20 Aralık 2009

Galatasaray 1:0 Gençlerbirliği

Lafı fazla uzatmadan sonda söyleyeceğimi başta yazayım: Fiziğinden başka hiç bir artısı olmayan, futbol zekası son derece düşük Servet; Hakan Ünsal-Ergün Penbe gibi sol bekleri görmüş bir futbol izleyicisi için asla bek sınıfına konulamayacak ve "koyunun olmadığı yerde Abdurrahman Çelebi" muamelesi gören, yaklaşık 3 yıldır bir tek ortasını asist olarak ceza sahasına göndermemiş Hakan Balta ve sahadaki tek marifeti koşmak olan, topu ileriye taşımadan rakip ceza sahasıan girmeden maç bitiren, aldığı topları yana ve geriye oynamaktan başka marifeti olmayan Mehmet Topal'ı çıkar bu takımdan ,yerlerine de mevkilerinde kaliteli 3 adam koy bu takımın sahadaki futbolu sınıf atlar. Adnan Sezgin'in iş bilmezlikleri, marifetleri bunlar işte. 1 milyon euro verip Özer gibi adamı almaz ama Yaser, Volkan, Serkan Kurtuluş ve nicelerine parayı akıtmayı bilir, Galatasaray'ın en büyük belalarından biri de böylesine futboldan anladığını düşünen adamların takım üzerinden elini çekmemeleri zaten.

Maça gelince, ilk 45 dakikada sahadaki futbol Galatasaray adına sezonun en iyi 5'ine kesinlikle girer, hatta ilk 3'e bile yazılır. 2 kanadın da efektif kullanıldığı, orta sahanın topun gerisine çok kısa zamanda geçerek rakibi baskı aldığı dakikalarda rakip kalede gole dönüşebilecek 3-4 net atak gelişti. Dün özellikle sol kanadın iyi çalışmasının baş aktörü Caner'di. Hakan Balta'nın açık oyuncusuna hücumsal anlamda destek vermediği yapıdan Caner gibi sol açık kökenli ve ayağına hakim bir oyuncuya geçiş yapınca sol taraftan daha efektif ataklar geliştirilmeye başlandı. Her ne kadar savunmada çıkışlarda hata yapsada geçmişe göre savunmayı daha iyi yapma anlamında göstermiş olduğu iyi niyet de gayet olumluydu. Kesinlikle koca bir artı almıştır dün akşamki performansı ile. Takımın ilk yarıdaki baskısının verimini daha iyi almak aslında orta sahada daha farklı karakter ile çok daha mümkün kılınabilir. Topu dikine oynayabilen, adam eksiltebilen oyuncularınız ile bu tip baskılar sonucu rakip kalede daha tehlikleri ataklar geliştirebilirsiniz. Ne yazık ki Mehmet Topal ve Mustafa Sarp gibi limitli oyuncular ile bu hızlı düşünceleri eyleme dönüştürmek mümkün değil.

2. yarıda bu önde baskıdan yoksun ve rakibi geride kaşılayan orta saha ile Galatasaray 45-60 arası ciddi baskı yedi Gençler'den. Skor bu süre zarfında 3-0 gelse kimsenin gıkı çıkamazıd ki çok net pozisyonlar kaçtı. Burada ilk yarı bu kadar iyi bir oyun ortaya koyduktan sonra bir anda 3 gol yiyebilecek derecede ciddi bir oyun içi düşüş göstermenin sebepleri iredelenmeli, bu oyun dalgınlığını çözümlemenin yolları bulunmalı. Topal ve Sarp'ın kötü performanları ve Topal'ın neredeyse stoperlerin arasına girmesine yol açan geri 4'lü bağımlılığı da buna yol açan etkenler arasında.

Yine ilk yarıdaki olumlu tablo üzerinden gidersek, Elano'nun daha çok sorumluluk alan ve takım arkadaşları tarafından daha çok aranılan adam haline gelişi gelecek adına önemli ama hala oyun temposunda önemli sorunlar barındırıyor Brezilyalı. 45-65 arasında sahada olup olmadığını anlamak için ciddi çaba sarfetmek gerekiyordu. Golden önceki pası ise her ne kadar Keita'nın aracılığı olsa da direkt Kewell'a gol öncesinde yapılmış kadar değerlidir. Önünde alacağı uzun bir yol olduğunu ve takımın performansını yukarı taşıyacak doğru oyuncu olmadığını hala düşünüyorum ama umduğumdan daha faydalı işler yapmaya başlaması da Galatasaray için önemli bir gelişme.

Kewell geçen senenini çok ötesinde, çizgisini yukarıya taşımaya devam ederken, Arda ise yine garip hallerini sürdürmeye devam ediyor. Zaman zaman oyunun temposunu düşüren, zaman zaman da mücadele azmi ile öne çıktı dün akşama ama pek tadı olmadığı da aşikar. Keita tüm dağınıklığına ve sarı kartı var iken 2. sarıyı görmek için tehlike çanları çalmasına rağmen bir anda ani parlamalar sonucun yaptıkları ile her an sonucu değiştirecek tipte bir adam. Rijkaard'ın Keita ile asıl sorunu da bu dağınıklı sanırım ama sahada olmamasının daha büyük sorun olduğunu da kabullenmek gerek.

Gençlerbirliği'nde Harbuzi'nin topa karşı sanatkar tavrı etkileyiciydi. Futbol zekası ve görgüsü gayet gelişmiş. Takım olarak da gayet diri ve ayağa oynama çabası içerisindeler. Dün akşam da biraz dikkatli olsalar skorbordaki skoru çok rahat değiştirebilirlerdi.

Devre arasından önceki bu maç takımın pozitif havasının devam etmesi açısından oldukça önemliydi. Burun farkıyla olsa da 17. haftayı lider bitirme ihtimali bile önemli bir moral kaynağı camia için. Şimdi devre arasında yapılacak takviyeler önemli. Avrupa Ligi'nde ligde diplerde sürünse de Atletico Madrid gibi etkili orta sahası ve hücum hattı olan bir rakiple oynayacak olmanın ciddiyeti ile iyi rütuşlar şart bu kadroya. Bana kalsa kilit yer orta saha ama defans ve hücumda da eksikler olduğu düşünülünce yapılacak çok şey olduğu görülüyor. Uygun takviyeler ve iyi bir devre arası ile yukarı doğru ivmelenmeye başlamak hiç de zor değil.

CL Son 16 Kuraları



Eşleşmelerin kuşkusuz en ilgi çeken yanı Mourinho - Chelasea karşılaşması olacak ama eski dota karşı şansınn pek fazla olduğunu söylemek kolay değil, çeyrek finale İngilizlerin yakın olduğunu söylemek yanlış olmayacak.Barça, açık ara en rahat kurayı çekti Tartışmasız turun favorisi. Bordeaux'da iyi kura çekenlerden. Blanc, Zico'nun ifadesini alacağa benziyor. Bayern Munich, Fiorentina eşleşmesi de dengeli maçlar dizisi sunmaya aday görünse de Van Gaal'in zaman geçtikçe ileri yoluna koyuyor olması Şubat ayında dengelerin Bayern lehine değişmesinin muhtemel olduğunu gösteriyor. CSKA, fazla şans tanımazken üstelik de grup maçları sırasında 2 teknik adam değiştirmişken adını üst tura yazdırmayı becerdi. İlk torbadan çekilebilecek 2 rakipten birini karşılarına almaları avantaj gibi görünse de Sevilla'nın çeyrek finale yakın ekip olacağını beklemek gayet yerine ve mantıklı görünüyor. Lyon-Real eşleşmesinde de favori Real'dir. Özellikle CR7'nin oynadığı maçlarda takımın çehresinin değiştiğini, Lyon'un inişli-çıkışlı performansını göz önüne alınca Lyon'un zaferi sürpriz sayılır benim adıma. Geçen sene aynı grupta yer alan 2 takımın mücadelesi olacak Port0-Arsenal çekişmesi. Favori burun farkı ile Arsenal gibi görünse de Porto'nun oturmuş yapısı ile Wenger'in başına iş açması oldukça muhtemel. Milan'ın Manchester önünde pek şansı yok gibi. Ferguson çaylak Leonardo'nun ifadesini alır gibi görünüyor.

Aşağıda koyu harflerle favorilerimi işaretledim, tur sonrası bir "ne demiştik ne oldu" karşılaştırması yaparız artık.

Olympique Lyonnais-Real Madrid CF
AC Milan-Manchester United FC
FC Porto
-Arsenal FC
FC Bayern München-ACF Fiorentina
VfB Stuttgart-FC Barcelona
Olympiacos FC-FC Girondins de Bordeaux
FC Internazionale Milano-Chelsea FC
PFC CSKA Moskva-Sevilla FC

17 Aralık 2009

Adamı Futboldan Soğutanlar

Basmakalıpçılar 2 yıldır ağızlarına aynı cümleyi dolamış papağan gibi tekrarlıyorlar: "Türkiye'nin en iyi kadrosu Galatasaray'da". Futboldan zerre anlamayan, daha ötesi ortadaki tabloyu okuyacak zekaya sahip olamayanların klişeleri bunlar. Dün akşamki maçın 90 dakikasını bu adamlara işkence olarak defalarca izletmek lazım "Al işte Galatasaray'ın kadrosunun yarısı bu" diye.

Dünkü kadro yedek kadro olarak ifade edilebilir ama dün ilk değişiklik yapılana kadar sahada olanlardan ilk 11'de oynayan 4 isim var: Servet-Ayhan-Barış-Keita. Ek olarak 18 kişilik kadroya her girebilen isim sayısı da 4: Aykut- Aydın-Caner-Emre. Geriye kalan Serdar-Alparslan ve artık müzmün sakat olan, sahalara dönüşü 4 gözle beklenilen ama 1 dakika bile takımda kalmasının anlamı olmadığı 65.dakikada sakatlanarak oyundan alınması sonucu iyice belirginleşen Linderoth ise ilk 11'e konulduğu zaman da takıma ayak uydurabilecek yapıdalar.

Gelin görün ki kağıt üstündeki bu tablo sahada o kadar dayanılmaz bir rezalete dönüşüyor ki belirli süreden sonra gördükleriniz adamı futboldan soğutacak hadiselere dönüşüyor. Rakip kaleye gitmekte zorlanan, koca 90 dakikayı tek pozisyon ile tamamlayan, organizasyonu geçtim mücadele ve hırstan yoksun havada bir takımı görmek...

Yıllardır patlama yapacak diye beklenen ama artık bir balondan ibaret olduüu görülen, elindeki şansı kullanmak için sahada basmadık yer bırakmaması beklenirken o her zamanki rahatlığını, hırssızlığını taşıyan Aydın; olmadık yerlerde saçma sapan hareketler yapma konusunda uzman, rakip ile top arasına anlamsız şekilde girme sevdasından vazgeçmeyen Servet; orta sahada dikine adam geçmekten yoksun, ileriye top taşımaktan aciz Ayhan-Barış ikilisi; tek başına bir şeyler yapmak için çırpınan ama dağınık, bencil Keita... Bunların üstüne Mehmet Demirkol'ün çok güzel benzetmesi ile "Kurtarma sınavında kazık yerlerden soran hoca" sıfatındaki Rijkaard. Allah aşkına nedir Alparslan'ı sağ beke koyduran futbol düşüncesi? Bu adamı gözden çıkardın da yer doldursun diye koyuyorsan, formalite diye baktığın maçta sağ tarada neden Çetin'i koymayı aklından geçirmiyorsun? Daha fazla ne kaybedeceksin ki?

Artık gerçekler konuşulsun:

1)Galatasaray'ın geçen sezon Skibbe ile oynadığı futbol ve kısa zamanda futbol adına aldığı yol ile bu sezon alınan yol arasında dünyanın farkı var. Yalnız ve etkisi azaltılmış Skibbe'nin taktisyenliği ve oyunu okuma becerisi, özellikle Avrupa maçlarında oynattığı futbol çok daha farklıydı, daha fazla zevk veriyordu. Olimpiakos, Benfica, Hertha hatta Metalist maçlarındaki futbolun yanına yaklaşan hangi performansı görebildik bu sene?

2) Öyle sanıldığı gibi kaliteli bir kadrosu yok Galatasaray'ın. Dengeden yoksun, 2-3 adamın kısır futbol bilgisi ile organizasyon ve sistemden yoksun adımlar ile aldığı kararların sonuçları ortada. 2 yılda Adnan Sezgin'in yaptığı transferlerin verimi ortada: Lincoln, Linderoth, Servet, Hakan, Volkan Yaman, Yaser, Serkan Kurtuluş...Hagi-Popescu gibi dünya yıldızlarını bünyesinde barındırmış bir kulübün Lincoln ile yaşadığı problemin altında büyük oranda yönetim zaafı yatmaktadır. Bu adamın idare edilememesinde özellikle Adnan Sezgin'in büyük payı olduğunu düşünüyorum. Yaser, Serkan ve Volkan'ı es geçiyorum, hangi mantıkla Galatasaray2a trasnfer edildi çok merak ediyorum. Hakan Balta'nın transferinin ardından 1-2 ay geçtikten sonra notunu vermiştim. Ergün, Hakan Ünsal gibi adamları görmüş olanlar için sol bek sayılamayacağı belliydi. Bugün değerli gibi görünmesinin tek sebebi bu kadar genç nüfusa sahip bir ülkeden yaşanan sol bek sıkıntısıdır. Bir nevi Koyun-Keçi-Abdurrahman Çelebi hikayesi yani.

3) Gelecek vaad ediyor diye yıllarca oyuncu beslemenin manası yok. Şansını kullanamayan Aydın gibi adamlarla bağını fazla uzatmadan koparacaksın.

4) Kaliteli yerli futbolcuların temeline eklenen yabancılar olmadıkça bir daha 2000 yılındaki başarının yanından geçilemez. Şu andaki kadroda 2 ileri bir geri bitirir sezonu eğer adam akıllı takviye yapılmaz ise özellikle de orta sahaya. Topal-Barış-Sarp-Ahyan dörtlüsü çok adamı kalpten görürür, futboldan soğutur bu sene.

5) Futbolda yetenek kadar zeka da önemli. Hem futbolcunun hem de antrenörün zekisi makbul. Aynı hataları yapan, yanlışlıklardan ders çıkaramayanlar futbolu dayanılmaz boyutlara getiriyor.

Futbol basit bir oyun değildir, ama onu zorlaştıran kesinlikle yeterli muhakeme ve yorumlama yeteneği olmayan insanlardır. Biz bazı değerleri, kişileri gereğinden fazla büyütüyoruz galiba. Böylesine bir maçta sahaya çıkan kadroda sağ bekte Alparslan'ı görünce Rijkaard'ın geçmişine saygı duyarak ama gereğinden fazla büyütüldüğü sorgulamalarını da kafamdan geçirerek ayrıldım ekran başından dün gece. Erken konuşmaktan hiç haz etmem, dolayısı ile zamanın en iyi ilaç olduğu gerçeğinden hareketle teknik ekibin adımlarının daha yakından takip edilmesi, daha dikkatle izlenmesi ve artık "onlar yapıyorsa vardır bir bildikleri" mantığından sıyrılınması gerektiğini düşünüyorum.

14 Aralık 2009

UK Championship



Müthiş bir yarı final, ardından da nefes keseci final... 2009 kesinlikle Ding'in yılı oldu. 2006 sonrasında hep belirli noktalara kadar gelen ama çeyrek finallerin ötesini göremeyen Ding, önce Glasgow'da Robertson ile final oynadı ardından Ada'da kupaya uzandı, sezonu en fazla puan toplayan oyuncu olarak tamamladı. Tabiki kupadan daha çok maç sonrası Higgins'in "İlerleyen zamanda Dünya Şampiyonu olabileceğine beni ikna etti" cümlesi çok daha anlamlıydı.

Carter ile oynanan 9-8'lik seri Çinli oyuncu için turnuvanın dönüm noktasıydı. Geriden gelerek aldığı o maç sonrası Maguire'ı nispeten kolay geçti yarı finalde. Diğer tarafta ise Ronnie-Higgins eşleşmesi bekliyordu izleyenleri. Çok çekişmeli bir mücadele beklerken skor birden 8-2'ye geliverdi. Ardından yavaş yavaş Rocket'in adımları hissedilmeye başlandı. Üst üste inanılmaz sayılar, şanslı sayılar, garip tuşlamalar ile gelen potlar Higgins'i tedirgin etmeye başladı. Hatta "tamam şimdi sıra bende diyerek ayağa kalkıp" Ronnie'nin inanılmaz şansı ile aldığı sayılar sonucu yerine oturduğu 2 anı çok net hatırlıyorum. 8-8 gelen skor ve şans faktörü gecenin galibinin Sullivan olacağını düşündürmüştü ki herkese Higgins son frame'i alarak ismini finale yazdırmayı bildi ama ne çektiğini en iyisi kendisi bilir.

Finalde ise baştan sona denge hakimdi. Ding'in 1 sayılık öne geçişleri ve ardından Higgins'in yakalayışı ile 6-6'ya kadar geldi seri. Derken Higgins 13. frame'i alarak skoru 7-6 'ya getirdi. Aslında avantajı daeline geçirdiğini düşünmüştüm, çünkü Ding'in bu baskıya dayanamayacağını düşünmüştüm, 14. frame bu açıdan maçın dönüm noktasıydı. Higgins sazı eline almışve frame'i sonlandırmaya, aradaki farkı 2'ye çıkarmaya yaklaşmışken sağ ortaya doğru gönderdiği mavinin inadı pahalıya patladı O'na. Ding önce skoru eşitledi, daha sonra skoru 10-8'lik skor ile kupaya uzanıp 100 bin pound'un sahibi oldu.

Geçici sıralamada ilk 16 dışına çıkma tehdidini hisseden, hep belirli noktalarda takılan Ding için bir milat olarak görmek yanlış olmaz bu şampiyonluğu. Yeteneği ve oyun görgüsü ile en tepelere gelebilecek potansiyele sahip olduğu aşikar ve bu kupa ile yolundaki engelleri kaldırma adına önemli bir adım atmış oldu.

09 Aralık 2009

Aykut Kocaman & Sportif Direktörlük



Aykut Kocaman zeki adamdır, konuşmasını bilir ve duygularını ifade etmekte fazla zorlanmaz ama dün yapılan basın toplantısında oldukça sıkıntılı ve durgun görünüyordu. Belli ki sistemde işlemeyen şeyler var can sıkıcı olan ve şu an için aşılmakta zorlanan.

Aziz Yıldırım'ın tamamiyle iyi niyeti ile yapmış olduğu bir hamledir Aykut Kocaman'ın Sportif Direktörlüğe getirilmesi tıpkı geçen sezonun başında yapılan Aragones tercihi gibi ama kararlar verilirken olayların enine boyuna değerlendirilmediği de ortada.

Olayı Fenerbahçe & Sportif Direktörlük & Akut Kocaman üçgeninde değerlendirince yaşanılan sıkıntıların en aza indirgenmesi pekala mümkündü. Eğer siz organizasyonel değişikliğe - yeniliğe gidiyorsanız mevcut yapı içerisinde, ortaya çıkan yeni durumda ,ki burada Sportif Direktörlük konumu böyle bir duruma işaret ediyor, sistemden kısa zamanda maksimum verimi almanın 2 yolu vardır:

1) Yeni bir alan ortaya koyuyorsanız ve bu şirket için de tecrübe edilmemiş bir yapıda ise arızayı en aza indirmek için başka yerlerde bu ve buna benzer görevde bulunmuş kişileri kullanarak sahip olduğunuz organizasyonun bu kişi ya da kişilerin tecrübelerinden yararlanmasını sağlarsınız.

2) Yapınızda uzun zamandır varolan bir alan ise geçmişten gelen tecrübe ise bu görevin gerekleri organizasyonun genlerine tecrübe olarak eklenmiştir. Siz bu konuma tecrübesiz kişileri getirseniz de organizasyonun bünyesindeki tecrübenin çizmiş olduğu yol ve sınırlar ile sıkıntıları minimuma indirgemiş olursunuz.

Fenerbahçe'nin uyguladığı model yukarıdaki 2 kurguya da uymuyor. Hem kurum için yepyeni bir konum hem de göreve getirilen kişi açısından içerisinin nasıl doldurulması gerektiği tam olarak bilinmeyen bir görev birleşimi var. 2 tecrübesizin buluşmasında bu sıkıntıların yaşanılmasından daha doğal bir süreç olamazdı zaten.

Burada yaşanan sıkıntılardan daha önemlisi ilerleyen dönemde nasıl hareket edileceği konusu. Henüz istenilen yapı kurulamamış ve sistem içerisinde sıkıntılar yaşanıyor olsa da gereken sabır gösterilip birşeylerin yerleşmesi beklenecek mi? Aykut Kocaman'ın hem kendisinin hem de kulübün tecrübesizliğini aşması gerekiyor işi hiç de kolay görünmüyor.

07 Aralık 2009

Galatasaray 1:1 İ.B.B

Haftalar sonra oynanan böylesine domine bir oyundan sonra son saniye golüyle puan kaybedip, liderlik fırsatını tepmek, rakiplerin 3 puansız kapadıkları haftada altın tepsi ile sunulanları elinin tersi ile itmek, geçen senenin benzeri bir filmi yeniden izliyor olmak... Galatasaray adına gecenin sonu gerçekten de san sıkıcı oldu, oysa oyunun 70 dakikalık bölümü farklı şeyler sunuyordu izleyenlere.

Maç sonrası Rijkaard'da bu farklılıktan dem vurup son 15-20 dakikadaki negatif değişimden bahsetti ama bu geriye çekilişteki en büyük payın kendisinde olduğunu henüz keşfetmemişti. Bursa deplasmanında denediği saçma sapan ileri uçsuz anlayışa dönüşü ve Nonda gibi topu ileride tutan, ilk golde olduğu gibi sırtı dönük topu alıp kanattaki arkadaşına açabilen bir adamı kenara alarak hem 3. bölgede top ile oynama oranının düşüşüne hem de rakip stoperlerin daha özgür hareket ederek ileriye çıkışlarına imkan vererek gecenin olumsuzluğunun altına imzasını kondurmuştur. Maçın sonlarına doğru Aydın'ı alması topu ileriye hızlı taşıma düşüncesi ile açıklanabilirse de bu adamın artık bu takımda sadece önde iken top sürmesi amacıyla tutulacak bir karakter olmadığı, yakın zamanda son 2-3 yıllık zaman diliminde alamadığı yolu önümüzdeki zamanda almasını beklemenin yersizliği görülmeli.

Fenerbahçe maçından itibaren alınan yolda en tempolu maçını oynadı dedik Galatasaray için ama her zaman yazdığım gibi futbolun bir de rakip takım ayağı olduğunu unutmamak lazım. Abdullah Avcı'nın Galatasaray'daki eksikliği görüp oyunu önde basarak oynamaya çalışacağını düşünmüştüm, ama beklenenin aksine daha çok yarı alanında alan savunması ile oynama düşüncesi ile çıkardı takımını sahaya. Galatasaray'ın ekmeğine yağ süren temel anlayış da bu oldu. 45 ile 70. dakikalar arasında stoperlerin de ileri çıkışları ile takımın boyunun kısalması, rakibin yarı alanına hapsedilmesi bu anlayış ile çok bağlantılı. Oysa Galatasaray'ın defansına ve orta sahasına baskı yaparak stoperlerin zaten sorunlu yapıları ile yarı sahalarına hapsolmasını ve ortadaki oyuncuların da top çıkarmak amacıyla bunlara yaklaşmasını sağladığınız zaman takım içi arızaları daha kolay meydana çıkarıyorsunuz.


Bu açından bakıldığı zaman Galatasaray'ın bu akşamki olumlu çizgisinin farklı karakterdeki en azından yukarıda bahsedilen defoları kullanmaya meyilli anlayışa sahip takımlar ile karşılaşıldığı zaman sahaya nasıl yansıyacağını da görmek gerekiyor daha sağlıklı analiz yapmak için. Salt bu 90 dakika özelinde konuşacak olursak da takım boyunu kısaltıp dönen topları alma, rakibi sahasına hapsetme, ayağa isabetli pas, zaman zaman yapılan oyunun yönünü değiştirme uygulamaları gayet yerindeydi. Zaten son dakika golünün yarattığı yıkımın en büyük sebebi de takımın mevcut potansiyeli ile sahaya konulanbilecek iyi oyunlardan birinin ardından bu denli ucuz puan kaybedilmesiydi.

Galatasaray'ın mevcut kadrosu ile bu tür inişli çıkışlı grafik sergilemesi gelecek adına beklenebilecek bir durum. Mevcut kadronun hücumcu-savunması orta saha oyuncuları açısından dengesizliği de göz önüne alındığında bugün Keita yarın Elano,Kewell gibi başka bir ismin kenarda olması gayet doğal. Yarın tartışmalar Keita'nın oynatılmaması üzerinde yoğunlaşabilir ama Rijkaard açısından Keita'nın zor bir isim olduğunu belirtmek lazım. Fazlasıyla çaba sarf ediyor olumlu şeyler yapmak için ama öyle bir dengesiz tarafı da var ki takım disiplininde uzaklaşmasına ve hatalı paslar yapmasına sebep olan kadroya yazarken kararsız kalınmasını eleştirmek ucuz olur.

Zirveden kopmamış olmak yapılan puan kayıplarının telafisi olduğunu gösteriyor. O nedenle bu maçlardan alınacak ders: 2. golü bulmakta, oyunu koparmada yaşanılan sıkıntıların çözülmesi üzerine kafa yorulması. Bunun yolu da orta saha oyuncularının oyunun 2 yönünü oynayabilecek adamlar olmasından geçiyor. Hücuma da ofansa da dengeli destek veren isimler katılabilirse kadroya ilerleyen dönem de daha az arıza yaşanacaktır. Bu akşam çok net bir pozsiyon var: Mustafa Sarp'ın kontrol edemeği topu ardından Arda'nın çizgiye indiği anda kale sahasının içerisinde tek isim arka tarafta 2 oyuncunun markajında bulunan Nonda idi. Oysa bu tür durumlarda orta sahanın daha fazla destek vermesi ve boşluklara kaçması lazım.

Bireysel olarak sadece defansın göbeğindne bahsderek konuyu kapatmak istiyorum. Mehmet Topal'ın sahip olduğu özellikler, potansiyel itibari ile en verimli olacağı yerin defansın göbeği olduğunu söylemiştim, bu akşam da bunu doğrulatır tarzda oynadı. Gökhan'ın çok daha üstünde bir performansla sahadaydı. Servet'e gelince her pozisyonda vücudunu kullanarak durumu kotarmaya çalışması başına iş açacak. Benden söylemesi...

Hakem konusuna gelince, üzerine bu kadar fazla gidilmesi çok da anlamlı değil ama golden önceki faulün diğer yarı alandan Galatasaray tarafına yaklaşık 10 metre taşınmasının gözden kaçması çok da kabullenilir değil. Özellikle de yardımcı hakemin de tam orada olup müdahale şansı olduğu düşünüldüğünde.

04 Aralık 2009

Tatsız Tutsuz // GS 1:0 Pana

Lafı eveleyip gevelemeden mevzuya girelim: Tatsız tuzsuz bir maç oldu. Futbol tek taraflı bir oyun değil, rakibin potansiyeli de sizin sahadaki durumunuzu belirliyor. Geçen sene Şampiyonlar Ligi'nde Werder Bremen'i geride bırakıp Inter ile beraber gruptan çıkmayaı başaran ve buu yaparken de Juseppe Meaza'da Mourinho'yu deviren Pana, bu sene gerçekten tanınmayacak halde. Bu pasiflik içerisinde Galatasaray'ı fazla zorlaması beklenemezdi zaten ama zaman zaman Sarı-Kırmızılılar'ın o bilindik dengesizliği işin içine girince kalede tehlikeler yarattılar. Mustafa Topal'ın sona dama faulsüz müdahalesi maçın dönüm noktasıydı. Kaleden gelen tek top ile defansta bırakılan boşluğun arasına rakibin sızmasını "Arada olur böyle şeyler" denilerek geçiştirilecek türden olmamalı.

Galatasaray son 3-4 haftadaki trendin aksine 2 ön libero orjinli oyuncu ve önlerinde Elano ile çıktı sahaya. Yaklaşık 1 aylık bu süre zarfında yaşanılan gol sıkıntısının ardından hücum gücü yüksek oyuncular ile de bu 3'lüyü oluşturmak yoluna gitmesi gayet normal teknik ekibin. Bu bir düşüncedir, uygulamaya çalışırsınız ama elinizdeki oyuncuların kalitesi bu planın işlerliğinin kalitesini belirler. Bu anlamda Topal ve Sarpın kalitesi ortada ve sınırlı ki bu kısıt içerisinde Sarp kapasitesini sonuna kadar da zorlayan bir adam. Elano ise bu maçta daha gayretli bir çizgide olsa da total verimliliği açısından çok da tatmin edici değildi.

Elano açısından yaşanan sıkıntı aslında hep daha önce de üzerinde durduğumuz kardo planlaması ve dengesi ile alakalı. Elano'nun genel özelliklerine bakınca, tek pasa dayalı bir tarzı olan çapraz-uzun paslar ile oyunun yönünü değiştirebilen ve belirli seviyeye kadar oyunu yeterli olmasa da 2 yönlü oynamaya çalışan bir yapısı olduğu görülüyor. Bunun yanında adam eksiltme, dikine dripling yapma, ince ara pasları atabilme, tempolu oynayabilme konusunda ise eksikleri olduğu hatta bu tipte bir adam olmadığı ortada. Takım yapınıza göre Brezilyalı sistem içerisinde verimli olabilir ama söz konusu Galatasaray olduğunda bu birlikteliğin sağlıklı olması çok zor.

Peki neden? Galatasaray'ın tempolu olarak topu ileri taşıyacak oyuncu sayısı çok az. Örneğin orta sahada bu tipte oyuncu yok. Ayhan oyuna sonradan girmesine ve daha diri olmasına rağmen bunu yapamadı ki bundan sonra da çok kolay değişl yapabilmesi. Bunun dışında Kewell, Arda gibi isimlerin de dripling gücü ve temposu yüksek oyuncular olduğunu söylemek zor. Keita biraz daha bu sınıfa girse de zaman geçtikçe Galatasaray'daki geleceği hakkında soru işaretleri doğuracak bir çizgiye doğru ilerliyor. Dengesiz yapısı ve oyun disiplininde kopmaya meyilli tarzı Keita'yı tercih edilebilir bir oyuncu olmaktan çabucak çıkarıyor. Elano'dan sonra Keita'nın veriminin yüksek olamayacağı kanısına kapılıyorum yavaş yavaş. Neyse, hal bu iken Elano'nu bu durağan yapısı Galatasaray'ın ihtiyacı olan şey değil. Maç 1-0 iken topu alıp, ileri taşıyabilecek, tempolu, verkaç girecek oyuncu tipine ihtiyaç duyulurken Brezilyalı fazlasıyla lüks kaçıyor ve kaçmaya da devam edecek mevcut kadro içerisinde.

Arda'nın ilk yarıdaki iştahlı futbolu, Barış'ın ve Sarp'ın mücadele gücü, Nonda'nın topu saklama becerisi ve Sabri'nin zaman zaman yaptığı iyi çıkışlar dışında pek olumlu cümle sarfetmek zor bu maçta. Ten Cate, maç öncesinde "Galatasaray'ın zaaflarını biliyoruz" şeklinde demeç vermişti, ama şu maça bakınca rakibini tek bir 90 dakika bile izlediğinden şüphe duyuyor insan. Galatasaray'a önde baskı yapan her takım istediğini almışken, kendi yarı sahasında bu kadar pas yapan bir takıma karşı baskı yapmazsanız yediğiniz 1 gole yanarsınız.

Galatasaray için yapılacak istatistikler de daha fazla pas yapıldığı ve geçmiş maçlara göre gelişme kaydedildiğinden dem vurulacak, sakın kanmayın derim. Rakibin bu kadar rahat bıraktığı bir takımın bu kadar pas yapma becerisinin olmamasına şaşırmak gerekir. Yani geçmiş maçlara göre çok fazla bir gelişim kaydedildiğini söylemek kolay değil. Süreci ve getirilerini izlemek gerekiyor.

Son 2 yılda, geçmişteki 5-6 yılın aksine Avrupa semalarında sergilenen duruş sevindirici ama Hamburg hayalleri falan kurmak için elde sebep yok. Bu futbolun üstüne konulacak çok şey, en önemlisi kadroya yapılması gereken 2-3 takviye var.( Bu bağlamda Gökhan'ın sakatlanması belki de hayırlı bile olabilir defansa takviyeyi hızlandırması açısından. ). Gerçekleri görmek, sonuçlara aldanmamak gerek. Motivasyon artışı dışında değişen fazla bir şey yok şimdilik.

03 Aralık 2009

Geri Dönüş



Forma skandalının ardından yönetimin en etkin isimlerinden Yiğit Şardan'ın istifası yaşanan olayın an ağır bedeli olmuştu. En az sorumluluk taşıyanlardan biri olmasına rağmen şube başkanı olarak bedeli ödemek istemişti. Adnan Polat'da kendisinin öneminin farkında olacak ki aradan kısa süre geçmesine rağmen yeni yapılanmaya giderek yönetim kurulunun kapısından içeri girmesini sağladı. Yaşanan krizin ardından en sevindirici gelişme bu olsa gerek Galatasaraylılar adına.

Galatasaray Spor Kulübü Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığından istifa eden Sayın Yiğit Şardan, Yönetim Kurulumuzun 3 Aralık 2009 tarihinde almış olduğu kararlarla Galatasaray Spor Kulübü Başkan Danışmanlığı ve Galatasaray İletişim Hizmetleri A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerine atanmıştır.

Sayın Adil Emecan Yönetim Kurulu yedek üyeliğinden, Yönetim Kurulu asli üyeliğine atanmıştır.

Kulübümüz Yönetim Kurulu yeni görev dağılımı ise aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.

Başkan: Adnan Polat
2. Başkan: Mehmet Helvacı
Başkan Yardımcısı -Mali ve İdari İşler: Ali Haşhaş
Başkan Yardımcısı -Sportif Faaliyetler: Haldun Üstünel
Genel Sekreter: Mümtaz Tahincioğlu
Muhasip Üye: Işın Çelebi
Veznedar Üye: Murat Yalçındağ

Sayın Yiğit Şardan, Sayın Ali Haşhaş, Sayın Haldun Üstünel, Sayın Işın Çelebi ve Sayın Adil Emecan’a yeni görevlerinde başarılar dileriz.

Saygılarımızla
Galatasaray Spor KulübüYönetim Kurulu

Başkan gerçekten de iyi iş çıkarmış Yiğit Şardan'ı yeniden bünyeye katarak. Önemli bir isim, son 2 yıldaki büyün projelerin altında imzası vardı.

Haldun Üstünel'in Sportif İşlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı olarka atanması da son 2 yıldaki hamlelerinin ödülü. "Sihirbaz" Ali Haşhaş'da Başkan Yardımcılığı'na getirilen diğer isim.

29 Kasım 2009

Neu Camp'tan Lider Çıkmak // Barça 1:0 Real

Bir derbinin en güzel taraflarından biri de rakibiniz sizin üstünüzde yer alıyorsa sıralamada, maç sonrası zirveye konuşlanıp onların aşağıdaki çırpınışlarını seyretmektir. Neu Camp'a lider olarak gelen 200 küsür milyonluk Real Madrid'den alıncaka 3 puan tam da bu zevki yaşatacaktı Barcelona'ya.

Hafta içi oynanan maçın aksine daha kontrollü ya da daha az baskılı başladı Barça. Bunda hem hafta içi oynanan maçta harcanan efordan ötürü maçın başında yapılacak baskı ile maçın sonuna doğru oluşacak yorgunluk korkusu hem de Inter'in aksine Real'in daha komple ve efektif oynayabilen orta sahasının alan daraltmadaki başarısı etkiliydi. Alonso-Lass-Kaka-Marcelo dörtlüsüne yaklaşan defans hattı ile Barcelona'ya top ile fazla oynama şansı vermediler. Burada başka bir takıın top ile oynama ortalaması çok daha fazla düşebilirdi ama karşı tarafta Xavi-Iniesta-Messi gibi oyuncular olunca Barça buna fazla izin vermedi. Topa sahip olduklarında ise çabuk bir şekilde defans arasına adam kaçırmayı düşündüler ama Henry oyunda iken bunu bir türlü başaramadılar.

Ronaldo'nun varlığı başlı başına bir güven unsuru. Kaka ile geliştirdikleri ataklardan ilk yarıda 1 gol çıkaramamaları büyük şanssızlık, bu tür maçlarda fırsatını bulunca kaçırmamak lazım. Daha sonra Higuain ile yitirilen fırsat da Barcelona savunmasının çabukluğunun göstergesiydi.

Barcelona'nın boşluk ve gol bulmasının zor olduğu kanısında iken oyuna İbrahimovic'in girişi kısa süreli bir baskı yarattı Real kalesinde ki bu anlarda gol geldi. Daha sonra özellikle Ronaldo ile yüklenmeye başladı Madrid ekibi. Hızı ile Barcelona savunmasını çok zorluyordu. Busqets'in kartı sonrası ibre tersine dönebilirdi ama bu sırada Pelegrino'nun hamlesi bence Barça'nın ekmeğine yağı sürdü. Ronaldo oyunda kaldığı süre içerisinde etkiliydi ve sürati ile Barcelona'yı fazlası ile zorluyordu, oyundan çıkarılması dengeleri değiştirdi. Sonraki dakikalarda gola tmanın yolunu tüm forvetleri sahaya sürmekte bulan Arjantinli teknik adam Raul'ü de Arbeola'nın yerine aldı oyuna ama baskı sonuç getirmedi. Orta sahada oluşan boşluk sonrası Barcelona topa daha hakim olmaya başladı. Iniesta'nın büyüleyici performansı ve topu ayağına yapıştırma büyüsü ile kontrolü yavaş yavaş eline aldı Katalan ekibi ve maçı bu şekilde bitirdi. Zaten Lass'ın oyundan atılması ile psikolojik olarak Real de mağlubiyeti kabullenmiş oldu.

90 dakikanın geneline bakınca mücadele gücü yüksek bir maç olsa da beklenen temponun uzağında kalındığını düşünüyorum. Aslında ilk gol sonrası oyun daha da güzelleşebildi ama Busqets'in acemice elle oynama tutkusu hevesimizi kursağımızda bıraktı adeta. Barça adına sahada Iniesta'yı ve Puyol'un müthiş hırsını izlemek müthiş bir keyif. Özellikle mPuyol'un defantaki müdahalellerini Servet ve Gökhan oturup ders niyetine izlesin. Karşı tarafta ise Ronaldo ise uzun süren sakatlığı sonrası sahalara Neu Camp'ta gol ile dönme şansını tepmiş oldu, ama maçın genelindeki performansı fena değildi.

Alınan 3 uan ile yeniden liderlik koltuğuna oturdu Barcelona. Ronaldo'nun gelişi ile yeniden farklı galibiyetlere başlar Real ve şampiyonluk mücadelesi böyle kaf kafaya kadar gider lig sonuna kadar.

Sessiz Darbe // Fenerbahçe 1:3 Kasımpaşa



Emre'nin Fenerbahçe için öneminin büyüklüğünden bahsederken, yokluğunun da Sarı-Lacivertli ekibi ciddi biçimde etkileyeceğini belirtmiştik. Son haftalardaki çıkışı ile seyircisiz Kadıköy Vural ve öğrencileri için puan almak için biçilmiş kaftan gibiydi, ellerine gelen şansı da kaçırmadılar.

Fenerbahçe'nin savunma ve orta sahansının göbeğinde Lugano-Bilica ve Emre ile oynamadığı her maç potansiyel puan kaybı yazılır haneye. Cristian'ı saymıyorum çünkü onun performansını etkileyen faktör ya da başka bir deyişle onu oynatan etken kesinlikle Emre'nin varlığı olduğundan buradaki 2. adamın fazlasıyla mücadele eden biri olması yeterlidir ki Brezilyalı'da topu kullanma anlamında sıkıntılı olduğundan mücadele gücü ile sahadfa yer alıyor. Orta sahada oynayacak oyuncu tipi için çeşitli defalar genel tarifi yaptık, Baroni-Topla-Sarp gibi adamların en iyi yaptıkları şey yer kaplamaktır, daha fazlasını beklememek gerek.

Tablo böyle iken Daum, Kasımpaşa'yı fazlaca analiz etmeden 2 ileri uç elemanını da sahaya sürerek, Emre gibi mücadele gücü ve topu kullanma becerisi üst düzey olan bir adamın yokluğunda orta sahayı eksik bırakmayı tercih etti ki kesinlikle yapılmaması gereken bir hamledir. Daha ilk 30 dakikada Kasımpaşa'nın kaçırdığı goller bunu en net göstergesi. Elinizde Özer gibi bir adam var ise, Selçuk-Baroni gibi yaratıcı yanları zayıf adamların yerine mutlaka saha içerisinde hata da yapsa Özer tercih edilmeli ki 2. yarıda oyuna girdikten sonra takımda Alex ile birlikte dikine oynamayı düşünen yegane adamdı ama siz takım geriye düşümüş iken oyuna alırsanız kendisini kısa zamanda çok şey yapmak için çırpınırken hata yapma potansiyelini de otomatik olarak arttırmış oluyorsunuz. Oysa ilk 11'de düşünülse daha sakin bir şekilde oyuna ısınması pekala mümkün. Burada Daum'un yaptığı strataji hatasınında altını çizmiş olalım.

Tek tek oyunculara değinmeyeceğim zira dün sahada giydiği formanın hakkını veren var mıydı? Bir ara Kasımpaşa'nın pasları karşısında Fenerbahçe'nin o ruhsuz hali dikkatlerden kaçmadı. Formsuz, hasta vs. olabilirsiniz ama futbolcu olarak sahadaki ilk görevini ne şart altında olursa olsun mücadele etmektir, eğer onu da yapmıyorsanız yırtın lisansınızı bırakın bu işi. Dün sahada bu mantıkla oynayan yığında adam vardı.

Dün akşamki skordan çıkan başka bir ders ise takımın kadro yapılanması aşamasında daha sistematik yaklaşılması gerektiği. Eğer 1-2 oyuncunuzun eksikliği takımın dengesini bu kadar derinden sarsıyor ie orada bazı şeyleri yenidnen değerlendirmek gerekiyor.

Yılmaz Vural için Fenerbahçe'yi yenmek artık sıradanlaşmaya başladı, Aziz Yıldırım bu işten Vural'ı takımın başına getirerek sıyrılacak galiba. Göreve gelişi sonrası Murat Erdoğan-Cenk-Gökhan gibi Süper Lig'in tecribeli iismlerini kadrosuna katarak işi iş yaptığı dah net görülüyor. 0 puan ile aldığın takımı 8 hafta sonunda 15 puana ulaştırması alkışlanacak hareket ama bu ivmelenmenin devam etmesi gerek. Vural'ın takımlarında bu tip çıkışları genelde görürüz ama sezon sonunda da küme düşme potası içerisinde can çekişirken buluruz kendisini. Dün akşam takımının dengeli ve ayaa top yaparak oynaması gayet güzel hareketti, gelibiyeti de sonuna kadar haketti.

Fenerbahçe , özellikle de oturup düşünme vaktidir çoktan gelmiştir, bir musibet bazen bir nasihattan iyidir ama bunu gerçeğe dönüştürebilmek tamamen de sizin elinizde. 10 hafta sonra planladığınız yerde olmak istiyorsanız böyle mesajlardan gereken dersi çıkarmanız lazım.

Ard arda 2 gün zirvedeki 2 takımın puan kaybetmesi ile Beşiktaş ve Bursa üst sıraların dengesini iyicer bozdular. Onlar bu ivmeyi devam ettirme derdinde iken, Galatasray ve Fenebhaçe ise en kısa zamanda toparlanma derdinde olacaklar. Kadıköy tarafı işleri toplama konusunda daha şanslı görünüyor ama Galatasaray'ın sezon boyunca işi zor gibi görünüyor. Mevcut kadro yapısı ile benzer kayıplar yaşayıp yukarıdaki 3'lüyü yalnız bırakmak zorunda da kalabilirler.

27 Kasım 2009

Bursaspor 1:0 Galatasaray



Barcelona'yı izlemek futbolseverler için keyifli olduğu kadar ızdırap dolu. Hafta içi oynanan maçtan sonra böylesine bir 90 dakikaya tanıklık etmek, üstelik takımlardan birinin başında Barcelona'yı 2 sene öncesine kadar 5 yıl süre ile çalıştırmış bir hoca var olduğu gerçeği sizi futboldan soğutabilir. Rıdvan Dilmen'in hafta içi mnaçta yapmış olduğu " suçunu inkar etmeyeni Barcelona'nın karşısındaki takımın orta sahasına koyacaksın" espirisini biraz daha değiştirerek "Xavi-Iniesta resitalinden sonra Mehmet Topal-Mustafa Sarp-Hakan Balta-Barış dörtlüsünü 90 dakika izleteceksin" şeklinde degiştirmek de pekala mümkün.

Rijkaard-Neskeens 2'lisinin bazen ne yapmak istediğini anlamakta zorluk çekiyorum. Bazı gerçekleri nasıl bu kadar görmezden geliyorlar gerçekten şaşırıyorum. Sahaya çıkan kadroya baktığınızda, Barış-Topal-Mustafa 3'lüsü ile oynayan 3 maçta ortalama sırasıyla 2-3-3 gol kaydedildiği, toplamda ise 2 gol yenildiği görülüyor. Yani bu 3'lü takıma defansif direnç katarken hücum anlamındaki üretkenliği düşüren bir hüvviyete sahipler. Bunun yanına sezon başından beri Galatasaray'ın oynadığı maçları dikkatli izlerseniz atakların çoğunda ceza sahası içi ve çevresinde gole yakın oynayan oyuncu sayısının pek nadir durumlarda 3'ün üstüne çıktığını görürsünüz. Bunu daha önce de yazdım Galatasaray'ın bariz bir ceza sahasında çoğalma problemi var. Ortada bu gerçek durur iken sahaya Nonda gibi bir oyuncuyu kenarda bırakarak başlamanın manası nedir? Üstelik başlangıçtraki saha içi dizilişi bakınca Arda-Kewell 2'lisinin neredeyse üst üste binerek başladığını, Keita'nın sağ çizgide yer aldığını ve Barış-Topal-Sarp 3'lüsünün ise klasik görev yerlerinde olduğunu görüyoruz.

Başlangıçtaki bu şablon bir süre sonra değişti; Barış, Sabri'nin önünde sağ çizgide daha çok görülmeye başlandı Keita biraz daha içeriye ve sol çizgiye kaydı, Kewell ortaya geçti ama tüm bu gelişmeler olurken ceza sahası içerisine giren, pozisyon kovalayan herhangi bir oyuncu görülmüyordu. Mustafa Sarp'ın ileri çıkışlarından yararlanılması düşünülmüştü ama onun da serseri bir kurşun olduğu geçtiğimiz haftalardan belliydi, olumlu sonuç alma garantisinin olmadığını görmek için kahin olmaya gerek yoktu. Sahaya Nonda'sız çıkmak için elde geçmişten gelen sağlam veriler yokken, saha içindeki dizilişte takıma gol kazandıracak organizasyonlardan uzak olduğunu belgeliyordu. Bu durum ciddi bir teknik adam öngörü hatasıdır benim için. Haaa bu 2'linin hata yapma lüksü elbet vardır, olacaktır da ama bunun bence bir hata olduğunu söylemek de bizim açımızdan yapılması gerekendir.

Peki ne yapılabilirdi? Eğer sahaya Nonda'sız çıkıyorsanız orta sahanın hücum dönük iş yapmasını sağlayacak, takımı ileri taşıyacak oyunculara görev vermelisiniz. Örneğin, Ayhan-Elano kullanılabilirdi bu anlamda (Elano'nun verimli olamayacağpını yazdım ama genel düşünce olarak teknik adamın vermek istedeği nokta santraforsuz mesaja daha uygun oalcağını belirtmek için yazıyorum). Çünkü yukarıda da belirttiğim gibi Barış-Sarp-Topal 3'lüsünden başka bir görev beklenmekteydi ama özellikleri itibariyle totalde bu katkıyı yapacak oyuncu üçlemesi bu olamazdı.

Oyuncu değişikliklerine anlam vermek de kolay değildi. Gole ihtiyacı olan bir takımda tüm savrukluğuna rağmen çıkan isim Keita mı olmalı ortadaki 3'lünün verimsizliği gün gibi aşikarken? Ya da oyuna sonradan giren Elano'nun temposuzluğu ve dikine ilerleyememe özelliği bilinirken, forvet arkasında hücuma destek vermek yerine defanstan top çıkarmasını beklemek de neyin nesi? Her açıdan kötü, çok kötüydü Sarı-Kırmızılı ekip. Teknik yönetim, futbolcular...

Teknik yönetimdeki bu soru işaretlerine oyuncuların saha içerisindeki her an hata yapmaya meyilli, ruhsuz, mücadeleden kaçan, top takım arkadaşında iken boşa kaçıp ona alternatif yaratma derdini taşımayan be statik duran, disiplinden uzak görüntüleri de eklenince daha 15-20 dakika geçtikten sonra Galatasaray'ın bu maçı kazanmasının zor olduğu anlaşılıyordu. Bu formayı giren oyuncuların sıradan bir takımda oynarmışçasına motivasyondan yoksun bir şekilde oynamaları kabul edilecek gibi değil. Her şeyden önce öyle bir geri dörtlüsü varki Galatasaray'ın, inanın 2 farklı bile önde olsa takım için galibiyetin garanti olduğnu söylemek zor. Haftalardır yanı saha içi diziliş hatasını yapan bir savunmadan bahsediyorum. Rakip oyuncu çizgiden ceza sahasına doğru yaklaştığı sırada defans oyuncularının birbirleri ile olan mesafelerini, haretketlenme doğrultularını ve adam paylaşmalarını dikkatle izlerseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız. Bursaspor'un Sercan ile maçın başında sol çizgiden getirdiği topu Franco almasa arka tarafta muhtemelen Turgay içeri gönderecekti. Geçen hafta Simpson ve 10. haftada Alex'in attıkları goller neredeyse bu pozisyonun kopyası gibiler. Temel bir yanlışlık va savunmada, 4 oyuncunun totalinin ortaya koyduğu sorynlar yumağı bu.

Hep takım savunmasının öneminden bahsederiz, mutlaka takımın yediği gol sayısını azaltacak en temel etkendir topkeyün topun gerisine geçmek ama eğer savunma oyuncularınız bireysel savunma anlamında yeterli değillerse her ana gol yeme riğski ile başbaşasanızdır. Beşiktaş'ta Ferrari, Fenerbahçe'de Lugano savunma özellikleri gelişmiş oyuncular olarak takım savunmasının zaafiyet gösterdiği anlarda önemli hamlelerle sıkıntıları bertaraf edebiliyorlar. Oysa Galatasaray tarfına gelince hem savunmanın göbeğindeki Gökhan-Servet ikilisi hem de sol tarafta Hakan Balta her an patlamay hazır bomba gibileri. Servet-Gökhan ikilisinin aynı anda sahada olmalarının artık dayanılmaz boyutlara ulaştığı ortada; fakat hücum yönünde yokları oynayan Hakan'ın savunmada da düşük performans göstermesi sorunu daha da büyütüyor. Savunmanın göbeği acilen yakviye istiyor, 2*2=4'tür artık bu. Balta'nın yerine de takviye şart ama oraya gelene kadar daha acil pozsiyonlar var.

Orta saha ise evlere şenlik. Mehmet Topal-Arda gibi oyuncuları Galatasaray yurtdışına nasıl satacak ya da hangi kulüoler talip olacak bu adamlara merak ediyorum. Mehmet Topal, özellikleri kısıtlı, sadece mücadele eden bir adam. Savunmanın göbeğinde oynaması kendi kariyeri için daha iyi olacaktır, yoksa bu haliyle modern bir orta saha oyuncusu olması neredeyse imkansız. Arda, eğer Polat'ın kariyer planlamasına göre hareket decekse futbolu burada bırakarı. Hiç bir süt düzek takım almaz Arda'yı kardeşim, buraya yazıyorum. Arsen Wenger gibi adam Arda'nın temposuzluğunu, oyunu yavaşlatan yapısını ve bunun geliştirilmesinin çok kolay olmadığını görmeyecek mi sanıyorsunuz? Arda eğer kalbürüstü bir takıma gitsin müthiş bir menejer başarısı olur bu.

Bu sezon Fenerbahçe maçı ile beraber en kötü 2. performansı gördük bu akşam. Kadro yapısını göz önüne alınca benzer manzaralar ile sezon boyunca karşılaması çok doğal Galatasaray'ın. Şablondan bağımsız olarak modern futbol oynamaya elverişli bir kadro yapısı yok Galatasaray'ın. Takviye yapılmaz ise bu sezon böyle 2 ileri bir geri modunda gider. Orta sahay hayati bölge ve adma gibi tempo yapacak, oyunu 2 yönlü oynayacak oyuncu nerdeyse yok kadroda. Burada en büyük suçun yönetimde olduğunu itiraf etmek gerekiyor. Adam akıllı bir transfer sistemi olmadığı için 2-3 yöneticinin çabaları ile daha çok isimler üzerinden gidilerek ilerleniliyor. Örneğin, Elano hangi eksiği kapatması için alındı Galatasaray'a? Haid onu geçtik, hangi eksikliği giderebilecğeini kim söyleyebilir? Yapılacak şey, Dünya Kupası sonrası piayasısını bulmasını beklemek ve elden çıkarmak, şimdiden geçmiş olsun.

Bursaspor'un iyi oynadığından dem vurulacaktır yarın ama bunu söylerken/yazarken bir de karşı takıma bakmak gerekiyor. Defansı ve orta sahası rezil halde bir Galatasaray'a karşı fazlası ile çekingen oldukları da iddia edilebilir. Daha önde basarak zaten top kullanma konusunda ciddi sabıkası olan defans ve orta saha hattını çok kolay bozarak daha etkili olabilirlerdi, ama bunu çok fazla denemediler. Kanatlara yüklenmeyi düşündüler, golü de bir kanat akını sırasında buldular ki o ana kadar hem Sabri hem de Hakan Balta'nın bıraktığı boşluklardan net pozsiyonlar bulmuşlardı. Ertuğrul Sağlam daha cesur adımalr atrabilirdi, Galatasaray'lı oyuncuların üstündeki formalraı bile değiştirseniz Bursaspor'un saha içindeki çekiğnik tavrı değişiebilirdir. Bazen takımlar gereğinden fazla büyütülüyor, içindeki küçük futbol beyinleri görmezden gelinerek. Galatasaray'da bunun kaymağını yedi. Her hattı ile çresiz ve ne yaptığını bilmez halde iken karşısında bu zaafları kullanmayı düşünmekten ziyade maçı kaybetmemeyi düşünen bir mantelite vardı, bu akşam Galatasray adına yazılacak tem olumlu taraf buydu.

Artık farkına varmak, gerçekleri görmek vaktidir. Galatasaray'ın sorunu şablonlarla, saha içi dizilişleri ile kolayca açıklanacak yada 4-3-3 oynayamaz denilerek sıyırılıncak cisnten değil. Temel bir kadro palnlaması zaafiyeti olduğu açık, bireysel oyuncuların bir araya gelişi ile oluşna bütünlüğe takım demek çok Sarı-Kırmızılı ekipte. Zaman geçiyor ama futbolun üstüne konulmuyor, ilerme sağlanamıyor.Nasıl çözülür, kim çözer açıkçası ben de bilmiyorum, çünkü geçen seneden ileride görmüyorum şu an gelinen noktayı futbol olarak. Puan tablosu da benzer şeyi söylüyor: Yalnız bırakılmış Skibbe'nin geçen sezon aynı haftada getirdiği nokta bu senenin yalnızca 1 puan gerisinde. Varın gerisini siz düşünün!

25 Kasım 2009

Barça - Inter Maçının Ardından

Messi ve İbrahimovic'în yokluğunda Barcelona'nın zorlanacağı düşüncesi hakimdi ama futbolda sistemin ve orta sahanın önemi dün Barça'yı 90 dakika rakibini sahadan silecek kadar etkili kılan en temel 2 unsurdu. Sahayı enlemesine ve boylamasına bu kadar etkili kullanabilmek, defanstan ne şart altında olunursa olunsun ilk hedefin topu oyuna düzgün sokmak, topu bu kadar iyi koşturarak rakibin yormak ve daha altını çizerek belirtilecek bir çok futbol güzelliği...

Barça'yı bu kadar farklı kılan kenarda 2 yıldız ismi otururken bile izleyenleri mest etmesini saplayan ise Xavi-Iniesta ikilisinin oyunun 2 yönünü de kusursuz oynayan yapısı. Gerektiğinde oyunu hızlandıran, dikine oynayan, müthiş ara paslara atan bu ikili 4-3-3 oynayan diğer takımlara nazaran Katalan ekibinin futbolundan başka bir tat alınmasının ana sebebi. Özellikle Iniesta'nın sahanın oyun sitili, topu taşıyışı, bir mıknatıs gibi ayağına yapıştırışı izlerken müthiş keyif veriyor. Barça için olmazsa olmaz ilk isim Messi değil, kesinlikle Iniesta'dır.

Dün atılan 2 golün forvet ve orta ssaha oyuncularından gelmesi, sahadaki forvet sayısını atılacak gol ile orantılı bulanlar için ders niteliğinde. Eğer etkili bir orta sahanız var ise, takımdaki herkes gol atabilir. Üstelik asıl forvetiniz sahada değilken bile kolayca gol bulabilirsiniz.

Mourinho'ya ya gelince O'nu hiç bu kadar çaresiz durumda görmemiştim, sadece sahadaki oyuncular değil saha kenarında O da ilk dakikalardan itibaren havluyu atmış, 90 dakikanın bitimini bekler gibiydi. Bu egoyu bu kadar sinmiş hale getirmek bile başlı başına büyük iş.

Maçın bombası ile Rıdvan Dilmen'den : "Suçunu itiraf etmeyen adamı, Barcelona'ya karşı orta sahada oynatacaksın."

23 Kasım 2009

Evert Van Derks Galatasaray Futbol Akademisi'nde



Uzun zamandır üzerinde durduğumuz bir mevzuydu Galatasaray Altyapısı'nın son yıllardaki verimsizliği. Sürekli hakkında övgü dolu cümleler kurulan bir yapının şu an A takımda ilk 11'de oynayabilen 2 oyuncu çıkarmış olması oldukaç düşündürücüydü. Dolayısı ile mevcut düzenin daha profesyonel bir biçimde ele alınması gerektiği ortak kanıydı.

Ali Yavaş'ın ardından nasıl bir yola gireceğini merak etmiştim Altyapı'nın. Derken Futbol Akademisi adı verildi ve Fatih İbradı Genel Koordinatör olarak görevlendirildi. Çok fazla ümitli değildim, öyle de oldu. Değişen sadece isim oldu, fazla bir aksiyon göremedik.

Rijkaard-Neskeens 2'lisinin gelişi ile Futbol Akademisi'nin yapılanması yönünde de bir beklenti oluşturmuştu. Yaklaşık 1 ay önce Neskeens'in oğlunun da Akademi'ye transfer olması üzerine yakın bir zamanda önemli bir değişimin yaşanabileceğini belirtmiştik. Beklenen hamle bugün geldi, Evert Van Derks Futbol Akademisi Koordinatörlüğü'ne getirldi.

Evert Jan Derks

Doğum tarihi: 02.03.1950

2006/07 PFC Litex Lovech Futbol Akademisi Direktörü
2004/06 PFC Levski Sofya Futbol Akademisi Direktörü
2004 Hollanda Futbol Federasyonu (KNVB) Akademisi Uluslarası Eğitmeni
2000/03 Glasgow Rangers Futbol Akademisi Direktörü
1995/99 Go Ahead Eagles Futbol Akademisi Direktörü
1989/95 Hollanda Futbol Federasyonu Antrenörü

Beden Eğitimi Akademisi mezunu olan Evert Jan Derks, UEFA Pro-lisans sahibidir. Derks, 1989 yılına dek Hollanda Futbol Federasyonu'nda Teknik Dersler Eğitmeni ve U14, U 16, U 18, U21 Gençlik Planlaması Bölgesel Antrenörü olarak çalıştı ve Be Quick Zupthen’de teknik direktörlük yaptı.

Gençlik Planlaması Bölgesel Antrenörlüğü sırasında Marc Overmars ve Philip Cocu, Hollanda Futbol Federasyonu Yaş Grupları Milli Takımları Antrenörlüğü sırasında Clarence Seedorf, Patrick Kluivert, Jaap Stam gibi oyuncularla çalıştı.

Hollanda Federasyonu'nun A ve B antrenörlük lisans kursu eğitmenliği sırasında Johan Neeskens, John Van't Schip, Rob Witschge ve Danny Blind gibi önemli futbol adamlarının yetişmesine katkıda bulunan Evert Jan Derks halen, UEFA, İskoçya Futbol Federasyonu, ABD Futbol Federasyonu ve Bulgaristan Futbol Federasyonu'nun davetlisi olarak seminerler ve antrenörlük dersleri vermektedir.

Galatasaray'ın bu hamlesi gelecek adına umut verici, meyvelerini görmek için beklemek lazım. Muhtemelen yeni antrenörler de gelecektir kısa bir süre içerisinde. En büyük sorunlarımızdan biri de özellikle antrenrölerimizin kendilerini yetiştirme anlamında yerlerdinde saymalarıydı. Bu açından farklı bir bakış çok şey kazandıracaktır genç yeteneklere. 19-20 yaşına gelmiş gençlere futbolun temelini baştan öğretmenin zorluğundan dem vurulur ya hep işte o fundemental eksikliğini gidermek için çok önemli bir adım.

Galatasaray 1:1 Manisaspor



Bir gün önce oynanan derbi sonrası 3 hafta öncesinde liderin 5 puan gerisine düşümüş takıma liderlik şansı altın tepsi ile sunuluyorsa ne olursa olsun yapılması gereken o mçaın kazanılmasıdır. Geçen sene Beşiktaş ve Sivas'ın defalarca ikramda bulunmasını değerlendiremeyen takımın izlerini yeniden görüyor olmak, eldeki fırsatları cömertçe harcanmasına tanıklık etmek kolay anlaşılır bir durum değil.

Fenerbahçe maçı sonrası denenen 4-3-3'e uygun diziliş ile gelen puanlar sonrası benzer bir kurgu ile sahaya çıktı Galatasaray. Sarp-Topal-Ayhan 3'lüsü ile oluşturulan yapı ile en temel amaç defansif bütünlük oluşturmak ve orta sahada topa basan bir takım yaratabilmek ama burada daha temel bir gerçeklik malesef göz ardı ediliyor ya da tercihler listesinde arka plana atılıyor. Önde hücum gücü yüksek oyuncular ile oluşturulacak kadro ile takım savunmasında yaşanılan sorun ile yüzleştikten sonra mecburen bu tür hamleler yapıldığı kanısında olsam da bu orta saha 3'lüsü ile top kullanmanın mümkün olmadığı tahmin edilmeli özellikle de kenarda Rijkaard-Neskeens ikilisi var ise.

Surinamlı'nın imzası sonrası 4-3-3'e ilişkin görüşlerimizi belirtip Galatasaray'ın mevcut kadrosu ile yapılabilecekleri sıralarken üzerinde durduğumuz en temel mevzu orta sahadaki 3'lünün oyunu 2 yönlü oynama becerilerinin en azınddan ortalama seviyede olması gerektiği yönündeydi. Önlibero denilen kavrama fazlasıyla takılıp orta sahaya sırf mücadele ettikleri için bazı oyuncuların yerleştirilmesi takım dengesi üzerinde dün akşam görüldüğü gibi fazlasıyla negatif etki yapıyor. Eğer elinizde Topal-Sarp-Ayhan gibi adamlar varsa aynı anda Ayhan'ın yanında diğer 2'liden 1'ini tercih etmeniz ve bunu da yaparken 3. adamınızın Emre Belezoğlu tipinde oyunu 2 yönlü oynama becerisine sahip olması gerekiyor. Bunu yapmadığınız zaman da ileride gol kısırlığı çektiğiniz durumlarda orta sahada topa sahip olamamanın getirdiği sıkıntı ile rakipten baskı yemeniz ihtimali de artıyor tıpkı dün akşam olduğu gibi. Tamam belki Manisa hissedilir baskı kurmadı ama topun kimin yarı sahasında daha çok kaldığı verisine bakmanız bile çok şey anlatır size.

Elano'nun transferini ilk andan itibarem işte bu açıdan değerlendirmiş ve bu orta sahada oyunu 2 yönlü oynayan oyuncu eksikliğini gidermez ise sahanın diğer hangi mevkisinde oynarsa oynasın Galatasaray için verimsiz bir transfer olarak değerlendireceğimi söylemiştim ve malesef zaman beni haklı çıkaryor. Elano büyük bir futbol belası olma yönünde ilerliyor Galatasaray'da.

Tüm bu konular bir yere çıkarıyor artık yolumuzu: Kadrolar kurulurken strateji ve planlama eksiklikleri. Evet, Galatasaray oyuncu transferi yaparken ne yazık ki isimler üzerinden hareket ediyor ama nerelere, hangi mevkilere, hangi özelliklere sahip oyunculara ihtiyacı olunduğu, takım içerisindeki oyuncu yedeklemesini nasıl yapılacağı gibi derinlemesine konulara yeterince değer vermiyor. Daha teknik bir tabirle Kadro Mühendisliği mantığı ile analitik hesaplar yapılması gerekirken yuvarlak mantıklar ile rota belirleniyor. Örneğin, orta sahadaki eksiklik bas bas bağırırken forvet ya da daha farklı mevkiler üzerinde duruyor. İşte ana sorun burada.

Bugün bir futbol takımının ortalama yapabilirliği hakkında tahminde bulunmak istiyorsanız yapmanız gerekn orta sahadaki 4 ya da 5 oyuncusunun birbirini bütünleme, oyunun 2 yönlü oynayabilme kapasiteleri açısında değerlendirmektir emin olun başka hiç bir şeye bakmanıza gerek bile yok. Bu açıdan ortasaha bu kadar önemli iken başka şeylere takılmanın hiç bir anlamı kalmıyor. İddia ediyorum, Galatasaray tüm sezonu sadece Baros ya da Nonda ile oynasın ama orta sahası bu modern anlayışa biraz daha uygun olsun, hiç bir maçta gol sıkıntısı çekmez. Genel anlayışın tersine gol atma beceriniz sahadaki forvet oyuncularının sayısından ziyade, orta sahada gole yakın durabilen oyuncularınızın sayısı ile orantılıdır daha çok.

Tüm bu görüşlerden sonra sorulacak tek kalıyor geriye dünkü maçı daha iyi yorumlayabilmek adına?

1) Galatasaray hücum ederken aynı anda ceza sahası içerisinde ya da hem çevresinde gole yakın kaç oyuncu bulunuyor?

Bir çok maçta özellikle dikakt ediyorum bu noktaya, kesinlikle temel sorunlardan birinin bu olduğunu düşünüyorum.

Bunun ana sebeplerinden biri de dün akşam olduğu gibi Servet-Gökhan 2'lisinin geriey fazlası ile yaslanarak , alanı ve bloklar arası mesafeyi daraltamadan geniş alanda oynaması. Özellikle Gökhan'ın oyun tarzının Galatasaray'ın sahadaki futbol mantalitesini etkileyen en önemli negatif etkenlerden biri olduğunu düşünüyorum. Servet'e yakın tipte bir oyuncu olması da cabsı tabiki. Dolayısı ile Servet var ike yanı tipte başka bir oyuncuyu daha göbeğe yerleştirmenin bir anlamı yok. Önümüzdeki sezonun planlaması yapılırken dikkat edilmesi gereken başka nokta da bu olmalı.


Galatasaray adına en sevindirici hadisa Kewell'ın son haftalardaki artan performansının geçen sezonun da ötesinde bir boyuta taşınmış olması. Mücadele gücünün oldukça arttığını görüyoruz ve ileri-geri oynama adına oldukça gayretli, dün yine gol pozisyonlarının çoğunda O vardı.

Dün bu sıkıntılara sahip Galatasaray karşısında ileri uçta Simpson dışında bir üretkenliği olmayan Manisa sadece orta saha dinamizmi sahayesinde tutunabildi 1 puana. Yiğit-Nizamettin gibi oyuncular Topal-Sarp 2'lisine göre çok daha verimliydiler. Orta sahada hücumda destek verecek, top yapabilen bir isim ile ileride Yaser'e göre daha yetenekli biri olsa tabela da rakip takım adına daha farklı bir skor görmek de mümkün olabilirdi. Mesela Sezer Öztürk kenarda otururken Mesut Bakkal'ın oyuna sokmayışı şaşırttı beni.

Galatasaray'ın bu kadro sıkıntısını aşması kolay değil, çünkü dengeli bir kadro yapısının oluşturulamadığını görüyoruz. Dolayısı ile sezon içerisinde benzer konulu yazıları Sarı-Kırmızılı ekbin yazdırma olasılığını fazla görüyorum.

22 Kasım 2009

Matteo Ferrari



Futbol çoğunlukla fiziksel yetilerin ağır bastığı, yetenekli olmanın yeterli görüldüğü bir oyun olarak algılanır ama yılların bana öğrettiği en önemli şey, futbolda performansın üst düzeye taşınabilmesi için oyun zekasının da en az yukarıda saydıklarım kadar önemli olduğu. Oyun alanı içerisinde bazen yüksek oyun zekanız ile daha az koşarak, bazen belki de daha fazla bitiricilik gereken bir noktada sırf bu özelliğiniz ile kolay sonuca ulaşabilirsiniz.

Zaman zaman mücadele gücünün yüksekliği ile övülen futbolcular görürüz, sahada basmadık yer bırakmazlar ama dikkatli izleyince sahip oldukları enerjinin kontrolsüzlüğe dönüştüğü anlar olduğuna, top ile buluşunca anlam veremediğiniz hareketlerin ortaya çıkışına tanıklık edersiniz. İşte bu anlarda asıl eksikliğin varkına varırsınız. Tamam her futbolcunun futbol zekası aynı gelişimi göstermez ama buna hiç sahip olmayanları izlemenin de ızdarabına can dayanmıyor.

Savunma oyuncuları açısından konuya bakınca genelde iri yapılı oyuncuların hareketlerinin ağır olmasındna dem vurulur ve bu tür oyunculardan kurulu savunmaların aralarına sızmanın kolaylığından bahsedilir. Savunma oyuncularında ilk aranacak özelliğin hız olması gerektiğini düşünmüşümdür hep. Sonrasında ise top kullanma becerisi gelir. Bu nedenle fizikli oyuncuların ağırlığı savunmayı sıkıntıya sokabilir ama tek bir artıları bu tip oyuncuları savunmada oynarken verimli bir hale getiriyor, O da oyun zekası.

Matteo Ferrari ike mevzu tam bu noktada kesişiyor. Sezon başındaki ilk hazırlık maçında yaklaşık 30 dakika izlemiş ve ilk izlenim olarak fazlasıyla ğır bulmuştum kendisini. Hatta itiraf etmeliyim ki "Demirören'in facialarından birini daha mı göreceğiz" diye düşünmekten alamamıştım kendimi. Zaman içerisinde gerek Süper Lig gerekse de Şampiyonlar Ligi maçlarında daha fazla izleme fırsatı buldukça, Zago'dan sonra gerçekten değerli bir savunma oyuncusuna kavuştuğunu düşünmeye başladım Beşiktaş'ın.

En önemli özelliği Gökhan Zan ve Servet'e yakın bir fizik yapısına rağmen çok daha ileride bir oyun zekası var ve ilk hamlelerdeki başarısı her 2 oyuncunun da çok ötesinde. Savunma oyuncusu iseniz yapacağınız ilk hamle mutlaka sonuca hizmet etmeli yoksa oyundan düşme ya da rakibe müdahale yapma riskiniz çok fazla. Ek olarak İtalyan futbolcunun pozisyon alma ve yer tutma becerisi, sezileri çok gelişmiş. Sahada deli danalar gibi koşmasına gerek kalmıyor bu yüzden ya da biz bu tür enerji safları içerisinde yakalayamıyoruz. Şu an için tek görünen defosu top ile çıkamaması ve topu kullanma anlamında çok da becerili olamaması, yine de bir çok defans oyuncusuna göre daha ileride olduğunu söylemek gerek.

Aslında gerek Milli Takım gerekse de yerli oyunculardan kurulu kulüp savunmalarımıza ders niteliğinde izletmek lazım bu tür oyuncuların hareketlerini. Alt yapılarımızda öğretemediğimiz bir çok şeyin gelecekte başımıza neler açtığı ortada.

Kulüplerimiz için ise çok küçük bir tavsiyem var, savumacı alacaksanız ilk tercih İtalyanları kesinlikle ilk sıralara koymalı, adamların genetiğine kadar işlediği kanısındayım bu defansif kodların.

21 Kasım 2009

Beşiktaş 3:0 Fenerbahçe



Bazen maçların çok naif kırılma anları vardır, takımın ve oyunun dengesi birden bire değişiverir, işte bu akşam İnönü'de kader ağlarını 53. dakikada ördü ve Emre Belezoğlu'nun sakatlığı hem Fenerbahçe'nin hem de maçın dengesini bir anda farklı rotaya doğru sürükleyiverdi. Evet rota değişti ,çünkü maç öncesi de üstünde durduğumuz nokta bu maçta ilk golü atan takımın maçı kaybetmeyeceği yönündeydi.

Başka yazılarda da değinmiştik, Fenerbahçe her hattıyla daha dengeli bir takım ve bu takım içerisinde çok kritik 3 bölge var. Defansın göbeği (Lugano-Bilica ikilisi), Emre'nin liderliğinde takımın mücadele gücünün vitesini değiştiren orta sahanın göbeği ve takımın hücum yaratıcılığına yön vermesi açısından orta sahanın önü yani Alex. Bu isimlerin eksiklikleri Fenerbahçe'nin oyun içerisindeki performansını bire bir etkiliyor. Örneğin, yaklaşık 4 hafta boyunca Emre'nin oynamayacağı haberleri çıktı maç sonrası, bu süreçte Fenerbahçe'nin orta saha veriminde çok ciddi bir düşüş olacaktır. Denge dedik belki ama o dengeyi ince hesaplar üzerine inşa edince 1-2 oyuncunun yokluğu alt üst ediyor kağıt üstündekileri.

Bu açıdan bakınca Sarı-Lacivertli ekibin 53. dakika sonrasında kalesinde golleri görmesi çok manidar. Oysa ilk yarıda 10-15 dakika kalesinde baskı gördükten sonra topa hakim olmayı başarabilmişti ve rakibi sindirmişti Fenerbahçe. Sonraki 30 dakika boyunca Beşiktaş'ın yarısahasından çıkarken zorlandığı çok bariz görülüyordu. Bunda özellikle Yusuf'un vasatın altındaki görüntüsü fazlası ile etkiliydi. Zaten pres yapan bir rakibiniz varken tempodan, driplingden uzak tek hamleli bir Yusuf ile böylesine sıkışmış bir alanda oynayabilmek kolay değil. Bu anlarda herşeye rağmen Beşiktaş'ın en büyük şansı defans hattının konsante ve pür dikkat oyunuydu. Fenerbahçe bu topa hakimiyetini sonuca odaklı kullanabilse ve öne geçen ekip olsa maçın kaderi bence çok farklı olurdu. Tartışmalı pozisyonda penaltı kararı çıksa maçın seyrinin çok farklı olacağını söylemek ne kadar yanlış olurdu ki ? 53'ten sonra ise kelepçelenmiş bir Alex'ten sonra Emre'nin de olmayışı sonrası sahada sunulacaklar elbette değişecekti.(Emre ilk gol sırasında fiziksel olarak sahada olsa da Fink'e basacak kişi olacaktı adelesindeki sorunu yaşamasa). Santos-Cristian 2'lisinden tempo olarak değil ama mücadele olarak istediklerinizi almanız kolay değil. 2. golün de ara vermeden gelmesi kağıt üzerinde olmasa da pratikte kafalarda maçı bitirdi.

Daum'un çıkaracağı kadro aşağı yukarı belliydi, Wederson-Santos ile Guiza-Kazım tercihlerinin olabileceği düşünülüyordu. Guiza'nın olmayışı Kazım'ın yerini garanti etmişti ama Santos tercihi tamamen rakibin o kanattaki hücum gücü ile alakalı. Galatasaray maçında Keita-Sabri işbirliğini yıkmak için ileri geri oynayabilme anlamında daha tutarlı olan Wederson tercih edilirken bu maçtaki farklılığın açıklaması Daum'un Beşiktaş'ın sağa kanadı üzerinden gelebilecek tehlike derecesine dair düşük beklentiler taşıdığını gösteriyor.

Maçın geneline bakılınca Santos'un tek yönlü oyun anlayışına rağmen Siyah-Beyazlıların çok da etkili olmadığını görüyoruz ama diğer kanatda hesapları karıştıran bir Deli İbo performansı vardı. En son sağ ayağını Ali Samiyen'de Lucescu'lu Beşiktaşın 1-0 kazandığı maçta uzak direğe bıraktığı plase ile bu kadar verimli kullandığını hatırlıyorum Üzülmez'in. Muhtemelen Fink'e yaptığı orta da 2. oluyor ki atılan golün şıklığını da belirtmeden geçmemek gerek. Maçtan önce Fink ile ilgili Cristian'dan daha iyi değil diye bir arkadaşıma yorum yapmıştım ama bu akşam gerek attığı gol gerekse de savunma gücü olarak meslektaşının çok ilerisindeydi. Atılan ilk golden sonra da neredeyse tüm atakların içindeydi Kaptan. Ek olarak Ekrem'in performansının da altını çizmek gerekiyor. Oyunun 2 yönlü oynayabilme becerisi değerli ve özellikle sol tarafta İbo ile güzel iş çıkardı. Mehmet Topuz mücadele ediyor gibi görünse de Gökhan'ın bir çok pozisyonda rakip 2'li ile karşı karşıya kalması da dikkatlerden kaçmadı. Bir bekin bu kadar sıkıştırılmasına izin verilmemeli.

Denizli'nin sahaya çıkardığı kadro üzerine söylenecek pek bir şey yok. Yusuf tercihinin pek tutmadığını yukarıda da yazdım ama gerek devre arası değişikliği gerekse de sonraki Yusuf-Uğur değişikliği gayet yerinde ve zamanlı, Bobo-Nobre hamlesi de biraz daha erken yapılma ihtimali olan ama düşünce olarak olumluydu. Uğur yerine Tabata'da düşünülebilirdi ama buradaki ilk amaç orta sha direncini daha yukarılara taşımaktı. Bunun yanında Denizli, Uğur'un dinçliğinden, tazeliğinden faydalanıp onu özellikle gol bölgelerine girmesi konusunda uyardığını düşünüyorum. Çünkü o anda rakip defans içerisine sızmak için yeterli enejiye sahip oyuncuların başındaydı. Ofsayt olmasına rağmen 3. golün böyle bir planın ürünü olduğunu söylemek lazım. Daum cephesine gelince her şeye rağmen Alex'i sahada tutma çabasına anlam veriyorum ama Emre sonrası göbeğe Santos'u çekmesi pek de anlaşılır değildi. Zaten Santos-Cristian ikilisinin sonraki 30-35 dakika içerisindeki total performasına bakınce herşey net olarak görülüyor. Futbolda bazen 1 oyuncunun performansına tekil olarak bakmak yerine 2 kişinin birlikteliğini bütün olarak değerlendirmek daha doğru oluyor, yani her zaman 1+1=2 olmuyor.

Bu galibiyet ile ligin başında şampiyonluk hesapları içerisinde anılmayan Beşiktaş yeniden potanın tam içerisine girmiş oldu. Demirören ve Denizli için iyi bir nefes alma fırsatı oldu bu, devre arasına kadar götürür bu hava. Yine de atılan 3 gole rağmen gol kısırlığını aşma adına alınacak mesafeleri olduğunu düşünüyorum, çünkü bu tür maçlarda extra motivasyon faktörü bir çok şeyi değiştiren baş etken oluyor.

Fenerbahçe cephesi için ince nüansların sonucu belirlediği bu maçın ardından özellikle Emre'nin yokluğunda ilerleyen haftalar orta sahada bariz bir sıkıntı çekilmesi muhtemel. Selçuk-Deniz tercihleri ile işlerin yürüyebilmesi kolay değil özellikle de yanlarında oynayan oyuncunun Cristian olduğu düşünülür ise. Başka bir belirtilmesi gereken nokta da Denizli'nin Fink ile Alex'i her ne kadar modern bir futbol anlayışı olarak görmesem de kilitlemesi diğer takımlar için bir mesaj olarak değerlendirilip sahaya özel görevlendirilmiş bir Alex kelepçesi çıkarıp çıkarmayacakları.

Yarın akşam Galatasaray'ın 3 puan alması halinde ligin zirvesi iyice yaklaşak birbirine. Bu tablo ilerleyen haftaların daha heyecanlı geçeceği mesajını veriyor, gerçekten öyle olup olmayacağını görmek için ise bize de beklemekten başka bir şey düşmüyor.

Derbi Önü

2 haftalık aradan sonra bir derbi mücadelesi ile başlıyoruz heyecana. Hafta içi yaşanan önce Cemal Nalga, daha sonra da Almanya'dan Türkiye'ye uzanan şike olayları nedeniyle biraz geri planda kalsa da gün itibariyle maçın önemi yavaş yavaş hissedilmeye başlanıyor.

Beşiktaş ligdeki kötü başlangıcının ardından açılan puan farkını en azından arttırmayarak bir nebze oldun azalttı. Son haftalardaki galibiyet serisi de özgüven olarak darmadağın durumda olan futbolcular için ilaç gibi oldu ama hala geride kalan 12 haftada atılabilen 13 gol ciddi bir soru işareti olarak duruyor. Şu an Beşiktaş'ın bu konumda olması tamamiyle yediği 6 golün bir armağanıdır, yoksa bu kadar kısır bir görüntü ile 3. sırada 24 puan ile oturmanız neredeyse imkansız olurdu. En büyük silahları tabiki takım savunmaları, ama bu savunma gücünü sahaya yansıtırken kalenin de aynı uyumu göstermesi gerekiyor, yoksa Galatasaray maçında olduğu gibi kırılma anlarında yenilen goller maçın kaderini çizebilir. Yani bugün Beşiktaş için 2 önemli bölge var: İleri uç ve buradaki oyuncuların göstereceği beceri düzeyi, kale ve muhtemelen Rüştü'nün göstereceği sakarlık seviyesi.

Fenerbahçe tarafında ise Daum'un klasik görüntüsüne dönülmüş görünüyor. Mücadele gücü yüksek, zaman zaman geriye çekilerek rakibin üstüne gelmesini bekleyen bir takım hüviyetindeler. Fenerbahçe'nin 2 kilit bölgesi var: Lugano-Bilica ikilisinden oluşan ve rakibi yıldıracak sertliği oluşturabile savunma göbeği, diğeri ise Emre'nin iki yönlü ve tampolu oyununa Cristian'ın da kapsitesi ölçüsünde katılarak oluşturulan verimli orta saha ortası. Bunun dışında Alex'in sahada olması da takımın verimli hücum etmesini etkilemesi açısından önemli. Bu 2 bölge, dolayısıyla buralarda oynayan Baroni dışındaki 3 isim ve Alex faktörü Fenerbahçe'nin saha içerisindeki dengesini belirliyor. Bunlardan herhangi birinin olmaması mutlaka takımın genel performansını etkileyecektir.

Maça gelelim bu ilk değerlendirmelerden sonra:

1) Denizli de Daum da bu tür maçlarda performans olarak iyiler, rakibi şaşırtmak adına iyi hamleler yapıyorlar. Dolayısıyla değişik teknik adam kararları görebiliriz ama daha çok şaşırtacak olan muhtemelen Denizli olacaktır.

2) Beşiktaş'ın kaderini hücumdaki becerisi çizecek. Tabiki burada ortasaha-ileri uç bütünleşmesi önem kazanıyor.

3) Fenerbahçe'de ise Bilica cezalı. Lugano yorgun olmasına rağmen sahay çıkacaktır. Emre ve Alex'in de oynayacağını düşünürsek ortalama Fenerbahçe performansı göreceğimizi düşünüyorum. İleri uçta yine bir Kazım hamlesi gelir ise Daum'dan daha mantıklı olur. Çünkü Ferrarı-Sivok ikilisi ile Guiza'nın boğuşması biraz zor.

4) İlk golü atan takım bence maçı kaybetmez, özellikle de Fenerbahçe atar ise maçı muhtemelen kazanır. Beşiktaş ilk golü atan taraf olursa maçı en kötü berabere biter onların adına.

5) Kaleci performanslarının da altını çizmek lazım. Volkan her an dengesizlik yapmaya hazır olsa da bir standart tutturdu ama Rüştü için aynı şeyi söylemek zor. Beşiktaş'ın ona da dikkat etmesi lazım.

İlk notlar şimdilik bu kadar, ilerleyen saatlerde eklemeler olacaktır.

19 Kasım 2009

Dinamit

Salsabasket'in ortaya çıkardığı gerçekler gündeme bomba gibi düştü. Adnan Polat'ın Mart seçimlerinde elindeki gücü kaybetmesini sabırsızlıkla bekleyenler ya da koskoca camianın adını şaibeli olaylar ile yan yan anmak isteyenler hatta yıllarca ağızlara dolancak bir malzeme peşinde koşanlar için daha iyi bir fırsat bulunamazdı. Saçma sapan, mantıkı sınırlarının bir kaç kilometere yakınından bile geçemeyecek bu hareketin açıklaması nedir, o an neler düşünülerek böyle davranılmıştır bilmiyorum aslında bilmek de istemiyorum çünkü tam da "Özrü Kabahatinden Büyük" cümlesine anlam kazandıracak bir durum ile karşı karşıyayız.

Yönetim Kurulu ilk olarak teknik ekibi görevden alarak başladı işe ama bu hamle ile sınırlı kalınmayacağını tahmin ediyorduk. Derken gün içinde Yiğt Şardan'ın istifa haberi duyuldu. Açıklamasında olaydan haberdar olmadığının altını çizerek sorumluluğu kabul ediyor ve istifasını belirtiyor. Galatasaray adına en büyük kayıp bu olurdu: Yiğit Şardan'ın kulüpten ayrılışı. Yönetim Kurulu içerisindeki kuru kalabalık arasında iş yapan bir kaç kişi arasındayken böylesine bir olay sonucu veda etmesi gerçekten büyük kayıp ama "Şeritain kestiği parmak acımaz" diyerek sineye çekmek gerekecek anlaşılan.

25 Kasım'da yapılacak olan Divan Kurulu Toplantısı ile çok daha büyük sarsıntılara sahne olacak. Yönetim Kurulu'na yüklenmek için beklenen fırsatı bulanlar kürsüde yer arayacaklar kendilerine. Mart seçimlerinde de Adnan Polat'ın önünü tıkar mı ya da erken bir seçime gidilme kararı alınır mı göreceğiz.

Az önce Okan Çevik'in açıklamalarını da okudum. Milli duyguların kabarması gibi bir saçmalık sürmüş ortaya. Zaten bu duygu kabarmasını yaşadığımız anlar başımıza en büyük belaların açılmasın yol açmıyor mu? Almanya'da sıradan 3-5 hazırlık maçı yapıyorsun, sanki Cemal Nalga Jordan'ımsı bir performansa sahip de ondan vazgeçemiyor üstüne üstlük milleti enayi yerina koyup kurnazlık yaparak başka forma ile sürüyorsun sahaya. Amatör liglerde bile insanların yaparken defalarca düşüneceği bir hareketi Galatasaray gibi bir takımın Basketbol Takımı'nda iç rahatlığıyla yapabiliyorsun. Bravo!!!

Cemal Nalga tarafına gelinirse muhtemelen katmerli bir ceza alacak o da. Bu karar alınırken neler yaşandı, aralarında ne tür diyaloglar geçti bilemiyoruz ama kendisinden çok başkalarının verdiği bir karar ile ceza alacak olmak işin en acı tarafı. Keşke kurnaz davranıp, bu planı Nalga bozabilseydi, maça çıkınca sakatlanıp oyundan çıkma gibi ince bir oyun çevirip yine rezillik meydana çıksa da ucundan yırtabilseydi ama o zekaya sahip olmasını da beklemiyorum. Şimdiden geçmiş olsun demek lazım çünkü ucuz yırtaması kolay değil.

Galatasaray'ın içine konulan bu dinamitin yaratacağı tahribatı önümüzdeki günlerde daha net göreceğiz ama olayın neden yapıldığı sorusuna cevap aramak ama her defasında bu soruya hiç bir cevap bulamamak da aynı tahribatı yaratan bir etkiye sahip. Şaşılacak şey doğrusu!

17 Kasım 2009

Elano Mevzusu



Uzun zamandır yazamadık, fırsat bulamadık, yazmak içimizden gelmedi, hayat meşgalesi peşindden sürükledi vs. vs. Ama işin özeti blog işi ciddi emek, özveri istiyor; kolay değil. Dükkanı kapatmaya falan niyetim yok, sadece esnaf deyişi ile "cumadaydık gelecez" tabelasını bıraktık arkamızda.

Gelmişken de şu sıralar yine basının ısıtmaya çalıştığı mevzudan, Elano'dan giriş yapalım. Pazar günü gazeteler de internet sayfalarında Brezilya-İngiltere maçından bahsedilirken Elano'nun yaptığı asiste dikakt çekilmişti. Hatta bazı kaynaklar daha ileri gidip Brezilya Milli Takımı'ndan farklı Galatasaray'da farklı bir tablo çizdiğinden bahsetmiş. Ortada bir bilgi kirliliği var, kendi penceremden Elano ve Galatasaray üzerinde konuyu özetlemek istiyorum.

Öncelikle eğer konu bir futbolcu ise mantıklı yorum yapmak için kemiksiz 3 maçını izlemek lazım. Elano transferinin gündeme bomba gibi düştüğü ilk anlarda Brezilyalı hakkındaki ilk yorumum bu olmuştu (Transfer Sonrası İlk Değerlendirme). Temkinli bir yaklaşım vardı, çünkü ortada sağlıklı bir değerlendirme yapacak kadar bilgi sahibi değildim.

Transferden yaklaşık 1.5 - 2 ay sonra Brezilya Milli takımı ve Galatasaray'daki bazı maçları sonrası Elano-Galatasaray birlikteliğinin sağlıklı bir zemine oturması noktasındaki endişelerim üzerine bir yazı yazdım(Buradan ulaşılabilir) .Genel görüşüm mevcut Elano çizgisinin Galatasaray'ın ihtiyacı olan oyuncu tipi ile uyuşmadığı ve an itibari ile transferin pek de verimli olmadığı yönündeydi.

6 Eylül'de yazılmış o yazının üstünden yaklaşık 2.5 ay geçti ve ortadaki manzara Elano'nun bu görüntüsü ile Galatasaray için bir hayal kırıklığı olacağı yönünde. Peki neden? Gerek Brezilya gerekse de Galatasaray forması altında oynadığı maçların en büyük ortaklığı Elano'nun temposuzluğu hakkında fikir vermesi oldu. Son İngiltere maçında asist yapsa da maçın büyük bölümünde temposuz ve dikine oynamaktan uzak duran, top ile dripling yapıp adam eksiltme konusunda girişim de bulunmayan oyuncu havasındaydı. Dunga, Elano'yu kenar adamı olarak sağ çizgiye yakın oynatıyor ama burada oynayan oyuncudan daha hareketli ileri-geri bir oyun yapısı beklenirken daha durağan bir görüntü ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Ortada oynama mevzusuna gelince, topla dripling yapma adına net bir şey görememenin de etkisiyle bu bölgede oynama adına da ciddi eksiklikleri bulunduğunu düşünüyorum.

Oysa Galatasaray'ın orta sahada ileri geri oynayabilecek, adam eksiltebilecek, ara pasları atabilecek bir oyuncuya ihtiyacı vardı. Lincoln sonrası takımın yaratıcı oyuncu noktasındaki sıkıntısını aşması ve aynı zamanda Lincoln'ün yaratıcı özelliklerine ek olarak oyunun takım savunmasının içinde olabilme tarafını da yerine getirebilecek bir oyuncu orta sahaya ilaç gibi gelecekti. Çünkü geçtiğimiz sene Skibbe zamanında kaybedişen puanların çoğu Lincoln'ün olmadığı maçlarda geldi. Buradan hareketle orta sahaya bu özelliklerde Emre Belezoğlu'nun oyu karakterine sahip bir ekleme gerekliydi.

Diğer taraftan da ilk transfer sonrası bloglarda yazılanları, bazı spor adamlarının Elano için söyledikleri övgü dolu ifadeleri düşündükçe nasıl bu kadar aykırı düşündüğümüzü anlayamıyorum ama Elano neredeyse 180 derecelik bir değişim geçirmediği müddetçe Galatasaray için ihtiyaç duyulan boşluğu doldurabilecek oyuncu olamaması nedeniyle efektif bir transfer hareketi olarak adlandıramayız İngiltere'den gelişini. Forvette oynayıp 20 gol dahi atsa bu konudaki fikrimin değişmeyeceğini de belirtmem gerekir, çünkü ne yazık ki Türkiye'de kulüplerin transfer hareketleri 2-3 yöneticinin futbol bilgisi çevresinde döndüğü için takım ihtiyaçları-oyuncu özellikleri örtüşmesinin maksimum düzeyde gerçekleştiği hamleleri görmek kolay olmuyor. Elano'da bu tür bir değerlendirme ile örtüşüyor. Takımlar trasnfer yaparken "Kadro Mühendisliği" gerçeğinden hareket etmedikçe, alternatifleri analitik bir süzgeçten geçirerek değerlendirerek karar vermedikleri müddetçe bu tür konular üzerindne bize daha çok malzeme çıkar. Mesele Elano, Kewell gibi adamları almak değil kimse tanımazken forvetinize Ilie gibi adamı koymak sağ bek de Filipescu gibi bir oyuncu ile açığınızı kapatabilmektir doğru olan bence. Bu noktada daha önce de yazdığım görüşlerimin altını yine bu şekilde çizmek istiyorum.

Sözün özü, oyuncu yapısı-takım gereksinimleri kesişmesindeki alanın büyüklüğü göz önüne alınarak yapılmış bir transfer değil Elano'yu Manchester semalarından Florya' ya getiren. İlerleyn zamanlarda takım içinde basının abarttığı gibi bir sorun çıkarmasa da Rijkaard ve Elano özelinde huzursuluk kaynağı olacak bir mesele olacağa benziyor.

26 Ekim 2009

Fenerbahçe 3:1 Galatasaray -->Beklenen Senaryo

90 dakika sonunda yazmamak için maç öncesi analizde belirtmiştim maça dair beklentilerimi, açıkçası tam da senaryoya uygun gerçekleşti her şey. Yenilen goller, yaşanılan gerginlik hiç yabancı değildi.

Maçı maddeler halinde özetlemek sanırım daha açıklayıcı olacak:

1) Arda'nın maç öncesi yaptıkları psikolojisinin yansımasından başka bir şey değil. Takımı sakinleştirecek, onlara cesaret verecek en önemli kişileren birisi Kadıköy sendaromu yaşadığını bu kadar belli eder ise cemaatten ne beklenir ki?

2) Galatasaray'ın kendi standardı yeterli olmaz dedik, genel çizgiden farklı değildi bu akşam. Yine defanstan çıkarken yapılan top kayıpları sonucu verilen pozisyonlar, rakip hücumlarda hatalı dizilişler, yanlış adma paylaşımları... Bu akdar çok hata yaparken gol yememek tabiki mümkün olamıyor.

3) Rijkard-Neskeens ikilisi maçı karşı yakaya çevirecek bu maç özelinde hiç bir hamle yapmaz iken Daum'un ise maçı ne kadar yaşadığı daha sahaya çıakrdığı kadrodan belliydi. Sol tarafa Wederson gibi ileri geri oynayabilen bir adamı koyarak Galatasaray'ın sağ kanat etkinliğini minimuma indirmeyi hedeflemişti ve bunu da başardı. Kazım'ı ileri uçta düşünerek sırtı dönük top almasından Servet-Gökhan ikilisini fizik gücüne karşı koyabilme potansiyelinden fazlasıyla faydalanmayı bildi.

Diğer tarafta ise takımının geçmiş performanlarının yeterli olmayacağını ne yazık ki göremeyen bir 2'li vardı. Kesinlikle geçmişte yapılanlardan farklı şeyler yapmak gerekirdi bu 90 dakika için ama aynı mantelite ile sahadaydı Galatasaray. Ne yapılan hatalardan ders alınmış ne de bu maç özelinde bir farklı taktik belirlenmişti.

Fenerbahçe ise orta sahada basan oyuncuların tümüne yer vererek Galatasaray'ın hücum alanını olabiliğince daralttı. Top Sarı-Kırmızılı ekipte görünse de Fenerbahçe kalesinde tehlike yaratacaka pozisyonlara girmekte bir hayli zorlanıldığı görülüyor.

4) Maç içerisinde kontrolün Galatasaray'a geçmesi tamamiyle Fenerbahçe'nin skor üstünlüğünü elde edip rakibi geride karşılamak istemesi ile alakalı. Yani oyunun kontrolünü elinde tutuyor gibi görünmesinin Galatasaray'ın hanesine hiç bir olumlu cümle yazdırmıyor. Bu açıdan sahadaki manzarayı doğru okumak lazım.

5) Galatasaray için asıl mesele maçı kaybetmek değil gelecek adına hiç bir olumlu işaretin olmaması. Geçen sene tablo ne ise bu sene çok da farklı değil. Rijkaard'ın Galatasaray'ının Skibbe'nin Galatasaray'ından çok da farklı olmadığını 2 takım arasında çok kayda değer farklılık bulmadığımı daha önce de yazmıştım. Gösterilebilecek tek fark Sabri'nin daha disiplinli oluşu ve geçen sezon kullanılamayan sağ kanadın Keita'nın gelişi ile verimli hale gelmiş olması. Bunun dışında takım savunmasındaki yumuşaklık, hücumda yaşanan tıkanmaların kabak tadı vermesi, oyun disiplininde kopuşlar bilindik manzaralar aslında.

Galatasaray taraftarı üzülecek ise bu maça ya da 10 yıla çıkan seriye değil, gelecek adına mevcut kadro yapısı ile bu takımın ne kazanımlar elde edebileceğinin ciddi soru işaretleri barındırması olmalı.

6) Arda'daki düşüşü anlamak mümkün değil. Zaten oyun temposunda sıkıntılar vardı, oyunu yavaşlatan oyun tarzı zaman zaman sıkıntı yaşatıyordu, bu haliyle ilk 11'de olması bile sorgulanır durumda.

Fenerbahçe dengeli kadro yapısı ile kendisinden beklenen oyunu ile, standardının dışına çıkmayan-çıkamayan Galatasaray karşısında rahat bir galibiyet aldı. Skor 2-2'ye gelse durum faklı olabilir demek için elimizde yeterli işaret yok, çünkü Galatasaray'ın her an gol yeme zaafını göz ardı etmek kolay değil.

Bir musibet bir nasihat olayından yola çıakrak haftalardır görülmeyen, görülmek sitemeyen, üstü örtülen oyun içi sorunları masaya yatırarak gerçeklerle yüzleşir ise Galatasaray teknik ekibi gelecek adına belli kazanımlar elde edilmiş olur aksi takdirde "Yediğinden fazlasını atmak" düsturu ile hareket etmek gibi bence çağ dışı bir düşünce ile ancak günü kurtamak mümkün olabilir. Çünkü her zaman istediğiniz golleri bulmak mümkün olamıyor bu akşam olduğu gibi.

25 Ekim 2009

Fenerbahçe-Galatasaray Maç Öncesi



Bir tarafta 9 yıllık galibiyet hasretine son vermek düşüncesinde olanlar diğer tarafta ise yenilmezlik süresini 2 haneli sayılara çıkarmak isteyenler, bir de bunun yanına galip gelenin haftayı lider kapatacağı gerçeği. Yılda 2 kez yaşanan bu heyecan öncesinde maç ile ilgili aklımızdan geçenleri sıralayalım:

Öncelikle maçın benim açımdan mutlak favorisi Fenerbahçe. Nedeni ise çok basit: Fenerbahçe'nin güçlü yönleri Galatasaray'ın zaafları ile bire bir örtüşüyor. Peki nedir bu güçlü yönler ya da zaaflar? Ligin ilk haftasından beri üzerine basa basa yazdığım, belirttim yegane nokta Galatasaray'a önde basan her takımın Sarı-Kırmızılı ekibi zorlayacağı gerçeği. Bu eksikliği giderme noktasında herhangi bir olumlu mesafe alındığını belirtmek de zor. Sadece Linderoth'un takıma girmesi bile takıma pozitif bir katkı yapabilirdi ama Ekim ayının başından beri idmanlara çıkmasına karşın teknik ekip tarafından bu maç özelinde hazırlanması düşünülmedi. Rijkaard'ın mantalitesine az çok aşina olduğumuz için bu aşamada şapkadan tavşan çıkarmasını yani sahaya Linderoth sürprizi ile çıkmasını beklemiyorum. Sadece Linderoth'un olması bile bu maç özelinde yazacaklarımızın çoğunu farklılaştırabilirdi ama klasik şablon üzerinden gideceğiz.

Ayhan-Topal-Sarp üçlüsünden hangi 2'li seçimi yaparsanız yapın modern bir kurgu oluşturmanız zor. Modern'den kasıt total olarak orta sahada oynayan oyunculardan beklenen gereksinimleri karşılama beklentisi. İleri-geri oyunu aynı verimlilikle ya da dengeli biçimde oynayabilme yetisinden bahsediyorum aslında. Buna bir de takım savunmasında yaşanan aksaklıklar eklenince rakip takımlar için bulunmaz nimet haline geliyor Galatasaray'ın 1. bölgesine baskı uygulanınca kapılan toplar. Özellikle de takım hücuma çıkarken kaptırılan topların gole dönüşme yüzdesinin yüksekliğini ve karşınızda Fenerbhaçe gibi bu hataları değerlendirecek oyuncuları olan bir ekibi düşününce Galatasaray'ın kalesinde gole dönüşecek tehlike senaryolarından biri otomatik olarak oluşuyor. Zaman zaman rakip sahada da kaptırılan sonrası geriye dönüşlerde yaşanan / yaşanacak sıkıntılar da bu akşam özelinde dikkat çekilmesi gereken hususlardan.

Galatasaray'ın dikkatimi çeken en önemli zaaflarından biri de "Oyun Dalgınlığı" olması. Nedir bu oyun dalgınlığı peki? Maçın belli anlarında takım içi bir hareket- savunma kabiliyeti-becerisinde önemli düşüşler yaşanıyor. Bu anlarda inanın hücum gücü yüksek bir takım bir anda 2-3 gol bile bulabilir Galatasaray kalesinde. Üstelik gol yedikten sonra disiplindne kopmaya meyilli oyuncuları da içeriyor Galatasaray kadrosu. İşte bu da Galatasaray için 2. ve 3. zaaf noktalarını oluşturuyor. Bu akşam Galatasaray'ın kısa bir zaman içerisinde kalesinde 1'den fazla gol yemesi de olasılıklar arasında duruyor.

Kadıköy tarafından bakınca bu zaaflara gerçekten iştah kabartan bir manzara ile karşı karşıya kalınıyor. Fenerbahçe'nin hücum-defans dengesini sağlama anlamında Galatasaray'dan daha ileride olduğunu belirtmek gerek. Kolay gol yemiyorlar ve takım olarak kalelerini daha iyi savunuyorlar. Buna zaman zaman orta saha oyuncuları ile ileride şok presi de ekleyerek rakip kalede pozisyonlar buluyorlar. Emre'nin liderliğinde başlayan bu önde basma eylemini bu maçın da belli anlarında göreceğiz muhtemelen. Özellikle Alex ve Emre ile savunma arasında bırakılan boşluklara iyi toplar atıp savunmayı dengesiz yakalama şansları da yüksek.

Galatasaray'ın oyunu rakip kalede oynama açısında Fenerbahçe'den daha ileride olduğu gerçeği üzerinden hareketle maçla ilgili tahminlerimizi açalım. Burada bir takımın hücum gücünü değerlendirirken rakip takımın savunma anlamında yapabildiklerini-yapamadıklarını da dikkate almak gerekiyor. Evet, Galatasaray iyi hücum ediyor ama Fenerbahçe'de kalesini iyi savunuyor. Üstelik Galatasaray'ın zaman zaman çektiği gol beceriksizliğinden arınması şart. Mutlaka rakip kalede pozisyonlar bulunacak ama çok fazla olmasını beklemiyorum ben. O nedenle de son vuruş becerisinin yüksek olması şart.

Fenerbahçe'nin rakip kalede etkili olma becerisi Galatasaray'ın savunma kabiliyeti ile alakalı büyük oranda. Yukarıdaki öngörü cümleleri Galatasaray'ın standart takım savunması üzerinde yazıldığı için ortalamanın üstüne çıkacak takım savunması ile Fenerbahçe'nin gol bulma şansı pekala azaltılabilir.

Maçın kaderini maddeler halinde çizecek olursak:

1) Galatasaray o bilindik takım savunmasını üst seviyelere taşıma çabası içerisinde olmaz ise Fenerbahçe maçında yediği goller Ankaragücü maçının gerisinde bile kalabilir. Savumadaki bireysel hataların azaltılmazı anlamında Mehmet Topal'ın savunmada stoper olarak oynamasısının hem Galatasaray hem de kendisi için en uygunu olacağını düşünüyorum. Bu akşam da Servet'in yanında Gökhan Zan'ın yerine oynatılması düşünülebilir, düşünülmeli. Hem topu daha iyi çıkarıyor hem Gökhan göre daha iyi savunma yapıyor hem de orta sahada oynama profiline çok da uymuyor.

2) Galatasaray'ın galibiyeti için en önemli şartlardan biri de ilk golü bulan taraf olması. Eğer ilk golü kalesinde gören taraf olur ise mutlaka oyun disiplininde kopmaması lazım. Yoksa ilk maddedeki senaryo devreye girer.

3) Fenerbahçe önde baskı yapacaktır maçın belirli anlarında bu anlarda Galatasaray'ın top kaybı yapmaması önemli, eğer yapılır ise kalede çok büyük tehlikler yaşanması olası.

4) Galatasaray rakip kalede çok fazla gol fırsatı bulamaybilir bu nedenle de son vuruş becerisinin ortalamanın üstünde olması şart. Özellikle Baros'un o bilindik sakarlığından arınması şart.

5) Daum geçmiş yıllarda da bu derbileri yaşadı ve 3 yıllık döneminde evlerinde oynadıkları maçları kazanmasını bildiler. Dolayısı ile tek galibiyet ile neredeyse sezonu kurtarmanın mümkün olduğunun farkında ki haftalar öncesinde izletmeye başladı Galatasaray'ı. Genel mantalitesi kontrollü ve topu tutmaya dayalı futbol oynatmak olduğu için bu akşam da benzer sahneleri göreceğiz. Belki zaman zaman rakibi uyutmak için de bu yola gidecekler.


Yazının girişinde de yazdım tüm faktörler göz önüne alınınca favorinin Fenerbahçe olduğunu söylemek mümkün. Eğer Galatasaray bilindik çizgisinin üstüne çıkamaz ise farklı bir skor ile dönmelerine de şaşmamak gerek. Bence maçın kaderi Rijkard-Neskeens ikilisinin ellerinde. Onların yapacakları ve yapmayacakları maçın kaderini çizecek. Çünkü bilindik Galatasaray performansı bu akşam için yeterli olmayacak.

18 Ekim 2009

Armand Neskeens

Referans olarak TFF'yi baz alınca bu işin tamamlandığını rahatlıkla söyleyebilmek mümkün. Johan Neskeens'in oğlu Armand, bugün itibari ile Galatasaray Altyapısı'na transfer oldu. Nereden geliyor,özellikleri nelerdir, ne yapar, ne yer ne içer mevzuları başka postun konusu olur buradaki ana tema Neskeens'in tercihindeki arka plan mesajlarıdır. Benim futbol bilgimin sınırları içerisinde başka bir örneği daha yok Türkiye içerisinde bu tablonun. Hatta 1. dereceden akrabayı geçtim dışarıdan gelip de genç takımlara ülke dışından oyuncu kazandırmış kaç teknik adam ayak bastı ki bu ülke topraklarına? 3'ü geçmeyeceğine eminim.

Bu tercihi bir kaç açıdan okumak mümkün. İlki, Johan Galatasaray'dan- Türkiye'den kısa zamanda oldukça etkilenmişe benziyor. Ötesi, Galatasaray altyapısının daha iyi konumlara taşınması için ciddi adımlar atılacağı gerçeği Johan'ı bu harekete sürüklemiş olma ihtimali gayet yüksek. 3. yorum ise Neskeens'in buradaki geleceğinin sanıldığından da uzun olacağını düşündüğü yönünde olabilir. 4. ise uslanmaz haylaz olan çocuğunu kontrol altına almak, göz önünde tutmak isteyen bir ebeveyn davranışı olarak değerlendirilebilir bu :) Tamam şaka yollu bir yaklaşım oldu...

Neyse ilk 3 madde üzerinden gidiyorum ve atılan bu adımın küçük görünen ama arka planında gayet önemli mesajlar barındırdığını düşünüyorum. Extensor'un da boğunda yazdığı gibi Dünya Galatasaraylılaşıyor mu ne?

12 Ekim 2009

Neil Robertson'dan Müthiş Final



2 genç ve parlak oyuncunun finalinde Ding'in turnuva başından beri ortaya koyduğu performans ile şampiyonluğa 1 adım daha yakın olduğunu belirtmiştim ama dün genel görüntüsünün aksine dağınık, kontrasyon kaybı yaşar bir halde bulduk Çinli'yi.

Oyunun kaderinin 9. frame'de çizildiğini belirtmek yanlış olmayacak sanırım. 4-4'lük skor ile açılan bu frame'i almaya bir kaç sayı kadar uzakken Neil ve herkes de artık skoru kendi kafasında 5-4'e taşımışken, Ding çok iyi 2 snooker ile 11 sayıyı bir anda hanesine yazdırıp farkı 10 sayıya kadar indirdi, bu anda masada tam 25 sayı vardı. Uzun süre Ding'in snooker arayışı ve Robertson'ın bunları çözüşleri ile devam etti oyun. Derken kahverengi için uygun bir pot bulmuşken Çinli öyle bir sayı kaçırdı ki belki de kendisi için maçın kaderinin değiştiği an oldu bu. Sadece bu frame şampiyonluğa patlamıştı ve zaten performans sorunu yaşayan Ding için sonun başlangıcıydı artık. Neil ise turnuva boyunca göstermiş olduğu olumlu çizgiden herhangi bir sapma göstermeden oynadı dün akşam ve haklı olarak kupaya uzanan isim oldu.

Dünya Şampiyonası'nda da yarı finale kadar yükselme şansı yakalayan Avustralyalı'yı ilerleyen zamanlarda daha iyi noktalarda görmemiz olası. Ding ise final noktalarında sıkıntı yaşamaya devam ediyor, gayet iyi başlangıçlar yapmasına rağmen sonunu da aynı şekilde bağlama noktasında eksiklikleri var ama gereken atılımı yapacağını beklemek gerekecek daha iyisini görmek için.

11 Ekim 2009

Glasgow'da Final'in Adı: Robertson v.s Ding

Bir önceki yazıda turnuvanın yıldızı olan 2 gencin finalde karşılaşamasının heyecan verici olacağını yazmış ama Higgins'in tecrübesi ile finalde Ding ile karşılaşacak isim olma ihtimalinin fazlalığına değinmiştim. Robertson-Higgins maçı nefesleri kesti ama Avustralya'lı formunun o kadar zirvesindeki Higgins'i kendi evinde 6-5 devirmeyi başardı.

Diğer tarafta ise favori oalrak gördüğümüz Ding 6-1 ile resmen sürklase etti Williams'ı. Bu trnuvada gerçekten çok farklı Çinli oyuncu. Daha önce çıktığı 3 finali de kazanma başarısı göstermiş biri olarak bugün aynı geleneği sürdürüp sürdüremeyeceğini merakla bekliyorum.

Çok formda iki ismin nefes kesen mücadelesine sahne olacak Glasgow GP'nin Final'i. Kim kazanırsa kazansın şaşırılmayacak elbette ama ben Ding'i 1 adım önde görüyorum.

Umutlar Başka Bahar'a

Beklenen son nihayet geldi ve 2010 Haziran'ında başka takımlarla heyecan bulmak zorunda kalacağız yine. Terim'in 4 yılda bir türlü oturtamadığı oyun şablonu, sistem, tutarsız oyuncu tercihlerinin -çok şanslı olduğumuz bir turnuva sonucu Final Kapısı'ndan dönülse de - eninde sonunda bizi gerçeklerle yüzleştireceği belliydi bir gün ve o gün bugündür artık.

Ortada bir başarısızlık var ve bunun tek sorumlusu ne yaptığını bilmez halde Milli Takım'ı yönetmeye çalışan Terim'dir. 2000 sonrası ne yazık ki tanınmaz halde ve bunu bugün için değil 3. olduğumuz Avrupa Şampiyonası sırası ve sonrasında da dile getirdik. Baktığınız şey çizginin topu geçip geçmediği değil ise ortadaki sonucun bir sistemin, planlamanın ürünü olmadığını anlamak çok da zor değildi.

İşte aslında nerede olduğumuz gerçeği ile yüzleşme vaktidir şimdi. Saman alevi gibi parlama ama elde ettiği başarıları istikrara dönüştürememe geleneğini sürdürmeye devam ediyoruz, sonumuz hayrola!

Çok da fazla bir şey yazmaya gerek yok, ortada o kadar çok yanlış var ki yazılacak, söylenecek... Bakalım kaç kişi cesaret edip taşıyabilecek satırlarına hataları, eksikleri ; Terim'in hışmına uğrama riskini göze alarak.