21 Mayıs 2009

Son UEFA Kupası Eski Dost'un : Shaktar 2:1 W.Bremen



UEFA Kupası organizasyonuna son verilerek kıta futboluna önümüzdeki sene Avrupa Ligi gibi yeni bir soluk getirmekle ne kadar haklı olduğunu gördük dün akşam Platini'nin. Artık kulüpler kadar taraftarlar için de anlamını yitirmeye başladığını farketmek için yarısından fazlasını maç ile alakası olmadan tezahurat yapan Türklerin doldurduğu stad tribünlerine bakmak yeterliydi. Final oynayan 2 takımın toplam 12-13 bin civarında seyircisi olması bile başlı başına çarpıcı. Aslında bunun en büyük nedeni Kupa'nın maddi olarak kulüplere neredeyse hiç bir şey vaad etmemesi. Bu durumda kulüplere özellikle kendi liglerinde maddi getirisi olan Şampiyonlar Ligi için mücadele etmek çok daha cazip gelmes ve bunu da açık açık dillendirmekten geri durmamaları UEFA Kupası'nın imajına ciddi zararlar verdi. Önümüzdeki seneden itibaren daha heyecanlı bir Kupa maratonu izleyebiliriz umarım.

Genel manada bunları düşündürtse de işin ucunda kupa olması sebebiyle de sahaya çıkan 2 takım en azından son kupayı evlerine götürmek istedir. Hem Schaft hem de Lucescu kariyerlerine bu tür bir artı yazdırmak için sürdüler takımlarını sahaya. İki takımda da Türk taraftarların desteğini çekebilme adına önemli isimler vardı. Bir tarafta Türk asıllı Mesut Özil, diğer tarafta ise Galatasaray ve Beşiktaş ile şampiyonluklar yaşamış, her teknik direktör arayışında medyaın ve kulüplerin ilk aklına gelen isim Lucescu. Her ne kadar Mesut, Türk taraftarların desteğini esirgemeyeceklerini belirtse de kendisinden, Lucescu'nun çok daha fazla destek toplayabileceğini belirtmek için kahin olmaya gerek yoktu.

Şunu itiraf etmem gerekiyor: 2002 senesinde Lucescu şampiyon yapmasına rağmen Galatasaray'ı, oynattığı sıkıcı ve baygınlık veren futboldan ötürü gönderilmesini isteyenlerden biriydim. Aradan geçen yıllar geçmişteki bu düşüncemi çokça sorgulatsa da bana, dün akşam beynimde çakan şimşeklere kadar olaya bu yönü ile bakmamıştım. Shaktar'ın ortaya koyduğu performans benim ve bir çok futbol izleyicisinin kafasında oluşturmuş olduğu "Defansif tedbirleri ön planda tutan ve hücumu 2. plana iten" teknik direktör anlayışının dışında işler de yaptığını gösterdi Lucescu'nun. Oyunun her 2 yönünü dengeli oynayan ve Brezilyalıları'nın da etkili performansları ile hücumda pozisyonlar bulan, şişirme toplardan ziyade yerden ayağa oynamayı becerebilen bir ekip olarak kalıpları oldukça dışındayd Rumen Teknik adam. Belki de 2002'deki futbol o dar ve kısıtlı kadrodan kaynaklanıyordu, o kadronun yapabilecekleri ölçüsünde bir futbol hakimdi sahada ama eldeki malzeme çeşitlenince belli bir şablona takılmadan değişikliklere gidebilen bir anlayışa sahip olduğunu gösterdi böylece.

Bremen tarafında daha maç kadrosunu görür görmez orta saha yaratıcılığı anlamında sıkıntı yaşanacağı o kadar net görülüyordu ki. Diegosuz bir orta sahada oyunun tüm yaratıcılığı Mesut'un üzerine bindirilmişti ve O'nun dışında ilerideki Pizarro - Rosenberg ikilisini besleyebilecek başka bir kayank bulunmuyordu. Bu orta sahanın tek artısı daha çok mücadele edebilecek bir yapıda olmasıydı ama gol yenildiği an asıl defosu ortaya çıkacaktı.

Maç başlayalı yaklaşık 6-7 dakika olmuştu ki Luce'nin Bremen'in sol kanadındaki madeni keşfettiğini ve burayı sıkça kullanacağını anladık. Sağ bek'lik dersi veren Syrna ile Ilcinho'nun yanı sıra o bölgeye sık sık desteğe gelen Fernandinho ile çokça tehlike yarattılar, nitekim 2. golü de bu şekilde buldular. Luce'nin klasik 10 numaranın olmadığı ama ayağına hakim ve oyunun 2 yönünü oynamaya çalışan yetenekli isimler ile uyumlu bir orta saha ve hücum hattı oluşturması da kendi sisteminin bir parçası. Maç boyunca da bu uyum göze hoş gelen futbolun temel nedeniydi, tabiki Bremen'in etkisizliğinin de payı vardı bunda.

Alman ekibinde takımn en mücadeleci ve çırpınan oyuncusu Pizarro'ydu. İlk 45 dakikada çok koştu ve rakip defansın dengesini bozmaya çalıştı ama Mesut ve Rosenberg'in etkisiz futbolları ile daha fazlasını yapması beklenemezdi.Schaft'ın oyuna müdahele etme anlamında fazla bir seçeneği de yoktu elinden geleni yaptı. Bence tek şansı takımının maçı penaltılara götürüp kaderini penaltı kurtarma konusunda oldukça becerikli olan Wiese'ye emanet etmekti ama Shaktar buna izin vermedi, açıkçası tersi olsaydı Turuncu'lara yazık olacaktı.

Son UEFA Kupası bir çok yönüyle çakıştı Türk Futbolu ile. İstanbul, Şükrü Saraçoğlu Stadyumu ve Lucescu. Eski bir dosta kupanın gitmesi de işin sevindirici tarafı tabiki. Muhtemelen O, Kadıköy'de takımı ile kupayı kaldırırken ; kendisini takımlarından kovarcasına gönderen "Vizyonerlik Timsali" yöneticiler de"keşke"ler ile dolu cümleler kurmakla meşgul oluyorlardı.

Hiç yorum yok: