12 Eylül 2008

Terim Terim'e Karşı!


"Futbolculuk döneminde de liderlik vasıflarını çok net biçimde gözlemlemek mümkündü" ifadesini kullanmıştı dönemin teknik direktörü Çoşkun Özarı onun için. Belki de liderlik vasıflarının bu kadar güçlü olması, kendine olan güveninin sınırlarının genişliği Terim'in kariyerini bu noktalara taşıyan en önemli etken oldu. Futbolcuları için zaman zaman şefkatli bir baba, zaman zaman acımasız bir yönetici, zaman zaman da onlarla samimiyetle duygularını paylaşan bir arkadaş olmayı başarabilmesi başarısındaki en büyük etkendir ki teknik direktörler için de liderlik ve karizma takımın başarısında en az teknik beceri kadar önemlidir. Yani bir taktik ustası olabilirsiniz ve bu takımın başarısına kuşkusuz büyük katkılar sağlar ama en az onun kadar etkili olacak diğer bir özellik de takıma liderlik yapabilme becerisidir teknik direktörlerin ki ilk kısım işin "teknik", liderlik kısmı ise "direktörlük" parçasını oluşturur.

Bu çerçeveden değerlendirildiğinde Terim'in 87-90 yıllarındaki Ankaragücü ve Göztepe tecrübelerinden sonra, 90-93 yılları arasındaki U 21 Takım, Olimpik Teknik Direktörlükleri ve Sepp Piontek'in Milli Takım'daki yardımcılığı, 93-96 yılları arasındaki Milli Takım Teknik Direktörlüğü ve tarihimizde ilk kez Avrupa Şampiyonası'na katılmamıza giden süreç Terim'e tecrübe olarak çok şey kattığını görüyoruz. Bunun ardından 96-2000 yılları arasında da kariyerinin zirvesine ulaşmış bir teknik direktör vardı karşımızda. Artık o Türkiye'ye Uefa Kupasını ilk kez getirmiş bir kişilikten ziyade "İmparator" sıfatıyla anılacak bir başarı sembolüydü.

Zirveye doğru emin adımlarla gidiliyordu ama yukarı doğru tırmanmanın en büyük riski de düşüşün de bir o kadar can acıtıcı ve tamir edilmesi zor oluşuydu. 2000-2002 yılları arasında İtalya macerası Fieorentina'ya İtalya Kupasını kazandırması ( her ne kadar kupa Mancini ile kazanılmış olsa da herkes bu kupanın gerçek sahibini biliyor) ve ardından bir dünya devi Milan.2002 yılındaki Milan tecrübesi Terim'in kariyeri için bir dönüm noktası oldu. Terim’ in teknik direktörlük kariyerini 2002 öncesi ve sonrası olarak ayrılacak olması da bu zamanlara rastlıyor. Milan ile 3 ay gibi kısa bir sürede yolların ayrılması başarılı teknik adamın ulaşmış olduğu zirveden yavaş yavaş aşağıya doğru kaymaya başlatan sürecin de habercisiydi aynı zamanda.

2002 sonrası başarısız bir Galatasaray tecrübesi ve 2008 yılına kadar bir duraklama dönemi. Avrupa Şampiyonası'nda oynanan yarı final belki de Terim için ben hala buradayım demenin en güzel yoluydu, fakat bu 3. lük sadece sonuç ile tatmin olmayan bir çok insan için bazı gerçekleri gizlemeyi bir süre daha başarabilecek bir kamuflajdan başka bir şey değildi.

2002 yılında başlayan irtifa kaybetme süreci hala devam etmekte oynanan yarı finale karşın. Bu görüşü savunmamın birçok nedeni var. İlki Haziran 2006'dan beri başında bulunmasına karşın takımın hala neyi, nasıl oynamak konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyor olması. Apaçık bir şekilde görülüyor ki bu takımın bir sistemi, oyun şablonu, planı vs. konusunda ortaya koyabildiği hiç bir şey yok geçen 2 yılda. Terim'in kağıt üstünde herkesi etkileyen ve heyecanlandıran o oyun sistemini bir türlü ortaya koyamaması ve sahada üzerinde ısrarlı olunan bir şablonun görülememesi çok garip değil mi? Avrupa Şampiyonası sırasında özellikle Bilic'in "Türkiye'yi çözmekte zorlanıyorum" şeklindeki demeci trajikomik halimizi çok net bir biçimde ortaya koymuyor muydu? Bu organizasyonsuzluğun Avrupa Şampiyonası sırasındaki maçlarda da çok net görülmesi tesadüf değil, o ana kadar oluşturulamayan alt yapının bir sonucuydu. Portekiz maçının tamamı, İsviçre maçının yaklaşık 60 -65 dakikası, Çek Cumhuriyeti maçının yine 60 dakikalık bölümü bu plansızlığın sıkıntılarının görüldüğü anlardı. Durum böyle olunca bireysel yeteneklerin ön plana çıkması ancak sonuca götürürdü takımı ki öyle de oldu, Hamit-Arda- Nihat ve Tuncay dörtlüsünün değişmeli olarak yaptıkları katkıları bizi ötelere taşıdı. Almayan maçının tamamında oynadığımı o etkili futbolu bir daha kaç maç sonra oynayabileceğimizi tahmin edebilecek birisi var mıdır, merak ediyorum.

Hiddink 'in Kore, Avustralya ve Rusya'da kısa sürede becerebildiklerinden bahsediyorum olayı daha somut bir hale getirmek gerekirse. Bunu yaparken de her takımın kendi özelliklerine uyacak bir oyun sistemi sunmuştu bizlere. Örneğin, Kore gibi fizik olarak daha zayıf oyunculardan kurulu bir takımı presli, çok koşan, önde basan bir takım olarak oynatmış ve hakem kararlarının da etkisi ile yarı finale kadar ilerleyebilmişlerdi. Avustralya tarihinde ilk kez Dünya Kupası oynama şansına ulaştığında takımın başında yine Hiddink vardı ve oynadıkları o derli toplu futbol ile dikkati çekmişler ve 2. tura çıkma başarısı göstermişlerdi. Son olarak da Hiddink'in Rusya'sını izleme fırsatı bulduk son şampiyona da. Bu defa da sahnede daha kontrollü, ayağa pas yaparak oynayan, ne yaptığını bilen bir takım vardı. Hiddink'in bu yaptıklarını tecrübe olarak ondan geride olmayan Terim'den beklemek elbette ki normal bir şey olsa gerek.

2. bir konuda Terim'in üst noktaları hedefleyen yapısı ile yanında bulundurduğu yardımcılarının profilleri itibariyle bu hedefe ulaşmasına yapabilecekleri katkının çelişmesi. Terim'in Galatasaray'daki ilk 4 yıllık macerasında Bülent Ünder'in katkısını inkar etmemek gerekiyor. Şu anda ise milli takımda yanında bulunanların Terim'in aldığı her türlü karara katkı yapabilecek gerek dominant kişilik gerek donanıma sahip olmadıkları aşikar. Terim'in tek adamlığının yanında dik durabilecek bir yardımcı gerekiyor o kulübeye.

Terim'den bunları beklerken zaman zaman kontrol altına alınması güç görünen o agresifliğinin de dengelenmesi gerektiğini de kabul etmek gerekir. Yüksek motive etme gücünü inkar edemeyeceğimiz Terim'in ölçülü agresifliği ile takımı çok kolay hedefe yönlendirdiğini ve yönlendirebileceğini rahatça söyleyebiliriz, fakat sınırları zorladığı zaman takıma da bu agresifliğinin yansıdığını kabul etmek gerekiyor. Gerek saha içinde panik olarak, gerekse de saha dışında İsviçre maçında olduğu gibi rakibe yönelen bir öfke yumağı halinde göze çarpıyor bu ölçüsüzlüğün boyutları.

Sonuç olarak Terim istatistik olarak bu ülkenin yetiştirdiği en başarılı teknik direktör. Avrupa Şampiyonası'ndaki yarı finale rağmen halen formsuz bir hoca var sahnelerde. Her zaman oyuncuların bireysel performansları bizi sonuca götüremeyebilir, dolayısıyla Terim'in bu formsuzluktan kurtulması hem kendisi hem de milli takım gelecekteki başarısı için kaçınılmaz görünüyor. Bunu yaparken de Terim'in yapmış olduğu hataları gözden geçirip bazı gerçekleri görmesi, daha büyük başarılara yürüyebileceği bu yolda yine kendisine en büyük engelin o büyük "ego"su olduğunu da kabul etmesi gerekiyor tıpkı Özdemir Asaf'ın dizlerinde bizlere işaret ettiği gibi:

Dün sabaha karşı kendimle konuştum
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokuşun başında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum

Hiç yorum yok: