06 Nisan 2009

Bu İşte 1 Yanlışlık Var-2



Asıl yazmak istediklerimi aslında burada dile getireceğim ama bir önceki yazı ile genel bir giriş yapmak aynı zamanda futbola dair fikirlerimin gelişimi ile ilgili bir paylaşım yapmak istedim sizlerle.

Peki amacım ne? Derdim düşüncelerimin doğruluğunu göstermek ya da sizleri bir şeye inandırmak değil, sadece dertleşmek istiyorum. Çünkü insanların gerçekleri ya da benim gerçek olduğunu düşündüğüm şeyleri bu kadar görmezlikten gelerek, günlük olaylara göre yorumlarını, kararlarını, stratejilerini şekillendirmelerini aklım almıyor.

Bir sıralama yapsam iğreti ile baktığım söz dizimleri arasında “Biz Türkler” ile başlayan eleştiri cümleleri kesinlikle ilk sırayı alırdı. Bu tür gruplamalara oldum olası karşı durmuşumdur, bir anlamı yoktu. 2-3 çıkarımın ardından kurulan cümlelerdi bunlar bana göre. Tüm bu düşüncelerimi ne yazık ki yaklaşık son birkaç yılda futbolumuzda yaşanılanlar neredeyse yerle bir etti.

Yukarıda kurulduğu gibi geniş kapsamlı olmasa da daha dar bir kalıpta benzer cümleyi kurmaktan alamıyorum kendimi artık: “Biz Türkler, bu futbol anlayışı ile bir adım yol alamayız”. Evet böyle bir cümleyi kuruyorum ya da kurmak zorunda kalıyorum, çünkü bu kadar günü birlik olayların ışığında düşüncelerini şekillendiren bir topluluk olmanın başka izahı yok. Günlük başarı / başarısızlıklar çiziyor yolumuzu, olmayan rotamızı buna göre belirliyoruz maalesef. Kulüplerden tutun, spor medyasına birçok yerde tablo bu. Eminim ki sonuç başka türlü olsa idi alınacak karar, yazılacak yazı, söylenecek sözler farklı olacaktı çevremizde algıladığımızdan ama o andaki tablo yönlendirdi bu sığ düşünceleri.

2000 Avrupa Şampiyonası’na gidene kadar ortaya bir oyun planı koyamayan takımın Teknik direktörü turnuvaya 15 gün kala çok farklı bir sistem ile oynayacağını (farklı derken 4-3-3’ü kastediyor) en ileride Nihat’ın yer alacağı gerçeği ile ifade ediyor (Nihat'ın en uçtaki isim olamayacağının bir çok kanıtı varken mevzu bu olmadığı için derine inmiyorum ) daha önce denemediği ve geçen 2 yılda oturtamadığı sistemi 2 haftalık kısa sürede uygulamaya sokacağını düşünerek. Bunun üstüne turnuvada mevzubahis oyun sistemi kısa sürelerde de olsa denemeye çalışılıyor fakat en ufak hasarda vazgeçiliyor ve gele tabloda aslında en başta gösterilen hedef dışında her şeyi denediğimiz ortaya çıkıyor. Çek cumhuriyeti Maçı’nda Semih-Nihat ikilisi ile maça çift forvet ile başlamayı tercih etme örneğinde olduğu gibi. Almanya maçına gelen kadar derli toplu oynadığımız maçı bırakın dakikalar bile çok az. Çekler ile oynadığınız kader maçında skor 2-0 iken herkesin aklından geçen Baros-Koller değişikliğine Bruckner akıl edebilse ve çok daha farklı olabilecek bir 90 dakikanın son 25 dakikasında artık kaybedecek bir şeyi olmamanın verdiği o mücadele gücü olmasa yarı finale kadar uzanabilir miydik? Tüm kaderinizi şansın da fazlası ile yanımızda olduğu bir yarım saatlik dilimde çiziyorsanız, elde edilen sonucun sevincinin bu kadar sınırsız yaşanması normal midir?

Ne oyandık, nasıl oynadık, gelecekte bu düzen (daha doğru bir ifade ile düzensizlik) bizi nereye götürür, sorgulanmadı nedense? Elbette böyle kısa turnuvalarda ufak detaylar olur hep sonuçları belirleyen ama ne hikmetse bizim kontrol edebildiğimiz düzeyde olmadı bu detaylar? Hep yapabileceğimiz başka seçenek yok iken ortada karşı karşıya kaldık bu detaylarla.

Bilic’in ,Löw’ün “Bu takımı çözmekte zorlanıyorum” tarzı yorumlarını birer övgü olarak algıladık, oysa mesaj çok netti: “Bu takımın ne oynadığı belli değil, kafamız karışıyor” . Yani bizim sistemsizliğimiz, plansızlığımız sadece bizim değil rakiplerin de başına çorap ördü :)

Çek Cumhuriyeti maçından sonra ne düşünüyorsam, hatta çok iyi oynadığımız Almanya maçı sonrası bile aynı şeylerdi aklımdan geçen. “Yarı final oynadık ama zafer sarhoşluğu ile kalır, adam akıllı bir strateji ve plan üzerinde ilerlemez isek bir 6 yıl daha bekleriz” diye düşünüyordum o maçtan sonra.

Dolayısı ile bugün gelinen süreç pek de sürpriz değil. Terim’de o başarının sarhoşluğuna kapılmış olacak ki hala motivasyon, mücadele gibi olgulardan medet umuyor. 2000 yılında ulaştığı noktanın bile gerisinde şimdi. O zaman yaptığından daha farklı şeyler beklerken hala aynı şeyler ile başarı peşinde koşmasının doğruluğunu sorgulamalı bence. Mücadele, kazanma hırsı bunlar önemli ama sahada oyuncularının ne yapacağını bildiği bir oyun ile rakibe karşı koymak bunların hepsinin üstünde bir yerde. İspanya maçında 1 puanın bile kötü olmadığı anlarda ne yapacağını bilmeden saldırıp son dakikada 2. golü yemenin başka izahı yok? Saha kenarındaki akıl ne yapacağını bilmezken içeride farklı şeyler beklemek hayalcilik olur zaten. Bir takım için en kilit nokta da burası aslında. Eğer siz mağlup durumda iken bile belli planın peşinde iseniz işte o zaman bir ssitem takımı oluşunuzdan bahsedilebilir. Eğer İspanya örneğinde olduğu gibi paniğe kapılıyorsanız hemen kimse tutup da oyun mantalitesinden bahsetmesin. Bir sistem takımı olup olmadığını anlamak istiyorsanız sahadakinin, paniğe kapılmanın mümkün olduğu anlarda ne yaptıklarına bakın, gerçeği sunacaktır size.

8 yıl sonra Terim hakkında bunları yazabileceğimi düşünemezdim. Gerçekten bir İmparator gibiydi gözümüzde. Takımın başında O varsa eğer, gerisi teferruattı. Bir çaresini bulur, işleri yoluna koyardı. Galatasaray’ın 2-0 geride olduğu maçları bile rahat ilerlememizin en baş sebeplerinden biriydi bu. Şimdi ise muhtemelen futbola bakışımızdaki o geçen yazıda bahsettiğim değişim olayları daha farklı değerlendirmeye itiyor bizi.

Tüm bu sürecin ardından İspanya maçı sonrası yazılanlara göz attım gazetelerde. Bir an için “ben farklı bir maç mı izledim?” dedim. Herkes de aynı terane, tamam Terim’in karizması hatta dokunulmazlığı var bu ülkede ama futbol’a bu kadar ihanet edilmemeli. Gerçekleri göz göre göre bu kadar gizlememeli.”İyi mücadele etmişiz, net pozisyonlar kaçırmışız. Nihat golü atsa vs. vs”. Kendi adıma sahada mücadele etmeyi futbol adına bir taktik unsur olarak görmüyorum, yani takımı iyi mücadele ediyor diye bir antrenör takdir edilmemeli. Bu artık futbolun bir gereği. Bunu yaptıramayan eleştirilmeli ama yapan da göklere çıkarılmamalı. Kimse bu takımın ne kadar dağınık olduğunu, sahada ne yapacağını bilmeyen oyuncular ordusu olduğumuzu, bireysel yeteneklere bağlı olduğumuzu görmüyor mu?

Aslında buna şaşırmamak gerekiyor. Sezon başında Galatasaray’ın hazırlık maçlarını bile yakından takip etmiş biri olarak daha Temmuz ortasından beri söylediğim şeyler sabitti:”Bu takım kabuk değiştiriyor, Yıllardır oynanan serseri futbolun yerine ne yaptığını bilen, yerden oynamaya çalışan bir takım oluşturulmaya çalışılıyor” . Bu nedenle Skibbe’ye zaman verilmesi gerektiğini savundum, zaman zaman eleştirilerim oldu ama farklı noktalarda odaklanıyordu onlar ki okuyanlar zaten bilir temel dayanak noktalarını.

Galatasaray’daki bu değişimi spor basınındaki bir çok kişinin fark ettiğini düşünmüyorum. Sadece Ömer Üründül’ün daha Temmuz ayında bir yazısında çok net olarak bu değişime parmak bastığını hatırlıyorum. Herkes geçen senenin çok koşan, sağa sola saldıran ama akıldan yoksun takımından dem vuruyordu lig başladığında geçen sene Leverkusen’den 5 yiyen o serseri futbol değilmiş gibi. Neyine özlem duyuluyorsa!

Düşünün, bu değişim bile fark edilmedi, takdir edilmedi. Olayı Arda-Kewell-Baros-Lincoln dörtlüsünün paslaşması basitliğinde bıraktılar çoğu zaman. Bu bir mantalite değil de oyuncuların bireysel yetenekleri ile tasarladıkları bir show’muş gibi. Ne yazık ki, sahada koşmak ama sadece koşmak çok daha prim yapıyor bu ülkede. Akılsız bir koşuyu akıllı bir alan savunmasına tercih edenlerin sayısı oldukça fazla ne yazık ki. Dolayısı ile bir oyun planını gerekliliğini anlamalarını da beklemiyorum.

Galatasaray yönetimi de aynı şekilde bu derinliği anlamamış olacak ki futbol takımının futbolunda kendi kafalarındaki şablona döndürecek hocayı hemen buluverdiler. Saha içerisindeki sistemsizliği saha dışında günü kurtarma adına alınan kararlar ile desteklediler tıpkı 93-96 yıllarında Kalli sonrası ,belki de Galatasaray’da görev aldıkları yıllar düşünüldüğünde Polat&Sezgin ikilisinin en doğru kararı bu oldu, 3 teknik adam, 2006’dan bu yana takımın 4 farklı hoca ile çalışması gibi.

Benzer sorgulamaları Fenerbahçe-Zico örneğinde’de yaşadık. Tarihindeki göremediği noktalara geldi Fenerbahçe, yarı finalin kapısına hiç bu kadar yakın olamamıştı. Bu başarıda elbetteki en büyük pay takımı belirli bir çerçeve içerisinde oynatan Zico’daydı. Tıpkı Skibbe gibi en zor anlarda bile bu mantalitesinden vazgeçmedi, mümkün olduğunca aynı çizgide ilerlemeye çalıştı. Kontrollü, ayağa oynatarak çoğu zaman da oyunu bir temposuzluğa itip kendi ihtiyacı olduğu zaman da ivmelendirecek bir düzeye getirdi. Bu da bir plan içerisinde yapılıyordu.

Peki sonu ne oldu yaşanılanların? Şampiyonlar Ligi çeyrek finali ile kıyas edilmeyecek bir lig şampiyonluğu için teknik direktör değiştiren yönetim ve Galatasaray’ın yaptığından farklı bir çerçeveye oturtulamayacak bir vizyonsuzluk, sistemsizlik, plansızlık ,günü kurtarma çabası, küçük hedeflerin peşinden koşma…

O nedenle yaşadığımız hiçbir başarı uzun vadeli olmuyor. Çünkü zaten bir düzen içerisinde planlayarak ulaşamadığınız noktadaki konumunuzu korumanız kolay değil. Neleri doğru yaparak orada olduğunuz değerlendirecek bir vizyonumuz yok. Bunu şu ana kadar en iyi yapan isim Faruk Süren oldu. 96-2001 arasındaki başarı yukarıda sayılanların tam tersi doğrultuda alınmış bir yol hikayesidir. Bugün ne yapıyorsak zaten bu yaşanmışlıklar ile çeliştiği için 2 adım ileriye gidemiyoruz.

Türk Futbolu’nun, Spor medyasının, Spor kulüplerimizin 10 yıl sonrasını hayal etmek inanın o kadar da zor değil. Dirayetli, sabır kelimesini sözlük anlamından sıyırıp uygulamaya gerçek manada geçirebilen ne yaptığının farkında olan yöneticiler ile kaderimiz değişmedikçe muhtemelen 10 yıl sonra da aynı hayal kırıklıklarını, aynı aşırı sevinç gösterilerini yaşayacağız. Sonunda yine aynı çemberin etrafında olduğumuz ve yolumuzu doğrusallaştıramadığımız için “Ben bu filmi sanırım daha önce görmüştüm” cümleleri ile bezeli şaşkınlık dolu ama bir o kadar da anlamsız ifadeler kurmaya devam etmek ne yazık ki alın yazımızın bir parçası olmaya devam ediyor olacak.

Hiç yorum yok: