20 Mayıs 2009

17 Mayıs 2000'in Hatırlattıkları



17 Mayıs 2000... Sadece tarihi vermek ardından 3 noktayı koymak bile yeterli aslında. O kadar çok anlam barındırıyor ki içinde. Aradan yıllar geçtikçe sanki zaman ile birlikte anlamı da artıyor bu zaferin ve zamanında belki de o büyük anın değerini çok kavrayamadığımızı fark ediyoruz. Hatta 1 kaç ay sonrasındaki Süper Kupa Zaferi bile çok sönük kutlanmıştı sanki rutine binmiş bir başarıydı öncelikle Galatasaray Camiası, sonrasında Türkiye için.

Dedik ya çok büyük anlamlar, kendi içinde farklı farklı başarı hikayeleri içeren bir serüven var o Kupada. 2009 yılına gelindiğinde ise geride kalan başarısız dönemin izlerinin arasında hos bir sada olarak duruyor o tarihi başarı.

Aradan geçen 9 yıl sonrasında gelinen nokta, Türk Futbolu'nun durumu ve futbola bakışımdaki değişimin 17 Mayıs 2000 ve gelecekte yaşanacağını umut ettiğimiz benzer başarılar üzerine düşündürdüklerinden bahsetmek istiyorum.

Faruk Süren'in vizyoner yönetiminde Terim ile geçirlen 4 yıl ve yakalanan istikrar, sonunda patlama noktasına gelmişti ama biz çok da farkından değildik sanırım. Uzun zamandır birlikte olan bir ekip oluşturmanın getireceği artılar mutlaka olacaktı ama mesele boyutlarının ne olacağıydı. Sonucu da Spor Tarihimiz'in en büyük başarısına ulaştı. Gelinen süreç değeri çlk anlaşılamasa da bir planlamanın sonucuydu ve kesinlikle tesadüf olarak adlandırılamayacak izler taşıyordu.

Tesadüf yakıştırmasının asıl nedeninin "daha önceden açık bir dille hedefin gösterilmemiş ve bunun net olarak söylenmemiş olması" olduğunu düşünüyorum. Şu anda kulüplerimizin yaptığı gibi aslında ortada herhangi bir planlama ve sistem yokken bile Şampiyonlar Ligi çeyrek/yarı final hedefleri, UEFA Kupası'nı kazanma hayallerinin açıkça medya ile ve dolayısı ile kamuoyu ile paylaşılması gibi olgular bundan 10 yıl önce çok da cesaret edilen hareketler değildi. Yani 1999 yılında Terim ya da Süren bunu muhtemelen içten içe düşünüyorlardı ama açık bir şekilde paylaşmayı tercih etmediler belki de cesaret edemediler hedeflerini. Çünkü o zamanlar bu tür söylemlerin gerçek olacağını akıllara yerleştirmek ya da bu hedefin peşinden gidileceğini belirtmek hiç de inandırıcı değildi birçokları için ve bazı kesimler tarafından gülünç bile bulacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Bugün eğer kulüplerimiz bu kadar net hedefler koyup, toplum tarafından da gayet normal karşılanıyorlarsa işte 9 yıl önceki UEFA Zaferi'nin bizlere vermiş olduğu cesaretin etkisidir o.

Dolayısı ile UEFA Zaferi'ne gelinen süreç ciddi bir planlamanın sonucuydu ama o hedefe ulaşılacağına kaç kişi inanıyordu acaba. Bu nedenle belki de hep içlerde saklanan bir uhde oldu hep zirveye oturmak. 17 Mayıs 2000, içinde barındırdığı bu vizyonerlik, Türk Futbolu'nun ufkunu açması, birçoklarına hayal edemeyecekleri başarıları hedef olarak koydurtan bir zafer olması sebebiyle saygıyla anılmalı ve çok ayrı bir yerde durmalı.
Burada asıl mesele ise hedefe ulaştıktan sonra yaşanılan sürecin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi, ilerleyen yıllarda da aynı istikrar yollarında ilerlenebilmesi. Ne yazık ki 17 Mayıs'da zafere uzanan yolda gösterilen sistematik yaklaşım, sonraki dönemde gösterilemedi ve 9 yıl sonra hala özlemle anılan bir tarih kesiti olarak duruyor belleklerde o günler.

Görülmesi gereken ilk husus Türkiye gibi futbol piyasası için cazibe merkezi olmayan bir yerde parlayan başarılan ve dolayısıyla öne çıkan teknik adamlar, futbolcular her zaman üst liglerden talep görecektir. Aynı zamanda bu talep karşılıksız kalmayacak ve yıldızlaşan bu kişiler için de mevzubahis ligler birer hedef haline gelecektir tıpkı Galatasaray'ın 2000-2002 arasında yaşadığı olaylar bütününde görüldüğü gibi. Dolayısı ile kaderimiz olan bu olgudan kurtulamayacağımız için kulüplerimizin her zaman kaybedilenlerin yerini doldurabilecek bir organizasyonu şekillendirme yönünde çabalaması gerekiyor. Bunun gerek alt yapıdan sağlma yetenekler çıkararak gerekse de piyasayı çok iyi tarayıp çok uygun fiyatlara yeni yetenekler bularak çok da kolay yapabilirsiniz ama asıl mesele bu sistem ve planlamayı oluşturabilmekte.

Bir nevi Porto'laşabilmekten bahsediyorum aslında. Kendi Portomuz'u oluşturabilmek asıl mesele. Carvallo'yu kaybedince yerine Pepe'yi, Deco'yu elde tutamayınca Quaresma'yı, Bosingwa'yı Premiere League yollarından çeviremeyince de aynı pozisyona Spanaru'yu monte edebilecek organizyona sahip olabilmek gerekiyor. Yoksa bu tür parlak başarıların ardından aynı çizgiyi korumak hayalden öteye gitmeyecek hatta bugün yaşadığımız gibi geçmişi buğulu gözler ile aramak kalır geriye.

17 Mayıs 2000 bi milattır Türk Futbolu için yukarıda saydığımız bir çok sebepten ötürü ama en önemlisi görmek isteyene de bu başarıdan uzaklaşmamak, çizgiden sapmamak adına neler yapılıp yapılmaması adına çok önemli mesajlar veriyor. Haa, gören var mıdır, gelinen nokta mesajın aradan geçen 9 yılda henüz alınamadığını gösteriyor, peki alınabilir mi? Pek sanmam ama elimizde de sadece umut var, onu da yitirmek istememek de bizim son kozumuz olarak kalsın!

Hiç yorum yok: