29 Mart 2009

İspanya 1:0 Türkiye



Maça umduğumdan iyi başladık. İlk 10 dakikada 1'i çok net 2 pozisyonu harcayan taraf da bizdik. İleri uçtaki Nihat ve Semih ileride basıyor arkasındaki 4'lü de bu ikiliden geçen toplara yaptıkları pres ile gerideki 4'lüyü minimum baskı altında tutmaya çalışıyordu. İlk 3o dakika bu mantalite ile maça hakim görünen taraf bizdik. İlk yarının son 15 dakikasında ise Arda'nın daha maçın başından kendini belli eden fizik düşüklüğünün etkisi ile yalnız bıraktığı Üzülmez'in kanadına yüklenen İspanyol'lar hakimiyeti ellerine geçirdiler ama ilk yarı gol sesi çıkmadan bitti.

2. yarı son 15 dakikadaki görüntünün devamı şeklinde başladı. Orta sahada topu kontrolünde tutan ve sol kanadımızdaki madeni keşfeden İspanya yüklenmeyi sürdürdü. Bu anlarda yapılacak şey orta sahayı güçlendirmek gibi duruyordu ki Ayhan'ı, Terim'in yanında gördük. Peki ama kim çıkacaktı? En güçlü aday maçın başından beri yokları oynayan Nihat'dı ve Semih'in maçın başından beri sergilediği performans, sırtı dönük aldığı toplar ile topu kanatlara açma becerisini göstermesi O'nun sahada kalmasını gerektiriyordu ama burada Terim, Nihat'ı sahada tutarak gardımızı düşüren hamleyi yaptı.
Çek Cumhuriyeti'ne karşı muhteşem geri dönüş maçına da Nihat-Semih ikilisi ile başlamış, sonrasında orta sahayı 5'leyip ileride Nihat'ı bırakarak o mucizevi imzayı atmıştık. İspanya maçında yapılan değişiklik o mantelite ile eşlenmeye çalışılabilir ama ortada ciddi bir fark var: O maçta Sabri, Hamit gibi oyuncuların performansları takımı ileri doğru hareket ettiren ve ateşleyen en önemli etkendi. Yani takım orta sahadan aldığı güç ile rakibi üzerinde baskı oluşturdu. Oysa dün gece oynanan maçta ise orta sahadaki düşüşün etkisini hücumda top tutarak azaltma yoluna gidilmeliydi. Yani bunu yapmanın yolu da bu işi ilk 45 dakika boyunca başarı ile gerçekleştirmiş olan Semih'i sahada tutmak olmalıydı. Nihat gibi orta sahanın randıman verdiği maçlarda başarılı olma ihtimali fazla olan ve uzun zamandır forma şansı bulamamış, Avrupa Şampiyonası öncesinde yakaladığı form grafiğinden uzak bir oyuncunun sahada kalması takıma daha fazla zarar verdi mevcut şartlar altında.

Bu dakikadan sonra etkisiz Nihat ile topu ileride tutamadık ve bütün dönen topları alan İspanyollar daha etkili gelmeye başladılar, sonuçta da bir duran toptan çok basit bir şekilde golü yiyen taraf olduk. Xavi'nin ortayı yaptığı anda 4 futbolcumuzun 1 kişiyi marke ederken arka tarafta bomboş durumda kalan Ramos'u unutmaları klasik yan top hastalığımızın bir yansımasıydı. Açıkçası bu dakikadan sonra fizik gücü düşen takımımızın neler yapabileceği soru işaretiydi ve aynı etkisizlik ile kalan dakikaları da tükettik.

90 dakika sonunda akıllarda Nihat'ın o net pozisyonu gole çevirmesi ya da çok daha müsait pozisyonda olan Semih'e vermesi durumunda maçın kaderinin nasıl gelişeceğine dair sorular kaldı.

Maçtan bahsetmişken Tuncay'ın ilk yarıdaki İngiltere damgalı futboluna değinmeden geçmemek gerek. Daha önce kendisine bu yazı ile ayır bir pencere açmıştık ve yazılanlara paralel şekilde ilk 45 dakikada takımı gol pozisyonlarına taşıyan isimdi. Bütün olumlu yanlarının yanında zaman zaman basit pozisyonlarda yaptığı pas hatalarını da bir eksiklik olarak belirtmek gerek.

Dün akşam Bosna'nın kazanması ile 3. sıraya düştüğümüz grupta işler iyice kızışmaya başladı. Ali Sami Yen'deki maç İspanya'dakinden çok daha zor olacak çünkü kendi sahasında da sıkıntı yaşayan bir takımız. Mutlaka 3 puan almamız ama buna uzanırken de mümkün olduğunca sabırlı olmamız gereken bir maç. İşimiz zor, yolumuz uzun ama 2010'u bizsiz bırakmaya da niyetimiz yok.

28 Mart 2009

Özgür Can Özcan



PAF Ligi'nde attığı goller ile geleceğin yıldızları arasında gösteriliyordu. Galatasaray'ın şu an A Takımı'ndan yalnızca Uğur ve Arda'nın olduğu altın 87-88 jenerasyonunun ürünlerinden Özgür Can. 2003-2004 sezonunda forma giymeye başladığı PAF Takımı'nda özellikle 2005-2007 yılları arasında 20'nün üstünde gol atmayı başardı. A takımda ilk forma şansını 2005-2006 sezonunda Gerets'in teknik direktörlüğünü yaptığı takımda Türkiye Kupası maçlarında buldu. Hatta ilk Mersin İdman Yurdu maçında gol atmayı başarmıştı.

2006-2007 sezonununda 87-88 jenerasyonunun vitrin maçı olan Monchengladbach karşılaşmasında o gençlerin göz dolduran performanslarını sundukları sahnede maçın tek golünü atan isimdi. O sezon A takım kadrosunda da olmasına rağmen sezonun ilk yarısında PAF Takım maçlarında izledik kendisini. İkinci yarıda da Kayserispor'a kiralandı. Burada forma giydiği 6 karşılaşmada 6 gol kaydetti.

2007-2008 sezonunda da yaz kampında forma şansı buldu. Sezona yine A Takım kadrosunda başlasa da forma şansı bulabileceği bir takım arandı ve devre arasında Gaziantepspor'a gönderildi. İlk Beşiktaş maçında ilk 11 şansı bulsa da sezonun geri kalanındaki maçlarda oyuna sonradan dahil olan isim oldu.

Bu sezon yaz kampına dahil olmadı ve Bank Asya takımlarından Sakaryaspor'da sezona başladı. İlk 5 karşılaşmada gol sesi çıkmasa da kendisinden sonraki haftalarda vitesi arttırdı ve 28. hafta itibari ile 15 gole ulaşmış durumda. Bu istatistik ile bile başlı başında Galatasaray'a gelecek seozn için göz kırpıyor.

Galatasaray'da lk forma şansı bulduğu zamanlardan beri takip etmeye çalıştığım oyunculardan biridir Özgür Can. Zaman zaman ilk 11'de izleme fırsatı buldum. Bir çok taraftar gibi genç bir oyuncunun patlama yapma ihtimali bile heyecanlandırır beni. Bu nedenle farklı gözle izlemeye çalışırım onları. Özgür Can için de daha önce blog da bir kaç cümle yazmıştım bu sezon canlı izleme fırsatı bulduğum Sakaryaspor - Gaziantep B.B. maçının ardından. Geçmişten beri biriktirdiğim düşüncelerin örtüştüğü o karşılaşmanın ardıdan Özgürcan için "Galatasaray'da bir geleceği olacağını düşünmüyorum, çok hareketsiz ve ağır bir oyuncu" yorumunu yapmıştım. Bugün hala arkasındayım bu görüşlerimin ama 15 gol atan bir oyuncunun da gelecek sezon Galatasaray'da en azından deneme şansını bulması gerektiğini düşünüyorum. Tüm olumsuz görüşlerime rağmen kazanılma ihtimali olan bir oyuncu için bu şansın verilmesi gerektiği kanaatindeyim. Eğer Bülent Korkmaz önümüzdeki sezona başlama fırsatı bulur ise Özgür Can muhtemelen kadroya dahil edililir. Yoksa yabancı bir hoca gelir ise yeniden yöneticiler olaya müdahale etmeden o kapıdan içeri girmesi zor, çünkü kendisi hakkında bilgi sahibi olmayan birinin O'na forma vermesi zaten beklenemez.

Şu an şartlar Özgür Can'ın lehine görünüyor. Bülent Korkmaz sezon sonunda takımda kalabilir ise Galatasaray'da forma giyme adına kendisine yeni bir fırsat kapısı açılacak gibi görünüyor .
Not: Resim, 2006-2007 sezonu yaz kampında yapılan M.gladbach kaşılaşmasından. Arkada silueti grülen diğer futbolcu da Okan Buruk.

Vitrin #2


Avrupa Şampiyonası bir çok futbolcu için kendini Avrupa'ya hatta Dünya'ya tanıtma fırsatıydı. Gözlerin üzerinde olduğu bir çok yetenek kendini daha iyi ifade etme imkanı buldu, piyasasını arttırdı. Bu imkanlardan en fazla istifade eden oyuncular topluluğundan bir bölümü de Milli Takımımız'da yer almaktaydı. Mehmet Topal, Arda, Hakan Kadir Balta, Volkan, Sabri, Semih, Servet gibi Türkiye sınırları içerisinde futbol oynayan oyuncular için oldukça iyi fırsat oldu bu turnuva ve akılların bir köşesine kazıdılar kendilerini.

Bu akşam Avrupa Şampiyonası'ndaki bir kaç maçın toplamı kadar etkili olacak bir vitrine çıkacak oyuncularımız. Avrupa Şampiyonası'nda kendini gösterememiş olan Gökhan Gönül, 3 kulübün kendisini bizzat izleyeceği konuşulan Arda, Fenerbahçe ile henüz sözleşme yenilememiş olan Volkan, özellikle geçen sezon Avrupa Kulüpleri'nden teklifler aldığı yazılan Sabri, adı Juventus ile anılan Semih, Alman Kulüpleri'ne göz kırpan Hakan Kadir Balta gibi isimler için tek maçın verebileceği en iyi vitrin imkanı var ortada. Bu maçta Barnebau'da ortaya koyacakları performans en az Milli Takım kadar onların da kaderini etkileyecek. Sezon sonunda listeden bir kaç ismin yurt dışına gidişini hızlandıracak bir maç olabilir, olmasını da bekliyorum!

Tomas Rosicky



Bir çok kişi benim gibi Dortmund'da oynadığı yıllarda tanıdı bu adamı. Dortmund'da bir futbol aklı olarak parlıyordu. 5 yılın ardından 2006 yılında Arsenal'e transfer oldu. İlk sezon oldukça iyi geçti Çek futbolcu için ama 2. yılında, geçen sezonun başlarında yaşadığı dizinden yaşadığı sakatlığın üstünden 14 ay geçmesine rağmen henüz sahalara dönemedi.

"Bu süre zarfında pek çok kez bıçak altına yattım, bir çok doktorun kontrolünden geçtim ama üzerinden 1 yıl geçmesine rağmen acılarınız sabit olarak devam ediyorsa artık futbolu bırakmayı bile düşünür hale geliyorsunuz. Bir daha furbol oynayamayacağımı düşünmeye başlamıştım. Fakat şu an dizim iyi durumda ve yakın bir zamanda oynayabileceğimi biliyorum." açıklamalarını yapmış The Sun'a. İster para kazanma hırsı, ister o yuvarlak neseye olan tutku deyin ama bir futbolcu için en acı şey yeşil sahalardan uzak kalmak olsa gerek.

Daha yapacağı çok şey var Rosicky'nin. Futboluna doyamadık daha, umarım sahalara çabucak döner ve o göze hoş gelen futbolu ile gözlerimizi pasını silmeye yeniden başlar.

İspanya - Türkiye Maç Öncesi



İspanya maçı 11'i aşağıdaki gibi açıkladı Terim. Öncelikle bu 11 üzerinden değerlendirme yapmak gerek.

Volkan, Gökhan Gönül, Emre Aşık, Hakan Balta, İbrahim Üzülmez, Tuncay, Aurelio, Emre Belözoğlu, Arda, Semih, Nihat.

En uçta Nihat'ı tek bırakma fikri pek işler görünmemişti geçtiğimiz maçlarda bu nedenle en azından Nihat'ın yanına Semih'in konulması bu etkinliği arttırma çabası olması açısından mantıklı. Orta sahada Aurelio, Arda, Tuncay zaten banko idi, bunların yanına Emre'yi de eklemiş Terim ki son zamanlarda Fenerbahçe'deki performansı da yükselen bir ivmelenme içerisindeydi. Defansta ise Emre-Hakan ikilisi diğer altenatiflerden daha uyumlu bulunmuş olacak ki göbeğe bu isimler yerleştirilmiş. Sağ tarafta Gökhan Gönül'ün yeri zaten garantiydi, Balta'nın ortaya kayması sonrası da nam-ı diğer "Deli İbo" sol beke çekilmiş.

Nihat-Semih ikilisinin birarada oynamamasını, Nihat'ı ileri uçtaki yanlızlığına nazaran daha olumlu karşılasam da Semih'in ileri uçta ve Tuncay'ın forvet arkası oynadığı, Sabri'nin de sağ açıkta görev aldığı bir takımın daha fazla iş yapabileceğini düşünüyorum.

Açıklanan takımda da Nihat & Semih'in klasik ikili oynamasından ziyada Semih'in en uçta yer aldığı ama Nihat'ın sağ tarafta ya da forvet arkasında oynadığı bir dizilişin yansımalarını göreceğimizi tahmin ediyorum. Hatta Terim'in hücumda iken 4-4-2, topun rakibe geçtiği anlarda da 4-5-1 gibi bir formasyonu sahaya yansıtmak istediğini düşünüyorum.

İspanya'da ise muhtemel 11: Casillas, Sergio Ramos, Albiol, Pique, Capdevilla, Cazorla, Senna, Xabi Alonso, Xavi, Torres, Villa.

Iniesta'nın sakatlığı orta sahanın göbeğinede Xavi'nin yanına adaşını eklemiş. Puyol ve Marcena'lı göbeğine yerine bugün Albiol & Pique ikilisi sahne alacak. David Silva'nın yerine ise Cazorla monte edilmiş.

Avrupa Şampiyonası kadrosuna göre 4-5 isim farklı olsa da bu kadro da ziyadesi ile iyi fakat Puyol-Marcena ikilisi yerine oynayan göbek bizim için bir vanataj oluşturabilir. Orta saha ve forvet hattı için söylenecek hiçbir şey yok, muazzam isimler var. Inıesta -Xavi uyumundan faydalanmayacak olmaları elbette avantaj ama yerine oynayacak isim Alonso.

Milli takımımızı çözmekte muhtemelen Del Bosque'de zorlanıyordu, çünkü nasıl bir sistem ile oynadığımızı biz bile çözememişken onların çözmesi kolay olmayacak elbette. Bu belirsizlik ortamı belki de rakipleri daha fazla tedirgin ediyor, ne oynadığı belli olmayan bir takımın 60 dakika sadah yokları oynadıktan sonra Çek Cımhuriyeti karşısında son 30 dakikada skoru 2-0'dan 2-3'e getirmiş olması müthiş bir gözdağı rakipler için aslında. Ortada bir sistem ve akıl futbolu olmadığını kabul etmek gerekiyor, en büyük silahımız bireysel yetenekler ve Terim'in motivatörlüğü. Bu akşam yine onlardan medet ummak düşüyor bizlere.

Maçın favorisi İspanya'dır yalnız ben bile bunu yazarken bizim ne oynayacağımızı bilemediğimden aklımda soru işaretleri var. Ortada bir gerçek daha var ki o da İspanya'da Türkiye'dekinden daha etkili olabilme ihtimalimizin fazlalığı. Kendi sahamızda oynarken yaşadığımız baskı göz önüne alınırsa 90 bin kişinin önünde oynamın verdiği baskı bile geri planda kalabilir.

Kağıt üstünde görünenlerden okuyabildiklerimizi dökebildik cümlelere, bunların ne kadar geçerli oalcağını görmek için 10 saat daha beklememiz gerekecek.

22 Mart 2009

Yazılacak Bir Şey Yok...

Maç boyu acaba bu maçta Lincoln'e ihtiyacımız olduğunu anlar ve oyuna sokar mı diye bekledim çünkü daha 10. dakikadan itibaren apaçık ortadaydı bu. Zaten koca ilk yarıda yıllar öncesinin saçma futbolundan kesitler vardı sahada. Uzun Eskişehir defansını yandan ortalar ile yıkmaya çalışan bir anlayışı hangi taktik deha ile üretti Bülent Korkmaz hayretle izledim. Yerden ayağa pas yapan bir takımı nasıl bu kadar bozmayı becerdi hayret!

Skibbe'yi eleştirdik ama her zaman yerden ayağa top oynatmasını bildiği için hakkını da verdik. Takımda zaman zaman taktik disiplinsizlik yaşandığından dem vurduk ama en azından bir sistem üzerinde ilerlenmeye çalışılıyordu. Şimdi ortada ne sistem var ne de akla uygun bir taktik.

Galatasaray kendi ayağına sıkmıştır bu sene. Tablo çok net. Bülent Korkmaz gelecekse ve böyle bir futbol koyacakso ortaya Skibbe'nin günahı neydi? En azından UEFA'dan elenmezdik de tesellimiz olurdu.

Uzun uzun yazaraız bu maçla ilgili ama şu an biraz soğumak gerek, yukarıda yazılanlar her şeyin özeti olarak kalsın şimdilik.

Galatasaray-Eskişehirspor Maç Öncesi

Ligin belkide en kritik maçı Galatasaray için. Rakiplerin 10 puan kaybettiği haftada, alıncak bir 3 puan ile toplamda 13 puan alınmış olacak ki liderin sadece 1 galibiyet gerisinde yer alacaklar. Eskişehirspor ise UEFA yorgunundan en azından 1 puan almanın hesaplarını yapıyor.

Maç öncesi ik dikkati çeken Eskişehir'in, Galatasaray savunmasına ters gelecek 2 adamın bir arada bulunduğu bir hücum hattına sahip olması. Gerek Youla gerekse de Batuhan çok dikkat etilmes gereken adamlar. Bu isimlerle mücadele etmenin en önemli yolu defansı bu ikili ile baş başa bırakmaktan ziyade bu isimlere ile orta saha arasındaki bağlantıyı kesebilmek. Grek orta sahada gerekse de kanatlarda önemli bir mücadele ortaya koyması gerekiyor bu noktada Galatasaray'ın.

Galatasaray'ın başını ağrıtabilecek diğer bir nokta da Lincoln'süz bir kurgu ile sahaya çıkılacak olması. Bu takımın Lincoln'süz oynadığı maçlarda pozsiyon üretmekte zorlandığını defalarca yazdık buna bir de iki formsuz ismi ekleyince çekilebilecek sıkıntıları maç öncesinden tahmin etmek hiç de zor değil.

Eğer Galatasaray klasik 4-4-2'yi yansıtmak için çıkarsa sahaya yukarıda bahsettiğimiz pozisyon sıkıntılarının üstüne bir de Arda ve Kewell'a binecek yükü ve 60. dakikadan itibaren yaşanacak muhtemel yorgunluğu düşününce pek de iy bir senaryo çıkmıyor ortadaya.

Bu akşam Bülent Korkmaz'ın neler yapabileceği konusunda net işaretler görmek adına önemli, sıkı bir sınav verecek. Umarım Lincoln'e muhtaç duruma düşmez ki ben böyle olacağını düşünüyorum işte o zaman 10'dan çıkıp oynamasını ve bir şeyleri değiştirmesini beklemek zorunda kalacaktır. Bu durumda geçmişde pek iyi sonuçlar alındığı görülmedi ama keşke böyle bir durum yaşansa da Lincoln çıkıp maçı Galatasaray'a getiren isim olsa ve bazı şeyler daha net anlaşılsa.

Ben senaryoyu yazdım, son kısmın tutup tutmayacağını bilemiyorum ama zor bir maç olacağı konusunda şüphem yok.

Süper Lig'de Haftanın Değerlendirmesi

1 maç dışında 24. haftayı geride bıraktık Süper Lig'de. Şu an sıralamayı zirvedekiler, düşmeme mücadelesi yapanlar ve etliye sütlüye bulaşmayanlar olmak üzere 3'e ayırarak değerlendirmek daha doğru olur sanırım.

Zirveden başlarsak Fenerbahçe'nin 3 puan kaybedişi dışında hem Trabzon'un yenilmesi hem de Sivas-Beşiktaş maçının berabere bitmesi beklenen sonuçlardı zaten. Trabzon haftalardır kör topla misali ilerliyordu, geçen hafta da Yaser’in kırmızı kartı olmasa sahadan puansız ayrılmaları içten bile değildi. Gaziantep’in anlam verilemeyen hoca değişikliğine rağmen sezon genelinde oynamaya çalıştığı bol pas yapmaya dayalı oyun mantalitesinin Trabzon’u puansız yollaması sürpriz değil. Yine de son 15-20 dakikada geriye çekilmelerinin cezasını 3. golü yiyerek ödeyebilirlerdi.

Sivas-Beşiktaş maçını izleyemedim, radyodan ve sonrasında izlediğim özetlerden takip edebildim. Genel anlamda bir denge maçı olmuş, son 15-20 dakika da gol atmaktan ziyade ne şiş yansın ne kebap mantığı gol yememe çabası içerisinde geçmiş zaten. Sivas’ın şablonu artık bir klasik ve ne oynayacaklarını herkes tahmin edebiliyor. İleri uçta Mehmet’e atılan topların bir güreşçi edasıyla yapılan mücadele ile tutularak orta sahadan gelen destekle gol aranması , ki ev sahibinin tek sayısı da bu şekilde geldi, basan ve mücadeleci bir orta saha, uyumlu bir tandem ve sağlam bekler. Bu maç özelinde konuşursak Abdurrahman’ın olmaması Sivas’a olumsuz yansıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz, çünkü ortalamanın üstünde bir sağ bek performansı vardı bu oyuncunun. Bilica’yı özellikle yazmak lazım. Romanya şampiyonu Cluj’dan alındı ve klasik bir stoperden farklı olarak topu oyuna iyi sokan ve gerektiğinde de top ile çıkabilen bir oyuncu. Marifet böyle adamları bulmak, yoksa gidip milyon euro’ları verip biline bir adamı almanın da çok beceri gerektirdiğini düşünmüyorum.

Fenerbahçe’nin bu sezon 3 kez karşılaşıp hepsinde de mağlup ettiği rakibi karşısında en kötü berabere kalacağını düşünürken ki 4. dakikada attıkları gol sonrası tablo buna daha elverişli bir hal almıştı, maçtan mağlup ayrılması böyle bir haftada rakiplerin bonuslarını da düşününce şampiyonluk yolunda az olan şansını diplere vurdurdu. Fikstürleri de iyi değil, bütün maçları almaları lazım çünkü önlerinde geçmişte olduğu gibi 1-2 takım değil tam 4 takım var.


Kayseri, Gaziantep, Bursa ve Ankaraspor’dan oluşan orta sıraların daha çok ligin alt ve üst sıralarını belirleme anlamında görev ifa ettikleri görülüyor, herhangi bir hedefleri olmadığı çok net ortada. Kayseri’nin maçına özellikle dikkat ettim, yazık olacak o stada. Futbola pek ilgili bir şehir değildi Kayseri ve dün oynanan maçta da stadın en fazla 4’te 1’i doluydu. Hangi akla hizmet 32000 kapasiteli stad yapma kararı aldılar bilmiyorum ama daha yapılırken de bir çok yerde bu endişe dile getirilmişti.

Alt sıralarda özellikle Kocaeli’nin yükselen performansı kazanı iyice kaynatıyor. Kocaeli’nin bu yükselen performansı sadece alt sıraları değil zirveyi de etkileyecek çünkü hem Trabzon hem de Beşiktaş ile kendi sahalarında oynayacaklar. Bu performansı sürdürürlerse ligde kalmaları içten bile değil ki şehir de büyük bir inanç var takımlarının düşmeyeceğine dair. Hacettepe’yi artık düşmüş olarak kabul edebiliriz, bu vakitten sonra mucize gerçekleştirecek güçleri yok. Kocaeli’nin, Ankaragücü ve Konyaspor ile ligde kalma mücadelesi vereceğini düşünüyorum. Bu hafta kazanmasa İ.B.B’yi de bu takımların arasına yazabilirdik ama Abdullah Hoca yapar bir şeyler. Antalya’da son dakikada bulduğu gol ile altın değerinde 3 puan alarak 28 puana çıktı ve derin bir nefes aldı. Denizli son haftalarda topladığı puanlara Başkent deplasmanında aldığı 1 puanı da ekledi, Mesut Bakkal sonrası onlarda ki düzelmede dikkat çekici.

Bu akşam oynanacak Galatasaray -Eskişehirspor karşılaşması da alt ve üst sıraların ikisini birden etkilemesi anlamında çok önemli bir mücadele. Galatasaray kazanır ise liderin 3 puan gerisinde konumlayacak kendisini ve haftayı toplamda 13 puan ile kapamış olacaklar. Eskişehir'de belkide hesapları yaaprken "Sıfır" olarak gördükleri bu deplasmandan en azından " ekstra puan alarak moral akzanmak isteyecekler. Neler olacağını yalnızca 2 saat sonra hep beraber göreceğiz, ama her iki takım adına da kolay maç olmayacağı kesin!

21 Mart 2009

10'un Sonu



Skibbe sonrası Bülent Korkmaz'ın gelişi ile en fazla 10'un başının ağrıyacağı belliydi zaten. Skibbe'nin oluşturduğu özgür dünya Galatasaray'a geldiği günden biri en parlak performansını ortaya koymasını sağladı Lincoln'ün ve bu performansı da 10-12 haftalık bir sürece yaymasını bildi.

2. yarıda takıma geç katıldığından dem vuruldu ama Brezilya'lı bir futbolcuya yol mesafesini düşünürsek diğer futbolculara göre daha fazla izin verilmesi çok da mantıksız değildi. Asıl mesele takımın geneline verilen 2 haftalık uzun izindi ki Galatasaray'ın asıl başını ağrıtan mevzulardan biri de buydu. Tatil sonrası Lincoln'ün kendi fizyoterapistini getirmesi de aslında eleştiriden ziyade fiziki durumunu güçlendirme anlamında kendisine yapacağı katkı düşünüldüğünde övgüyü hakeden bir hareketti.

2. yarıya sakatlık sorunu nedeniyle rötarlı başladı ve O'nun oynamadığı 4 maçta 7 puan kaybedildi. Sonrasında yavaş yavaş takıma ısınmaya başlamıştı ki Hamburg maçında şu an Galatasaray gündemini en çok meşgul eden probleme kadar yaşanan süreci başlatan olay yaşandı. Oyundan alınırken yapmış olduğu hareket dış görüntü itibari ile oldukça çirkindi ama temelinde yatan asıl neden Lincoln'ün oyundak kalarak takıma daha fazla katkı yapma isteğiydi ki bence de Nonda durur iken oyundan alınması yanlıştı.

Bu hareketin ardından tabloyu çok doğru okuyarak takımın şampiyonluk yolunda en az hasara uğramasını sağlayarak sorunu çözmek gerekiyordu. Yönetimin kendisine para cezası verdiği bilgisi geldi sonra. Olay bu ceza ile kapanır mı acaba diye düşünürken Trabzon maçında yedeğe çekilerek de bir mesaj verilmek istendi kendisine. Sonra Hamburg maçında sahaya çıkıp aslanlar gibi mücadele etmesi beklendi geçen sene Beşiktaş maçı sonrası yaşanılanlar unutularak, ama malzeme aynıydı ve yaşanılanlar da benzer oldu. Hamburg maçında bir hayalet gibi dolaştı sahada. Eminim ki ortalama bir Lincoln bile o gün çok şey katardı Galatasaray'a.

Peki şimdi durum ne? Her yerde benzer şeyler yazıyor, ortak nokta Lincoln'ün artık gözden çıkarıldığı ve sezon sonu gönderileceği. Yarın oynanacak Eskişehir maçından itibaren de kulübede tutulacağı da gelen haberler arasında.

Ortada bir sorun vardı ve bundan Galatasaray'ın en az hasar ile çıkması gerekiyordu. Gelinen süreçte ise Galatasaray'ın gereğinden fazla yara aldığını görüyoruz. Bir defa ister istemez takım içinde Lincoln'e karşı olan antipati tavan yapmış durumda. Lincoln'ün de zaten ilgiye ve pohpohlanmaya muhtaç karakteri dış dünya ile bağlarını muhtemelen koparma yolunu seçmiştir.

Yukarıda da yazdık ya Bülent Korkmaz'ın gelişi ile sorun yaşanabilme ihtimali vardı. Bu durum daha çok Korkmaz'ın futbola bakış açısı ile alakalı. Nedir bu? Orta sahada rakibe basan, pres yapan bir futbol mantalitesinin sahaya yantıtılması ve takımdaki herkesin aynı oranda mücadele etmesi. Genel madan doğru ama Hagi'nin oynadığı bir takımda oynayan ve O'nun yapmış olduğu katkıları gören bir kişinin bazı gerçekleri göz ardı etmemesi gerekir diye düşünüyorum. Burada Hagi, Lincoln kıyaslaması yapmıyorum ki iki futbol kişiliği karşılaştırma kabul edecek durumda değil. Kaptan'ın bu düşüncesini sahaya yansıtabilmesi için eldeki kadroyu düşününce Lincoln den vazgeçmesi gerekir ki bu durum da takımın pozisyon zenginliğine ve Arda-Kewell-Baros-Lincoln arasındaki uyumun sağladığı hücum zenginliğine darbe vurmak demektir. Bu sene takımın en büyük sorunu zaten Lincoln'süzlüğü tolere edememesiydi. O'nun olmadığı bir çok maçta takımın pozisyon bulmakta zorlanışını göz ardı etmemek lazım.

Korkmaz, Lincoln den vazgeçebileceğini düşünüyor çünkü O'nun aklında ilk yarıda oynadığımız akıl futbolunun aksine mücadeleye dayalı bir kaos futbolu yatıyor. Bu nedenle de biraz motivasyon ile orta sahaya Mehmet Güven'i sürerek takımın bu açığı kapatacağını düşünüyor muhtemelen. Bu şekilde alacağı puanlar ile 10'a takımın o yokken de neler yapabileceği mesajını vermek isteyecektir.

Özellikle 2006 yılında Bundesliga maçlarını izlerken Galatasaray'da görmek isteğim oyuncuların başında geliyordu Lincoln. Sahadaki diğer 21 oyuncudan daha farklı bir yetenek olduğunu her haliyle belli ediyordu. Derken Schalke şampiyonluğa yürürken Leverkusen maçında rakibine attığı yumruk takımın şampiyonluğuna mal oldu ve takımdan ayrılırken zoruklar yaşamasına rağmen kaçan şampiyonlukta baş sorumlulardan görülmesi de süreci nispeten kolaylaştırdı. Schalke, Lincoln'e alternatif olarak Raketic'i getirdi büyük umutlarla ama hala 10'un yerini doldurabilmiş değil ve hala kızgın olsalar da bu gerçeği itiraf etmekten de geri durmuyorlar.

Dolayısı ile 2001'de Hagi'nin vedasından sonra bu seneye kadar oyun zekası yüksek bir futbol liderinin eksikliğini yaşamış bir takımın bazı kararları alırken çok daha dikkatli olması gerekiyor. Lincoln'ün gönderilmesi şu aşamada yapılacak en kolay şey ki bunu yapabilmek için yönetici ya da teknik adam olmaya gerek yok. Asıl marifet sorunu Galatasaray'ın minimum hasarla sıyrılabileceği bir şekilde çözmek. Lincoln'süzlük şampiyonluğa bile mal olabilir. Her şeyi ruhla, mücadele ile açıklamak mümkün değil, sahada kollektif bir futbol aklı oluşması için bu tip adamlar gerekli.

Bülent Korkmaz'da gerçekten tecübe kazanmak istiyor ise bu tip durumlarda daha yapıcı şekilde hareket etmeli. Galatasaray'ın başında kalmak istiyorsa daha bir çok yıldız oyuncu ve farklı karakterler ile çalışacağı gerçeğini göz ardı etmemeli. Yaşanılan sorunları aktif bir iletişim kurma yolunu seçmeden klasik ceza metodları ile çözmeye çalışırsa bunda Galatasaray kadar kendisi de zararlı çıkar. Sahadaki herkesin deli gibi koşmasına ve "Galatasaray'ın 11 kişi ile çıkmasının yeterli olduğu" gibi karın doyurmayan söylemlere bel bağlayarak başarılı olabileceğini düşünüyor ise gerçekten yanılıyor.

Kendisi için önemli bir sınav bu. Lincoln'ü silerek dik bir duruş sergilediğini düşünüyor ise yanılıyor çünkü yapılabilecek en kolay yol seçiliyor. Sezon sonunda satılması bile düşünülüyorsa yapılacak şey parlak bir performans sunmasının sağlanmasıdır bunun yolu da Lincoln'ü kulübeye hapsetmek değildir. Bu durumda da yine zararlı olan Galatasaray olacaktır.

Sonuç olarak, küçük sayılabilecke bir kriz gerçekten kaos olma yolunda ilerliyor Galatasaray'da. Yöneticilik, idarecilik bu değil. Sorunu şu anki haliyle çözmek için de özel biri olmaya gerek yok, herhangi bir olmak yeter de artar bile!

20 Mart 2009

Rüya Bitti



Hayali bile güzeldi Saraçoğlu'nda UEFA Finali oynamanın. Hiç bir zaman reel olarak gerçekleşeceğine inanmamıştım, bence çeyrek final bile yeterliydi bu kadar yeni kurulmş bir takım için.Esas ihtiyaç duyulan toplanacak puanlar ile üst sıralara doğru tırmanmaktı. 15.4 puan son yılların en iyi performansı olması açısından da önemlidir, bunu da belirtmek gerekir.

Maçı izleyemedim ama yenilen golleri görünce yazık oldu demekten başka bir şey kalmıyor geriye. 2-0 önde iken bu kadar basit goller yerseniz sonuca katlanmak zorunda kalırsınız.

Final hedefine gelince daha önce bu yazıda da belirttim. 96-2000 arasında yapılan onca doğru uygulamadan ve profesyonel futbol şubesi yönetiminden sonra elde eidlen UEFA Kupası'nın ardından, Polat & Sezgin yönetiminde bu kadar acemice işler yapılıp, günü kurtarma çabasından öteye gitmeyen kararların alındığı bu sürecin 2. kez UEFA Kupası'na uzanması gerçekten de zordu. Başarı bence bu kadar ucuz değil, çünkü işin içinde herhangi bir planlama, strateji yok tamamiyle rüzgarın savurduğu bir gemi gibi anlık hedeflerle ilerleniyor. Dolayısı ile kaçınılmaz bir sondu bu, biraz daha gidilse sezon başından beri yapılan hataların üstü örtülecekti.

İşte şimdi uçurumun kenarında Galatasaray. Hafta sonu oynanacak Eskişehirspor maçı ligdeki kaderlerini de çizecek. Olası bir puan kaybı UEFA'dan sonra Lig'e de havlu atılması anlamı taşır ki o zaman sorumlu Bülent Korkmaz olmaz, esas hesap vermesi gerekenlerin bir kaç adım öne çıkma vakti geldiğinin resmidir o artık.

19 Mart 2009

Çeyrek Final'e 2 Bilet

Çeyrek final bileti alan ilk 2 takım belli oldu. Sahalarında nispeten avantajlı skorlar alan Werder Bremen ve Marseille, deplasmanda aldıkları beraberlikler ile turu geçen taraf oldular.

Bremen, ilk maçta almış olduğu 1-0'lık skorun avantajın yanına ilk yarıda attığı 2 golü de ekleyince turu neredeyse garantilemiş oldu. 2. yarıda Saint-Etienne'in attığı 2 gol sadece maçı berabere bitirmek adına bir teselliden öteye gitmedi.

Ajax ise 2-1 kaybettiği ilk maçın rövanşında Marseille'yi ağırladı sahasında ve 90 dakika ev sahibinin 2-1 üstünlüğü ile bitince uzatmalara gidildi. Uzatmaların son dakikasında Fransızlar'ın attığı gol sonrası Ajax'ın yapabileceği bir şey kalmamıştı artık, resmen öldürücü darbeyi sonda saklamıştı Marseille. Ligdeki istikrarsız gidişin ardından UEFA'dan da elenmek Van Basten'i sıkıntıya sokacaktır muhtemelen.

Bugün geriye kalan diğer 6 çeyrek finalist belli olacak. En avantajlı şekilde Manchester City çıkacak Aalborg deplasmanına ilk maçta aldığı 2-0'lık galibiyetin de güveniyle. Diğer 5 maçta ise her türlü sonuç çıkabilir. Akşam sonuçlar netleşinde genel bir değerlendirme yaparız artık...

18 Mart 2009

Bruckner'in Vedası



Karel Bruckner 50 yıllık aktif futbol hayatı ve 26 yılı bir teknik adamlık kariyerinde artık sona geldiğini ve futbola veda ettiğini açıkladı. Çek Cumhuriyeti'nin 90'lı yılların sonlarında başlayan çıkışını 2001'de göreve geldikten sonra da devam ettiren teknik adam son olarak Avusturya Milli Takımı'nı çalıştırıyordu. Aslında 2008 Avrupa Şampiyonası'nda Çekler'in gruptan çıkamamasının ardından bu son bekleniyordu ama kendi ifadesi ile Türkiye Maçı'nın sert etkisinden sonra kolayca bırakacak durumda değildi.

Yaşlılara biraz daha saygılı olmamız lazımdı, 3-2'lik muhteşem galibiyet Karel amcamıza kariyerinin sonunda belki de hafızasından hiç bir zaman silinmeyecek kalıcı bir acı hatıradan başka bir şey olmamış anlaşılan, olması da mümkün değil zaten, muhtemelen zirvede bırakmak isteyen bir teknik adam için.

Futbola olumlu yönde hizmet etmiş her insanın saygıyı hak ettiği düşüncesinden yola çıkarak, Hoşçakal Karel Bruckner...

18 Mart Anısına...



Özellikle lise yıllarında 18 Mart Çanakkale Şehitleri'ni Anma Günü'nde özenle seçilmiş bir öğrencinin ağzından duymaya alıştığımız ve bir kaç mısrası dışında beynime kazımayı başaramadığım o güzel ve anlamlı şiir ile şehitlerimizi saygı ile anıyoruz.

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya

Ne hayasızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle "bu: bir Avrupalı"

Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya'yla beraber bakıyorsun; Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela...
Hani tauna da zuldür bu rezil istila...

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,

Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı! hayasızcasına,

Maske yırtılmasa halâ bize affetti o yüz...
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.

Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.

Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'makı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman o orduyu seyret ki, bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman?

Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam.

Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;

Bu göğüslerse Huda'nın ebedi serhaddi;
"O benim sun'-i bediim, onu çiğnetme" dedi.

Asım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid'i...
Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makber'i kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
Seni ancak ebediyetler eder istiab.

"Bu, taşındır" diyerek Ka'be'yi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya'yı uzatsan oradan;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,

Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin'i,

Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

Sen ki, a'sara gömülsen taşacaksın...
Heyhat,Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy

17 Mart 2009

Arda Turan Hamburg Maçı'nda Oynar mı?



"Arda'nın Perşembe günü oynanacak Hamburg maçında forma giymesinin zor olduğu belirtildi."

Yukardaki ifadeler Galatasaray.org'da idman raporundan alındı. Bu sene yapılan bütün idmanlara ait raporları okumuş biri olarak oynaması kesin olarak belli olan hiç bir futbolcu için kullanılmamış bu cümleler bana çok manidar geldi. Neden şimdiden bu açıklama yapılır?

Tamam, kulübün resmi sitesi ama ben pek inandırıcı bulmadım. Daha çok bir şaşırtma havası var gibi geliyor. Bu nedenle de Arda'nın perşembe günü sahada olacağına inanıyorum.

1 Haftalık Kısa Özet

Yaklaşık 1 haftadır yazamadım blog'a. Aslında oldukça yoğun bir gündem vardı ama zaman bulamadık. Satır başları ile bir göz atalım bakalım neler olmuş.

Hamburg 1:1 Galatasaray

Ligde oynanılan futbolun ölçü olarak kabul edilmemesi gerektiğini zaten bize göstermişti Galatasaray ve bundan farklı bir tablo sunmadı bizlere. İlk yarı da diğer maçlarda görmeye alıştığımız kontrol futbolu sahadaydı. 2. yarıda erken yenen gol ve sonrasında gelen kırmızı kart tüm dengeleri alt üst etti. Sonrası malum; Kewell'ın 40 dakika stoper oynayışı, Hamburg'un kaçırdığı goller ve kaleyi koruyan manevi güçler.

2. maç için avantajlı olarak görülse de Hamburg'un veözellikle de Olic'in deplasmanda daha etkili olabilecek yapısı da dşkkate alınmalı.

Süper Lig'de Haftanın Görünümü

Beşiktaş ve Sivas haftanın en karlı 2 takımı oldular. Mustafa Denizli'nin 26. hafta hipotezi kendilerinin şampiyonluk potasında olması açısından doğru görünse de şampiyonlupa oynayan takım sayısının muhtemelen 5'de kalması açısından bakıldığında tutmamış görünüyor.

Sivas yine kötü oynamasına rağmen 3 puanı almayı bildi. Bu kötü oyunu daha ne kadar sürdürüp 3 puan ile yola devam ederler bilemem ama daha iyi bir görüntü sunamadıkları takdirde puan kaybetmeleri içten bile değil.

Fenerbahçe ise hiç hesapta olmayan bir 2 puan kaybetti. Sivas ve Kayseri gibi iki zorlu takımla yaptıkları karşılarşmalarda iyi bir performans ortaya koyarak 3'er puan ile sahadan ayrılan taraf olmaları zirve yolunda umutlarını arttırmıştı ama bu beraberlik "Tünelin ucundan gelen ışığı" yeniden bulanıklaştırdı. Fikstür dezavantajını lehlerine çevirebilmek üstün bir deplasman performansı lazım şimdi.

Trabzon - Galatasaray maçı beklenildiği gibi berabere bitti. Bu sonuç iki takımı da zirvede koparmadı. Galatasaray avucunun içindeki 3 puanı son dakikalarda yediği gol ile kaybetmese önemli bir avantaj kazanacaktı ama Yaser'in dengesizliği herşye mahvetti. Burada Yaser'in kırmızı kartı kadar Sabri'nin taç atışını atmak için o kada süre beklemesinin de payı var. İşte bu futbol zekasının bariz göstergesi. Orada 2 adam itişip kakışırken ciddi bir faul riskine karşı topu oyuna sokmayı akıl edemediği için Sabriye bir şey de diyemiyorum çünkü O'nun kapasitesi bu.

Lincol mevzusuna değinmiyorum, çünkü bu bir tercihtir. Yöneticilik yapmayan bir ço kişi işkembedeb sallayıp duruyor. Ben de son yarım 20 dakikada oyuna girerek skoru tutmada kullanılmasını bekledim ama Bülent Korkmaz'ın yaptığı tercihi de eleştirmiyorum. Çünkü olayları ve yaşananları çok daha iyi biliyor. Zaman zaten yaptığının yansımalarını daha net sunacak bizlere.

Trabzon son haftalardaki düşüşe son verebielcke bir izlenim bırakmadı. Gaziantep maçı çok önemli şu an . Muhtemel bir puan kaybı onları yavaş yavaş şampiyonlu yarışının dışına atabilir.

Avrupa'dan Futbol

EPL'de Liverpool fena benzetti Manhester'ı. Şahsen, Benitez'i oyun mantalitesini çok beğeniyordum ki bu maçta da bir güzellik bekliyordum. Bir de Rooney'in "Liverpool'dan nefret ediyorum" tarzındaki itici açıklaması da bu galibiyeti daha da anlamlı kıldı.

Arshavin'de siftahı yaptı bu hafta, ilk golünü attı. Bundan sonraki haftalarda çok daha faydalı olacaktır Gunners'a.

Bundesliga'da da Süper Lig benzeri bir tablo var. 5 takım şampiyonluk mücadelesi veriyor ve aradaki puan farkları çok az. Hertha, Voronin'in de yükselen performansı ile 3'er 3'er ilerlemeye devam ediyor.

Ligue 1'de Lyon son 2 haftada 6 puan kaybedince PSG lider olma şansını yakaladı. Fakat Marsilla deplasmanda PSG'yi 3-1 yenince 2. lik koltuğuna oturdular ve Lyon'ın 1 yalnızca 1 puan gerisindeler. PSG aynı puanla 3. , Bordeaux ise 50 puan ile 4. sırada. 5. sıradaki Toulouse ve Lille'de 49 puan ile zirvenin 4 puan uzağındalar. Süper Lig benzeri bir tablo da Fransa'da mevcut anlaşılan.

10 Mart 2009

Meira'nın Zenit Transferi & Olası Defans Kurgusu



2-3 hafta önce kokusu yavaş yavaş çıkmaya başlamıştı bu transferin. Hafta sonu Gökmen Özdemir "Hamburg Maçına çıkmayabilir" demişti ve Galatasaray, resmi sitesinde bu transferin resmileştiğini az önce yayınladı.

Sezon başında genel kanı en önemli transferin Meira olduğu yönündeydi. Yıllar sonra, Popescu ertesinde defanstan topu rahatça oyuna sokabilecek, geriden oyun kurabilecek bir oyuncunun varlığı hasreti çekilen futbolcu tiplerinden biriydi. Bu bağlamde Meira transferi aslında bir değişimin işaretçisiydi.

Sezona "tali mevkisi" olan Ön Libero'da başladı. Çok mücadeleci bir futbol sunmasa da topu dikine oynayabilmesi, ayağa rahat pas yapabilmesi; kendi adıma bu mevkide sırf mücadele etsin diye oynatılan oyuncuların sunduklarından daha tatmin ediciydi.

Topal'ın gelişi ile defansa kaydı. Servet gibi ağır bir oyuncudan ziyada Emre Güngör gibi seri bir oyuncu ile daha başarılı olacağını düşünüp, söyleyip durdum ama bir türlü bu ikili bir araya gelemedi Emre'nin sakatlıktan yakasını bir türlü kurtaramamasından dolayı. Servet ile oynarken de özellikle UEFA maçlarında performansları yeterliydi ama Süper Lig'de beklenen uyumu gösteremediler. Servet'in mücadeleci futbolu O'nu kurtaran yanı oldu ve Miera'nın mücadele gücünün düşük olduğu ön plana sürülmeye başlandı.

Zamanla bu problemlerin de aşılacağını düşünüyorken bunu tıpkı Emre Güngör ile daha iyi olacağına inandığım uyumları gibi göremeyeceğim. Tüm düşünceleri bir yana bırakıp "Hoşçakal" demekten başka yapacak bir şey yok. Şu aşamada gelecek adına en büyük endişem sırf mücadele eden isimler ile defans hattının doldurularak, ileriye uzun şişirme top gönderme devrinin yeniden başlatılması. Umarım bu geriye dönüş yaşanmaz.

Transfer için Galatasaray.org'da cazip bir teklif aldığı yazıyor Meira'nın ama alt yapısında farklı şeyler olduğu belli bu gelişmelerin.

Eğer Galatasaray performansından memnun kalmış olsa idi yerine ikame edilecek yeni bir isim için harcanacak paranın da yaklaşık düzeyde olacağını düşünerek Zenit'e vermeyebilirdi. Burada işin içine bir tercih giriyor: Para ya da Oyuncu. Oyuncunun yerinin mevcut yapı içerisinde dolacağına ya da daha az bir miktar ile benzer kalitede oyuncu ile ikame edilebilirliliğine olan inanç tercihin para olmasına yol açtı.

Meira açısından bakınca da, yaklaşık 1.8 milyon euro alırken bunun bayağı üstünde bir teklif alması ve şehirde, takımda istediği havayı bulamamış olması O'na bu tür bir transfer yaptırmış olabiliri. Para mutlaka etkilidir ama daha çok beklediği ortamı bulamamış olması kararında rol oynadı gibi geliyor bana.

Galatasaray tercihini yaptı ve "para" yı seçti. Bu seçimi yaparken de takımın hem UEFA hem de ligdeki yolunu çok daha pürüzlü bir hale getirdi ve Bülent Korkmaz'a da resmen ateşten gömleği giydirdi. Şimdi kritik virajda defans hattında yapacağı tercih çok önemli. Çok da fazla seçeneği yok aslında:

*Hakan Balta defansın göbeğine, Volkan Yaman sol beke

*Semih Kaya defansın göbeğine

İlk tercih daha yakın dursa da 2 oyuncunun yerlerinin değişmesi daha uyumsuz bir dörtlü oluşturabilir. Yani Sabri-Emre-Hakan-Volkan dörtlüsü 2 yeni oyuncunun eklenmesinden dolayı sıkıntı yaşayabilir. Buna bir de Volkan'ın muhtemel etkisiz performansı da eklenirse aslında bu seçeneğin sanıldığından da riskli olduğu görülüyor.

İkinci tercih de ise 3 oyuncunun mevkileri değişmeden sadece defansın göbeğine Semih takviyesi yapılıyor. Tecrübe, maç vs. vs. eksikliği gibi bir sürü gerekçe olabilir ama Volkan Yaman'dan daha kötü olabileceğini sanmıyorum. Dolayısı ile tüm riskine rağmen bu seçeneğin daha denenebilir olduğunu düşünüyorum.

Bakalım 18 yaşında Avrupa Kupaları'ndan zorlu bir mücadelede forma giyerek bu serüven başlayan kaptan benzer bir kararı yine bir Avrupa serüveni öncesi verebilecek mi?

Saraçoğlu'nda UEFA Kupası Hedefi

Şampiyonlar Ligi'nden elenilmesinin akabinde Adnan Polat kameraların karşısına yeni bir hedef ile çıktı : "Saraçoğlu'nda UEFA Kupası'nı kaldırmak"

2006 yılında Olimpiyat Stadında Şampiyonlar Ligi maçlarını oynatıp rakip takımların haklı olarak "Bu muymuş Cehennem dedikleri?" şaşkınlıklarına şahitlik yapılırken konulan "Hedef Atina" balonundan daha inandırıcı bir hedefti bu sefer ki.

Steau hezimitinin üstünden 6 ay geçti, hedef ilk günkü gibi yerinde duruyur. Peki bu süreçte yaşanılanlar hiç mi rotayı değiştirmedi?

*İlk sarsıntı olan Şampiyonlar Ligi'ne girememenin akabinde Skibbe'nin arkasında duramayacakları izleniminin verilmesi

* 3 ay bile savunamayacakları bir teknik direktörün görevine son vermek için yardımcılarını göndererek futbol literatüründeki acemiliklere bir yenisini daha eklenmesi

*UEFA Kupası'nda ve Lig'de alınan iyi sonuçlar sonrası üzerindeki baskıyı azaltan Skibbe'nin sezonun 2. yarısında alınan kötü sonuçlardan sonra gönderilmesi

* Skibbe'den hemen sonra antrenörlük kariyeri büyük bir soru işareti olan Hagi'nin ilk teklif götürülen isimlerden olması

* Bülent Korkmaz'ın bir tercih olarak değil daha çok eldeki seçeneksizliklerin yönlendirdiği bir sürecin sonunda göreve gelmesi

2000 yılındaki sürece gelen kadar yapılanlara bakıyorum bir de şu yukarıdaki acemiliklere. Bir Türk takımının UEFA Kupası'nı alması mutlaka gurur verici bir olay olur ama bu kadar plansız, sistemsiz, programsız ilerleyen bir vizyonsuzluk ile yönetilen kulübün bu başarıya ulaşması başarının değerini ucuzlaştırmaz mı? Düşünmeden, aklınıza geleni yapacaksınız, ondan sonra da gidip UEFA Kupası'nı kaldıracaksınız...

Galatasaray'ın geleceği için en iyisi bu vizyonsuzluktan kurtulmaktır, yoksa kupa alınır ise en fazla 1-2 sene kazanılır ama Sezgin & Polat ikilisi bir arada iken başarı tohumları ekilebilecek daha çok yıl heba edilir.

07 Mart 2009

Nereden Nereye, Adrian Ilie



Başlık kafiyeli oldu ama kulağa hoş geldiği için kullanmadım. Futbol literatürümüze 96 yılında Galatasaray'da forma giyerek dahil olan Adrian Ilie 98 yılında devre arasında İspanya'ya gidene kadar teknik ve akıl ile bezeli futbolundan çok güzel kesitler sundu bize. Devre arasında satılmak zorunda kalınmasa idi 98 Dünya Kupası'nda ki parlak oyunundan sonra çok daha fazla para kazanılabilirdi, fakat bugüne kadar gelen maddi çıkmazın ilk sıkıntılarıydı Ilie'yi İspanya'ya gönderen asıl etken. Hatta transferden önce Valencia yetkililerinin izlediği son maç olan Parma mücadelesinde mükemmel oynamıştı ki gidişini netleştiren performans oldu bu.

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, Adrian Ilie sonrası Galatasaray forvetine O'nun kadar teknik becerisi yüksek ve izlemesi keyif veren bir oyuncu daha gelmedi. Baros şu andaki hızına bu tür bir beceriyi ekleyebilse şu an Turkcell Süper Lig'de değil Ada'da sahne alıyor olurdu zaten.

Yeteneğine rağmen Valecia'da ki ilk 2 yılından sonra yaşadığı sakatlıklar nedeniyle bir türlü istikrarı sağlayamadı. Hatta ilk senesinde en az 3 klas aşırtma golü vardı La Liga'da. Bir ara yine ülkemize uğradı, Beşiktaş forması altında gördük O'nu.

35 yaşında ve hala oynamaya devam ediyor. Son olarak forma giydiği Zurich'den Rusya Premiere League' ekiplerinden Terek Grozny'nin yolunu tutmuş. Rus ekibi geçen sene Premiere League yükselmiş. Vay be , nereden nereye! 2000 yılında Valecia'da forma giyerken şimdi Rusya'da olmak. Çok daha iyi bir kariyerin eşiğinde iken soğuk diyarlarda gol aramak. Hayat'ın insana neler sunacağı gerçekten de belli olmuyor.

Mustafa Sarp Bombası!



Haber Vatan Gazetesi'ne ait. Galatasaray'ın Mustafa Sarp'a gelecek sezon için imza attırdığı yazıyor. Bülent Korkmaz'ın eski öğrencisi olmasının da bu transfer de payı olduğundan bahsediliyor.

Mevzubahis transfer bilgisinin doğru olmadığını düşünmeme rağmen bu transferin az da olsa doğruluk payı taşıma ihitimalne karşın dün akşam oynanan kötü futboldan sonra böylesine kabus bir haber almak Galatasaray taraftarına ağır gelebilir. Yaser, Ferdi, Volkan, Serkan gibi Galatasaray'a gelecek adına katkıda bulunamayacak potansiyelde oyunculardan sonra Mustafa Sarp gibi gereksiz transfer ile kulübe alt yapıdan gelerek katkıda bulunacak Emre Çolak, Gökhan Öztürk gibi oyuncuların önünü kesmekten başka bir anlama gelmiyor bu.

Hala orta sahada 2000 yılındaki Okan, Emre, Hasan, Ümit, Suat gibi oyunu iki yönlü oynayan oyuncuların varlığına ihtiyaç duyulurken, sadece mücadele eden, ki her futbolcunun mücadele etmesi gerektiği de ayrı bir gerçeklik olarak düşünülmeli, ve oyunun hücum zenginliğine herhangi bir katkıda bulunamayacak oyunculardan medet ummanın anlamı nedir acaba?

Umarım gerçeklik payı taşımayan bir haberdir, yoksa futbol aklı içerisinde kabul edilecek bir transfer değil. Bülent Hoca'nın Lucescu dönemi futbola özenip takıma yeni bir Bülent Akın kazandırma sevdası olduğunu da düşünmüyorum, düşünmek istemiyorum.

http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?detay=Cimbomdan_ilk_imza&tarih=07.03.2009&Newsid=226766&Categoryid=5

Tutku Budur!



Tam 22.567 kişi tam da adına uygun bir şekilde Arena'ya çevirmiş "Belgrad Arena"yı. Panatinaikos maçında müthiş taraftar desteğiyle karşılaşmayı 63-56 kazanarak son 8'e kalmayı başardılar ki bu maç onların son şansı da değildi. Şimdi Final Four'un yalnızca 2-3 maç uzağındalar.

22.567 kişilik destek ise Euroleague tarihinde en fazla seyircinin izlediği maç olmasını sağlamış Partizan-Panatinaikos mücadelesinin.

06 Mart 2009

Galatasaray 2:1 Bursaspor



Tatsız, tuzsuz bir maç oldu. Maç sonrası Ömer Erdoğan'ın da dediği gibi "Ne sahadaki oyuncular, ne de dışarıdan seyredenler keyif aldılar bugün". Galatasaray sezonun en kötü 2-3 oyunundan birini oynadı, 90 dakikanın en olumlu yanı Kayseri maçında olduğu gibi yarı sahasında rakibi karşılasa da sonuçta sahadan 3 puan ile ayrılması oldu.

İlk defa, sezon başından beri takımın en olumlu tarafı olarak bahsettiğimiz yerden ayağa oynama becerisini sahada gösteremediği bir maçını izledik Galatasaray'ın. Aynı zamanda çok kopuk ve bloklar arasında ciddi mesafeler olan bir oyun vardı sahada. 3-4 pasın ard arda yapılamadığı, Lincoln'ün takımın hücum zenginliğine hiç bir katkıda bulunamadığı ve üstelik çok güçsüz bir hava bıraktığı bir maç oldu. Galatasaray'ın bu pas zaafiyeti ve oyunu geride kabul etmesi Bursaspor'un topa daha çok hakim olmasına neden oldu. Ertuğrul Sağlam zamanında ve yerinde değişiklikler yaparak orta sahayı kontrolünde tutmayı düşündü ve genel anlamda başarılı da oldu bu planında. Orta sahadaki mücadeleci futbol nedeniyle maçın büyük bölümünde kalesinde pozisyon görmese de Sarı-Kırmızılılar, goller dışında rakip kaleye atılmış isabetli şut istatistiğine sahip olmamaları da ciddi bir zaafiyet olarak kaydedilmeli bir kenara.

Bülent Korkmaz, Sabri'nin yokluğunda Skibbe'nin Bellinzona maçları dışındaki resmi maçlarda görev vermediği Serkan Kurtuluş'a görev verdi sağ bekte. Daha önce izlediğim maçlarında kararımı vermiştim genç oyuncu hakkında ki bugün görülen tablo da bu düşünceleri doğrular cinsten. Kesinlikle çizgi oyuncusu olmasını gerektirecek bir meziyeti yok. Topla ilerleme, dripling yaparak rakip eksiltme gibi kanat adamlarından görmeyi umduğumuz özellikleri göremedik ve göremeyeceğiz de Serkan'dan çünkü potansiyeli bu. İlk transfer olduğunda ağabey'i Serdar'dan daha iyi olduğu söylenmişti ama Serdar'ın çok daha potansiyelli olduğu kesin.

Bunun dışında Aydın'ı da Serkan'ın önünde oynatarak bu kanada bir dinamizm getirmek istemişti Bülent Hoca eldeki sınırlı tercihler arasıdan yaptığı seçim ile. Aydın'da sezon başından bu yana kendisine bağlanan umutları yavaş yavaş sönümlendirmeye başladı. Oyuna sonradan girdiği maçlarda vermiş olduğu izlenim pek olumlu değildi ki ilk 11'de başlamasına rağmen de değişen bir şey olmadığını gördük. Aydın'ın sürati ve çabukluğu dışında ciddi bir artısından bahsetmek zor. Topla çok kontrolsüz ve teknik olarak da pek iyi bir temeli olduğunu söylemek zor. Bunlar zamanla gelişecek özellikler de değil, dolayısı ile "overrated" bir isim olarak değerlendirmek yanlış olmaz genç oyuncuyu.

Sağ kanat da yapılan bu tercihler Volkan Şen'in zaman zaman ortaya koyduğu bireysel çabalar dışında pek bir açık vermedi, tabiki Serkan'ın bazı pozisyon hatalarının da bunda payı vardı. Sol tarafta ise Kewell şu ana gördüğüm en mücadeleci maçlarından birini oynadı ve geriye sık sık yardıma geldi. Bu nedenle gerçekten çok yoruldu ve değiştirilmesi doğruydu ama yerine Volkan Yaman dışında oyuna dahil edilecek kimsenin olmaması da işin acı tarafı.

Bülent Hoca'nın bugün yaptığı en olumlu hareketler oyuncu değişiklikleri oldu. Sarı kart sınırında ve Hamburg maçında oynamayacak olan Baros'u oyundan alarak Nonda'yı hazır tutma çabası yerindeydi. Oyundan düşen Aydın'ı dışarı alması da aynı şekilde olumluydu.

Maçın son 5 dakikasında Bursaspor'un baskısı iyice arttı, hatta hakemin penaltı çalınabilecek bir pozisyonu es geçtiğini söylemek bile mümkün. Son dakikada Santcis'in çizgiden çıkardığı top ile birlikte Galatasaray derin bir nefes aldı 3 puanı cebine koyarak.

UEFA maçları öncesinde genelde kötü futbol ve 3 punsız maçlar bırakırdı geride Galatasaray. Bu defa farklı bir görüntü sundu bizlere. Umarım "kötü oynanılan maçlardan sonra UEFA'da olumlu bir futbol ile dönüş yapma" geleneğini de tersine çevirmezler.

04 Mart 2009

Soru İşaretleri???

3 maç oynuyorsun ve toplamda 2 gol gönderiyorsun rakip filelere. Daha sonra kışın ortasında günlük güneşlik bir havada karşında kendinde kat kat aşağıda bir takım buluyorsun ama gol atamadığın gibi rakibe 2-3 net gol pozisyonu veriyorsun.

Aradan 2 ay geçiyor, yerden yere vurulan Fenerbahçe senin o 2 gol attığın takıma 2 maçta 7 gol atıyor. Trabzonspor, Antalya'da sadece 1 gol atmasına rağmen 5-6 net poziyonu harcayıp rakibi kalesine bile yaklaştırmıyor.

Yok arkadaş, bugüne kadar kendimizi avutmuşuz. Galatasaray, UEFA maçları dışında futbol oynamamış. Sadede yerden pas yapmış, ayağa oynamış. Fakat daha önce yazdığımız gibi sadece Lincoln olmadığı zaman bile pozisyona girmekte zorlanmış, orta sahasında mücadele eden adamların bolluğuna rağmen rakiplere pozisyon vermekten uzak durmamış.

Bazen geride kalanları, yukarıdan bir bakış ile daha iyi değerlendirebiliyorsunuz. Galatasray için de bir çok eksiklikten bahsettik, bir şeyler eksik dedik. Gerçekten de öyleymiş, 4 attığın Beşiktaş maçında bile eksilerin artılarından daha fazlaydı demek ki tesadüf değilmiş. 6 puan kaybettiğin takımların foyaları meydanda işte. Demekki sürekli dillerde "Biz iyi takımız" lafı ile dolaşmak 5 para etmiyormuş, bireysel olarak iyi oyuncuların olsa da, 1'i eksildiğinde gol pozisyonuna girmekte zorlanıyorsan ya da Ayhan, Barış, Topal ile birlikte 4'lü defans bir arada oynarken rakibe net gol pozisyonları veriyorsan orada bir eksiklik vardır.

Evet, bu takımın bir taktik disiplini yokmuş. Sahada aslında ne yaptığını bilmeden oynuyormuş zamanla daha net oturuyor parçalar. Haa ben bu oyuncuların toplamının bireysel özellikleri anlamında özellikle orta sahada oyunun iki yönünü oynayan oyuncuların sayısının azlığındna dolayı takım oluşmasında da eksiklikler yaşayacağını söyledim hala aynı fikirdeyim ama o noktaya gelene kadar aşılması gereken daha önemli mevzular varmış. Bülent Korkmaz'ın yapacağı en önemli şey de bu aslında. Taktik ve mücadele olarak maçtan kopmayan ve oyunun her dakikasında aynı kararlılığı gösterecek bir oyuncu topluluğunu varlığını hissettirmek taraftarlara, bunu başarırsa çok yol kateder nitekim ziyadesine de grek yok şu anda.

02 Mart 2009

Meira Transferi ve Oyuncu İhracı

Meira için Zenit'in yapmış olduğu teklif herkesin malumu. 6-7 milyon Euro'lardan bahsediliyor. Defanstaki sakatlıklar olmasa şu ana kadar çoktan anlaşma sağlanmıştı ama özellikle UEFA hedefi ve bu kadar sakatlık var iken Meira'yı satıp ortada kalma korkusu yöneticilerin elini kolunu bağlıyor. Meira satılır ise Semih için inanılmaz bir fırsat da doğmuş olacak. Kendisini gösterebilmesi için daha iyi bir fırsat bulamaz. Alternatifi olmadığı için de bir sonraki hafta kulübeye mahkum olması gibi bir seçenek olmayacağı için de oyuncu çok daha özgüvenle oynayabilir. Çünkü genç oyuncular konusunda yaşanılan en büyük sıkıntı, bu oyuncu sahaya sürüldüğünde sanki bu O'nun son şansıymış gibi bir hava verilmesi ve yapacağı bir hatanın bir sonraki hafta kulübede oturma ya da ilk 18 bile yer bulamama olarak kendisine geri dönebilme ihtimalinin fazlalığı bence.

Diğer bir konu da Polat'ın alt yapıdan kökenli oyuncuları satabiliriz açıklaması. Gyaet yerinde bir açıklama, zaten olması gereken bu. Yıllardır kulüplerimizin oyuncu transferlerinden doğru dürüst para kazanamadıkları düşünülür ise uygun fiyata elinizdeki oyuncuların piyasasını değerlendirmek oldukça manalı. Özellikle Porto'nun çok güzel uyguladığı bir strateji bu. Deco, Bosingwa, Pepe gibi oyuncuları satıp yıllardır Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finalleri zorlamak için sağlam bir transfer sisteminizin olması gerekiyor. Aynı zamanda da verimli bir altyapıya sahip olmalısınız. Çünkü satılan oyuncunun parasının kulübe katkı sağlaması için ya yakın verimde bir oyuncuyu çok düşük bir bedelle alabilecek şekilde bir yapılanmanız olacak ya da altyapıdan yukarıya oyuncu çıkerıyor olmalısınız.

Burada Türk Futbolu'nun genel probleminin Galatasaray'daki yansımalarını görüyorsunuz. Özkaynak modeli konusunda en önlerde yer aldığı iddia edilen bir kulübün şu an A takımında doğru dürüst forma şansı bulan ve takıma doğrudan katkı yapan oyuncu sayısı (Uğur'u da dahil edersek) yalnızca 3 ve bu sayı 2002'den beri maksimumuna bu sene ulaşmış durumda. 2002'den beri A takıma yükselmiş oyuncular bunlar aynı zamanda. Ferhat, Özgürcan, Cafercan'ı da az da olsa gördük sahada ya da yedek kulübüsinde ama şimdi yoklar. Dolayısı ile altyapıların verimli kullanıldığını söylemek mümkün değil, en azından bir sürekliliğin varlığından söz etmek mümkün değil.

Buna ek olarak adam akıllı bir transfer sistemi olduğunu söylemek de kolay değil. Giden bir oyuncunun yerine gerçekten faydalı olabilecek bir yenisinin ikame edileceği garantisini bırakın taraftar ya da Camia'yı yöneticiler bile vermiyor. Çünkü sistem ve planlama yok. Daha çok menejer tavsiyesi ile oyuncular alınıyor ve bir deneme / yanılma mantığı hakim. Yıllardır hem para hem sahadaki verim hem de elden çıkarıldığında kazanabilecek meblağ yönünden ele alındığında büyük bir aptallıkla kaçırılan Ribery dışında ortaya konulmuş bir değer yok. Şimdi bu sistemde kulüplerin oyuncu satışı ile para kazanacalarını ve bunu yaparken de takımın performansını etkilemeyecek şekilde uygun taşları yerleştirmeyi becerebileklerini düşünmek mümkün mü?

Dolayısı ile Adnan Polat'ın sarf ettiği sözler gayet mantıklı ve anlamlıdır ama mevcut organizasyonluk içerisinde kulüplerin ne kazanacakları büyük bir soru işaretidir? Bu vizyon ancak aynı para ile yerine başka bir oyuncu alınmayana kadar takımın benzer performansı vermesinin zor olduğunu gösteriyor. Oysa özellikle alt yapının piyasaya dağıttığı ve şu anda kendi bünyesinde barındırdığı çok yetenekli isimler bu şekilde takıma kazanadırılarak çok ciddi katkılar elde edilebilir.

Bakalım zaman ne gösterecek, bu çarkı gerçekten doğru biçimde çevirmeyi becerebilecek mi kulüplerimiz merakla bekliyorum.

01 Mart 2009

Antalyaspor 0:1 Trabzonspor



Bu sene çok fazla Trabzonspor maçı izlemedim, o nedenle daha bir dikkatli oturdum ekran karşısına. Antalyaspor'un da Galatasaray'ın parlattığı bir havası vardı, hem onun etkileri hem de Trabzon'un son haftalardaki düşük performansı nedeniyle maçın sonucu hakkında çok açık bir öngörüde bulunamak da kolay değildi.

Maç 20. dakikasına gelince senaryo büyük oranda ortaya çıktı. Trabzon'un geride iyi alan kapatışı ve mücadeleci futbolu karşısında Antalya'nın pozisyona girmesi çok zordu. Trabzon'da ileri uçtaki adamların beceriksizliğini aşar ise gol bulmaya oldukça yakındı. Bu görüntü altında maç ilerlerken kader anlarından biri yaşandı ve ilk yarıyı önde kapatma şansını bir penaltı ile ellerinin içinde tutan taraf Antalyaspor oldu. Tita bu güzel fırsatın ellerinin arasında uçmasına sebep olurken aynı zamanda muhtemel puanların da gittiğini kestirebildi mi acaba o anda?

2. yarı aynı senaryo sahnedeydi. Özellikle Umut kaldığı yerden devam ederek 2 metreden yakaladığı fırsatları çerez kıvamında harcama konusundaki istikrarını sürdürdü. Artık maçın sonlarına hatta kopma anlarına yaklaşırken Trabzonspor bence çok akıllı bir taktik uyguladı. Geriye çekilerek Antalya'nın topa daha çok sahip olmasına ve üzerine gelmesine izin verdi. Savunma hattını da ileri çıkaran Antalyaspor, Tony Slyva ile başlayıp Yattara ile devam eden atakta Umut ile kalesinde golü gördü. Maçın sonucu artık ortadaydı: Trabzon 3 puanı almıştı, sadece atacağı gol sayısının artıp artmayacağı merak konusuydu.

Trabzonspor, oyunun savunma tarafını gerçekten çok iyi oynuyor. Kendi yarı sahasını çok iyi parselliyor. Song ve Egemen gibi mücadele gücü yüksek iki savunma adamı da zamanında müdahaleler ile rakip forvetlerin rahatlıklarını ciddi derecede bozuyorlar. Bu savunma karşısında yaratıcılığı sınırlı olan Antalya tıkanıp kaldı. Burada üzerinde durulması geren bir nokta var Galatasaray'da orta sahada mücadele gücü yüksek adamlar ile oynadı Antalya'ya karşı ama oldukça fazla sayıda pozisyon verdi. Demek ki savunma bütünlüğü oluşturabilmek çok farklı bir oldu, sadece mücadele etmek anlamına gelmiyor. Bu açıdan Trabzon bayağı bir yol katetmiş. Hücum anlamında da çok sıkıntı çekmediler ama rakip üzerinde bunlatıcı bir baskı kuracak yapıları yok. Bugün buldukları pozisyonları bulsalar zaten maç çok erken kopacaktı. Bu noktada Umut ve Gökhan'ın son vuruşlardaki becerisi de önümüzdeki haftalardaki kaderlerinde etkili olacaktır.


Antalyaspor düşme korkusunu iliklerinde hissetmeye başlamıştır herhalde. 2 haftadır kaybediyorlar ve rakipleri de topladıkları puanlar ile üstlere doğru ilerlemeye başladılar. Önümüdeki haftalarda 1 puan bile çok önemli hal alacaktır bu yarışta. O nedenle bugün kaçırılan penaltıyı mumla arar bir hale gelirlerse hiç şaşırmamak gerek.