25 Aralık 2010

Benitez'in yerine Leonardo...
















Beklenen son gerçekleşti, Benitez zaten topladığı bavullarını alarak çıktı kapıdan. Inter macerası çok kısa sürdü, Mourinho'nun halefi olmak fazlasıyla zordu. Portekizli'nin girdiği soyunma odasında aynı etkiyi yaratmak zaman alırdı tabii eğer verilseydi.

Benitez'in gelip bir anda Mourinho'nun kaldığı yerden devam edeceğini mi bekledi Moratti? Sezon başındaki kötü tablonun öngörülüyor olması gerekirdi, acelesi bir tavır gibi geliyor bana. Yerine Leonardo'nun gelişinin ise telafisi bir kaç sonra yapılmaya çalışılır. Leonardo-Inter birlikteliği bana umutsuz bir vaka gibi geliyor, Inter'in kadrosunun Milan'ın geçen seneki durumunun çok ötesinde oluşu Brezilyalı'yı daha başarılı kılacaktır ama limitinin çok yüksek olduğunu düşünmüyorum. Çok değil 6 ay sonra oturur tabloyu değerlendiririz yine bu satırlarda.

Leonardo açısından bu transferin farklı bir anlamı var elbet. Barcelona-Guardiola beraberliği özentisi 2 hareketten biriydi geçen sene Serie A'da. Ferrara-Juve işbirliği daha kısa sürmüştü, Leonardo'nun Milan ile yolu sezon sonunda ayrıldı ki öncesinde kokusu çıkmıştı zaten. Futbolculukla başlayan, sonrasında kulüp bünyesinde uzun yıllar çalışma ile davm eden sürecin 1 senelik teknik adamlık kariyeri ile son ermesi elbette üzücü olmuştur olayın tarafları açısından. Bu nedenle Inter macerası müthiş bir kendini ıspatlama çabasına dönüşecek Leonardo için. 6 ay sonra Milano'daki  ezeli rakip ile anlaşmanın başka bir anlamı da yok sanırım.

Şimdilik hayırlı olsun diyelim, sonrasına bakacaz artık...

23 Aralık 2010

Ulan Arda!















Telegol'de gördüm , "Arda'nın kaptanlığı alınabilir" yazıyordu, Erman-Ahmet 2'lisi verip veriştirme halindeydiler, tabii Erman Toroğlu daha bir gaz modunda iken Ahmet Çakar daha ılımlıydı ve program oratalamasının üstünde mantıklıydı ama çıkan ortak karar kaptanlığın alınması yönündeydi. Serhat Ulueren bağlandı, Ultraslan'ın tepki koyacağından falan bahsetti, tansiyonu arttırdı ki hedefi de buydu zaten. Abartısız 1 saate yakın süre izledim ve spor basınının düştüğü halden bir kez daha utandım.

Bu ülkede para kazanmak ne kadar da kolay. Aslında mesele bu da değil, kolay paranın böyle insanlar tarafından kazanılması.

Arda Turan- Aziz Yıldırım arasında geçen muhabbete, şan şöhret, büyük kulüpler-camialar kavramlarından sıyrılıp bakınca yaşanılanların gayet samimi bir takılma-atışmadan öteye değerlendirilmesi mümkün değil. Sempatik, hazır cevap bir genç; otoriter, çevresine hita etme noktasında egosu yüksek patron ile aynı ortama gelince diğerlerinden daha fazla ilgiyi üstüne çekeceği için takılmak için ideal insandır. Bu takılmanın seviyesini hem o gencin yarattığı imaj hem de karşıdaki bireyin tarzı belirler.

Arda espirili, güleç bir genç; çocuğumsu bir sempatikliği olduğunu da vurgulamak gerek. Aziz Yıldırım ise patron ve kendi yöneticilerine  hitap tarzı bile yeri geldi mi şaşılacak düzeye gelebilen sert bir karakter. İkilinin karşılaşmasında Arda'nın yukarıdaki karakteri ile Aziz Yıldırım'ın tarzı , ki o tarz çevredekileri pek önemsemeyen, yüksek egoyu barındırır, birleşince ortaya böyle bir muhabbet çıkması normal gibi görünüyor.

Şimdi işin içine gerçek yaşamı karıştıralım, Galatasaray Kaptanı ve Fenerbahçe Başkanı'nın karşılaşması. Nedir olayı farklı kılan peki? Bu ünvanlara sahip olmaları mı? O ortamda ne Arda Galatasaray Kaptanı ne de Yıldırım Fenerbahçe'yi temsilen bulunuyor lakin istemeseler de bulundukları camiaları temsil etme gibi bir misyonun üzerlerine yapıştığı ve her ortamda böyle görüleceği de yadsınamaz bir gerçek.

Buradaki mesele de yukarıda belirtilen karakter mevzusundan öte etiketler üzerinden tartışılıyor. Tutup da Arda'dan Erman Toroğlu'nun Fenerbahçe Başkanı ile olan hesaplaşma düşüncesinin gölgesinde akıl verdiği gibi "Ulan" ifadesine porta koymasını gider yapmasını bekleyenlere "Siz aynı cevabı o ortamda, bu kadar kısa süre içerisinde verebilir miydiniz?" sorusunu yapıştırmak lazım hemen. Orada Aziz Yıldırım'ın her ne olursa olsun o tür bir ifade kullanmamasını beklemek en doğal hak ama ben işin içinde aşağılamak, Galatasaray Kaptanı ile böyle konuşuyormuş havası vermek gibi bir durum olduğuna da kesinlikle inanmıyorum.

Kaptan denilen adamın bir duruşu, bir temsil etme gücü vardır. Girdiği ortamda insanlar üzerinde kendisine karşı nasıl davranılacağına dair uyandırdığı bir izlenim, model vardır. Burada sorgulanacak şey Arda'dan ya da Galatasaray Kaptanı'ndan beklenecek bu ağırlığı, model olma becerisini Arda'nın sergilemede ne kadar başarılı olacağıdır.

Arda iletişimi güçlü, sevilen bir karakterdir ama kaptan olmaya bunlar yeter mi? 2 yıl önce Lincoln'ün Berlin'de kaptan çıkışına Sabri ile beraber 2. kaptanlığı kendilerine yakıştıramadıklarını belirten ifadeler ile protesto ettiklerinde belli ki bu ünvaı layıkıyla taşıyacaklarını düşünmüşlerdi. Her bireyin kendi yeteneklerine dair tasarrufları vardır ama asıl olan kendinizi nasıl gördüğünüzden çok nasıl göründüğünüzdür ve gıyabınızda verilen kararlar bu görüntüye bu yansımaya göre verilir.

Burada sorgulanması gereken husus Galatasaray Kaptanlığı mevkii için seçim yapılırken bunun öngürülememesidir. Yani ortaya sunulması gereken bir model var ve bu kaptanlık modelinin çerçeveleri az çok belli. Eldeki seçenekleri de bu model ile kıyaslayarak değerlendirmek, ince eleyip sık dokumak lazım. Galatasaray Yönetimini burada yine yanlış bir karar verdiği kanısındayım geçmiş 4 yılda bir çok durumda olduğu gibi.

İnsan her daim ister, tutku hırs yaşamın içerisine serppilmiştir nitekim. Lider olmak ister, yönetmek ister, müdür olur direktörlük peşinde koşar, takımda yıldız olur, sözü geçsin pazubandı kolunda olsun ister, bunların sonu gelmez. Mesele bu istekleri hangi mantık ile değerlendirildiğidir ki Galatasaray Yönetimi "Süreç Yönetememe Sorunu" ile bu noktada yüzleşmelidir.

Arda henüz bir çocuktur ve kaptanlık için gereken özveri, bütünleştiricilik, ağırlık noktalarında hamdır, pişmemiştir. Belki de hiç pişmeyecektir. Takımın neşesi, eğlence kaynağıdır belki de öyle kalması en iyisidir ama iş farklı kararlar alabilme, örnek olma, takımı yönlendirme noktasına gelince işler tam tersine dönüverir bir anda.

Arda-Aziz Yıldırım olayında yaşanan diyalog sıradandır, içeriği samimi bir seven-sevilen muhabbetindne öte değildir ama geçmiş ile bugün birleşince ortaya çıkan sonuç Arda Turan'ın kaptan yapılmasının yanlış olduğudur. Galatasaray sevgisi şüphe götürmez bir gerçektir laki ihtiyaç duyulan sevgiden daha ötesi, bir adanmışlık duygusudur. 23 yaşında Arda karakterinde bir insan iin bence gereğinden fazla yükün omuzlara bindirilmesinden öte bir şey değildir. Bugün yaşanılanlar ya da tartışılanlar da bu olay özelinde fazlasıyla saçma ama geçmiş ile birlikte ele alındığında oldukça mesaj vericidir. Anlamak isteyene tabiki!!!

21 Aralık 2010

Anelka Etkisi

















Kimi futbolcular vardır her daim albenisi vardır , iştah açar arada iniş yaşar gibi olsalarda sonunda şık bir transfer hareketine imzayı konuduruverirler. Anelka belki de bunun en uç örneği olarak bir çoğundan farklı bir yerde durur. PSG ile başlayan kariyerde ara ara ıssız limanlara yelken açılsa da R.Madrid, Liverpool, Arsenal, M. City ve nihayetinde Chealsea'nin sığdırıldığı sağlam bir CV.

Cassano'yu da bu açıdan bakınca hafiften bir Anelka etkisi görüyorum. 17 yaşında Bari'de başlayan kariyerini 5 yıl Roma'da parlattıktan sonra henüz 24'ünde Barnebau semalarına yapılan iniş. 2 senelik kontratının 1 senesini İtalya'da geçirdiğini söylersek İspanya günlerinin pek de parlak olmadığı kısa yoldan anlaşılır zaten. 2008 sonrası memlekete dönüş ve Sampdoria'da özellikle geçen sene Del Neri'nin liderliğinde iyi geçen sezon şimdi O'nu Milan'a taşımak üzere, büyük ihtimalle 1-2 gün içerisinde gerçekleşecek olan bu transfer Cassano'nun son büyük hamlesi olabilir. Formaya en az yıllar önceki bu resim kadar yakın olduğunu söyleyebiliriz pekala...

















 Orta göbeği giderek yaşlanan Milan'a en azından daha genç bir isim olarak geliyor, forvet arkası oynayacağını düşünürsek kadro yapısı itibariyle kendine yer bulabilir, oyun zekasını da fazlasıyla tutatım ama oyunun defansif yönünde daha çok bulunması şart.

19 Aralık 2010

Kaderi Benzemesin!!!












Konya'da sahaya çıkan Galatasaray'ın en heyecan verici tarafı şüphesiz Anıl Dilaver'i ilk 11 de görmekti. Doğru sonuca aynı yoldan gitmeye çalışan diğe bir futbolcu da 5 yıl önce aynı sahada son dakika golüyle yine 1-0 lık galibiyeti getiren Aydın Yılmaz'dı. Üzerincen onca zaman geçmesine rağmen yerinde sayan Aydın'a kaderi benzememesi en büyük temennim. 66 numaralı giyiyor olmanın getireceği şans belki de Aydın'ınkin de daha farklı bir yol sunacak O'na.

Harry Kewell'a da bu maç özelinde bir parantez açmak lazım. 10 yıl önce Ali Sami Yen'de fırtına gibi esen o genç delikanlı değil belki ama değişmeyen bir şey var o günden bugüne : Sahada en iyisini yapmaya çalışmak.

Golün hazırlanışında Neill'a verdiği pasa şapka çıkarılır, saygı sunulur. Geçen sezon sonunca kalmasının çok mantıklı olmadığını söylemiştim ama Galatasaray futbol yönetimi böyle saçma transferler yapacaksa Kewell'ın her zaman yeri vardır bu takımda. Hatta 9+1'in o 1'i olmasının hiç sakıncası yok.

Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final Yolu














Kuralar çekildi, görünen o ki çeyrek finalde bir tarafta sonucu kestirilemeyen maçlar diğer tarafta da sonucu büyük ihtimalle kestirilebilenler bekleyecek bizi. Son 16 tablosuna bakınca da 2 maç bir anda diğerlerinin önüne çıkıveriyor:

Arsenal-Barcelona : Daha çok erkendi bu eşleşme için, zamanı vardı. Wenger, bahtsız bedevi... Grubu 2. bitirince karşısına bir anda "uzay takımı" çıkıverdi. İşin dramatik yönü iki takımın da temelde aynı mantalite ile sahada amacana ulaşmak istemesi. Çeyrek final ve sonrasında daha iyi giderdi, muhtemelen Arsenal için erken veda olacak, üzücü ama yapacak bir şey de yok. 1. olup işini garantiye alacaksın.

Inter - Bayern Munchen: Tam bir rövanş, Benitez için çok zorlu sıvan, Mourinho için tam bir makara konusu. İspanyol teknik adam çeyrek final biletini kapamazsa her şeyden önce Portekizli'nin küçümseyici cümlelerine maruz kalacak. Geçen sezonun aksine rüzgar Inter'in arkasında değil, işleri kolay değil. Şanlar eşit, hatta Robben'i dönüşü ile Van Gaal güzelliğini yapabilir.

Diğer eşleşmelere bakınca en dengelisi Roma-Shaktar maçı gibi görünüyor. Lucescu'nun Galatasaray yıllarından bir hesabı da olduğu düşünülürse çeyrek final için şanları oldukça fazla. Yıllardır gruptan bile çıkamayan Ukrayna ekibi bu sene maksimumunu yapmaya niyetli, çeyrek final zaten elle tutulur hatırı sayılır bir başarı. Sonrası ile kura şansına bakar.

Milan -Tottenham maçı zevli geçmeye aday eşleşmelerden. Redknapp'ın takımı Inter'in önünde zirvede tamamladıktan sonra grubu diğer bir Milano ekibi karşısında da aynı performansı sergileyecek mi hep beraber göreceğiz ama tam bir %50 -%50 durumu var.


Valencia-Schalke mücadelesinde de denge hakim. Her iki tarafın da şanslar eşit. Magath Şampiyonlar Ligi'ndeki parlak performansı lige de yansıtmaya başlar ise işte o zaman Valencia açısından daha zorlu geçmeye aday olur bu eşleşme, yine de açık bir favori göstermez zor. Magath sempatisi ile Valencia'nın göze hoş gelen yetenekli isimler ile bezeli futbolu arasında karar vermek de kolay değil. Hadi bir tahmin yapayım, Magath'ın disiplinli sert futbolu, Valencia'nın göze hoş gelen ymuşak futboluna ağır basar...

Lyon-R.Madrid maçları da intikam rüzgarları esmeye aday maçlardan. Geçen sezon Lyon, Madrid'in kendi evinde final oynama hayallerini yıkan takım olmuştu. Mourinho pek sallamasa da bunu futbolcular üzeride pozitif etki yapacaktır. Favori açık ara Madrid'dir.

Marseille -M.United eşleşmesi de açık ara Manu'yu işaret ediyor. Bu tür mücadelelerde tecrübenin artısı her zaman göz önünde tutulmalı ki aradaki fark da bu açıdan bakınca çok açık.

Kopanhag - Chealsea, tarafında ise sonuç ne olursa olsun Kopenhag'ın bu sezonun parlayan yıldızı olduğu gerçeği değişmeyecektir. Chealsea'nin bayağı bir ağır bastığının üstünde durmaya gerek var mı bilmiyorum..
 
Şubat ayına daha çok var, köprünün altından çok sular akacak. Maçlar yaklaşınca daha net yorumlar yapacağız. Bu arada koyu yazılı takımlar ile de favorilerimi belirtmiş olayım.

18 Aralık 2010

Adamımsın!














Otorite önemli bir figürdür, lakin her şey değildir. Tüm otorite tutkunlarına, Türkiye'den gönderilirken "otoritesiz" çığırtkanlığı yapanlara inat Bundesliga'da mütavazi Frankfurt ile yaptıklarınla övgüyü sonuna kadar hakediyorsun. Sezonun flaş 2 takımından biri olan, uzun süre lideliği bırakmayan Mainz'ı da sonrasında bayrağı devralan Klopp'un takımı Dortmund'u da yenebiliyorsan eğer söylenecek çok şey kalmıyor bizlere. Resimdeki diğer karakter ile ligin parlayan 2 yıldızısınız.

Yüzümde hoş bir gülümseme ile 2 sene öncesine gidiyor ve Sami Yen'de bıraktığın o hoş sedaya selam çakaraktan yad ediyorum o güzel futbol günlerini. Gözüm hep üzerinde, oynatmaya çalıştığın futbol anlayışı ile her zaman farklı bir yerde duracaksın. Yolun her daim açık olsun güzel insan...

06 Aralık 2010

Fenerbahçe 2:1 Karabükspor

Karabükspor ligin derli topu oynayan, ne yaptığını bilen takımlarındandı ama bu özelliği Kadiköy'de Fenerbahçe karşısında ne kadar uygulayabilecekti? Maçın seyrini belirleyecek bu husus daha 5. dakikada gerçeğe dönüşünce Fenebahçe için zorlu 90 dakikanın haberini fısıldadı kulaklara. Henüz 5. dakika dolmadan Emenike ile gole yaklaşan taraf da Karabükspor oldu zaten. Aslında bu pozisyon özellikle Yobo-Lugano ikilisinin maç boyunca yaşayacağı zorluğun en basit göstergesiydi, zaman zaman 3'lü hatta 4'lü sıkıştırmalarla etkisiz hale getirilmek istendi defans hattındaki 2'li karaktere destek olundu ama bunun unutulduğu anlarda Emenika yine yaptı yapacağını ve araya golü de sıkıştırıverdi.

Fenebahçe belki de Trabzonspor ile şampiyonluğa en yakın 2 takımdan biri ama zirveye yerleşmek adına işte bu denebilecek oyun karakterini henüz koyamadı ortaya. İzleyenlere verdiği en önemli duygu umut. Oyunun çok küçük bir diliminde organize olmuş bir takım görüyoruz, genelde ise kopuk bir futbol var. En büyük artı ise bireysel anlamda yetenekli futbolcu sayısının fazlallığı özellikle de ön tarafta. Alex, Niang, Emre, Topuz, Dia, Stoch, Semih hepsi de gol atma ya da asist yapma açısından katı yapabilen isimler. Sezon boyunca 6-7 gol ortalamasını tutturan Lugano ile sayısız bindirme ile hücuma katkı yapan Gökhan Gönül'ü de bu listeye ekleyebiliriz. Bu zenginlik içerisinde gole ulaşmak da çok zor olmuyor. Nitekim bu akşamda Lugono klasiği ile atılan ilk gol ve Alex'in arka tarafa sızışını Mehmet Topuz'un ödüllendirircesine yaptığı asistle daha ne olduğunu anlayamadan maç 2-0 oluverdi. Bu tabloyu bir Fenerbahçe klasiği olarak adlandırmak gayet normal.

Fenerbahçe'nin oyun anlamında üstünlüğü maçın geneline yayamamasında bireysel yeteneklerde yaşanan form düşüklüğü ilk etken. Ninag, Stoch ve 3 haftalık aradan sonra dönen Emre'nin verimsizliği üst üste gelince sahadaki oyunu yadırgamak kolay olmuyor. Bireyselliğin yanında Aykut Kocaman'ın henüz takımın uçları arasındaki mesafeyi azaltmaya yönelik hamlelerde bulunmaması da kupuk görüntüde etkili. Bir takım her zaman defansı öne çıkarıp mesafeyi daraltmalı mıdır sorusuna da her koşulda evet cevabını vermek de mantıklı değil. Lugano-Yobo ikilisinin ağırlığında defansın çok öne çıkmaması makul olabilir ama takımın boyunu kısaltıp, oyuncular arasındaki mesafeyi azaltmayınca efektif bir organizasyon oluşturmak kolay olmuyor.

Orta sahadaki oyuncuların hepsi ileri geri çalışan nitelikte olsalar belki de bu mesafeni fazlalığı tolere edilebilir ama Baroni'nin eskisi kadar olmasa da yine sınırlı bir alanda oynaması, Alex'in bilinen oyun yapısı göz önüne alındığında, Stoch'un beni hayal kırıklığına uğratan devamsızlığı göz önüne alındığında sadece Emre ve Topuz ile bunu sağlanacağına da inanmıyorum. Belki de şu an gördüklerimiz bir geçiş dönemi yansıması, zamanla tablo farklılaşabilir yapılacak transfer müdahaleleri ile.

Aykut Kocaman özelinde bu sezonu ele alınca en büyük eleştirim oyuna müdahale noktasındaydı. Bu akşam Selçuk'un oyuna alınıp, 2. yarıdaki ilk 15 dakikalık Karabükspor etkinliğini sona erdirme çabası olumluydu, başarılı da oldu. Oyunu tamamiyle kontrolü altına aldı Sarı-Lacivertli ekip. İleri de pozitif işlere dönüşmese de bu kontol becerisi rakibi sönümlendirme anlamında başarılı oldu. Şu noktada 17 maçlık ilk devre sonuna kadr kayıpsız gitmek her şeyden önemlisi olarak görünüyor.

Caner için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Genç yaşında hem Galatasaray hem de Fenerbahçe'de oynama şansına kavuştu fakat aslolan zekadan mahrum olduğu için bu seviyelerde tutunması zor. Galatasaray'dan gidişine sevinmiştim, Fenerbahçeliler'de benim gibi düşünüyorları eminim şu an. Wederson bırakılıp da Caner alınıyorsa Aykut Kocaman'ın da oturup düşünmesi gerek bu transfer hamlesi üzerinde.

Herşeye, tüm eksik noktalara rağmen sonuna kadar şampiyonluğu kovalayacağını düşünüyorum Fenebahçe'nin.

Yücel Hoca'yı ve Karabükspor'u bu akşamki mücadelesinden, oyunu güzelleştirme çabasından dolayı tebrik etmek gerek. Cernat gibi takım organizasyonu anlamında bu kadar önemli oyuncunun varlığı onları şüphesiz etkiledi ama buna rağmen aynı anlayışa devam etme çabası asıl alkışlanması gereken. Umarım sezon sonuna kadar alt taraf ile herhangi bir ilişki içerisinde bulunmadan yollarına devam ederler.

05 Aralık 2010

Beşiktaş 1:0 Bursaspor




















Maç öncesi Bursaspor'un kaybeden taraf olmayacağına dair beklentimi belirtmiştim. Neden gayet açıktı. Beşiktaş'ı hücumda yaşayabileceği kısırlık. Aslında maçın gidişatı da çok aykırı değildi bu öngörüye. Beşiktaş Guti ve Ernst'in öndeliğinde sürüklediği hücumlarda iki beki de işin içine katarak rakip kaleye yüklenmesine rağmen Holosko ve Ali'den gerekli bitiricilik gelmeyince ceza sahası çevresi ya da içerisinde kaleyi zorlayamayan ataklar izledik. Topa hakim olan, oyunu kontrol eden taraf açık biçimde Siyah-Beyazlı ekipti ve maçın geneli bu şekilde geçti.

Bu görüntüye katkı yapan iki etken daha var aslında. İlki Bursaspor'un oyunu kontrol etmekten uzak, rakibin üstüne gelmesini bekleyen oyun yapısı. Ertuğrul Sağlam, defansın öne çıkacağını hesaba katarak mı Beşiktaş'ın üstüne gelmesini bekledi bilinmez ama daha ilk yarının başlarında son haftalarda bir çok maçta olduğu gibi defans hattının çok ileri çıkmayacağı belliydi. Bursaspor inatla geride bekledi, orta sahasının rahat geçilmesine göz yumdu. İşi 0-0'a bağlayıp 2. yarıda bulabileceği açıkları da düşünüyor olabilir ama geçen senenin şampiyon olmuş takımının oyunun hakimiyetini bu kadar da karşı tarafa vermesini ben kabullenemiyorum. Burada eğer bekleyen takım olacaksanız topa zaman zaman rakibin temposunun düşürecek biçimde hakim olmanız da gerekir. Bursaspor bunu iyiden iyiye unutmaya başladı. Şampiyonlar Ligi'nde de aynısını yapıp topu rakibe verince başına gelenleri iyi okuması lazımdı. Haaa okyup ne yapacak, bu oyun yapısı dünden bugüne  tamamiyle değişmez , buna da kabul fakat farklı şeyler yapılması gerek.

Fazlaca uzağa gitmeye gerek yok, geçen sezonun ilk yarısında 4 büyükler ile oynanan maçlara bakın, 4 maçta 7 puanın yazılı olduğunu görürsünüz puan tablosunda, bu sezon alınan ise sadece 4 puan. Ertuğrul Sağlam'ın takkeyi önüne koyması şart.

Maçın başındaki karamsar tablo Volkan'ın atılması tükenen umutlara döndü. Koskoca 2. yarıda tek organize atağın yapılamadığı, Cenk'in hatası ile en net pozisyona girildiği koskoca 45 dakika, yazacak başka bir şey de yok zaten Bursaspor adına.

Bir teknik adamın potansiyelini değerlendirmek istiyorsanız bakacağınız son şey elindeki malzeme olmalı. Kulübede  kime sahip olursa olsun oyuna müdahale etme biçimi, oyunu ne şekilde değiştirmek istediğine bakın çok net fikirlere sahip olabilirsiniz. Bu anlamda bakınca Schuster'in gayet olumlu sinyaller verdiğini söylemek mümkün. Beşiktaş'ın an itibariyle sahip olduğu kadro arzu edilen seviyeye gelinmesini önleyecek belki ama gelecek sezon eldeki kadroya yapılacak akıllı hamleler ile önemli yerlere gelinebilir. Hatta 2. yarı başında Sivok ve Ekrem'in geri döndüğü, orta sahaya ve forvete yapılacak hamleler ile zirvedekiler zorlanacaktır. Şampiyonluk gelir mi, bence çok zor özellikle de yeni teknik adam yeni bir anlayış ile girilen ilk sezonda. En önde bitirmek için yarışı bu tür durumlarda rakiplerin de aynı süreçten geçiyor olması gerek ama Trabzonspor ve Fenerbahçe ön sıraları işgal etmeye devam edecekler gibi görünüyor.

Gelecek adına Erhan, Fink, ne kadar hızlı olursa olsun oyun zekası olmayan Holosko, oyun alanını daraltan bir Beşiktaş için fazlasıyla lüks Ferrari,  bal yapmayan arı Tabata'nın (8 milyon dolar bayılınca göndermek de kolay olmayacak ama...) yerine Schuster'in yönlendirmesi ile takıma direkt katkı yapacak isimler alınabilir. Örneğin Emenike'nin önümüzdeki sene Beşiktaş'da oynayacağına inanıyorum, orta sahaya 2 yönlü oynayabilen bir oyuncu ile kaymak gibi takım olur Beşiktaş.

İki şey gerekli şuan Beşiktaş'da: Akıl ve Sabır. Gelecek adına işaretler olumlu, bu 2 etkeni çok iyi kullanmak lazım.

Oyuncu bazında bir kaç değerlendirme yapmadan bitirmek olmaz bugün özelinde. Beşiktaş'ın ya Rüştü ya da kaleci antrenörü ile yollarını ayırması şart. Geçmişte yanlış çıkışlar, hatalı yan top hamleleri yapan Rüştü'nün yanına gelen 2 kaleciden de inanılmaz şuursuz hareketle görüyoruz. Perşembe gecesi Hakan, bugün Cenk saçma sapan çıkışlar yaptılar. Hatta topun canı direkten sonra Batalla ile buluşmak isteseydi yazık olacaktı bugünkü futbola.

Volkan'ın gördüğü kırmızı karta gelirsek sarı kartı protesto etmek için alkışladığı konusunda emin olmasam da kuralları olmadık biçimde yorumlayan hakemlerin olduğu bir ülkede dikkatli olmak gerek. Daha 10 dakika önce bir anlık heyecanla Holosko'nun eli için sarı kart isteyen oyuncuya çat diye sarı kartı yapıştıran zihniyete karşı dikkali olmanın gerekliliğini kavramak şart. Burada Fırat Aydınus'un Ivankov'a gösterdiği karın hiç bir manası yok. Kural kuraldır saçmalığına da gerek yok, biraz da oyunun nabzını tutmak gerek. 2 yıl önce Delgado'nun Galatasaray maçında gördüğü sarı kart da aynı basiretsizliğin ürünü değil miydi? Neyse, Volkan kırmızı kart konusunda hatalı ve üstüne üstlük tribünü kışkırtmak için çırpınıyor. Amacın ne diye sorarlar adama? Sahaya atılacak maddenin kendisine isabet etmesini bekleyip ortamı kızıştırmak peşinde olmak kadar küçük düşmenin anlamı var mı?

Hakem konusuna yukarıda ufaktan değindik artı olarak avantajı oynatması özellikle ilk yarıda oyunun temposunu arttırsa da bir ara sarı kart konusunda aşırı toleranslı davranması oyunun kontrolünü kaybetmesine mal olabilirdi. Hilbert-Ozan İpak atışması sonrasındaki faullerde daha otoriter davranıp örneğin Hilbert'e ilk faul hamlesinde sarı kartı verebilirdi ki pozisyonda bunu gerektiriyordu. 2. yarıda Aurelio'nun üst üste faullerininde de sarı kartı es geçmesi de yanlışdı.

Sercan'ı kadrosuna katacak takımın yöneticilerine şimdiden altın madalyayı hazırlamak lazım, taraftar için de 99'luk sabır tesbihini. Adnan Sezgin'den bekliyorum bu hamleyi. Geçen sezon 10 miyon Euro'lardan bahsedilirken defoları iyice meydana çıkan Sercan'ı 5 milyon + bilmem kaç oyuncu karşılığında alıp resmi siteden ucuza kapattık diye yazılacak yazıları şimdiden hayal ediyor gibiyim.

Bursaspor ve Ertuğrul Sağlam'a yönelttiğimiz eleştirilerin asıl sebebi de belki de beklentinin fazlalığı. Yukarılarda uzun yıllar kalmalarını istememizdir bu cümlelerin altında yatan ana etken. Yabancı oyunculardan verim alınamadığını görüp devre arasında neşteri vurarak sıkıntıyı azaltıp üst sıralardaki yerlerini korumalarını bekliyorum. İlk yarı sonuna kadar 6 puan alıp minimum hasar ile kapatmaları şart öncelikle ki Kasımpaşa ve Gençlerbirliği maçları da bunu gerçekleştirmek için de müsait ortamı hazırlıyor.

Beşiktaş-Bursa Maç Öncesi

Bursaspor seyircisinin yıllar sonra İnönü'ye ilk adımını atması günün en ilginç karesi. Kendilerince oluşturdukları nefret girdabına Beşiktaş'ı da çekerek bir kaçs ezondur deplasman seyircisiz maçlar oynanmasına neden oldu Bursaspor taraftarı artık bu yanlıştan dönülmüş olması işin sevindirici tarafı ama geçen sezon Beşiktaş deplasmanda ligin son maçında  Fenerbahçe'nin puan kaybetmesine rağmen Timsahlar'ı evinde devirip şampiyonluklarına mal olmuş olsaydı bugün gördüğümü tablonun kim bilir kaç sezon daha ötesinde kalacaktık.

Yağmur ve soğuk eşlik edecek sahadaki futbola. Henüz sahayı göremedim ama en azından futbolu etkilemeyeceğini düşünüyor ya da umuyorum. İlk 11'ler de bellli oldu.

BEŞİKTAŞ: Cenk, Hilbert, İbrahim Toraman, Ersan, İbrahim Üzülmez, Necip, Ernst, Aurelio, Guti, Ali Kuçik, Holosko

BURSASPOR: Ivankov, Mustafa Keçeli, Ömer, İbrahim, Vederson, Volkan, Svensson, Ivan Ergiç, Ozan İpek, Batalla, Turgay


Schuster, hem Bursaspor'un orta sahada kontrolü ele almasını önlemek hem de Ernst'i daha ileride kullanabilmek içn Necip-Aurelio-Ernst'i aynı anda sürmüş sahaya. Ernst'i hücuma daha çok destek verirken göreceğiz zira Holosko'da Ali'de ne yapacakları muamma adamlar. Guti ve Ernst standartları belli olması itibariyle 2 adam olarak sayılabilir ama Beşiktaş'ın hücum gücü bu 2'nin yanına ne koyacağı ile alakalı olacak bugün. Orta sahada dirençli ama hücum anlamında kısır bir Beşiktaş görmek sürpriz değil. Holosko ve Ali takımın ofansif kaderini çizecek.

Bursaspor'da en önemli gelişme Ergiç ve Insua'nın aynı anda sahada olması. Ömer Üründül bu kadroyu beğenmeyip orta saha direncinin düşeceğinden dem vuracaktır ama Batalla bu takımın olmazsa olmazı bence. Böylesine oyun zekası yüksek bir adamın kulübede olması tek klimeyle israftır. Insua yerine ne olursa olsun Batalla'yı tercih ederim Ergiç'in yanında. Sercan'ın da ilk 11'de olmaması Bursaspor'un diğer bir avantajı.

Bursaspor'un bu şartlarda yenilmeyeceğini düşünüyorum. Maçın normal sonucu beraberlik, en uzak ihtimal ise eksikleri ve hücum gücü soru işareti olan Beşiktaş'ın kazanması.

01 Aralık 2010

Kürkçü Dükkanı'na Dönüş // Elano Santos'da














Beklenen sondu, sürpriz olmadı sadece 1 ay erken gerçekleşti denebilir bu transfer için. Kim karlı çıktı bu transferden sorusunun şüphesiz en kesin yanıtı Elano'dur. Galatasaray'ın yabancı oyuncular için giderek kaosdan başka bir şey ifade etmeyen garip ortamına uyum sağlayamayan yabancılardan sadece biriydi Brezilyalı. Dışarıdan gelenin takıma uyumunu arttırmak için hem yapısal anlamda bir görevlendirme hem de takım içerisinde bir çaba olmayınca iş tamamen oyuncunun karakterine kalıyor. Harry Kewell gibi kendini sevdiren, sıcak kanlı bir adam otomatik olarak kabullenilirken, Elano gibi çekingen yapılı, daha arka planda durmayı tercih eden bir isim ise karşı taraftan bir hamle gelmediği sürece dışarıda kalmayı tercih ediyor işte. Bugün gelinen durum elbette saha içerisindeki uyumsuzluk kadar saha dışında yaşanılan bu olayların da yansımasıdır.

En karlı taraf için Elano dedik, yanına Galatasaray taraftarını da eklemek gerek. Bu taraftar kitlesini de ikiye ayırmak lazım. İlki Elano'nun takıma katkı yapamayacağını düşünenler ki (kaliteden bağımsız olarak Galatasaray'ın ihtiyaçları ile örtüşmeyen oyun yapısı itibariyle) ben de gelişinin 2. ayından itibaren aynı düşüncedeyim ve eski yazılarım durur sebepleri. Diğer tarafı  ise Elano'nun bu takıma katkı yapacağını düşünüp takımın genel kalitesizlik düzlemi içerisinde eriyip, kaybolması karşısında kahrolan kesim oluşturuyor. Neresinden bakarsanız bakın 2 taraftar profili de sonuç itibari ile memnundur bu ayrılığın ardından.

Bu transferden karlı gibi gösterilmeye çalışılan 3. bir taraf varki asıl zararlı çıkanın o olduğunun üstünde durmak gerekir. Geçen 2 senede takıma yapılamayan katkıyı bir tarafa bırakıp işin Galatasaray boyutuna bakmaklazım bir de. Resmi sitede yapılan hesaba göz atınca bu işten en karlı çıkan tarafın Galatasaray olduğu intibasına kapılmak pekala mümkün.

2.9 milyon Euro'luk bonservisi bir kenara bırakırsak bu sezon boyunca alınacak, önümüzdeki 2 sezon ödenecek miktar artı menajer alacağı ile yaklaşık 9.2 milyon Euro toplam tahakkuk edilen miktarın ödenmeyeceği ve toplam ödemelerde azalma olacağı yazılıyor.

Yukarıda bonservis 2.9 milyon euro + bu sene yarım sezonluk 1.2 milyon Euro = 4.1 milyon eurodur bu transferin ederi gerisi ise hikayedir. Elano için de 7.5 milyon Euro ödenmişse Manchester City'ye sonuç olarak 3.4 milyon içeridesinizdir bu transfer hareketinin ardından. Bu sezonun 2. yarısında ve gelecek sezon da ödenecek paranın hiç bir anlamı yok çünkü elbet Elano'nun ardından onun yapamadıklarını yapması için bir adamı alınacaktır devre arasında. Bu adam Elano varken alınmayacağı için Brezilyalı'nın gidişi beklenmiştir. 4.1 milyon Euro'ya Elano'nun yerine alınan adamın yıllık alacaklarının farkını da gelecek 2 yıldan çıkarırsak belki bu miktar 6 milyon Euro'lara tırmanır onun dışında verilen bilgilerin anlamı yok. Yok eğer biz 2 yıl herhangi bir atmayacağız diyorlarsa o zaman tamam der, altına imzayı atarım resmi sitenin hesabının.

Elano'nun satışı normaldır, transferler yapılır oyuncular gelir gider ama kulübün yabancı oyuncular için huzurlu bir ortam olmaktan uzaklaşması ve bu transferi makul göstermek adına resmi sitede komik şekilde ikna hesapları yapılması gerçekten düşündürücü.

30 Kasım 2010

Barcelona 5:0 Real Madrid // Başkent'in Izdırabı



















İşi geyiğe sarmasalar öne çıkan defansın arasında ileri sarkmayı bekleyen oyuncuları kaçırmak isteseler 8 bile olurdu, olsa da tadından yenmezdi ama fırsat kaçtı. Mourinho ve Madrid'in fiyakasını saha dışındaki demeçlerle değil, saha içindeki futbol ile silmeyi tercih edince Katalanlar bize de işin tadını çıkarmak düştü. Maç için ne yazılabilir ki, "R. Madrid'in suçu ne?" başlığı iyi gider.

Mourinho maç sonrası basın toplantısında olabildiğince rahat görünmeye çalışıyordu, saha içerisinde değil ama saha dışında farkını ortaya koydu yine. Normal bir sonuç havası vermeye çalıştı, belki de yapılması gereken buydu.

Guardiola, Barcelona tarihine ismini altın harflerle yazdıracak. 2 yılda koskoca tarihe sığacak işlere imza atmaya devam ediyor.

28 Kasım 2010

Manuel Fernandes Beşiktaş'a Doğru...


















Bu sene hangi maç olduğunu hatırlamıyorum ama La Liga'da bir Valencia karşılaşmasında dikkatimi çekmişti 2 yönlü oyunu ile. "Bu adam da kimmiş dedim" ve adını aklımın bir köşesine yazdım. 1 maçlık performansa göre karar vermek mantıklı olmasa da eğer gerçirmiş olduğu sakatlığın etkileri devam etmiyor ise , sezgilerime güveniyorum ve orta saha için gayet iyi takviye olduğunu düşünüyorum.

Gerçekleşir ise hayırlı olsun...

24 Kasım 2010

Nihayet!

Bu akşam için söylenecek çok şey yok yapılan yanlışlardan başka. Dakika 70 ve skor 5-1. Bursaspor için bir anlamda tarihi maç, CL'deki ilk gol sonunda atıldı ve bu da en çok yakışacak isme Batalla'ya nasip oldu. Ertuğrul Sağlam muhtemeln kulübe de 2. bir Livepool faciası yaşamamak için dua etmekle meşgul ama gelinden nokta tamamen kendi eseri.

Geçen sezon şampiyonluğa giden yolda Bursaspor'u gollerinin dağılımına bakalım:

Forvet Oyuncuları: 11 gol (%20)
Kanat Oyuncuları: 14 gol (%25.4)
Merkez Orta saha:15 gol (%27.3)
Defans Oyuncuları:15 gol (%27.3)

Dengeli bir dağılım var, gayet olumlu bir tablo. Şimdi bu dağılımda merkez orta sahanın gol yüzdesinin yükseliği dikkati çekiyor (defans da elbette) değil mi? Bu 15 golün 8'i tek bir oyuncuya ait, tahmin edin bakalım kim? Batalla.

Bu sezon 13 ligin maçının 8'inde, 5 Şampiyonlar Ligi maçının ise yalnız 1'inde kullanmışsınız bu adamı.Yerine koyduğunuz isim ise Insua ve bu sezon yanılmıyorsam golü yok. Vazgeçtiğiniz ve yerine koyduğunuz adamı iyi belirlemeniz şart, bu işin şakası yok.

Daha sezon başında Bursaspor için transfer edilen oyuncuların takımı bulunduğu seviyenin üstüne çıkarmalarının zor gözüktüğünü belirtmiştim. Insua dışında ilk 11'e direk adım atan tek isim Wederson. Nunez, Steinert gibi takımın orta saha ve ileri uçtaki hücum yükünü çekmesi gereken iki oyuncunun hali ortada. Hüseyin, Bekir Ozan Has elde varken Svenson'un alınmasının manasızlığını tartışmıyorum bile.

Şampiyonlar Ligi kurtlar sofrası, hafife almaya gelmez. Takımın kurgusunu bozacaksınız mantıklı nedenleriniz olacak, daha kaliteli isimler ya da eldeki daha faydalı oyuncuların sakatlığı gibi ama atılan adımlar takıma katkı yapmaktan uzak.

Elbette bu bir tecrübe, oyuncuların yeterince tecrübeli olmadıkları aşikar am Ertuğrul Sağlam'ın Beşiktaş macerasından sonra yoğurdu üfleyerek yemesi gerekmez miyid? Diatta, Seric, Higuain gibi başarısız transfer hamlelerinin üstüne Ergiç ve Batalla ile set çekmeye başlamışken bu dejavu olayının anlamı ne ki?

Türk Futboludaki manzara şudur: Türk Futbolcularının oyun zekası ve mantalite olarak çağdaş futbolun epey gerisinde olduklar ortada. İşi kotarmanın tek yolu, alacağınız her yabancıdan maksimum verim elde etmek.Bursaspor'da bugüne kadar gördüklerimiz hayal kırıklığındna öte değil.

Örneğin Sercan. Simon Cuper, Futbolun Şifreleri'nde Lyon mucizesini anlatırken oyuncu satma konusundaki maharetlerinden dem vuruyor kulübün. "Değerinin üstüne çıkan her oyuncu satılır" anlayışını gayet başarı ile uyguladıklarını görüyoruz. Abidal, Essien, Malouda bunlardan yalnızca 3'ü. Burada önemli olan oyuncunun değerini belirleyebilmek. Cruyff, "Bir oyuncuyu değerlendirirken şu an yapabildiklerini değil sahip olduğu potansiyel göz önüne alınarak yapabilecekleri göz önüne alınmalı" diyor. Geçen sezon 6-8 milyon Euro civarına 3 büyüklerden birine kaptırmak varken sadece hızlı oluşuna aldanıp bu adam daha da hızlanır diye mi düşünp elde tuttular acaba? Sercan hızlı ama hızıyla zekası ters orantılı ve muhtemelen de işi gerçekten bilen bir adamın eline düşmedikçe bir üst seviyeye çıkamayacak oyuncu kıvamında şu an. Oysa sağlıklı bir değerlendirme yapılsa belki farklı bir alternatif  ile doldurulmuş olacaktı yeri ve İstanbul kulüplerinden birine gönül vermiş milyonlar saç baş yolmakla meşgullerdi sizin yerinize.

Maç yine kaybedilebilirdi ama takımdaki güvensizlik ve son vuruşlardaki beceriksizlik yüzünden oyun direnci arttırılamadı. İlk golü bulma şansı da kapıya kadar gelmişti oysa. Hemn ardından gelen  2 gol kilidi tamamen açtı.

Ders almak lazım yaşanılanlardan, sakin bir şekilde hataları gözden geçirmek gerek. Ancak bu şekilde Bursaspor başarıyı istikrara dönüştürebilir, 1 sezonluk zaferleri tarih sayfalarının satır aralarında çokça görebilirsiniz. Gidin Nottingham Forest ya da Queens Park Rangers tarihini araştırın, çok da uzağa gitmeden Sivasspor'a da göz atın şu an bulundukları konumu da gözden kaçırmayın, çok şey anlatır size.

Ne diyelim geçmiş ola, ama hakkaten geçmiş ola. Hem Bursaspor hem Türk Futbolu için aydınlık günlere...

23 Kasım 2010

Fenerbahçe-Buca maçına dair...

5 gollü galibiyet genelde mutlu eder kazananı ama arkada yenilen 2 gol ve çok net 3 pozisyon verilmişse keyiflerin biraz da olsa kaçması da gayet normal. Buna rağmen ilk üçün toplamda 4 puan kaybettiği haftada zirveye uzaklığı 2 puan daha azaltıp 6'ya düşürmek çok daha değerli. Dün akşamki maç özelinde öne çıkanlara göz atacak olursak...

1) Yenilen 2 golün en büyük sebebi oyunun merkezinin Fenerbahçe kalesine fazlasıyla yakın oluşu. Defansın göbeği çok fazla ileri çıkmayıp, ileri uç ile mesafeyi azaltmayınca oyunu rakip alan yıkamadı Fenerbahçe. Zaman zaman kurulan saman alevi kıvamındaki baskılar dışında dönen topları toplayacak şekilde alan daraltılamadı. Geniş alan hatlar arasında kopukluğa neden oldu. Bu kopukluk belki Buca maçında can yakmadı ama İBB maçı öncesi önemli bir uyarı.

2) Alan daraltılamadı dedik ek olarak Buca orta sahada sertlik görmedi Fenerbahçe'den. Baroni ve Gökay yumuşak kaldılar. Gökay basit ve akıllı oyunuyla dikkati çekti ama fizik olarak o sertliği sağlayacak düzeyde değil. Emre Belezoğlu ne zaman dönecek bilmiyorum ama çok acil ihtiyaç duyulduğu ortada. Baroni için bir şey söylemiyorum, mudaillerinden Galatasaray'da da yığınla olduğundan varlığının pek bir anlamı olmamalı böylesine üst düzeyi hedefleyen takımlar için.

3) Aykut Kocaman'ın oyuna müdahele etmesi için golü yemeyi beklemesi düşündürücü. Takımın verdiği pozisyonlar, oyunun düşen ivmesi sinyali vermişti ama neredeyse 70. dakikaya kadar beklendi. Genel anlamda bir oyunu okuma, gidişata müdahale sorunu var, üstesinden gelinmesi şart ama nasıl?

4) Çok değerli bir oyuncu topluluğu var Fenerbahçe'nin elinde. Eksikler yok mu, elbette var. Orta sahanın göbeğinde Emresizlik sendromu baş ağrıtıcı fakat devre arasında buraya iyi bir müdahele sezonun geri kalanı için umut pompalanmasını sağlayabilir pekala. Bu yönde çalışmalar olduğunu da biliyoruz zaten. Dün atılan gollerdeki çeşitlilik, farklı kombinasyonlar özellikle hücumdaki zenginliğin yansıması, bunlar altı çizilmesi gereken noktalar.

5) Zorlu maçlar için kırılgan bir yapısı olduğunu da es geçmemek gerek bu kadronun. Yine de 1-2 rötuş ki özellikle orta saha göbeğine, bu eksikliği önemli ölçüde azaltacaktır.

6) İBB maçı çok zorlu geçecek. Bloklar arasındaki bu kopukluğu çok iyi değerlendirecek ve bunu uygulayabilecek bir teknik adam & oyuncu topluluğu olacak karşı tarafta. Kazanmak çok zor olacak ama 3 puan alınır ise ilk yarı sonunda puan tablosunda ilk 2 sıra garanti altına alınabilir.

21 Kasım 2010

Ahh Hagi!

Rijkaard'ın 1.5 senede çok az yaptırabildiklerini bu maçta yaptırmışsın. Bu kadronun yapabileceğinin maksimumuna yaklaştırmışsın. Eldeki kısırlığa rağmen gol pozisyonları üretmişsin, galibiyeti avuçlarının içerisinda anlık da olsa tutmuşsun ama kusura bakma oyuncu değişikliklerinde, oyuna müdahalelerinde resmen çuvallıyorsun ve bu hatalar yaptığın iyi işlerin de üstünü çizmeye yetiyor.

Sabri-Pino-Elano gibi rakip teknik adama seçme şansı verilse dışarı alacağı isimleri kulübeye çekip Emre-Aydın-Mehmet gibi tek başlarına takımı çevirmeleri imkansız olan oyuncuları sahaya sürmek tek kelimeyle hatadır. Elindeki malzeme ne kadar kötü olursa olsun teknik adamlığına not bunları nasıl kullandığına, oyuna nasıl müdahale ettiğine bakılarak verilir.

Fenerbahçe maçını geçiyorum ama Antalya ve Trabzonspor maçında defansif sertliği sağlayan Cana'yı dışarı almak, bu akşam oyunun kontrolü Galatasaray'da iken Sabri'nin çıkarılışı ile orta saha dinamizmine darbe vurmak, gole ihtiyaç varken Mehmet-Pino ikilisinin beraber düşmemek, Elano gibi kaçırdığı golden sonra hatasını telafi etmek için çırpınıp duran ve takımı merkezden elinden geldiğince ileri taşımayı düşünen bir oyuncuyu kenara almak...

Kızıyorum, futbol kahramanlarımızın bu şekilde tüketilişine izlemek hoşuma gitmiyor ama kendi düşen de ağlamaz!

10 Numara-Yıldız vb. Sizin Neyinize?
























Her verilen beyanatta koca kulübün şanlı tarihinden bahsedip, tarihe atıflarda bulunanlar 105 yıllık külübün bugününü mahvetmekle meşguller. Her kötü günde geçmişten örnekler vererek avuntu cümleleri kuranlar 6 yaşındaki bir çoçuğun o renklere gönül verirken yıllar öncesini pek de dikkate almadığının farkındalar mı acaba? 2000 yılında sarı-kırmızılı renklere gönül veren çocuk sayısının fazlalığı 95 yıllık mazi de mi gizliydi? Bugün başarılı değilsen hatta son 4 yıllık sürede bu takımı şu konumlara getirebilme becerisini gösteriyorsan çıkıp da tarihten falan da bahsetmeyeceksin. Zaten tarihten ders alsaydın farklı şeyler yazılıyor olurdu bu satırlarda.

Skibbe'nin gönderilişi sonrası Yiğit Şardan:" Skibbe Galatasaray'ın büyüklüğünü kavrayamadı" demişti. 2. başkan konumunda olan biri için ne kadar da talihsiz beyanatlar değil mi? Skibbe kim Allah aşkına? Allah'ın Alman'ı Galatasaray'a gelirken kulübün tarihini yalasa yutsa ne olacak? Siz burada adama ne şartlar sunmuşsunuz, kulübün vizyonunu nasıl yansıtmışsınız  önemli olan budur. Eğer 6. haftada yardımcılarını kovuyorsanız bir teknik adamın ve bu yolla istifa etmesini bekleyecek kadar şark kurnazlığı peşine düşmüşseniz siz karşınızdakinden kulübün büyüklüğünü anlamayı hangi hakla bekleyebilirsiniz ki? Bunu ona idrak ettirmeniz gerekecekken, aldığınız kararların ortaya koyduğu çelişkiye ne demeli?

Yukarıdaki örnek kulüp vizyonundaki küçülmenin basit bir yansıması. Daha vahimini 3-4 senedir yaşıyoruz zaten. Küçük bir kesitini de geçtiğimiz hafta içerisinde Misimovic'in kadro dışı kalışı ile yaşadık.























Bundan 2 ay önce Galatasaray taraftarları arasında bir anket yapsanız Lincoln'ün gönderilmesi konusunda müthiş bir çoğunlukla yönetim haklı bulunacaktı. Adam disiplinsizdi, takımda sevilmiyordu, sorunluydu değil mi? Uğraşılır mıydı böyle adamla, bileti verilip gönderilmeliydi? Lincoln'ün gittiği günü hatırlayın, bir tarafa not edin, 2 ay önce yapılsa anketten alınacak muhtemel sonucu da altına yazın.

Dönelim geçtiğimiz haftaya, aynı sahne ile sezon başında büyük umutlar ile alınan yeni 10 numara adayı uğurlandı Atatürk Havalimanı'ndan. Yaşanılanlar aynı olmasa da sürecin bitişi ne kadar da aynı değil mi?

Sebep ne olursa olsun, hem Lincoln hem Misimovic örnekleri Galatasaray'ın küçültülen, evet küçültülen diyorum çünkü karar alıcıların limiti bu kadar, vizyonunu ortaya koyuyor. Yeni bir oyuncu, onun hatta ailesinin her şeyiyle bu yeni ortama adaptasyon sorunu ve kulübün bu süreci yönetememesi yatıyor bu gidişlerin altında. Nereden getirirseniz getirin, milyonlarca Euro verdiğiniz bir oyuncunun sahadaki performansını şansa bırakamazsınız.

Futbol sadece antreman sahası, taktik, 90 + birkaç dakika ile ifade edilebilecek bir oyun değil. Mesele futbolu bir bütün olarak yönetebilmekte. Bu yönetim de sadece saha içini değil, saha dışındakileri de kontrol altına almayı gerektiriyor. Yani siz dünyanın parasını bayılıp getirdiğiniz adamın takım arkadaşlarına alışmasını, onlar tarafından kabullenilmesini, gerek kendisinin gerek ailesinin şehri, ülkeyi tanıyabilmesini, çocukların nerede okuyacağını ve daha bir çok detayı kontrol altına alamadıktan sonra yapmış olduğunuz yatırımın geri dönüşünün sağlıklı bir zemine oturtulmasını garanti altına almış olamıyorsunuz.


"Sen sahaya çık futbolunu al geriye kalanları biz hallederiz" mesajını ne kada doğru verebilirseniz oyuncunun saha içerisindeki performansını da o kadar sağlıklı sorgulayabilirseniz.

Meşhur Nottingham Forest mucizesinin (yerel bir takım iken alıp, hem Lig şampiyonu hem de 2 sene Avrupa Şampiyonu yapmayı başardılar) yaratıclarından Brian Clough ve Peter Taylor'ın başarılarının altında transferlerde yapılan doğru işler yatar. Zaman zaman kimsenin yanaşmadığı sorunlu futbolcuları çok ucuza  kadrolarına katarak onlardan maksimum verimi almayı başarabilmişlerdi. Sorun her ne ise (içki, kumar, kadınlar vs.) öncelikle kendileri çözmeye çalışıyorlar, başarılı olamadıkları zaman da psikologlar, doktorlar, danışmanlar hatta din adamlarından bile destek alıyorlardı. Sonuçta futbolcular da insandı ve herkes gibi zihinsel bağımlılık, memleket ya da aile özlemi gibi gayet makul duyguların esiri olabilirlerdi.
















Örneğin Meira, 4-5 farklı dil bilmesine rağmen takım içerisindeki arkadaşları ile iletişim kurmakta zorlanmıştır. İlişki kurmak için dil gerekmez, en önemli şey çabadır, kendini ifade etme çalışmak bile bir adımdır ama Meira gibi 6 yıl Almanya'da oynamış kaptanlık yapmış, 2 yıldır Rusya gibi adapte olması zor bir ligde oynayan adam dün Galatasaray'a adapte olamadı.

Futbol yönetimi doğru dürüst yapılamayan bir takımın bu tür arızalar göstermesinden normal bir şey olabilir mi?

Bu yönetememe becerisine çanak tutan Hagi'de kendi kuyusunu kazmaktadır. Bülent Korkmaz için de benzer şeyler yazmıştım: Lider elindeki değeri kullanmayı bilmeli, onu uzaklaştırmak yapılacak en kolay şey ve sonunda en fazla zararı da bu kararı veren sen görürsün.

Veee ne hikmetse 2 yıldır olan hep yabancı futbolculara oluyor, yerli futbolcuları da disiplinlerinden, takıma sağlamış oldukları uyumdan dolayı tebrik etmek gerekir. Bizi de böylesi bulur, kalite desen hak getire ama disiplin gırla!

Bu kafayla, bu yapılar bu takım adam olmaz arkadaş!!!

Haaa bu arada Lincoln anketini bugün yapsak acaba sonuç ne olurdu, merak ediyorum...

15 Kasım 2010

Pardon...















Kimi durumlar ile karşılaşırız hayatta, dünyamız kararır daha kötüsünün olamayacağını düşünürüz. O sorun bir bitse, her şey iyiye dönecektir oysa. Kaçımız böyle düşünmedik ki hayatta? Bu cümlelerle daha iyi günlerin hayalini kurmayan olmuş mudur şu oyun sahnesinin çok kısa bir diliminde bile?

Galatasaray taraftarının ortak duygularından birinin tarifidir aslında yukarıdaki ifadeler. 2006 senesinde zirveye çıkmış, Galatasray'ın kurtuluşunu O'nun gidişinde bulan ve başımıza kim gelirse gelsin daha kötü olamayacağımızı düşünen belki milyonlardan biriyim ben ve 2 yıldır gelmesininden endişe duyduğum ama artık iyce gün yüzüne çıkan sonuç ile yüzleşmekle meşgulüm:  Çoooook daha kötüsü varmış.

Özhan Canaydın Galatasaray tarihinin en başarısız başkanları arasında yerini almıştır ama bu sonuç tüm iyi niyetine rağmen gelmiştir. Yani başarı aynı zmanda onu gerçekleştirebilecek irade ve beceriyi de beraberinde ister. Başkan'ın da vasıfları bunu sorunları aşmasına imkan tanımadı ama iyi niyetinden bir an bile şüpheye düşmedim.

Bugün yani 15 Kasım 2010 itibariyle kendisinden kocaman bir özür diliyorum, beterin beteri varmış. Daha dibi görmemişiz bile. Adnan Polat'ın vizyondan yoksun yönetiminin Galatasaray'ı buralara düşürebileceğini bu kadar da ön görmemiştim ( Başarılı olmayacağına dair notunu buradaki yazılarda 2 yıldır vermiştim ama... bu kadarı hayaldi...). Şu an yine aynı düşüncedeyim aslında, daha kötüsü olamaz diyorum, yerine kim gelirse gelsin sırf Polat ve kanatları altına aldığı Sezgin'den kurtulmanın bile getireceği müthiş artılar olacaktır, ama acaba çok mu büyük konuşuyorum diye düşünmeden edemiyorum geçmişe bakınca...

14 Kasım 2010

Nefes // G.birliği 0:2 Beşiktaş

Tam anlamıyla hayat kadar değerli bir nefes aldırdı bu maç Beşiktaş'a. 2. yarısının oynanmasa da olacağı tek devrelik mücadelenin sonucu belirlediğ bir maç izledik. İlk yarıda Beşiktaş'ın üstün olduğu ilk 25 dakikalık dilim, devre bitimine kadar da Gençlerbirliği'nin domine ettiği diğer dilim olmak üzere 2'ye ayrılıyor.

İlk dilimdeki futbol Schuster'in yerleştirmeye çalıştırdığı mfutbol anlayışından kesitler sunuyor. Defansın orta sahaya yakın konumlandığı, beklerin hücum yönlendiği, dönen topların alınarak oyunun rakip sahada oynanmaya çalıştığı ve sonucunda yoğun baskı kurulduğu anlar bunlar. Bu süre zarfında pozisyonlar da geldi ama sonuc gidilememesi işin negatif boyutu. Bundaki en büyük etken de iş bitirici ayakların saysının azlığıydı. Guti ve Querasma'nın çırpınışları hepsi o kadar, yanına başka bir şey koyamıyorsunuz. Ernst sezon başındaki aşırı yüklenmenin dinlenmesi aşamasında, hakkı da var. Beşiktaş'ın daha kaliteli bir takım olması Guti ve Querasma frekansına yakın mantaliteye sahip oyucuların fazlalığından geçiyor. Elbette yıldız oyuncudan falan bahsetmiyorum, aradaki uyumun arttırılması, aynı dili konuşabilen bir ekibin ortya çıkarılmasından ve bunun yolundna bahsediyorum. Beşiktaş'da sahaya bakınca bu farklılığı çok net seziyorsuuz ve bir takımda bu uçurum var ise dikkat etmak lazımdır. İşin özeti Holosko, Tabata, Nobre lile istenilen seviyeye gelemezsiniz, Ernst, Guti ve Q7'nin performansına  gebe kalırsınız.

Beşiktaş için önemli soru işaretinin yanında oynanmak sitenilen futbol tarzının da eksilerini yazmak lazım. Aslında bu eksiler de yukarıda  bahsettiğimi kalite artışından geçiyor. Önde oynanmak isteniyor dedik ya, işte bu becerilemediği zaman takımın 2 ve 3. bölgesi arasında bir uçurum oluşuyor. 3. bölgede bir girdap gibi bazı oyuncuların defans ve orta saha arasındaki bağını kopartıyor. En büyük tehlike de hazırlıksız ya da eksik yakalanan arka tarafın açıklar vermeye meyilli oluşu. Bu akşam Smeltz değil de Serkan üzerindne oynanmaya çalışılsaydı ilk yarının 2. bölümü araya atıalcak toplar çok daha tehlikeli olabilirdi.

Gençlerbirliği teknik ekibinin defosudur bu akşam için Serkan'ı defans arkasına kaçıramamaları ve kenrar bu kadar hapsolmuş oynamasına neden olmaladı. Smeltz'in ağır yapısı bulunacak pozisyonların önüne örülen duvar gibiydi. Oktay'ın bu kadar efektif oyandığı bir zamanda sonuca gidememek kayıptır üstelik Harbuzi ve Zec gibi iki önemli ismin olmadığı bir maçta. Genel bir futbol probleminin içerisine Gençlebirliği de düştü 2 damaın yokluğu son 2 haftada zorlu 2 maçta (Manisaspor ve Kayserispor) 4 puanı alan takımı derinlemesine etkiledi.

Beşiktaş önemli ayaklarının formu kadar zirveye yakın olacak gibi görünüyor, sistemin uygulanabilirliği ve oyuncuların uyumu zaman alacak gibi duruyor. Ekrem ve Sivok'un dönüşü 2. yarıda Beşiktaş'a olumlu etkiler yapacaktır ama ilk yarı sonunda nerede oldukları önemli. Bir not da Hilbert için düşmek lazım. Tam bir Alman, görev adamı. Farklı pozisyonlarda oynayabilmesi avantaj ki sağ bek de de çokça hücuma çıkıyor.

09 Kasım 2010

Dejavu!


Tamam bir defa hata yaptınız, faturası ağır oldu ama aynı hata 2. hatta 3. kez yapılabiliyorsa orada çok daha derin sorunlar vardır:

1) Yer: Ali Sami Yen   Tarih:13.08.2008

Galatasaray-Steau Bükreş Şampiyonlar Ligi 3. öneleme turu maçı. Şampiyonlar Ligi öncesi son engel. 12 dakikada gelen 2 golle Sami Yen'de şok var. 5. dakikadaki golde kaleci Aykut'un büyük hatası var. De Santcis ise yedekte, hazır olmadığı için henüz 11'de değil. Nonda'nın attığı 2 gol ile skor 2-2'ye geliyor. Deplasmana ufak da olsa bir avantaj ile çıkmak için sadece 1 gol bile yeterli.

76. dakika, oyuncu değişikliği işareti veriliyor:  Hasan Şaş dışarı, Erhan Şentürk içeri. Hayır, Skibbe macera falan aramıyor. Hakan Şükür ile sözleşme yenilenmemiş, Ümit Karan sakat elde sadece Nonda var ve beklenen yabancı forvet transferi yaz transfer sezonunun bitmesine sadece 17 gün kalmasına rağmen henüz tamamlanamamış.

2. hafta sonrasında deplasmanda oynana maçtan 1-0 mağlup ayrılarak Şampiyonlar Ligi'ne veda ediliyor.

Kaleci ve forvet transferinde yaşanan gecikmenin bedeli yaklaşık 30 milyon Euro civarında.


2) Yer: Ali Sami Yen   Tarih:18.02.2010

Galatasaray-Atletico Madrid UEFA Avrupa Ligi 3. tur rövanç maçı. Baros sakat, aynı bu sezonda olduğu gibi. Nonda gönderilmiş yerine Avrupa Kupası maçlarında oynayamayacak olan Jo alınmış. Olabilir ama ne ilginçtir ki uç tarafa koyacak 2. bir santraforu yok Galatasaray'ın. Arda ve Keita dönüşümlü olarak dolduruyorlar oradaki boşluğu.


3) Yer: Ali Sami Yen   Tarih:19.08.2010

Galatasaray-Karpaty Lviv UEFA Avrupa Ligi  Play Off turu ilk maç. Baros sakatlıktan yeni çıkmış kenarda, genç Mehmet Batdal'a bağlanmış tüm umutlar. Derken şok bir gol ile 1-0 geriye düşülüyor, 2 dakika sonra mecburen Baros oyuna sürülüyor, Batdal dışarı alınıyor ve bu maç ile Galatasaray turu mucizlere bırakıyor. Kalede ise Aykut var ve ağlarda görülen 2 top. Rövanş maçında ise Ufuk alıyor yerini ama nafile, çizgiden ortalanan topa müdahale edemiyor, sonrası zaten belli. 

Ağustos 2008 ve Ağustos 2010, tam 2 yıl geçmiş aradan. Bu süre zarfında Arda bazı maçlarda en uçta görev almış, zaman zaman Kewell iel doldurulmaya çalışılmış o civarlar. Kale ise hep tartışma konusu olmuş, yerlisi de yersizi de mutlu edememiş kimseyi.

Tam 2 yıl olmuş, hatalar yapılmış ama hiç ders alınmamış. Adnan Polat & Adnan Sezgin ikilis muhteşem futbol bilgileri ile 2 yılda koskoca Galatasaray kulübüne bir arpa yol aldıramamış, kanıtı mı? Fazla uzağa gitmeye gerek yok, yukarıdaki 3 örnek bile çok şeyi anlatmaya yetiyor, gerisi hikaye, teferruat, laf salatası...

07 Kasım 2010

Trabzonspor 2:0 Galatasaray

Futbola dair felsefeleri, söylemleri, mottoları satırlarca sıralayabilirsiniz ama aslolan 3 şey var:

1) İyi futbol ya da adına gerçek futbol denilen şey iyi futbolcular ile oynanır.

2) Yetenek kadar zeka da önemlidir, oyun zekası olmayan adam başa beladır.

3) Bir antrenörün elindeki malzemeden bağımsız olarak oyuna nasıl müdahele ettiğine bakarak bazı yargılara varmanız pekala mümkün.

Bugün Galatasaray'ın futbolunu sadece yukarıdaki 3 cümle ile özetleyebiliriz. Saha içerisindeki futbol, girenler-çıkarlar, sevaplar, günahlar her şey yukarıdakiler ile o kadar güzel açıklanabiliyorki.

2 haftalık kıpırdanışın ne kadar gerçekçi olduğunun testiydi bu akşamki mücadele. Fenerbahçe maçındaki diziliş, oyunu tutmaya yönelik bir anlayış ama hücuma dönüklüğü daha az. Ortak olan ise Fenerbahçe gibi Trabzonspor'un da maçın büyük çoğunluğunda bu oyun anlayışı karşısında tutuklaştığı. Trabzonspor, Fenerbahçe'ye göre daha efektifti zaman zaman özellikle de ilk 20 dakika ama hepsi bu kadardı. Şenol Hoca'da Aykut Kocaman gibi sadece olan biteni izliyordu.

Tugay Kerimoğlu hafta içerisindebu maçın anlayışına dair sinyali de vermişti, "Yenemiyorsan Yenilme". Evet mantıklı ve geçerli bir anlayış ama "Yenemiyorsan" kısmı ne kadar sahnelenecekti asıl mesele orasıydı. Galatasaray "Yenilme" tarafında o aptalca gole kadar iyi görünse de maçın herhangi bir anında ne pozisyon ne de mantalite olarak "Yenme" düşüncesinde olmadı. Buna kadronun kısırlığının ve alternatiflerin az olmasının da payı elbette var ama maç içerisinde kurguda bazı değişiklikler yapmak  da mümkün.

Nedir bu? Trabzonspor için defansif anlayış karşısında tutuklaştı dedik aynı zamanda Engin ve Jaja gibi iki oyuncunun bireysel performanslarındaki yetersizlikte bunda etkiliydi. Baskı karşısında fazlaca top kaybedip oyundan düştüler. İşte bu şaşkınlık hakimken rakip kaleye daha fazla yüklenmeyi akıl edemedi ya da beceremedi Galatasaray. Yani oyunun akışına göre daha ofansif yapıya eldeki şartlar ölçüsünde bürünmeyi başaramadılar. Örneğin Antalya karşısında olduğu gibi kısa bir süre de olsa Misimovic'in forvet arkasına alınması düşünülmedi.

Futbolda hep gol arayışı ilerideki uçtaki adam bağlanır ama işin kilidi kanatlar ve orta sahanın vereceği destektedir. Son 2 yılda olduğu gibi bu akşam da bu sızışları gerçekleştiremeyen, ceza sahası içerisi ve çevresinde çoğalamayan takım hüviyetindeydi Sarı-Kırmızlı ekip.

Galatasaray takım olarak yapabilecekleri sınırlı bir takım bunda oyuncuların bireysel yeteneklerindeki limit kadar oyun zekalarındaki düşüklük de etkili. Örnekleerin başında Galatasaray'a transfer olduğundan beri aynı tür hatalarla gol ya da tehlikeli pozisyona neden olan Servet geliyor. Hemen arkasına Mustafa Sarp'ı koymak mümkün. Hem Rijkaard hem Hagi'nin her şeye rağmen vazgeçememeleri karşısında futbol bilgili sorgulamaktan başka bir şey yapamıyorum.

İşin Hagi boyutuna gelirsek, bu oyuncular ile çok köklü bir değişim, öncesine göre devrim elbette beklemiyorum ama bir antrenörün oyuna eldeki malzeme ne olursa olsun katmaya çalışacağı zenginliğe, müdahale etme biçimine dikkat ederim hep. 2 haftadır Cana'nın çıkışını garip hamleler olarak yazıyorduk bir kenara. Oyun kenarında Barış'ı görünce, takımın en diri ve mücadeleci adamı olan Cana'yı alacağını anladım, ama küçük de olsa Sarp'ı dışarı alır diye bir umut vardı ama 10'da  Mustafa'dan vazgeçememişti. Geçen hafta Pino'nun arkasına aldıktan sonra bulunan pozisyonlar kalıcı bir etki yaratmamış olacak ki yine solda ve kaleye uzak oynatılan, takımın hücumda ne olursa olsun gole gitmesine sağlayabilecek oyuncularından biri olan Misimovic'in de dışarı alınışı kim ne derse desin hatalıdır üstelik yerine bitmiş bir Kewell giriyorsa.

Bu akşam Hagi'nin hamleleri tam anlamıyla hayal kırıklığıydı, hem oyuncu değişklikleri hem de Misimovic'in oyunun belirli anlarında da olsa forvet arkasında görevlendirilmemesiyle.

Lig TV spikerleri tabelaya göre yoruma devam ediyorlar.  Maç 0-0 devam ederken Hagi'nin Trabzonspor'u iyi analiz etmesinden bahsederlerken, Servet'in  saçma sapan hatası ile gelen golden sonra Şenol Hoca tarafından estirmeye başladılar rüzgarı. Bu maçın kazanılmasında Şenol Güneş'in etkisi sıfır denecek kadar azdır. Sol kanatda Volkan Yaman türevi Insua oynayacakken maça Yattara ile başlamamak bence üzerinde düşünülmesi gereken noktalardan biri. Maç farklı bir sonuçla bitse yarın gazete köşelerinde göreceğimiz standart eleştiriyi yarın görebilecek miyiz acaba? Defanstaki hata olmasa Trabzonspor'un maçı alabileceğine dair en ufak ibare yok. Trabzonspor standardının altında oynadığı bir maçta piyongo gibi 3 puanı alarak lider olmuştur hepsi bu kadardır.

Adnan Polat, Sezgin'i aklamak için TV programları düzenleyip, her beyenatında onu savunacağına oturup bu takımı nasıl kurtarırızın hesabını yapsın. Galatasaray formasını rüyasında giyemeyecek adamlar ile doldurdukları bu takımı nasıl temizleyecekler çok merak ediyorum.

Derbinin Favorisi Olmaz!























Gerçekten klişe bir cümle halini almıştır bu başlık, söylendiği zaman "yine mi aynı cümle?" diyesi gelir insanın ama yaşananlar derbilerin olan bitenden çok farklı bir motivasyon ile oynandığını belgeliyor. Çok canlı örneğini 2hafta öncesinde Fenerbahçe-Galatasaray maçı ile yaşamışken, Serie A lideri Lazio'nun tam 10 puan gerideki Totti'siz Roma karşısında ağır favori iken 2 penaltı golüyle mağlup ayrılmışsa sahadan bize de bu başlığı atmaktan başka çare kalmıyor!

Johan Cruyff'la Kısa Kısa-1


















Kendisi ile yapılmış röportajların derlendiği, futbol hayatından kesitler sunulduğu bir kitap "Ajax-Barcelona-Cruyff , Dikkafalı Bir Maestronun ABC'si". Okumak isteyenlere, tavsiye olunur...

Johan Cruyff, Hollanda futboluna dair yapılan anketlerde tartışmasız en iyi isim, peşinden de Van Basten gelir, sonrasında gelen 4 isim ise Frank, Rijkaard, Ruud Gullit, Wim Van Hanegem, Ronald Koeman. Cruyff'u zirveye taşıyan gerçeklere ulaşmanın en iyi yolu 14'ün öncesi ve sonrasında Hollanda futbolunun yaşadığı devrimi görmek gerek. Finlandiya, Danimarka gibi takımlar ile boy ölçüşmeye çalışan İngiltere, Almanya, Arjantin, Macaristan, Brezilya gibi takımlar ile aynı kategoride yer almak Hollanda için Kaf Dağı'nın ardında bir rüyaydı. Tabiki bu rüyanın gerçekleşmesinde Rinus Michels, Ajax, Feyenord gibi faktörlerin de etkisinin de altını çizmek gerekir.

17 yaşında Ajax'da başlamış futbol hayatı Cruyff'un. Takımın başında Rinus Michels vardı. 1965-66 sezonunda henüz 19 yaşında iken şampiyonluk sevinci yaşadı ve adından söz ettirmeye başlamıştı.Cruff'un o zayıf, çelimsiz yapısı kafalarda ilk bakışta soru işareti oluştursa da sahada her zaman gereken cevabı vermeyi başarabilmiştir. Ajax alt yapısında fizik gücündeki eksik ve sağ ayağının aksine sol ayağının zayıflığı hocası Jany Van der Veen'in dikkatini çekmişti. Johan'daki yeteneğin fazlasıyla farkındaydı ve şefkatlı kolları arasına aldı onu. Cruyff'u bileklerinde ağırlıklar ile çalıştırdı, vücudunun alt tarafındaki kasları geliştirmek için sırt üstü yere yatırıp ağırlık takılı bacaklarını havaya kaldırıp yere değdirmeden indirmesi gibi aktivitler ile yavaş yavaş ama kararlı bir şekilde bu eksiklikleri giderme adına önemli yol aldırdı O'na. Efsanevi oyuncunun sonrasındaki etkileyici futbolunda her iki ayağını da aynı etki ile kullanabilmesinin etkisi oldukça fazlaydı.

Henüz 19 yaşında Hollanda Mill Takımı ile Çekoslovakya karşısında oynarken hakem tarafından oyundan atılınca taraftarlar sahaya indi ( sebebi futbolculuk hayatı boyunca çokça çekeceği rakip oyuncuların tekmelerine bu maçta dayanamayıp karşılık vermesiydi), fakat ilginç bir şekilde hakem kendisine vurduğu için kart gösterdiğini iddia etti ama görüntülerde böyle bir şey yoktu. Tam 1 yıl milli takım müsabakalarından men edildi ve Hollanda Milli Takımı'nın resmi müsabakalarda oyundan atılan ilk oyuncusu oldu.

Sürekli olarak paraya olan tutkusuyla gündeme geldi, en azından basında buna dair ciddi bir inanış vardı. Sporu ticaret haline getiriyordu, saha dışındaki bilinirliliğini kullanmak en doğal hakkıydı belki de. Kayın pederi iş adamı Coster onun için yaptırdığı araştırma Hollanda Kraliçesi'nden daha popüler olduğunu göstermişti ve futbolun henüz bilinirliliğinin az olduğu Birleşik Devletler'de bile neredeyse Frank Sinatra kadar ünlüydü. "Crooff", "Cruff" ve benzeri bir çok farklı biçimde adlandırılsa da dünyanın bir çok tarafında o bir fenomen olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyordu. 1971'de Ajax ile sözleşme görüşmeleri yoğu tepki çekmişti, hülle yolu ile Feyenord'a ya da Hollanda dışında Barcelona, Benfica gibi kulüplere gideceği ciddi biçimde konuşuluyordu. Görümleri Coster yürütüyordu belki de en az gerçekleşmesi beklenen ihtimal gerçekleşmişti, Ajax ile 1978 sonuna kadar sözleşme imzalamıştı.

Para konusundaki eleştirilerin nedenlerinden biri de medyadan gelen röportaj taleplerine karşı para istemesiydi. Bu konuda kendisini yakından tanıyan gazeteci Frits Barend şöyle savunuyor Hollandalı'yı:

"Crufft bir megastar olmaya başladığını, bunun da kendisini spor medyası dışında yer aLan, sporla ilgili tek bir yazı yayımlamayan her türlü dergi, magazin gazetesi ve kadın dergileri için cazip bir malzeme haline getirdiğini fark ettiğinde röportajlar için para istemeye başladı. Neden? Çünkü onlarla görüşmek istemiyordu, buna zamanı yoktu ve istenen ücreti duyunca bir çok gazeteci tam da Cruyff'un istediğini yapıyorve röportajın peşini bırakıyordu. Eğer ödemeye karar verirlerse, Cruyff en azından istemeden yaptığı şey için para almış oluyordu. Eğer gerçek bir spor gazetesi, dergi yada televizyon programıyla röportaj yapmaya karar verirse hiç bir zaman para istemez ve istememiştir."

Johan Cruyff'u sahada efsaneleştiren şeyin sadece topla hızlanışı, iki ayağını da iyi kullanışı, seri ve çevik oluşu dolayısı ile rakip oyuncular için tam bir baş belası oluşu ile açıklamak mümkün elbette ama bunun arka planında futbola dair çok cilalı bir felsefenin yattığı gerçeğini gözden kaçırmamak gerekiyor. Belki de onu anlamak için öncelikle futbolda idar görüşlerine göz atmak gerekiyor.

Sınırlı olan gücünüze rağmen diğer futbolculardan daya iyi top oynayabilmenizi neye bağlıyorsunuz? Örneğin Ajax'da Garrie Mühren gibi bir oyuncunun sizin kadar başarılı olamamasını nasıl açıklıyorsunuz? İkiniz arasındaki fark nedir?


"Futbol farklı öğeleri içerir: Teknik, taktik, dayanıklılık. Benim dayanıklılığım var, taktiklerim var tekniğim ise her zaman vardı. Benden daha iyi bir tekniğe sahip olan insanlar olabilir ama asıl önemli olan taktiklerdir. Çoğu oyuncuda taktik öğesi eksiktir. Taktikleri üçe ayırabilirsiniz: Kavrayış, güven ve cesaret. Taktikler söz konusu olduğunda diğer oyuncuların hepsinden daha iyi olduğumu düşünüyorum. Kişisel taktik kavrayışını muhtemelen kimseye öğretemezsiniz Belki en fazla biraz etkiniz olur, bu çok zordur"

Arnold Mühren gibi bir oyuncuya her zaman zayıf olduğu söylenmiştir ve siz muhtemelen ondan daha zayıfsınız, bunun taktiklerle bir ilgisi var mı?

"Çok top kaybeden bir oyuncu kolaylıkla çok zayıf olmakla suçlanabilir ama çok top kaybetmek genellikle kişisel taktik kavrayışıyla ilgilidir."

Yaptığınız her şey oldukça kolay gözüküyor, ilk bakışta fazla numara yapıyor gibi görünmüyorsunuz. Bir defans oyuncusunu geçerken kullandığını taktikler belli gibi.

"Ben asla numara yapmam. Basit oynarım. Zaten olay da bundan ibaret. En zor olan basit oynamaktır. Tüm antrenörlerin en büyük sorunu bu. Basit oyun aynı zamandaen güzel olanıdır. 20 metre yeterliyken 40 metreden pas atıldığını ne kadar sıklıkla görüyorsunuz? Ya da çevrenizde 7 kişi varken ve yedisinin çevresinden atılacak basit, uzun bir pas çözüm olacakken topun dar alana sıkıştırılmasını? En basit görünen çözüm aslında en zor olanıdır."

İsveç-Hollanda maçından sonra Milli Takım antrenörü Knobel sizin Hollanda'nın Batı Almanya'daki futbolunu tanımlamanızdan oldukça etkilendiğini söylemişti. Beş dakika içerisinde çoğu oyuncunun uzun konuşmalarda açıklamadıkları şeyleri ona rahatça anlatmışsınız, hatta Ajax döneminde nasıl oyandığınız bile.


"Taktiklerle iligli fazla konuşmuyorum çünkü bunlar benim mesleki sırlarım ve bence herkes sahada tüm farklı pozisyonlarda oynayabilmeli. Ben yalnızca bunu söylemiyorum. Be temeli gerçek bilgiden almalı. Bir forvet olarak gerekli bir durumda sol bekte oynamam istenirse, bir sol bekin tüm yapabildiklerini yapabilmeliyim. Şu soruların yanıtlarını bilebilmeliyim: Mevkimi mi korumalıyım, insanların açıklarını mı kapatmalıyım, birilerini geçmeye çalışarak sorumluluk mu almalıyım ya da topu tribüne mi vurmalıyım?  Ve hücumda Ruud Krol oynuyorsa, benim belirli görevlerimi bilmesi gerekir. Topu kovalayacak mı ya da biraz geri gelse mi? İşte bu yüzden herkesin taktikle ilgili konuşmalarınız dinlemesi gerekir. Rinus Michels sağ bek ile ilgili konuşurken sol bekin uykuya dalmaya hakkı yoktur."

Skibbe'nin Zirveye Tırmanışı
























6 hafta geride kaldığında sadece 6 puan ile 13. sıradayken, sonrasındaki 5 haftada müthiş bir çıkışla 4 galibiyet, 1 beraberlikle alınan 13 puan sonrasında 19 puana yükseldiler, 11. haftayı da muhtemelen 4. sırada bitirecekler. Gekas'ı da gol krallığının zirvesine yerleştirdiler bu arada. Dünki kurbanları ise Wolfsburg'du, 3 golle yolladılar evlerine.

31 Ekim 2010

Galatasaray 2:1 Antalyaspor















Uğur Meleke'nin yazısını okuyarak başladım güne, hata etmişim.  Şaşırdım, temelsiz bir maçı yazısı ile doldurmuş köşesini bakın ne diyor Sayın Meleke: "Galatasaray, kendi evinde Antalya karşısına da Fenerbahçe’yle oynayacakmış gibi çıktı. Eğer bir duran top organizasyonuyla Servet’in sayısı gelmeseydi, maç üç gün üç gece golsüz gitmeye müsaitti. Sarı-kırmızılılar aynen Kadıköy’deki gibi önce savunmayı düşünüyorlardı, rakip duran toplarda kendi ceza alanı dışında Antalya 4, Galatasaray’sa sadece 1 kişi bırakıyordu. Dün oynayan 14 Galatasaraylı içinde sahaya kafasında gol atma düşüncesiyle çıkan adam sayısı iki buçuğu geçmez (Pino, Misimoviç + yarım Emre)..."

Bir takım hakkında böye bir değerlendirme yapıyorsanız sadece sonuç üzerinden değil, sebeplerden de dem vurarak ilerlemelisiniz. Fenerbahçe maçındaki oyun anlayışı ile aynı olduğu konusuna da katılmıyorum da bu takımın hücum oynamaya ne kadar yatkın ya da hücumda yaratıcı işler yapmaya ne kadar yatkın olduğunu irdelemeli Uğur Meleke. Ayhan,Baros-Arda-Elano gibi ilk 3'ünü ilk 11'e gözünüz kapalı koyacağınız (Belki Elano dışarıda kalabilir) hücum gücü yüksek olan 3 oyuncunuzdan yoksunsanız ve orta sahada Barış, Mustafa Sarp, Cana gibi isimler ile oynuyorsanız takımın hücum gücünün çıkabileceği maksimum seviyenin ne olduğunu düşünmek gerekir ki Galatasaray dün maçın belirli anlarında rakip üzerinde baskı kurmayı ard arda net pozisyonlara girmdiğini söylemek için maçı izlemek bile yeterli. Hagi mantıklı olarak her maçı kendi içinde bir final olarak değerlendiriyor ve eldeki malzemeye uygun işler yapmaya çalışıyo bu açıdan sahadakileri okumak lazım ve sahada oynanan futbolu. Meleke'nin yaptığı gibi Mourinho'nun otobüsüne benzetmek garipliğine düşmemek lazım.

Neyse, Rijkaard sonrası daha olgun cümleler kurabilmek adına 2 maç geride kaldı peki değişenler neler geleceğe dair neler okunuyor tablodan?

1) Şunu ne başta belirtmek lazım, Rijkaard'ın da Hagi'nin de en temel sorunu bireysel kalite. Kadroda bir kaç oyuncu dışında ciddi bir kalite zaafı var, bu limitle müthiş işler yapmasını beklemiyorum Hagi'nin. Dün akşam çıkan kadronun da yapabileceği belki biraz daha becerikli olmak olurdu gol noktalarında ya da Antalya'nın baskısını biraz olsun az hissetmek ama topu topu o kadar olurdu yapılacaklar.

2) Hagi sonrası Rijkaard'dan farklı olarak takım olarak topu gerisine geçilmeye çalışıldığını görüyoruz. Özellikle 2. yarıda ve maçın büyük çoğunluğunda en az 8 kişiyi topun gerisinde gördük. Gayet olumlu ama buna rağmen rakibin araya sızmaları dikkat çekici ki bunlar ile gelen 2-3 net pozisyon da var.

3) Rijkaard'ın 3 temel dayanağı vardı. Önde baskı yapma, oyuncuların birbirine yakın durması ve pozisyon almaları, oyun mesafesini daraltma. Hagi de geçen hafta GSTV'de ki programda takım oyuncularının yakınbirbilerine yakın oynamaları ve arkadaşına pas pozisyonu yaratmaları gerektiğinden bahsetti. Fenerbahçe maçında oyuncular arasındaki yakınlık ve pozisyon alma anlamında geçen 1.5 senenin en iyisini seyrettik. Dün akşam da bunlara dikkat ettim özellikle. Zaman zaman uygulansa da Rijkaard dönemi ile aynı belki çok az üstündeydi, takımın savunması eskiye göre biraz daha geride yani önde baskı yapıp alan daraltmadan ziyade defans çok öne çıkmadan öndeki oyucular arka taraf ile mesafeyi daraltıyorlar. İki teknik adam arasındaki mantalite farklılıklarından biri bu. Eldeki malzemenin belki de bunu uygulanabilir kılması da mevcut şartları oluşturmuş olabilir.

4) Saha içi diziliş ilk yarıda 4-5-1 çok az da 4-3-3- karışımı gibiydi. Misimovic alışılmışın dışında sol çizgide oynamaya devam etti taa ki Emre oyuna girene kadar. Emre ile saha içi diziliş 4-2-3-1'e döndü ki Hagi'nin bu hamlesi hem hücumcu bir oyuncu alarak takıma mesaj vermesi hem de 2. yarının başından itibaren üstünüze gelen Antalyaspor'un baskısını kırma anlamında olumlu ve değerliydi. Emre sonrası Misimovic'in merkeze geçişi ve burada son 30 dakikada sergilediği futbolun altını da çizmek gerekir. Pino-Emre-Misi 3'lüsüne Sabri ve Mustafa'nın verdiği destek ile bulunan pozisyonların gole dönüşmemesi üsütnde duurlması gerekn oktalardan biri üstelik sonrasında rakip maçı beraberliğe getirecek pozisyonları da bulma fırsatını yakalamışken.

5) 2-0'lık bir skor belki bir çok takım için rahatlık unsuru olabilir ama başta Galatasraay taraftarı olmak üzere geçmişte yaşadığı acı tecrübelerle sabitlenen sürecin sonucunda Galatasaraylı futbolcular üzerinde de psikolojik bir baskı oluşturduğu kanısındayım. Geriye çekilme, rakibin baskısını hissetme, yürekleri ağza getiren anlar geçmiş ile ortak noktalar ama en temel fark daha dikkatli olma konusunda sahip olunan yüksek motivasyon ve mücadele gücünün fazlalığı. Bu pozitif etmenler ne kadar devam eder bilemiyorum ama bu baskı süresinin azaltılması gerektiği bir gerçek.

6) Galatasaray Pino'nun hücum gücü ile beraber oyunun sıkıştığı noktalarda artık Baros'un yanına hemn arkasına sürecek türden bir oyuncu kazandı Hagi ile birlikte. Baros-Pino ortaklığı bazı maçlarda daha net olarak çıkacaktır ortaya.

7) Takımın savunma direncine müthiş katkı yapan Cana'nın 2 haftadır dışarı alınışına bir anlam veremiyorum. Mustafa Sarp'ın da Barış'ın da çok daha ötesinde olduğu açık üstelik hücum yapamama anlamında onlardan fazlası yok. Oyuncu değişikliğindeki bu hamle biraz düşündürücü. Mustafa Sarp, Hagi'nin de prensi olursa futbol bilgimi gözden geçireceğim artık...

8) Sabri'yi bir açık oyuncusu olarak değerlendirmeye ve enerjisinden orta sahada faydalanmaya çalışmak takım direncine katkı sağlamayı amaçlamak güzel hamle ama arka tarafta özelikle Ali Turan oynayacak ise çok da mantıklı durmuyor bu hamle. "Kayserispor ile papaz olunmasına sebep olunan oyuncu bu mu ?" diye sormadan alamıyorum kendimi. Serkan Kurtuluş'da da geleceğe dair yüksek potansiyel görmediğim için sağ bek problem olarak duruyor bir köşede.

9) Galatasaray'a lınmasının manasız bir hamle olacağını düşünmüştüm hala da aynı kanıdayım ama sezon başındaki Fenerbahçe hazırlık maçında Serdar Özkan'ın sol tarafta segilediği müthiş performans, Arda'nın yokluğu, Misimovic'in merkezdeki etkili futbolu bir araya gelince  Sedar'ın sol tarafta denenmesi gerektiğini düşünüyorum.

10) Aykut'un tribünde oluşu sakatlık ya da ceza ile ilgili değilse (araştırdım ama bulamadım) cesur bir hamle olu,muş. Ufuk'da ısrar edilmesi güzel, ışık var ama gereksiz işlerden kaçınması lazım. Konsantre olsa o pozisyon gol olmazd zeki olmalı futbolcu her şeyden önce. En büyük sermayesi eli olan adam bunu ofsaytı belirtmek için kullanmamalı, tabiki bu sermayenin yanına aklı da eklemeli.
Dün akşamın artıları da eksileri de var, en önemlisi umut var fakat malzemenin yapmaya imkan verecekleri de kısıtlı olduğundan şok kaybedilen puanlar da yaşanabilir. Burada benim dikkatim teknik ekibin uygulamaları, sahada sunmaya çalışacakları olacak. Alınan puanlar elbette değerli ama gelecek adına belki de daha önemlisi 2. goldeki samimi kutlamının sahipleri Hagi-Tugay Kerimoğlu 2'lisinin çizecekleri tabloyu merak ediyorum.

Haftaya Trabzonspor deplasmanı gerçek bir final aslında. Zorlu deplasmandan alınacak 3 puan ivmelenmeyi hiç beklenemdik şekilde arttırabilir. Sabırsızlıkla bekliyorum.

Antalyaspor ligin başında Fenebahçe maçında düşmeye aday takımlar arasında gösterilmişti otoriteler (!) tarafından. 6 haftada Beşiktaş deplasmanında son dakika golüyle alınan mağlubiyet sonrası 3'de 3 ile geldiler Sami Yen'e. Ne yapmaya çalıştıklarını bilen, Tita ve Necati'nin liderliğini yaptığı Sedat'ın şçok değerli katkıalr yaptığı oyunu hızlı oynamay çalışan ve rakip kaleye dikine kısa sürede ulaşma çabaları dün akşamın güzellikler arasındaydı. Mehmet Özdilek en başta da Antalyaspor hem teknik kadro hem de takım iskelet kadrosundaki istikrarın meyvelerini topluyor.

25 Ekim 2010

Hagi'nin Realizm'i

Yenilsen de Yensen de Programı'nda da üstüne basa basa söylediğim ve bu maça biraz da olsa umutlu bakmamı sağlayan unsur olarak belirtmiştim Hagi'nin Realizm'ini. Rijkaard'ın romantizmi ile çıkılsa bu maça en az 2 farka garanti gözü ile bakıyordum ama Hagi'nin olaylara daha mantılı yaklaşımı ile bu tehlike ile karşı karşıya kalınmayacağını düşünüyordum.

Bu maç özelinde skor değildi benim için önemli olan, karakterli bir futbol duruşu yeter de artardı bile, çok daha fazlasını görük bu akşam.

Sahaya çıkan 11 tam anlamıyla kusursuz. Pino'nun en uçta kullanılması isabetli hamle ki; güçlü yapısı, patlama özelliği ile fazlasıyla zorladı Fenerbahçe defansı ve kalesini. Rakibin en tehlikeli yanı olan kanatları kapatmak için alınan  tedbirler gayet mantıklı. Elano sağ çizgide geldiğinden beri en faydalı oyununu ortaya koydu. Mustafa'da hem orta alan hem de sağ tarafı kapatmak için görevlendirilmişti. Sabri ile beraber Caner-Stoch birlikteliliğini sonlandırdılar, bu sayede Caner neredeyse hiç hücuma çıkamadı. Misimovic'i forvet arkasında değil sol tarafta Balta'nın önünde kullandı ve sağ tarafta Mustafa'nın yaptığını sol tarafta Ayhan yaptı,  sık sık bu bölgeye yardıma geldi.

Bu tedbirler ile kanatlar kapatıldı ve Fenerbahçe'nin en etkili bölgelerine gereken tedbir alınmıştı.

Fenerbahçe için merkezi kullanma obsiyonu elbette vardı ama Pino-Misimovic-Ayhan-Elano dörtlüsünün önde baskısı; Cana-Ayhan ve Sarp'ın şu ana kadar görülenden farklı olarak sert futbolu topu merkeze rahatça taşımalarının önüne geçen asıl faktörlerdi. Başta Cana bu sertliği sağlayanların başındaydı.

Savunmaya gelince, Niang'ın gezginliği, dolaşımına karşı Neill'ın önde basışı ve topu rahatça aldırmayışı da teknik akibin önemli kararlarındandı. Niang'ın top ile birlikte üstünüze gelmesinden ziyade topla buluşmasını engellemek en garanti çözümdü.

Galatasaray'ın topu şişirmeden, yerden oynamaya çalışması, defansta baskıya rağmen top kaptırmadan yapılan çıkışlar gelecek için umut verici.

Bu sahaya çıkarken yapılan plan, peki oyuna yapılan müdahaleler?

Fizik güçlerdeki tükenme etkilemiştir mutlaka dışarıya alınan isimleri belirlemede "ama derbinin önemini bilen yerli oyuncuların motivasyonundan yararlanma düşüncesi var mıydı?" diye düşünüyorum. Bir teknik adamın oyuna yaptığı müdahaleler ve bunları yaparken segilemiş olduğu zenginlik eldeki potansiyeli anlama noktasında oldukça önemli.

2. yarıda Fenerbahçe'nin yüklenmeye başladığı dakikalarda Barış-Misimoviç değişkiğini yadırgsam da orta shadaki direnci arttırmada başarılı olduğunu söylemek mümkün. Yine aynı şekilde Cana-Serkan değişikliği ile Sabri'nin sağa Elano'nun ortaya geçişi de bir düşünce zenginliğinin göstergesi Bu değişikliğin Stoch karşısında Serkan'ın çevikliğinin yeterli olamama durumundan dolayı risk taşıdığı ortadaydı ki net pozisyonlardan biri Serkan'ın yanından basıp giden Stoch ile geldi. Serkan'ın oyuna alınışı yine aynı şekilde Elano-Emre değişikliklerinde genç oyuncuları daha iyi tanıması itibariyle Tugay Kerimoğlu imzasını görüyorum. Hagi 5 yıl önce Ayhan'ı sol tarafta kullanıyordu, Misimovic kenara gelince uzun zaman sonra sol tarafta görmek de ilginçti Kaptan'ı. Esk dinamizmi olmadığı içn kanatda oynaması pek kolay değil, ama iyi idare etti.


Galatasaray bir derbi için iyi bir plan ile sahadaydı, yapılan değişiklikler riskler barındırsa da istenilenin alınmasına hizmet etti. Bu açıdan teknik ekibi ve futbolcuları tebrik etmek lazım.

Bu maç gelecek adına umut vericidir ama ölçü değildir. Çünkü Galatasaray'ın sorunu kazanması gereken anlarda istenilen refleksi gösterememindeydi zaten. O maçların seyrine ve nelerin değişebileceğine bakmak lazım, zira kadroda o noktada sıkıntı hala mevcut.

Aykut Kocaman kendisini zor bir derbinin beklediğini biliyordu mutlaka, Çükü karşı tarafta ne oynayacağını bilemediğini bir rakip var, sahaya yansıyacak planı kestirmek mümkün değil bu anlamda. Bu açıdan bir mazeret var ama sonrasında herhangi bir tedbir alamamak ilginç.

Son 10 yıl hatta 20 yıla bakıldığında ilk yarıda gol atamadığı maçların sayısının 3'e ulaşamayacağı kesindir, fakat bu akşam ilk yarıda kaleyi bulan şutu olmayan bir Fenerbahçe vardı sahada. Rakip sizi şaşırtabilir, baştaki hesapları tersine döndürebilir ama bunu etkisiz hale getirmek için olumlu hamleler beklenir, Fenebahçe bu anlamda kayıtsız kaldı. 45-60 arasında sonuca gidemeyen ama etkili, 60-75 arası da topa sahip ama etkisini kaybetmiş bir takım görüntüsündeydi Aykut Hoca'nın öğrencileri.

Bu beraberlik üst sıralarda yer alanlara yaradı, özellikle Bursaspor ve Trabzonspor'a. Lig uzun maraon, şimdiden aradaki farkların kapanmasının zor olduğunu söyleyenler var, klasikleri bir tarafa bırakamak lazım. Çıkp maçlarını alacaksınız, diğerlerini kendi hallerine bırakacaksınız. 10 hafta sonra görün bakalım neler oluyor. O nedenle konuşmak için erken. Yalnız Bursaspor'un bu ligin dinamiklerine çok uygun yapıda ilerlediğinin altını çizmeden geçmeyelim.

Galatasaray morallendi, hem taraftar hem saha içindekiler ile birlikte ama soru işaretleri kalkmadı,zamanı var daha. Hagi-Tugay ikilisinin gelişi için kaynağı olmayan bir umut var içimde demiştim, ufak kırıntılar var umut kaynağı olarak, biraz daha ilerlesin zaman umut frekansının gücünden dem vururuz.

Maçın hakemi için eleştiriler gelecektir ama yıllardır bir tarafı doğrayan hakemlerden sonra Bülent Yıldırım için acımasız cümleler kurmak fazlaca insafsızca olacak. Başarılıydı, pozisyonlara yakındı ve baskı altında kalmadan yönetmeye çalıştı, ne hakemler gördü Kadıköy'de bu gözler el insaf diyorum. 2 yıl önce Hüseyin Göçek'in yönetimini inceleyin yeter de artar bile!

Son not, Hagi futbolcu kimliğinden daha bir sıyrılıp teknik adam sakinliğine bürünmüş, bu da güzel...

24 Ekim 2010

10-0 !





















Yazının başlığındaki sonuç, Eredivisie'de 14 şampiyonluğu(sonuncusu 1999'da), sonuncusu 2002'de olmak üzere 2 UEFA Kupası Zaferi bulunan Feyenord'un sahadan mağlubiyetle ayrıldığı  PSV Eindhoven maçının skoru. 1999 sonrası 2006-2007 sezonuna kadar 1. kere 4. lük ile biten sezonları istisnasız ilk 3 içerisinde bitiren kulübün bu sezon küme düşme hattındaki performansına dair tehlike çanları son 5 sezonda çalmaya başlamıştı aslında. Sürekli ilk 5 dışında kalınan yıllar ve son olarak Marvijk'in Hollanda Milli Takımı'na gidişi sonrası geçen sezon 9. lukla biten 2009-2010 sezonu. Bu yıl ise 18 takımlı ligde 16. sırada kırmızı bölgenin içerisindeler.

Kulüp tarihine kara leke olarak geçecek bu sonuç muhtemelen. PSV'nin de hiç acıması yokmuş be kardeşim, 102'lik yıllık tarihe sahip rakibe saygı duyulur önce. Elbette 10 gol attığı için eleştirecek değiliz PSV'lileri, fırsatı verirsen karşı tarafta da tarih sayafalarında yer alma şansını kaçırmayacaklar mutlaka bulunacaktır.

UEFA Kupası kazanan takımların sonraki yıllardak peformanslarını mercek altına alacak bir yazı  yazacağım zira 8 yıl sonraında gelinen tablo ortada. Galatasaray'ın da beklenen çizgiden uzak oluşu bu soruyu getiriyor akıllara.

Cümleten Feyenord Camiası'na geçmiş olsun...

Trabzonspor 3:1 Gençlebirliği
















Trabzonspor öyle ya da böyle 7 golle kapatmışken haftayı ki en son ne zaman yaptığına dair araştırma yaptım bulamadım, tribünlerde boşluklar görmek, o çoşkuyu hissedememek hayal kırıklığı. Maç 1-0 Gençlerbirliği üstünlüğü ile bitse neler yaşanacağı da ciddi soru işareti.

Tribün tarafı hayal kırıklığı, sahaya gelince ortada 2 perdelik bir oyun var birbirinden çok farklı duran. İlk yarıda rakibine boş alan vermeyen, önde basan dirençli bir Gençlerbirliği ve rakibin baskısına karşılık veremeyen, orta sahadaki yaratıcı oyuncu varlığına rağmen rakip kaleye inmekte zorluk yaşayan bir Trabzospor vardı. Bu görüntü hemen akıllara Manisaspor maçını getirdi doğal olarak ama o maçta da ilk yarıda maçı çözecek pozisyonlar ama bunlardan çıkan tek gol vardı Bordo-Mavililer adına.

Peki neden bir takım dünden bugüne bu değişimi gösterir? Futbol çok boyutlu bir oyun olduğu için tek sebebe bağlamak mümkün değil ama rakibin oyun anlayışına yukarıda değindik. Rakip önemli ama sizin neler yapacağınız da önemli. Bir takım oyunundan bahsetsek de bireysel performansların önemi de ortada. Alanzinho, Colman, Burak, Ceyhun hatta Serkan'ın toplu etkisizliği dikkat çekiciydi. Umut'un topla buluşamayaşının temel nedeni de bu. Burada ilerleyen haftalarda oyunun bu kadar büyük bir diliminde sergilenecek verimsizliğin önemli kayıplara neden olacağını belirtmek lazım. Eğer zirveye oynuyorsanız maçın bu kadar uzun bir periyodunu verimsiz hatta kötü oynamanız kabullenilir gibi değil.

Gençlerbirliği'nin golü hem kendi anlaşyılarının bir ödülü hem de Trabzon'a kesilen bir ceza niteliğindeydi. Galatasaray'da 2007-2008'deki şampiyonlukta kritik Trabzonspor deplasmanında 1-0'lık galibiyetin altına imzasını atan ve 1.5 sezon kesintisiz sakatlık yaşayan Serkan'ın dün akşam o güzel golle gündeme gelmesi bir futbolsever olarak mutlu etti beni, futbolu bırakma noktasına gelen bir oyuncunun gözlerindeki mutluluğu görmek güzel.

2. yarıda ilk yarının üstüne hiç yaşanmamış gibi başlayan Trabzonspor ardı ardına pozisyonlar gelebilecek gol ya da gollerin habercisiydi. İlk yarının kötülerinden Ceyhun'un yerine giren Engin'in sol kanadı etkili kullanışı, ayağında top tutma becerisi ile Cale'nin de hücumlara katılmasına katkıda bulunması, Burak'ın dinamizmi ve herşeyden öte Serkan'ın müthiş temposu maçın kaderini çizen başlıklardı. Golün Alanzinho-Jana değişikliğinin bir kaç saniye sonrasında gerçekleşmesi mesaj niteliğindeydi adeta (elbette bu durum bir rastlantıydı ama ilginç olduğu ortada). Baskı, ardından gelen gol sonrası morallenen orta saha Selçuk-Jaja-Engin gibi ayağına top yakışan isimlerin kontrol edişleri oyunu tamamiyle tek kaleye çevirdi.

Burada Serkan'a ayrı bir parantez açmak lazım. İlk goldeki asist çok iyi ama 3. goldeki 30 metrelik orta biraz rakibin pozisyonunun kötü olmasının payı da olsa tam bir asisttir, ayakta alkışlanmalıdır. Dün 3 puan yazılmışsa haneye baş aktör elbette Sekan'dır. Geçen sezon 30 maçta 3 asist yaparken, bu sezon 9 maçta 5 asistlik performansa ulaşması bile çok değerli. Yanına da galibiyet için savaşan oyuncuların başında gelen Burak'ı yazarım ben, Hiddink'in tribünde oluşu ilk yarıda tedirginlik yapsa da 2. yarıda doping etkisi yapmışa benziyor.

Jaja, yavaş yavaş ısınıyor takıma ve izlemesi büyük keyif. Basit oynamayı ayaüında top tutmayı da biliyor, fizik gücü iyi, Trabzospor'un başarılı hamlelerinden biri olacak.

Bu sezon duran top organizasyonu ile  (Yattara'nın Sivaspsor'a attığı firikiki saymıyorum) 5 gole imza attı Şenol Güneş'in takımı. Bu da % 21 civarı yapıyor ki önemli bir oran.

Trabzonspor bu orta saha zenginliği ile he maçta rakip üzerinde belirli bir dönem baskı kurmayı başaracaktır, ama mesele yukarıda yazdığımız gibi oyun içerisindeki etkisizliği, bilinçsizliği minimum sürelere indirebilmekte.

Gençlerbirliği antrenör değişikliği sonrası ne kadar değişecek, ne kadar farklılaşacak hep beraber göreceğiz. İlhan Cavcav'da düzene uygu artık her sezon teknik adam değiştirme modası içerisinde, son 4 sezonda 4. teknik adam ile çalışacaklar Thomas Doll sonrası, kadroları küme düşme potasının üstünde yer alacak potansiyel de ama istikrarsızlığın getireceği sonuçları kestirmek kolay değil.