahada yaşanılan stres gayet normal ama Bursa adına en olumlu gösterge 2. yarıda dakikalar ilerlemesine rağmen belirli doğruları yapmakta ısrar etmeleriydi.Topu kenarlara aynı kararlılıkla taşıdılar, rakip üzerinde kurdukları bazkı ile defans hatlarını orta sahaya kadar çıkarabildiler. Bu gerçekten önemli, yani bilinçli hareket edebilmek yaşanılan tedirginliği oyuna minimum derecede yansıtmaya çalışmak.

Bursa adına golün geliş dakikası da çok önemli. Bilindik oyun planının bozulduğu Iglesias'ın da girişi ile uzun topları da artık alternatifler arasına aldıkları anda golü bulup hızlı ataklarla gol aramaya başladılar. Volkan Şen'in 2 pozisyonda anlaşılmaz ve gereksiz bencilliği olmasa muhtemelen 3. golü de bulacaklardı. Tamam gençsin, heyecanlısın ama bu kahraman olmaya çalışmak neden? Zaten takımın zirvede yer aldığında adı ilk 3'e yazılacakların başındasın, gerisi hiç önemli olmamalı şu noktada.

Fikstüre bakınca zorlu 4 maç var Yeşil Beyazlılar'ın karşısında. Bugün Antalyaspor'un yapamadıklarının aksine daha iyi ayağa top yapıp skor avantajını ele geçirince sizi zorlayacak ekipler bunlar. Bu akşam uzun süre berabere giden maçı çevirmek için futbolun gerçeklerine sadık kalara elinden geleni yapsa da Bursa, maçın gidişatında rakibin de etkisini göz önüne alarak daha dikkatli olmalılar. Örneğin önümüzdeki hafta kağıt üzerinde deplasman gibi dursa da muhtemeln Bursa'dan gelecekler ve Ankara'dan katılacak Ankaragücü taraftarları ile bir ev sahibi havasına bürünmeleri beklenebilir. Tek yapacakları sabırlı olmak, gereksiz panikten uzak durarak oynama ve kesinlikle skor dezavantajına bu 4 maç için düşmemek. Önlerinde zorlu engeller olsa da Türk Futbolu adına çok şeyi başarmak için başka şanslar yok.