30 Kasım 2010

Barcelona 5:0 Real Madrid // Başkent'in Izdırabı



















İşi geyiğe sarmasalar öne çıkan defansın arasında ileri sarkmayı bekleyen oyuncuları kaçırmak isteseler 8 bile olurdu, olsa da tadından yenmezdi ama fırsat kaçtı. Mourinho ve Madrid'in fiyakasını saha dışındaki demeçlerle değil, saha içindeki futbol ile silmeyi tercih edince Katalanlar bize de işin tadını çıkarmak düştü. Maç için ne yazılabilir ki, "R. Madrid'in suçu ne?" başlığı iyi gider.

Mourinho maç sonrası basın toplantısında olabildiğince rahat görünmeye çalışıyordu, saha içerisinde değil ama saha dışında farkını ortaya koydu yine. Normal bir sonuç havası vermeye çalıştı, belki de yapılması gereken buydu.

Guardiola, Barcelona tarihine ismini altın harflerle yazdıracak. 2 yılda koskoca tarihe sığacak işlere imza atmaya devam ediyor.

28 Kasım 2010

Manuel Fernandes Beşiktaş'a Doğru...


















Bu sene hangi maç olduğunu hatırlamıyorum ama La Liga'da bir Valencia karşılaşmasında dikkatimi çekmişti 2 yönlü oyunu ile. "Bu adam da kimmiş dedim" ve adını aklımın bir köşesine yazdım. 1 maçlık performansa göre karar vermek mantıklı olmasa da eğer gerçirmiş olduğu sakatlığın etkileri devam etmiyor ise , sezgilerime güveniyorum ve orta saha için gayet iyi takviye olduğunu düşünüyorum.

Gerçekleşir ise hayırlı olsun...

24 Kasım 2010

Nihayet!

Bu akşam için söylenecek çok şey yok yapılan yanlışlardan başka. Dakika 70 ve skor 5-1. Bursaspor için bir anlamda tarihi maç, CL'deki ilk gol sonunda atıldı ve bu da en çok yakışacak isme Batalla'ya nasip oldu. Ertuğrul Sağlam muhtemeln kulübe de 2. bir Livepool faciası yaşamamak için dua etmekle meşgul ama gelinden nokta tamamen kendi eseri.

Geçen sezon şampiyonluğa giden yolda Bursaspor'u gollerinin dağılımına bakalım:

Forvet Oyuncuları: 11 gol (%20)
Kanat Oyuncuları: 14 gol (%25.4)
Merkez Orta saha:15 gol (%27.3)
Defans Oyuncuları:15 gol (%27.3)

Dengeli bir dağılım var, gayet olumlu bir tablo. Şimdi bu dağılımda merkez orta sahanın gol yüzdesinin yükseliği dikkati çekiyor (defans da elbette) değil mi? Bu 15 golün 8'i tek bir oyuncuya ait, tahmin edin bakalım kim? Batalla.

Bu sezon 13 ligin maçının 8'inde, 5 Şampiyonlar Ligi maçının ise yalnız 1'inde kullanmışsınız bu adamı.Yerine koyduğunuz isim ise Insua ve bu sezon yanılmıyorsam golü yok. Vazgeçtiğiniz ve yerine koyduğunuz adamı iyi belirlemeniz şart, bu işin şakası yok.

Daha sezon başında Bursaspor için transfer edilen oyuncuların takımı bulunduğu seviyenin üstüne çıkarmalarının zor gözüktüğünü belirtmiştim. Insua dışında ilk 11'e direk adım atan tek isim Wederson. Nunez, Steinert gibi takımın orta saha ve ileri uçtaki hücum yükünü çekmesi gereken iki oyuncunun hali ortada. Hüseyin, Bekir Ozan Has elde varken Svenson'un alınmasının manasızlığını tartışmıyorum bile.

Şampiyonlar Ligi kurtlar sofrası, hafife almaya gelmez. Takımın kurgusunu bozacaksınız mantıklı nedenleriniz olacak, daha kaliteli isimler ya da eldeki daha faydalı oyuncuların sakatlığı gibi ama atılan adımlar takıma katkı yapmaktan uzak.

Elbette bu bir tecrübe, oyuncuların yeterince tecrübeli olmadıkları aşikar am Ertuğrul Sağlam'ın Beşiktaş macerasından sonra yoğurdu üfleyerek yemesi gerekmez miyid? Diatta, Seric, Higuain gibi başarısız transfer hamlelerinin üstüne Ergiç ve Batalla ile set çekmeye başlamışken bu dejavu olayının anlamı ne ki?

Türk Futboludaki manzara şudur: Türk Futbolcularının oyun zekası ve mantalite olarak çağdaş futbolun epey gerisinde olduklar ortada. İşi kotarmanın tek yolu, alacağınız her yabancıdan maksimum verim elde etmek.Bursaspor'da bugüne kadar gördüklerimiz hayal kırıklığındna öte değil.

Örneğin Sercan. Simon Cuper, Futbolun Şifreleri'nde Lyon mucizesini anlatırken oyuncu satma konusundaki maharetlerinden dem vuruyor kulübün. "Değerinin üstüne çıkan her oyuncu satılır" anlayışını gayet başarı ile uyguladıklarını görüyoruz. Abidal, Essien, Malouda bunlardan yalnızca 3'ü. Burada önemli olan oyuncunun değerini belirleyebilmek. Cruyff, "Bir oyuncuyu değerlendirirken şu an yapabildiklerini değil sahip olduğu potansiyel göz önüne alınarak yapabilecekleri göz önüne alınmalı" diyor. Geçen sezon 6-8 milyon Euro civarına 3 büyüklerden birine kaptırmak varken sadece hızlı oluşuna aldanıp bu adam daha da hızlanır diye mi düşünp elde tuttular acaba? Sercan hızlı ama hızıyla zekası ters orantılı ve muhtemelen de işi gerçekten bilen bir adamın eline düşmedikçe bir üst seviyeye çıkamayacak oyuncu kıvamında şu an. Oysa sağlıklı bir değerlendirme yapılsa belki farklı bir alternatif  ile doldurulmuş olacaktı yeri ve İstanbul kulüplerinden birine gönül vermiş milyonlar saç baş yolmakla meşgullerdi sizin yerinize.

Maç yine kaybedilebilirdi ama takımdaki güvensizlik ve son vuruşlardaki beceriksizlik yüzünden oyun direnci arttırılamadı. İlk golü bulma şansı da kapıya kadar gelmişti oysa. Hemn ardından gelen  2 gol kilidi tamamen açtı.

Ders almak lazım yaşanılanlardan, sakin bir şekilde hataları gözden geçirmek gerek. Ancak bu şekilde Bursaspor başarıyı istikrara dönüştürebilir, 1 sezonluk zaferleri tarih sayfalarının satır aralarında çokça görebilirsiniz. Gidin Nottingham Forest ya da Queens Park Rangers tarihini araştırın, çok da uzağa gitmeden Sivasspor'a da göz atın şu an bulundukları konumu da gözden kaçırmayın, çok şey anlatır size.

Ne diyelim geçmiş ola, ama hakkaten geçmiş ola. Hem Bursaspor hem Türk Futbolu için aydınlık günlere...

23 Kasım 2010

Fenerbahçe-Buca maçına dair...

5 gollü galibiyet genelde mutlu eder kazananı ama arkada yenilen 2 gol ve çok net 3 pozisyon verilmişse keyiflerin biraz da olsa kaçması da gayet normal. Buna rağmen ilk üçün toplamda 4 puan kaybettiği haftada zirveye uzaklığı 2 puan daha azaltıp 6'ya düşürmek çok daha değerli. Dün akşamki maç özelinde öne çıkanlara göz atacak olursak...

1) Yenilen 2 golün en büyük sebebi oyunun merkezinin Fenerbahçe kalesine fazlasıyla yakın oluşu. Defansın göbeği çok fazla ileri çıkmayıp, ileri uç ile mesafeyi azaltmayınca oyunu rakip alan yıkamadı Fenerbahçe. Zaman zaman kurulan saman alevi kıvamındaki baskılar dışında dönen topları toplayacak şekilde alan daraltılamadı. Geniş alan hatlar arasında kopukluğa neden oldu. Bu kopukluk belki Buca maçında can yakmadı ama İBB maçı öncesi önemli bir uyarı.

2) Alan daraltılamadı dedik ek olarak Buca orta sahada sertlik görmedi Fenerbahçe'den. Baroni ve Gökay yumuşak kaldılar. Gökay basit ve akıllı oyunuyla dikkati çekti ama fizik olarak o sertliği sağlayacak düzeyde değil. Emre Belezoğlu ne zaman dönecek bilmiyorum ama çok acil ihtiyaç duyulduğu ortada. Baroni için bir şey söylemiyorum, mudaillerinden Galatasaray'da da yığınla olduğundan varlığının pek bir anlamı olmamalı böylesine üst düzeyi hedefleyen takımlar için.

3) Aykut Kocaman'ın oyuna müdahele etmesi için golü yemeyi beklemesi düşündürücü. Takımın verdiği pozisyonlar, oyunun düşen ivmesi sinyali vermişti ama neredeyse 70. dakikaya kadar beklendi. Genel anlamda bir oyunu okuma, gidişata müdahale sorunu var, üstesinden gelinmesi şart ama nasıl?

4) Çok değerli bir oyuncu topluluğu var Fenerbahçe'nin elinde. Eksikler yok mu, elbette var. Orta sahanın göbeğinde Emresizlik sendromu baş ağrıtıcı fakat devre arasında buraya iyi bir müdahele sezonun geri kalanı için umut pompalanmasını sağlayabilir pekala. Bu yönde çalışmalar olduğunu da biliyoruz zaten. Dün atılan gollerdeki çeşitlilik, farklı kombinasyonlar özellikle hücumdaki zenginliğin yansıması, bunlar altı çizilmesi gereken noktalar.

5) Zorlu maçlar için kırılgan bir yapısı olduğunu da es geçmemek gerek bu kadronun. Yine de 1-2 rötuş ki özellikle orta saha göbeğine, bu eksikliği önemli ölçüde azaltacaktır.

6) İBB maçı çok zorlu geçecek. Bloklar arasındaki bu kopukluğu çok iyi değerlendirecek ve bunu uygulayabilecek bir teknik adam & oyuncu topluluğu olacak karşı tarafta. Kazanmak çok zor olacak ama 3 puan alınır ise ilk yarı sonunda puan tablosunda ilk 2 sıra garanti altına alınabilir.

21 Kasım 2010

Ahh Hagi!

Rijkaard'ın 1.5 senede çok az yaptırabildiklerini bu maçta yaptırmışsın. Bu kadronun yapabileceğinin maksimumuna yaklaştırmışsın. Eldeki kısırlığa rağmen gol pozisyonları üretmişsin, galibiyeti avuçlarının içerisinda anlık da olsa tutmuşsun ama kusura bakma oyuncu değişikliklerinde, oyuna müdahalelerinde resmen çuvallıyorsun ve bu hatalar yaptığın iyi işlerin de üstünü çizmeye yetiyor.

Sabri-Pino-Elano gibi rakip teknik adama seçme şansı verilse dışarı alacağı isimleri kulübeye çekip Emre-Aydın-Mehmet gibi tek başlarına takımı çevirmeleri imkansız olan oyuncuları sahaya sürmek tek kelimeyle hatadır. Elindeki malzeme ne kadar kötü olursa olsun teknik adamlığına not bunları nasıl kullandığına, oyuna nasıl müdahale ettiğine bakılarak verilir.

Fenerbahçe maçını geçiyorum ama Antalya ve Trabzonspor maçında defansif sertliği sağlayan Cana'yı dışarı almak, bu akşam oyunun kontrolü Galatasaray'da iken Sabri'nin çıkarılışı ile orta saha dinamizmine darbe vurmak, gole ihtiyaç varken Mehmet-Pino ikilisinin beraber düşmemek, Elano gibi kaçırdığı golden sonra hatasını telafi etmek için çırpınıp duran ve takımı merkezden elinden geldiğince ileri taşımayı düşünen bir oyuncuyu kenara almak...

Kızıyorum, futbol kahramanlarımızın bu şekilde tüketilişine izlemek hoşuma gitmiyor ama kendi düşen de ağlamaz!

10 Numara-Yıldız vb. Sizin Neyinize?
























Her verilen beyanatta koca kulübün şanlı tarihinden bahsedip, tarihe atıflarda bulunanlar 105 yıllık külübün bugününü mahvetmekle meşguller. Her kötü günde geçmişten örnekler vererek avuntu cümleleri kuranlar 6 yaşındaki bir çoçuğun o renklere gönül verirken yıllar öncesini pek de dikkate almadığının farkındalar mı acaba? 2000 yılında sarı-kırmızılı renklere gönül veren çocuk sayısının fazlalığı 95 yıllık mazi de mi gizliydi? Bugün başarılı değilsen hatta son 4 yıllık sürede bu takımı şu konumlara getirebilme becerisini gösteriyorsan çıkıp da tarihten falan da bahsetmeyeceksin. Zaten tarihten ders alsaydın farklı şeyler yazılıyor olurdu bu satırlarda.

Skibbe'nin gönderilişi sonrası Yiğit Şardan:" Skibbe Galatasaray'ın büyüklüğünü kavrayamadı" demişti. 2. başkan konumunda olan biri için ne kadar da talihsiz beyanatlar değil mi? Skibbe kim Allah aşkına? Allah'ın Alman'ı Galatasaray'a gelirken kulübün tarihini yalasa yutsa ne olacak? Siz burada adama ne şartlar sunmuşsunuz, kulübün vizyonunu nasıl yansıtmışsınız  önemli olan budur. Eğer 6. haftada yardımcılarını kovuyorsanız bir teknik adamın ve bu yolla istifa etmesini bekleyecek kadar şark kurnazlığı peşine düşmüşseniz siz karşınızdakinden kulübün büyüklüğünü anlamayı hangi hakla bekleyebilirsiniz ki? Bunu ona idrak ettirmeniz gerekecekken, aldığınız kararların ortaya koyduğu çelişkiye ne demeli?

Yukarıdaki örnek kulüp vizyonundaki küçülmenin basit bir yansıması. Daha vahimini 3-4 senedir yaşıyoruz zaten. Küçük bir kesitini de geçtiğimiz hafta içerisinde Misimovic'in kadro dışı kalışı ile yaşadık.























Bundan 2 ay önce Galatasaray taraftarları arasında bir anket yapsanız Lincoln'ün gönderilmesi konusunda müthiş bir çoğunlukla yönetim haklı bulunacaktı. Adam disiplinsizdi, takımda sevilmiyordu, sorunluydu değil mi? Uğraşılır mıydı böyle adamla, bileti verilip gönderilmeliydi? Lincoln'ün gittiği günü hatırlayın, bir tarafa not edin, 2 ay önce yapılsa anketten alınacak muhtemel sonucu da altına yazın.

Dönelim geçtiğimiz haftaya, aynı sahne ile sezon başında büyük umutlar ile alınan yeni 10 numara adayı uğurlandı Atatürk Havalimanı'ndan. Yaşanılanlar aynı olmasa da sürecin bitişi ne kadar da aynı değil mi?

Sebep ne olursa olsun, hem Lincoln hem Misimovic örnekleri Galatasaray'ın küçültülen, evet küçültülen diyorum çünkü karar alıcıların limiti bu kadar, vizyonunu ortaya koyuyor. Yeni bir oyuncu, onun hatta ailesinin her şeyiyle bu yeni ortama adaptasyon sorunu ve kulübün bu süreci yönetememesi yatıyor bu gidişlerin altında. Nereden getirirseniz getirin, milyonlarca Euro verdiğiniz bir oyuncunun sahadaki performansını şansa bırakamazsınız.

Futbol sadece antreman sahası, taktik, 90 + birkaç dakika ile ifade edilebilecek bir oyun değil. Mesele futbolu bir bütün olarak yönetebilmekte. Bu yönetim de sadece saha içini değil, saha dışındakileri de kontrol altına almayı gerektiriyor. Yani siz dünyanın parasını bayılıp getirdiğiniz adamın takım arkadaşlarına alışmasını, onlar tarafından kabullenilmesini, gerek kendisinin gerek ailesinin şehri, ülkeyi tanıyabilmesini, çocukların nerede okuyacağını ve daha bir çok detayı kontrol altına alamadıktan sonra yapmış olduğunuz yatırımın geri dönüşünün sağlıklı bir zemine oturtulmasını garanti altına almış olamıyorsunuz.


"Sen sahaya çık futbolunu al geriye kalanları biz hallederiz" mesajını ne kada doğru verebilirseniz oyuncunun saha içerisindeki performansını da o kadar sağlıklı sorgulayabilirseniz.

Meşhur Nottingham Forest mucizesinin (yerel bir takım iken alıp, hem Lig şampiyonu hem de 2 sene Avrupa Şampiyonu yapmayı başardılar) yaratıclarından Brian Clough ve Peter Taylor'ın başarılarının altında transferlerde yapılan doğru işler yatar. Zaman zaman kimsenin yanaşmadığı sorunlu futbolcuları çok ucuza  kadrolarına katarak onlardan maksimum verimi almayı başarabilmişlerdi. Sorun her ne ise (içki, kumar, kadınlar vs.) öncelikle kendileri çözmeye çalışıyorlar, başarılı olamadıkları zaman da psikologlar, doktorlar, danışmanlar hatta din adamlarından bile destek alıyorlardı. Sonuçta futbolcular da insandı ve herkes gibi zihinsel bağımlılık, memleket ya da aile özlemi gibi gayet makul duyguların esiri olabilirlerdi.
















Örneğin Meira, 4-5 farklı dil bilmesine rağmen takım içerisindeki arkadaşları ile iletişim kurmakta zorlanmıştır. İlişki kurmak için dil gerekmez, en önemli şey çabadır, kendini ifade etme çalışmak bile bir adımdır ama Meira gibi 6 yıl Almanya'da oynamış kaptanlık yapmış, 2 yıldır Rusya gibi adapte olması zor bir ligde oynayan adam dün Galatasaray'a adapte olamadı.

Futbol yönetimi doğru dürüst yapılamayan bir takımın bu tür arızalar göstermesinden normal bir şey olabilir mi?

Bu yönetememe becerisine çanak tutan Hagi'de kendi kuyusunu kazmaktadır. Bülent Korkmaz için de benzer şeyler yazmıştım: Lider elindeki değeri kullanmayı bilmeli, onu uzaklaştırmak yapılacak en kolay şey ve sonunda en fazla zararı da bu kararı veren sen görürsün.

Veee ne hikmetse 2 yıldır olan hep yabancı futbolculara oluyor, yerli futbolcuları da disiplinlerinden, takıma sağlamış oldukları uyumdan dolayı tebrik etmek gerekir. Bizi de böylesi bulur, kalite desen hak getire ama disiplin gırla!

Bu kafayla, bu yapılar bu takım adam olmaz arkadaş!!!

Haaa bu arada Lincoln anketini bugün yapsak acaba sonuç ne olurdu, merak ediyorum...

15 Kasım 2010

Pardon...















Kimi durumlar ile karşılaşırız hayatta, dünyamız kararır daha kötüsünün olamayacağını düşünürüz. O sorun bir bitse, her şey iyiye dönecektir oysa. Kaçımız böyle düşünmedik ki hayatta? Bu cümlelerle daha iyi günlerin hayalini kurmayan olmuş mudur şu oyun sahnesinin çok kısa bir diliminde bile?

Galatasaray taraftarının ortak duygularından birinin tarifidir aslında yukarıdaki ifadeler. 2006 senesinde zirveye çıkmış, Galatasray'ın kurtuluşunu O'nun gidişinde bulan ve başımıza kim gelirse gelsin daha kötü olamayacağımızı düşünen belki milyonlardan biriyim ben ve 2 yıldır gelmesininden endişe duyduğum ama artık iyce gün yüzüne çıkan sonuç ile yüzleşmekle meşgulüm:  Çoooook daha kötüsü varmış.

Özhan Canaydın Galatasaray tarihinin en başarısız başkanları arasında yerini almıştır ama bu sonuç tüm iyi niyetine rağmen gelmiştir. Yani başarı aynı zmanda onu gerçekleştirebilecek irade ve beceriyi de beraberinde ister. Başkan'ın da vasıfları bunu sorunları aşmasına imkan tanımadı ama iyi niyetinden bir an bile şüpheye düşmedim.

Bugün yani 15 Kasım 2010 itibariyle kendisinden kocaman bir özür diliyorum, beterin beteri varmış. Daha dibi görmemişiz bile. Adnan Polat'ın vizyondan yoksun yönetiminin Galatasaray'ı buralara düşürebileceğini bu kadar da ön görmemiştim ( Başarılı olmayacağına dair notunu buradaki yazılarda 2 yıldır vermiştim ama... bu kadarı hayaldi...). Şu an yine aynı düşüncedeyim aslında, daha kötüsü olamaz diyorum, yerine kim gelirse gelsin sırf Polat ve kanatları altına aldığı Sezgin'den kurtulmanın bile getireceği müthiş artılar olacaktır, ama acaba çok mu büyük konuşuyorum diye düşünmeden edemiyorum geçmişe bakınca...

14 Kasım 2010

Nefes // G.birliği 0:2 Beşiktaş

Tam anlamıyla hayat kadar değerli bir nefes aldırdı bu maç Beşiktaş'a. 2. yarısının oynanmasa da olacağı tek devrelik mücadelenin sonucu belirlediğ bir maç izledik. İlk yarıda Beşiktaş'ın üstün olduğu ilk 25 dakikalık dilim, devre bitimine kadar da Gençlerbirliği'nin domine ettiği diğer dilim olmak üzere 2'ye ayrılıyor.

İlk dilimdeki futbol Schuster'in yerleştirmeye çalıştırdığı mfutbol anlayışından kesitler sunuyor. Defansın orta sahaya yakın konumlandığı, beklerin hücum yönlendiği, dönen topların alınarak oyunun rakip sahada oynanmaya çalıştığı ve sonucunda yoğun baskı kurulduğu anlar bunlar. Bu süre zarfında pozisyonlar da geldi ama sonuc gidilememesi işin negatif boyutu. Bundaki en büyük etken de iş bitirici ayakların saysının azlığıydı. Guti ve Querasma'nın çırpınışları hepsi o kadar, yanına başka bir şey koyamıyorsunuz. Ernst sezon başındaki aşırı yüklenmenin dinlenmesi aşamasında, hakkı da var. Beşiktaş'ın daha kaliteli bir takım olması Guti ve Querasma frekansına yakın mantaliteye sahip oyucuların fazlalığından geçiyor. Elbette yıldız oyuncudan falan bahsetmiyorum, aradaki uyumun arttırılması, aynı dili konuşabilen bir ekibin ortya çıkarılmasından ve bunun yolundna bahsediyorum. Beşiktaş'da sahaya bakınca bu farklılığı çok net seziyorsuuz ve bir takımda bu uçurum var ise dikkat etmak lazımdır. İşin özeti Holosko, Tabata, Nobre lile istenilen seviyeye gelemezsiniz, Ernst, Guti ve Q7'nin performansına  gebe kalırsınız.

Beşiktaş için önemli soru işaretinin yanında oynanmak sitenilen futbol tarzının da eksilerini yazmak lazım. Aslında bu eksiler de yukarıda  bahsettiğimi kalite artışından geçiyor. Önde oynanmak isteniyor dedik ya, işte bu becerilemediği zaman takımın 2 ve 3. bölgesi arasında bir uçurum oluşuyor. 3. bölgede bir girdap gibi bazı oyuncuların defans ve orta saha arasındaki bağını kopartıyor. En büyük tehlike de hazırlıksız ya da eksik yakalanan arka tarafın açıklar vermeye meyilli oluşu. Bu akşam Smeltz değil de Serkan üzerindne oynanmaya çalışılsaydı ilk yarının 2. bölümü araya atıalcak toplar çok daha tehlikeli olabilirdi.

Gençlerbirliği teknik ekibinin defosudur bu akşam için Serkan'ı defans arkasına kaçıramamaları ve kenrar bu kadar hapsolmuş oynamasına neden olmaladı. Smeltz'in ağır yapısı bulunacak pozisyonların önüne örülen duvar gibiydi. Oktay'ın bu kadar efektif oyandığı bir zamanda sonuca gidememek kayıptır üstelik Harbuzi ve Zec gibi iki önemli ismin olmadığı bir maçta. Genel bir futbol probleminin içerisine Gençlebirliği de düştü 2 damaın yokluğu son 2 haftada zorlu 2 maçta (Manisaspor ve Kayserispor) 4 puanı alan takımı derinlemesine etkiledi.

Beşiktaş önemli ayaklarının formu kadar zirveye yakın olacak gibi görünüyor, sistemin uygulanabilirliği ve oyuncuların uyumu zaman alacak gibi duruyor. Ekrem ve Sivok'un dönüşü 2. yarıda Beşiktaş'a olumlu etkiler yapacaktır ama ilk yarı sonunda nerede oldukları önemli. Bir not da Hilbert için düşmek lazım. Tam bir Alman, görev adamı. Farklı pozisyonlarda oynayabilmesi avantaj ki sağ bek de de çokça hücuma çıkıyor.

09 Kasım 2010

Dejavu!


Tamam bir defa hata yaptınız, faturası ağır oldu ama aynı hata 2. hatta 3. kez yapılabiliyorsa orada çok daha derin sorunlar vardır:

1) Yer: Ali Sami Yen   Tarih:13.08.2008

Galatasaray-Steau Bükreş Şampiyonlar Ligi 3. öneleme turu maçı. Şampiyonlar Ligi öncesi son engel. 12 dakikada gelen 2 golle Sami Yen'de şok var. 5. dakikadaki golde kaleci Aykut'un büyük hatası var. De Santcis ise yedekte, hazır olmadığı için henüz 11'de değil. Nonda'nın attığı 2 gol ile skor 2-2'ye geliyor. Deplasmana ufak da olsa bir avantaj ile çıkmak için sadece 1 gol bile yeterli.

76. dakika, oyuncu değişikliği işareti veriliyor:  Hasan Şaş dışarı, Erhan Şentürk içeri. Hayır, Skibbe macera falan aramıyor. Hakan Şükür ile sözleşme yenilenmemiş, Ümit Karan sakat elde sadece Nonda var ve beklenen yabancı forvet transferi yaz transfer sezonunun bitmesine sadece 17 gün kalmasına rağmen henüz tamamlanamamış.

2. hafta sonrasında deplasmanda oynana maçtan 1-0 mağlup ayrılarak Şampiyonlar Ligi'ne veda ediliyor.

Kaleci ve forvet transferinde yaşanan gecikmenin bedeli yaklaşık 30 milyon Euro civarında.


2) Yer: Ali Sami Yen   Tarih:18.02.2010

Galatasaray-Atletico Madrid UEFA Avrupa Ligi 3. tur rövanç maçı. Baros sakat, aynı bu sezonda olduğu gibi. Nonda gönderilmiş yerine Avrupa Kupası maçlarında oynayamayacak olan Jo alınmış. Olabilir ama ne ilginçtir ki uç tarafa koyacak 2. bir santraforu yok Galatasaray'ın. Arda ve Keita dönüşümlü olarak dolduruyorlar oradaki boşluğu.


3) Yer: Ali Sami Yen   Tarih:19.08.2010

Galatasaray-Karpaty Lviv UEFA Avrupa Ligi  Play Off turu ilk maç. Baros sakatlıktan yeni çıkmış kenarda, genç Mehmet Batdal'a bağlanmış tüm umutlar. Derken şok bir gol ile 1-0 geriye düşülüyor, 2 dakika sonra mecburen Baros oyuna sürülüyor, Batdal dışarı alınıyor ve bu maç ile Galatasaray turu mucizlere bırakıyor. Kalede ise Aykut var ve ağlarda görülen 2 top. Rövanş maçında ise Ufuk alıyor yerini ama nafile, çizgiden ortalanan topa müdahale edemiyor, sonrası zaten belli. 

Ağustos 2008 ve Ağustos 2010, tam 2 yıl geçmiş aradan. Bu süre zarfında Arda bazı maçlarda en uçta görev almış, zaman zaman Kewell iel doldurulmaya çalışılmış o civarlar. Kale ise hep tartışma konusu olmuş, yerlisi de yersizi de mutlu edememiş kimseyi.

Tam 2 yıl olmuş, hatalar yapılmış ama hiç ders alınmamış. Adnan Polat & Adnan Sezgin ikilis muhteşem futbol bilgileri ile 2 yılda koskoca Galatasaray kulübüne bir arpa yol aldıramamış, kanıtı mı? Fazla uzağa gitmeye gerek yok, yukarıdaki 3 örnek bile çok şeyi anlatmaya yetiyor, gerisi hikaye, teferruat, laf salatası...

07 Kasım 2010

Trabzonspor 2:0 Galatasaray

Futbola dair felsefeleri, söylemleri, mottoları satırlarca sıralayabilirsiniz ama aslolan 3 şey var:

1) İyi futbol ya da adına gerçek futbol denilen şey iyi futbolcular ile oynanır.

2) Yetenek kadar zeka da önemlidir, oyun zekası olmayan adam başa beladır.

3) Bir antrenörün elindeki malzemeden bağımsız olarak oyuna nasıl müdahele ettiğine bakarak bazı yargılara varmanız pekala mümkün.

Bugün Galatasaray'ın futbolunu sadece yukarıdaki 3 cümle ile özetleyebiliriz. Saha içerisindeki futbol, girenler-çıkarlar, sevaplar, günahlar her şey yukarıdakiler ile o kadar güzel açıklanabiliyorki.

2 haftalık kıpırdanışın ne kadar gerçekçi olduğunun testiydi bu akşamki mücadele. Fenerbahçe maçındaki diziliş, oyunu tutmaya yönelik bir anlayış ama hücuma dönüklüğü daha az. Ortak olan ise Fenerbahçe gibi Trabzonspor'un da maçın büyük çoğunluğunda bu oyun anlayışı karşısında tutuklaştığı. Trabzonspor, Fenerbahçe'ye göre daha efektifti zaman zaman özellikle de ilk 20 dakika ama hepsi bu kadardı. Şenol Hoca'da Aykut Kocaman gibi sadece olan biteni izliyordu.

Tugay Kerimoğlu hafta içerisindebu maçın anlayışına dair sinyali de vermişti, "Yenemiyorsan Yenilme". Evet mantıklı ve geçerli bir anlayış ama "Yenemiyorsan" kısmı ne kadar sahnelenecekti asıl mesele orasıydı. Galatasaray "Yenilme" tarafında o aptalca gole kadar iyi görünse de maçın herhangi bir anında ne pozisyon ne de mantalite olarak "Yenme" düşüncesinde olmadı. Buna kadronun kısırlığının ve alternatiflerin az olmasının da payı elbette var ama maç içerisinde kurguda bazı değişiklikler yapmak  da mümkün.

Nedir bu? Trabzonspor için defansif anlayış karşısında tutuklaştı dedik aynı zamanda Engin ve Jaja gibi iki oyuncunun bireysel performanslarındaki yetersizlikte bunda etkiliydi. Baskı karşısında fazlaca top kaybedip oyundan düştüler. İşte bu şaşkınlık hakimken rakip kaleye daha fazla yüklenmeyi akıl edemedi ya da beceremedi Galatasaray. Yani oyunun akışına göre daha ofansif yapıya eldeki şartlar ölçüsünde bürünmeyi başaramadılar. Örneğin Antalya karşısında olduğu gibi kısa bir süre de olsa Misimovic'in forvet arkasına alınması düşünülmedi.

Futbolda hep gol arayışı ilerideki uçtaki adam bağlanır ama işin kilidi kanatlar ve orta sahanın vereceği destektedir. Son 2 yılda olduğu gibi bu akşam da bu sızışları gerçekleştiremeyen, ceza sahası içerisi ve çevresinde çoğalamayan takım hüviyetindeydi Sarı-Kırmızlı ekip.

Galatasaray takım olarak yapabilecekleri sınırlı bir takım bunda oyuncuların bireysel yeteneklerindeki limit kadar oyun zekalarındaki düşüklük de etkili. Örnekleerin başında Galatasaray'a transfer olduğundan beri aynı tür hatalarla gol ya da tehlikeli pozisyona neden olan Servet geliyor. Hemen arkasına Mustafa Sarp'ı koymak mümkün. Hem Rijkaard hem Hagi'nin her şeye rağmen vazgeçememeleri karşısında futbol bilgili sorgulamaktan başka bir şey yapamıyorum.

İşin Hagi boyutuna gelirsek, bu oyuncular ile çok köklü bir değişim, öncesine göre devrim elbette beklemiyorum ama bir antrenörün oyuna eldeki malzeme ne olursa olsun katmaya çalışacağı zenginliğe, müdahale etme biçimine dikkat ederim hep. 2 haftadır Cana'nın çıkışını garip hamleler olarak yazıyorduk bir kenara. Oyun kenarında Barış'ı görünce, takımın en diri ve mücadeleci adamı olan Cana'yı alacağını anladım, ama küçük de olsa Sarp'ı dışarı alır diye bir umut vardı ama 10'da  Mustafa'dan vazgeçememişti. Geçen hafta Pino'nun arkasına aldıktan sonra bulunan pozisyonlar kalıcı bir etki yaratmamış olacak ki yine solda ve kaleye uzak oynatılan, takımın hücumda ne olursa olsun gole gitmesine sağlayabilecek oyuncularından biri olan Misimovic'in de dışarı alınışı kim ne derse desin hatalıdır üstelik yerine bitmiş bir Kewell giriyorsa.

Bu akşam Hagi'nin hamleleri tam anlamıyla hayal kırıklığıydı, hem oyuncu değişklikleri hem de Misimovic'in oyunun belirli anlarında da olsa forvet arkasında görevlendirilmemesiyle.

Lig TV spikerleri tabelaya göre yoruma devam ediyorlar.  Maç 0-0 devam ederken Hagi'nin Trabzonspor'u iyi analiz etmesinden bahsederlerken, Servet'in  saçma sapan hatası ile gelen golden sonra Şenol Hoca tarafından estirmeye başladılar rüzgarı. Bu maçın kazanılmasında Şenol Güneş'in etkisi sıfır denecek kadar azdır. Sol kanatda Volkan Yaman türevi Insua oynayacakken maça Yattara ile başlamamak bence üzerinde düşünülmesi gereken noktalardan biri. Maç farklı bir sonuçla bitse yarın gazete köşelerinde göreceğimiz standart eleştiriyi yarın görebilecek miyiz acaba? Defanstaki hata olmasa Trabzonspor'un maçı alabileceğine dair en ufak ibare yok. Trabzonspor standardının altında oynadığı bir maçta piyongo gibi 3 puanı alarak lider olmuştur hepsi bu kadardır.

Adnan Polat, Sezgin'i aklamak için TV programları düzenleyip, her beyenatında onu savunacağına oturup bu takımı nasıl kurtarırızın hesabını yapsın. Galatasaray formasını rüyasında giyemeyecek adamlar ile doldurdukları bu takımı nasıl temizleyecekler çok merak ediyorum.

Derbinin Favorisi Olmaz!























Gerçekten klişe bir cümle halini almıştır bu başlık, söylendiği zaman "yine mi aynı cümle?" diyesi gelir insanın ama yaşananlar derbilerin olan bitenden çok farklı bir motivasyon ile oynandığını belgeliyor. Çok canlı örneğini 2hafta öncesinde Fenerbahçe-Galatasaray maçı ile yaşamışken, Serie A lideri Lazio'nun tam 10 puan gerideki Totti'siz Roma karşısında ağır favori iken 2 penaltı golüyle mağlup ayrılmışsa sahadan bize de bu başlığı atmaktan başka çare kalmıyor!

Johan Cruyff'la Kısa Kısa-1


















Kendisi ile yapılmış röportajların derlendiği, futbol hayatından kesitler sunulduğu bir kitap "Ajax-Barcelona-Cruyff , Dikkafalı Bir Maestronun ABC'si". Okumak isteyenlere, tavsiye olunur...

Johan Cruyff, Hollanda futboluna dair yapılan anketlerde tartışmasız en iyi isim, peşinden de Van Basten gelir, sonrasında gelen 4 isim ise Frank, Rijkaard, Ruud Gullit, Wim Van Hanegem, Ronald Koeman. Cruyff'u zirveye taşıyan gerçeklere ulaşmanın en iyi yolu 14'ün öncesi ve sonrasında Hollanda futbolunun yaşadığı devrimi görmek gerek. Finlandiya, Danimarka gibi takımlar ile boy ölçüşmeye çalışan İngiltere, Almanya, Arjantin, Macaristan, Brezilya gibi takımlar ile aynı kategoride yer almak Hollanda için Kaf Dağı'nın ardında bir rüyaydı. Tabiki bu rüyanın gerçekleşmesinde Rinus Michels, Ajax, Feyenord gibi faktörlerin de etkisinin de altını çizmek gerekir.

17 yaşında Ajax'da başlamış futbol hayatı Cruyff'un. Takımın başında Rinus Michels vardı. 1965-66 sezonunda henüz 19 yaşında iken şampiyonluk sevinci yaşadı ve adından söz ettirmeye başlamıştı.Cruff'un o zayıf, çelimsiz yapısı kafalarda ilk bakışta soru işareti oluştursa da sahada her zaman gereken cevabı vermeyi başarabilmiştir. Ajax alt yapısında fizik gücündeki eksik ve sağ ayağının aksine sol ayağının zayıflığı hocası Jany Van der Veen'in dikkatini çekmişti. Johan'daki yeteneğin fazlasıyla farkındaydı ve şefkatlı kolları arasına aldı onu. Cruyff'u bileklerinde ağırlıklar ile çalıştırdı, vücudunun alt tarafındaki kasları geliştirmek için sırt üstü yere yatırıp ağırlık takılı bacaklarını havaya kaldırıp yere değdirmeden indirmesi gibi aktivitler ile yavaş yavaş ama kararlı bir şekilde bu eksiklikleri giderme adına önemli yol aldırdı O'na. Efsanevi oyuncunun sonrasındaki etkileyici futbolunda her iki ayağını da aynı etki ile kullanabilmesinin etkisi oldukça fazlaydı.

Henüz 19 yaşında Hollanda Mill Takımı ile Çekoslovakya karşısında oynarken hakem tarafından oyundan atılınca taraftarlar sahaya indi ( sebebi futbolculuk hayatı boyunca çokça çekeceği rakip oyuncuların tekmelerine bu maçta dayanamayıp karşılık vermesiydi), fakat ilginç bir şekilde hakem kendisine vurduğu için kart gösterdiğini iddia etti ama görüntülerde böyle bir şey yoktu. Tam 1 yıl milli takım müsabakalarından men edildi ve Hollanda Milli Takımı'nın resmi müsabakalarda oyundan atılan ilk oyuncusu oldu.

Sürekli olarak paraya olan tutkusuyla gündeme geldi, en azından basında buna dair ciddi bir inanış vardı. Sporu ticaret haline getiriyordu, saha dışındaki bilinirliliğini kullanmak en doğal hakkıydı belki de. Kayın pederi iş adamı Coster onun için yaptırdığı araştırma Hollanda Kraliçesi'nden daha popüler olduğunu göstermişti ve futbolun henüz bilinirliliğinin az olduğu Birleşik Devletler'de bile neredeyse Frank Sinatra kadar ünlüydü. "Crooff", "Cruff" ve benzeri bir çok farklı biçimde adlandırılsa da dünyanın bir çok tarafında o bir fenomen olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyordu. 1971'de Ajax ile sözleşme görüşmeleri yoğu tepki çekmişti, hülle yolu ile Feyenord'a ya da Hollanda dışında Barcelona, Benfica gibi kulüplere gideceği ciddi biçimde konuşuluyordu. Görümleri Coster yürütüyordu belki de en az gerçekleşmesi beklenen ihtimal gerçekleşmişti, Ajax ile 1978 sonuna kadar sözleşme imzalamıştı.

Para konusundaki eleştirilerin nedenlerinden biri de medyadan gelen röportaj taleplerine karşı para istemesiydi. Bu konuda kendisini yakından tanıyan gazeteci Frits Barend şöyle savunuyor Hollandalı'yı:

"Crufft bir megastar olmaya başladığını, bunun da kendisini spor medyası dışında yer aLan, sporla ilgili tek bir yazı yayımlamayan her türlü dergi, magazin gazetesi ve kadın dergileri için cazip bir malzeme haline getirdiğini fark ettiğinde röportajlar için para istemeye başladı. Neden? Çünkü onlarla görüşmek istemiyordu, buna zamanı yoktu ve istenen ücreti duyunca bir çok gazeteci tam da Cruyff'un istediğini yapıyorve röportajın peşini bırakıyordu. Eğer ödemeye karar verirlerse, Cruyff en azından istemeden yaptığı şey için para almış oluyordu. Eğer gerçek bir spor gazetesi, dergi yada televizyon programıyla röportaj yapmaya karar verirse hiç bir zaman para istemez ve istememiştir."

Johan Cruyff'u sahada efsaneleştiren şeyin sadece topla hızlanışı, iki ayağını da iyi kullanışı, seri ve çevik oluşu dolayısı ile rakip oyuncular için tam bir baş belası oluşu ile açıklamak mümkün elbette ama bunun arka planında futbola dair çok cilalı bir felsefenin yattığı gerçeğini gözden kaçırmamak gerekiyor. Belki de onu anlamak için öncelikle futbolda idar görüşlerine göz atmak gerekiyor.

Sınırlı olan gücünüze rağmen diğer futbolculardan daya iyi top oynayabilmenizi neye bağlıyorsunuz? Örneğin Ajax'da Garrie Mühren gibi bir oyuncunun sizin kadar başarılı olamamasını nasıl açıklıyorsunuz? İkiniz arasındaki fark nedir?


"Futbol farklı öğeleri içerir: Teknik, taktik, dayanıklılık. Benim dayanıklılığım var, taktiklerim var tekniğim ise her zaman vardı. Benden daha iyi bir tekniğe sahip olan insanlar olabilir ama asıl önemli olan taktiklerdir. Çoğu oyuncuda taktik öğesi eksiktir. Taktikleri üçe ayırabilirsiniz: Kavrayış, güven ve cesaret. Taktikler söz konusu olduğunda diğer oyuncuların hepsinden daha iyi olduğumu düşünüyorum. Kişisel taktik kavrayışını muhtemelen kimseye öğretemezsiniz Belki en fazla biraz etkiniz olur, bu çok zordur"

Arnold Mühren gibi bir oyuncuya her zaman zayıf olduğu söylenmiştir ve siz muhtemelen ondan daha zayıfsınız, bunun taktiklerle bir ilgisi var mı?

"Çok top kaybeden bir oyuncu kolaylıkla çok zayıf olmakla suçlanabilir ama çok top kaybetmek genellikle kişisel taktik kavrayışıyla ilgilidir."

Yaptığınız her şey oldukça kolay gözüküyor, ilk bakışta fazla numara yapıyor gibi görünmüyorsunuz. Bir defans oyuncusunu geçerken kullandığını taktikler belli gibi.

"Ben asla numara yapmam. Basit oynarım. Zaten olay da bundan ibaret. En zor olan basit oynamaktır. Tüm antrenörlerin en büyük sorunu bu. Basit oyun aynı zamandaen güzel olanıdır. 20 metre yeterliyken 40 metreden pas atıldığını ne kadar sıklıkla görüyorsunuz? Ya da çevrenizde 7 kişi varken ve yedisinin çevresinden atılacak basit, uzun bir pas çözüm olacakken topun dar alana sıkıştırılmasını? En basit görünen çözüm aslında en zor olanıdır."

İsveç-Hollanda maçından sonra Milli Takım antrenörü Knobel sizin Hollanda'nın Batı Almanya'daki futbolunu tanımlamanızdan oldukça etkilendiğini söylemişti. Beş dakika içerisinde çoğu oyuncunun uzun konuşmalarda açıklamadıkları şeyleri ona rahatça anlatmışsınız, hatta Ajax döneminde nasıl oyandığınız bile.


"Taktiklerle iligli fazla konuşmuyorum çünkü bunlar benim mesleki sırlarım ve bence herkes sahada tüm farklı pozisyonlarda oynayabilmeli. Ben yalnızca bunu söylemiyorum. Be temeli gerçek bilgiden almalı. Bir forvet olarak gerekli bir durumda sol bekte oynamam istenirse, bir sol bekin tüm yapabildiklerini yapabilmeliyim. Şu soruların yanıtlarını bilebilmeliyim: Mevkimi mi korumalıyım, insanların açıklarını mı kapatmalıyım, birilerini geçmeye çalışarak sorumluluk mu almalıyım ya da topu tribüne mi vurmalıyım?  Ve hücumda Ruud Krol oynuyorsa, benim belirli görevlerimi bilmesi gerekir. Topu kovalayacak mı ya da biraz geri gelse mi? İşte bu yüzden herkesin taktikle ilgili konuşmalarınız dinlemesi gerekir. Rinus Michels sağ bek ile ilgili konuşurken sol bekin uykuya dalmaya hakkı yoktur."

Skibbe'nin Zirveye Tırmanışı
























6 hafta geride kaldığında sadece 6 puan ile 13. sıradayken, sonrasındaki 5 haftada müthiş bir çıkışla 4 galibiyet, 1 beraberlikle alınan 13 puan sonrasında 19 puana yükseldiler, 11. haftayı da muhtemelen 4. sırada bitirecekler. Gekas'ı da gol krallığının zirvesine yerleştirdiler bu arada. Dünki kurbanları ise Wolfsburg'du, 3 golle yolladılar evlerine.