25 Aralık 2010

Benitez'in yerine Leonardo...
















Beklenen son gerçekleşti, Benitez zaten topladığı bavullarını alarak çıktı kapıdan. Inter macerası çok kısa sürdü, Mourinho'nun halefi olmak fazlasıyla zordu. Portekizli'nin girdiği soyunma odasında aynı etkiyi yaratmak zaman alırdı tabii eğer verilseydi.

Benitez'in gelip bir anda Mourinho'nun kaldığı yerden devam edeceğini mi bekledi Moratti? Sezon başındaki kötü tablonun öngörülüyor olması gerekirdi, acelesi bir tavır gibi geliyor bana. Yerine Leonardo'nun gelişinin ise telafisi bir kaç sonra yapılmaya çalışılır. Leonardo-Inter birlikteliği bana umutsuz bir vaka gibi geliyor, Inter'in kadrosunun Milan'ın geçen seneki durumunun çok ötesinde oluşu Brezilyalı'yı daha başarılı kılacaktır ama limitinin çok yüksek olduğunu düşünmüyorum. Çok değil 6 ay sonra oturur tabloyu değerlendiririz yine bu satırlarda.

Leonardo açısından bu transferin farklı bir anlamı var elbet. Barcelona-Guardiola beraberliği özentisi 2 hareketten biriydi geçen sene Serie A'da. Ferrara-Juve işbirliği daha kısa sürmüştü, Leonardo'nun Milan ile yolu sezon sonunda ayrıldı ki öncesinde kokusu çıkmıştı zaten. Futbolculukla başlayan, sonrasında kulüp bünyesinde uzun yıllar çalışma ile davm eden sürecin 1 senelik teknik adamlık kariyeri ile son ermesi elbette üzücü olmuştur olayın tarafları açısından. Bu nedenle Inter macerası müthiş bir kendini ıspatlama çabasına dönüşecek Leonardo için. 6 ay sonra Milano'daki  ezeli rakip ile anlaşmanın başka bir anlamı da yok sanırım.

Şimdilik hayırlı olsun diyelim, sonrasına bakacaz artık...

23 Aralık 2010

Ulan Arda!















Telegol'de gördüm , "Arda'nın kaptanlığı alınabilir" yazıyordu, Erman-Ahmet 2'lisi verip veriştirme halindeydiler, tabii Erman Toroğlu daha bir gaz modunda iken Ahmet Çakar daha ılımlıydı ve program oratalamasının üstünde mantıklıydı ama çıkan ortak karar kaptanlığın alınması yönündeydi. Serhat Ulueren bağlandı, Ultraslan'ın tepki koyacağından falan bahsetti, tansiyonu arttırdı ki hedefi de buydu zaten. Abartısız 1 saate yakın süre izledim ve spor basınının düştüğü halden bir kez daha utandım.

Bu ülkede para kazanmak ne kadar da kolay. Aslında mesele bu da değil, kolay paranın böyle insanlar tarafından kazanılması.

Arda Turan- Aziz Yıldırım arasında geçen muhabbete, şan şöhret, büyük kulüpler-camialar kavramlarından sıyrılıp bakınca yaşanılanların gayet samimi bir takılma-atışmadan öteye değerlendirilmesi mümkün değil. Sempatik, hazır cevap bir genç; otoriter, çevresine hita etme noktasında egosu yüksek patron ile aynı ortama gelince diğerlerinden daha fazla ilgiyi üstüne çekeceği için takılmak için ideal insandır. Bu takılmanın seviyesini hem o gencin yarattığı imaj hem de karşıdaki bireyin tarzı belirler.

Arda espirili, güleç bir genç; çocuğumsu bir sempatikliği olduğunu da vurgulamak gerek. Aziz Yıldırım ise patron ve kendi yöneticilerine  hitap tarzı bile yeri geldi mi şaşılacak düzeye gelebilen sert bir karakter. İkilinin karşılaşmasında Arda'nın yukarıdaki karakteri ile Aziz Yıldırım'ın tarzı , ki o tarz çevredekileri pek önemsemeyen, yüksek egoyu barındırır, birleşince ortaya böyle bir muhabbet çıkması normal gibi görünüyor.

Şimdi işin içine gerçek yaşamı karıştıralım, Galatasaray Kaptanı ve Fenerbahçe Başkanı'nın karşılaşması. Nedir olayı farklı kılan peki? Bu ünvanlara sahip olmaları mı? O ortamda ne Arda Galatasaray Kaptanı ne de Yıldırım Fenerbahçe'yi temsilen bulunuyor lakin istemeseler de bulundukları camiaları temsil etme gibi bir misyonun üzerlerine yapıştığı ve her ortamda böyle görüleceği de yadsınamaz bir gerçek.

Buradaki mesele de yukarıda belirtilen karakter mevzusundan öte etiketler üzerinden tartışılıyor. Tutup da Arda'dan Erman Toroğlu'nun Fenerbahçe Başkanı ile olan hesaplaşma düşüncesinin gölgesinde akıl verdiği gibi "Ulan" ifadesine porta koymasını gider yapmasını bekleyenlere "Siz aynı cevabı o ortamda, bu kadar kısa süre içerisinde verebilir miydiniz?" sorusunu yapıştırmak lazım hemen. Orada Aziz Yıldırım'ın her ne olursa olsun o tür bir ifade kullanmamasını beklemek en doğal hak ama ben işin içinde aşağılamak, Galatasaray Kaptanı ile böyle konuşuyormuş havası vermek gibi bir durum olduğuna da kesinlikle inanmıyorum.

Kaptan denilen adamın bir duruşu, bir temsil etme gücü vardır. Girdiği ortamda insanlar üzerinde kendisine karşı nasıl davranılacağına dair uyandırdığı bir izlenim, model vardır. Burada sorgulanacak şey Arda'dan ya da Galatasaray Kaptanı'ndan beklenecek bu ağırlığı, model olma becerisini Arda'nın sergilemede ne kadar başarılı olacağıdır.

Arda iletişimi güçlü, sevilen bir karakterdir ama kaptan olmaya bunlar yeter mi? 2 yıl önce Lincoln'ün Berlin'de kaptan çıkışına Sabri ile beraber 2. kaptanlığı kendilerine yakıştıramadıklarını belirten ifadeler ile protesto ettiklerinde belli ki bu ünvaı layıkıyla taşıyacaklarını düşünmüşlerdi. Her bireyin kendi yeteneklerine dair tasarrufları vardır ama asıl olan kendinizi nasıl gördüğünüzden çok nasıl göründüğünüzdür ve gıyabınızda verilen kararlar bu görüntüye bu yansımaya göre verilir.

Burada sorgulanması gereken husus Galatasaray Kaptanlığı mevkii için seçim yapılırken bunun öngürülememesidir. Yani ortaya sunulması gereken bir model var ve bu kaptanlık modelinin çerçeveleri az çok belli. Eldeki seçenekleri de bu model ile kıyaslayarak değerlendirmek, ince eleyip sık dokumak lazım. Galatasaray Yönetimini burada yine yanlış bir karar verdiği kanısındayım geçmiş 4 yılda bir çok durumda olduğu gibi.

İnsan her daim ister, tutku hırs yaşamın içerisine serppilmiştir nitekim. Lider olmak ister, yönetmek ister, müdür olur direktörlük peşinde koşar, takımda yıldız olur, sözü geçsin pazubandı kolunda olsun ister, bunların sonu gelmez. Mesele bu istekleri hangi mantık ile değerlendirildiğidir ki Galatasaray Yönetimi "Süreç Yönetememe Sorunu" ile bu noktada yüzleşmelidir.

Arda henüz bir çocuktur ve kaptanlık için gereken özveri, bütünleştiricilik, ağırlık noktalarında hamdır, pişmemiştir. Belki de hiç pişmeyecektir. Takımın neşesi, eğlence kaynağıdır belki de öyle kalması en iyisidir ama iş farklı kararlar alabilme, örnek olma, takımı yönlendirme noktasına gelince işler tam tersine dönüverir bir anda.

Arda-Aziz Yıldırım olayında yaşanan diyalog sıradandır, içeriği samimi bir seven-sevilen muhabbetindne öte değildir ama geçmiş ile bugün birleşince ortaya çıkan sonuç Arda Turan'ın kaptan yapılmasının yanlış olduğudur. Galatasaray sevgisi şüphe götürmez bir gerçektir laki ihtiyaç duyulan sevgiden daha ötesi, bir adanmışlık duygusudur. 23 yaşında Arda karakterinde bir insan iin bence gereğinden fazla yükün omuzlara bindirilmesinden öte bir şey değildir. Bugün yaşanılanlar ya da tartışılanlar da bu olay özelinde fazlasıyla saçma ama geçmiş ile birlikte ele alındığında oldukça mesaj vericidir. Anlamak isteyene tabiki!!!

21 Aralık 2010

Anelka Etkisi

















Kimi futbolcular vardır her daim albenisi vardır , iştah açar arada iniş yaşar gibi olsalarda sonunda şık bir transfer hareketine imzayı konuduruverirler. Anelka belki de bunun en uç örneği olarak bir çoğundan farklı bir yerde durur. PSG ile başlayan kariyerde ara ara ıssız limanlara yelken açılsa da R.Madrid, Liverpool, Arsenal, M. City ve nihayetinde Chealsea'nin sığdırıldığı sağlam bir CV.

Cassano'yu da bu açıdan bakınca hafiften bir Anelka etkisi görüyorum. 17 yaşında Bari'de başlayan kariyerini 5 yıl Roma'da parlattıktan sonra henüz 24'ünde Barnebau semalarına yapılan iniş. 2 senelik kontratının 1 senesini İtalya'da geçirdiğini söylersek İspanya günlerinin pek de parlak olmadığı kısa yoldan anlaşılır zaten. 2008 sonrası memlekete dönüş ve Sampdoria'da özellikle geçen sene Del Neri'nin liderliğinde iyi geçen sezon şimdi O'nu Milan'a taşımak üzere, büyük ihtimalle 1-2 gün içerisinde gerçekleşecek olan bu transfer Cassano'nun son büyük hamlesi olabilir. Formaya en az yıllar önceki bu resim kadar yakın olduğunu söyleyebiliriz pekala...

















 Orta göbeği giderek yaşlanan Milan'a en azından daha genç bir isim olarak geliyor, forvet arkası oynayacağını düşünürsek kadro yapısı itibariyle kendine yer bulabilir, oyun zekasını da fazlasıyla tutatım ama oyunun defansif yönünde daha çok bulunması şart.

19 Aralık 2010

Kaderi Benzemesin!!!












Konya'da sahaya çıkan Galatasaray'ın en heyecan verici tarafı şüphesiz Anıl Dilaver'i ilk 11 de görmekti. Doğru sonuca aynı yoldan gitmeye çalışan diğe bir futbolcu da 5 yıl önce aynı sahada son dakika golüyle yine 1-0 lık galibiyeti getiren Aydın Yılmaz'dı. Üzerincen onca zaman geçmesine rağmen yerinde sayan Aydın'a kaderi benzememesi en büyük temennim. 66 numaralı giyiyor olmanın getireceği şans belki de Aydın'ınkin de daha farklı bir yol sunacak O'na.

Harry Kewell'a da bu maç özelinde bir parantez açmak lazım. 10 yıl önce Ali Sami Yen'de fırtına gibi esen o genç delikanlı değil belki ama değişmeyen bir şey var o günden bugüne : Sahada en iyisini yapmaya çalışmak.

Golün hazırlanışında Neill'a verdiği pasa şapka çıkarılır, saygı sunulur. Geçen sezon sonunca kalmasının çok mantıklı olmadığını söylemiştim ama Galatasaray futbol yönetimi böyle saçma transferler yapacaksa Kewell'ın her zaman yeri vardır bu takımda. Hatta 9+1'in o 1'i olmasının hiç sakıncası yok.

Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final Yolu














Kuralar çekildi, görünen o ki çeyrek finalde bir tarafta sonucu kestirilemeyen maçlar diğer tarafta da sonucu büyük ihtimalle kestirilebilenler bekleyecek bizi. Son 16 tablosuna bakınca da 2 maç bir anda diğerlerinin önüne çıkıveriyor:

Arsenal-Barcelona : Daha çok erkendi bu eşleşme için, zamanı vardı. Wenger, bahtsız bedevi... Grubu 2. bitirince karşısına bir anda "uzay takımı" çıkıverdi. İşin dramatik yönü iki takımın da temelde aynı mantalite ile sahada amacana ulaşmak istemesi. Çeyrek final ve sonrasında daha iyi giderdi, muhtemelen Arsenal için erken veda olacak, üzücü ama yapacak bir şey de yok. 1. olup işini garantiye alacaksın.

Inter - Bayern Munchen: Tam bir rövanş, Benitez için çok zorlu sıvan, Mourinho için tam bir makara konusu. İspanyol teknik adam çeyrek final biletini kapamazsa her şeyden önce Portekizli'nin küçümseyici cümlelerine maruz kalacak. Geçen sezonun aksine rüzgar Inter'in arkasında değil, işleri kolay değil. Şanlar eşit, hatta Robben'i dönüşü ile Van Gaal güzelliğini yapabilir.

Diğer eşleşmelere bakınca en dengelisi Roma-Shaktar maçı gibi görünüyor. Lucescu'nun Galatasaray yıllarından bir hesabı da olduğu düşünülürse çeyrek final için şanları oldukça fazla. Yıllardır gruptan bile çıkamayan Ukrayna ekibi bu sene maksimumunu yapmaya niyetli, çeyrek final zaten elle tutulur hatırı sayılır bir başarı. Sonrası ile kura şansına bakar.

Milan -Tottenham maçı zevli geçmeye aday eşleşmelerden. Redknapp'ın takımı Inter'in önünde zirvede tamamladıktan sonra grubu diğer bir Milano ekibi karşısında da aynı performansı sergileyecek mi hep beraber göreceğiz ama tam bir %50 -%50 durumu var.


Valencia-Schalke mücadelesinde de denge hakim. Her iki tarafın da şanslar eşit. Magath Şampiyonlar Ligi'ndeki parlak performansı lige de yansıtmaya başlar ise işte o zaman Valencia açısından daha zorlu geçmeye aday olur bu eşleşme, yine de açık bir favori göstermez zor. Magath sempatisi ile Valencia'nın göze hoş gelen yetenekli isimler ile bezeli futbolu arasında karar vermek de kolay değil. Hadi bir tahmin yapayım, Magath'ın disiplinli sert futbolu, Valencia'nın göze hoş gelen ymuşak futboluna ağır basar...

Lyon-R.Madrid maçları da intikam rüzgarları esmeye aday maçlardan. Geçen sezon Lyon, Madrid'in kendi evinde final oynama hayallerini yıkan takım olmuştu. Mourinho pek sallamasa da bunu futbolcular üzeride pozitif etki yapacaktır. Favori açık ara Madrid'dir.

Marseille -M.United eşleşmesi de açık ara Manu'yu işaret ediyor. Bu tür mücadelelerde tecrübenin artısı her zaman göz önünde tutulmalı ki aradaki fark da bu açıdan bakınca çok açık.

Kopanhag - Chealsea, tarafında ise sonuç ne olursa olsun Kopenhag'ın bu sezonun parlayan yıldızı olduğu gerçeği değişmeyecektir. Chealsea'nin bayağı bir ağır bastığının üstünde durmaya gerek var mı bilmiyorum..
 
Şubat ayına daha çok var, köprünün altından çok sular akacak. Maçlar yaklaşınca daha net yorumlar yapacağız. Bu arada koyu yazılı takımlar ile de favorilerimi belirtmiş olayım.

18 Aralık 2010

Adamımsın!














Otorite önemli bir figürdür, lakin her şey değildir. Tüm otorite tutkunlarına, Türkiye'den gönderilirken "otoritesiz" çığırtkanlığı yapanlara inat Bundesliga'da mütavazi Frankfurt ile yaptıklarınla övgüyü sonuna kadar hakediyorsun. Sezonun flaş 2 takımından biri olan, uzun süre lideliği bırakmayan Mainz'ı da sonrasında bayrağı devralan Klopp'un takımı Dortmund'u da yenebiliyorsan eğer söylenecek çok şey kalmıyor bizlere. Resimdeki diğer karakter ile ligin parlayan 2 yıldızısınız.

Yüzümde hoş bir gülümseme ile 2 sene öncesine gidiyor ve Sami Yen'de bıraktığın o hoş sedaya selam çakaraktan yad ediyorum o güzel futbol günlerini. Gözüm hep üzerinde, oynatmaya çalıştığın futbol anlayışı ile her zaman farklı bir yerde duracaksın. Yolun her daim açık olsun güzel insan...

06 Aralık 2010

Fenerbahçe 2:1 Karabükspor

Karabükspor ligin derli topu oynayan, ne yaptığını bilen takımlarındandı ama bu özelliği Kadiköy'de Fenerbahçe karşısında ne kadar uygulayabilecekti? Maçın seyrini belirleyecek bu husus daha 5. dakikada gerçeğe dönüşünce Fenebahçe için zorlu 90 dakikanın haberini fısıldadı kulaklara. Henüz 5. dakika dolmadan Emenike ile gole yaklaşan taraf da Karabükspor oldu zaten. Aslında bu pozisyon özellikle Yobo-Lugano ikilisinin maç boyunca yaşayacağı zorluğun en basit göstergesiydi, zaman zaman 3'lü hatta 4'lü sıkıştırmalarla etkisiz hale getirilmek istendi defans hattındaki 2'li karaktere destek olundu ama bunun unutulduğu anlarda Emenika yine yaptı yapacağını ve araya golü de sıkıştırıverdi.

Fenebahçe belki de Trabzonspor ile şampiyonluğa en yakın 2 takımdan biri ama zirveye yerleşmek adına işte bu denebilecek oyun karakterini henüz koyamadı ortaya. İzleyenlere verdiği en önemli duygu umut. Oyunun çok küçük bir diliminde organize olmuş bir takım görüyoruz, genelde ise kopuk bir futbol var. En büyük artı ise bireysel anlamda yetenekli futbolcu sayısının fazlallığı özellikle de ön tarafta. Alex, Niang, Emre, Topuz, Dia, Stoch, Semih hepsi de gol atma ya da asist yapma açısından katı yapabilen isimler. Sezon boyunca 6-7 gol ortalamasını tutturan Lugano ile sayısız bindirme ile hücuma katkı yapan Gökhan Gönül'ü de bu listeye ekleyebiliriz. Bu zenginlik içerisinde gole ulaşmak da çok zor olmuyor. Nitekim bu akşamda Lugono klasiği ile atılan ilk gol ve Alex'in arka tarafa sızışını Mehmet Topuz'un ödüllendirircesine yaptığı asistle daha ne olduğunu anlayamadan maç 2-0 oluverdi. Bu tabloyu bir Fenerbahçe klasiği olarak adlandırmak gayet normal.

Fenerbahçe'nin oyun anlamında üstünlüğü maçın geneline yayamamasında bireysel yeteneklerde yaşanan form düşüklüğü ilk etken. Ninag, Stoch ve 3 haftalık aradan sonra dönen Emre'nin verimsizliği üst üste gelince sahadaki oyunu yadırgamak kolay olmuyor. Bireyselliğin yanında Aykut Kocaman'ın henüz takımın uçları arasındaki mesafeyi azaltmaya yönelik hamlelerde bulunmaması da kupuk görüntüde etkili. Bir takım her zaman defansı öne çıkarıp mesafeyi daraltmalı mıdır sorusuna da her koşulda evet cevabını vermek de mantıklı değil. Lugano-Yobo ikilisinin ağırlığında defansın çok öne çıkmaması makul olabilir ama takımın boyunu kısaltıp, oyuncular arasındaki mesafeyi azaltmayınca efektif bir organizasyon oluşturmak kolay olmuyor.

Orta sahadaki oyuncuların hepsi ileri geri çalışan nitelikte olsalar belki de bu mesafeni fazlalığı tolere edilebilir ama Baroni'nin eskisi kadar olmasa da yine sınırlı bir alanda oynaması, Alex'in bilinen oyun yapısı göz önüne alındığında, Stoch'un beni hayal kırıklığına uğratan devamsızlığı göz önüne alındığında sadece Emre ve Topuz ile bunu sağlanacağına da inanmıyorum. Belki de şu an gördüklerimiz bir geçiş dönemi yansıması, zamanla tablo farklılaşabilir yapılacak transfer müdahaleleri ile.

Aykut Kocaman özelinde bu sezonu ele alınca en büyük eleştirim oyuna müdahale noktasındaydı. Bu akşam Selçuk'un oyuna alınıp, 2. yarıdaki ilk 15 dakikalık Karabükspor etkinliğini sona erdirme çabası olumluydu, başarılı da oldu. Oyunu tamamiyle kontrolü altına aldı Sarı-Lacivertli ekip. İleri de pozitif işlere dönüşmese de bu kontol becerisi rakibi sönümlendirme anlamında başarılı oldu. Şu noktada 17 maçlık ilk devre sonuna kadr kayıpsız gitmek her şeyden önemlisi olarak görünüyor.

Caner için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Genç yaşında hem Galatasaray hem de Fenerbahçe'de oynama şansına kavuştu fakat aslolan zekadan mahrum olduğu için bu seviyelerde tutunması zor. Galatasaray'dan gidişine sevinmiştim, Fenerbahçeliler'de benim gibi düşünüyorları eminim şu an. Wederson bırakılıp da Caner alınıyorsa Aykut Kocaman'ın da oturup düşünmesi gerek bu transfer hamlesi üzerinde.

Herşeye, tüm eksik noktalara rağmen sonuna kadar şampiyonluğu kovalayacağını düşünüyorum Fenebahçe'nin.

Yücel Hoca'yı ve Karabükspor'u bu akşamki mücadelesinden, oyunu güzelleştirme çabasından dolayı tebrik etmek gerek. Cernat gibi takım organizasyonu anlamında bu kadar önemli oyuncunun varlığı onları şüphesiz etkiledi ama buna rağmen aynı anlayışa devam etme çabası asıl alkışlanması gereken. Umarım sezon sonuna kadar alt taraf ile herhangi bir ilişki içerisinde bulunmadan yollarına devam ederler.

05 Aralık 2010

Beşiktaş 1:0 Bursaspor




















Maç öncesi Bursaspor'un kaybeden taraf olmayacağına dair beklentimi belirtmiştim. Neden gayet açıktı. Beşiktaş'ı hücumda yaşayabileceği kısırlık. Aslında maçın gidişatı da çok aykırı değildi bu öngörüye. Beşiktaş Guti ve Ernst'in öndeliğinde sürüklediği hücumlarda iki beki de işin içine katarak rakip kaleye yüklenmesine rağmen Holosko ve Ali'den gerekli bitiricilik gelmeyince ceza sahası çevresi ya da içerisinde kaleyi zorlayamayan ataklar izledik. Topa hakim olan, oyunu kontrol eden taraf açık biçimde Siyah-Beyazlı ekipti ve maçın geneli bu şekilde geçti.

Bu görüntüye katkı yapan iki etken daha var aslında. İlki Bursaspor'un oyunu kontrol etmekten uzak, rakibin üstüne gelmesini bekleyen oyun yapısı. Ertuğrul Sağlam, defansın öne çıkacağını hesaba katarak mı Beşiktaş'ın üstüne gelmesini bekledi bilinmez ama daha ilk yarının başlarında son haftalarda bir çok maçta olduğu gibi defans hattının çok ileri çıkmayacağı belliydi. Bursaspor inatla geride bekledi, orta sahasının rahat geçilmesine göz yumdu. İşi 0-0'a bağlayıp 2. yarıda bulabileceği açıkları da düşünüyor olabilir ama geçen senenin şampiyon olmuş takımının oyunun hakimiyetini bu kadar da karşı tarafa vermesini ben kabullenemiyorum. Burada eğer bekleyen takım olacaksanız topa zaman zaman rakibin temposunun düşürecek biçimde hakim olmanız da gerekir. Bursaspor bunu iyiden iyiye unutmaya başladı. Şampiyonlar Ligi'nde de aynısını yapıp topu rakibe verince başına gelenleri iyi okuması lazımdı. Haaa okyup ne yapacak, bu oyun yapısı dünden bugüne  tamamiyle değişmez , buna da kabul fakat farklı şeyler yapılması gerek.

Fazlaca uzağa gitmeye gerek yok, geçen sezonun ilk yarısında 4 büyükler ile oynanan maçlara bakın, 4 maçta 7 puanın yazılı olduğunu görürsünüz puan tablosunda, bu sezon alınan ise sadece 4 puan. Ertuğrul Sağlam'ın takkeyi önüne koyması şart.

Maçın başındaki karamsar tablo Volkan'ın atılması tükenen umutlara döndü. Koskoca 2. yarıda tek organize atağın yapılamadığı, Cenk'in hatası ile en net pozisyona girildiği koskoca 45 dakika, yazacak başka bir şey de yok zaten Bursaspor adına.

Bir teknik adamın potansiyelini değerlendirmek istiyorsanız bakacağınız son şey elindeki malzeme olmalı. Kulübede  kime sahip olursa olsun oyuna müdahale etme biçimi, oyunu ne şekilde değiştirmek istediğine bakın çok net fikirlere sahip olabilirsiniz. Bu anlamda bakınca Schuster'in gayet olumlu sinyaller verdiğini söylemek mümkün. Beşiktaş'ın an itibariyle sahip olduğu kadro arzu edilen seviyeye gelinmesini önleyecek belki ama gelecek sezon eldeki kadroya yapılacak akıllı hamleler ile önemli yerlere gelinebilir. Hatta 2. yarı başında Sivok ve Ekrem'in geri döndüğü, orta sahaya ve forvete yapılacak hamleler ile zirvedekiler zorlanacaktır. Şampiyonluk gelir mi, bence çok zor özellikle de yeni teknik adam yeni bir anlayış ile girilen ilk sezonda. En önde bitirmek için yarışı bu tür durumlarda rakiplerin de aynı süreçten geçiyor olması gerek ama Trabzonspor ve Fenerbahçe ön sıraları işgal etmeye devam edecekler gibi görünüyor.

Gelecek adına Erhan, Fink, ne kadar hızlı olursa olsun oyun zekası olmayan Holosko, oyun alanını daraltan bir Beşiktaş için fazlasıyla lüks Ferrari,  bal yapmayan arı Tabata'nın (8 milyon dolar bayılınca göndermek de kolay olmayacak ama...) yerine Schuster'in yönlendirmesi ile takıma direkt katkı yapacak isimler alınabilir. Örneğin Emenike'nin önümüzdeki sene Beşiktaş'da oynayacağına inanıyorum, orta sahaya 2 yönlü oynayabilen bir oyuncu ile kaymak gibi takım olur Beşiktaş.

İki şey gerekli şuan Beşiktaş'da: Akıl ve Sabır. Gelecek adına işaretler olumlu, bu 2 etkeni çok iyi kullanmak lazım.

Oyuncu bazında bir kaç değerlendirme yapmadan bitirmek olmaz bugün özelinde. Beşiktaş'ın ya Rüştü ya da kaleci antrenörü ile yollarını ayırması şart. Geçmişte yanlış çıkışlar, hatalı yan top hamleleri yapan Rüştü'nün yanına gelen 2 kaleciden de inanılmaz şuursuz hareketle görüyoruz. Perşembe gecesi Hakan, bugün Cenk saçma sapan çıkışlar yaptılar. Hatta topun canı direkten sonra Batalla ile buluşmak isteseydi yazık olacaktı bugünkü futbola.

Volkan'ın gördüğü kırmızı karta gelirsek sarı kartı protesto etmek için alkışladığı konusunda emin olmasam da kuralları olmadık biçimde yorumlayan hakemlerin olduğu bir ülkede dikkatli olmak gerek. Daha 10 dakika önce bir anlık heyecanla Holosko'nun eli için sarı kart isteyen oyuncuya çat diye sarı kartı yapıştıran zihniyete karşı dikkali olmanın gerekliliğini kavramak şart. Burada Fırat Aydınus'un Ivankov'a gösterdiği karın hiç bir manası yok. Kural kuraldır saçmalığına da gerek yok, biraz da oyunun nabzını tutmak gerek. 2 yıl önce Delgado'nun Galatasaray maçında gördüğü sarı kart da aynı basiretsizliğin ürünü değil miydi? Neyse, Volkan kırmızı kart konusunda hatalı ve üstüne üstlük tribünü kışkırtmak için çırpınıyor. Amacın ne diye sorarlar adama? Sahaya atılacak maddenin kendisine isabet etmesini bekleyip ortamı kızıştırmak peşinde olmak kadar küçük düşmenin anlamı var mı?

Hakem konusuna yukarıda ufaktan değindik artı olarak avantajı oynatması özellikle ilk yarıda oyunun temposunu arttırsa da bir ara sarı kart konusunda aşırı toleranslı davranması oyunun kontrolünü kaybetmesine mal olabilirdi. Hilbert-Ozan İpak atışması sonrasındaki faullerde daha otoriter davranıp örneğin Hilbert'e ilk faul hamlesinde sarı kartı verebilirdi ki pozisyonda bunu gerektiriyordu. 2. yarıda Aurelio'nun üst üste faullerininde de sarı kartı es geçmesi de yanlışdı.

Sercan'ı kadrosuna katacak takımın yöneticilerine şimdiden altın madalyayı hazırlamak lazım, taraftar için de 99'luk sabır tesbihini. Adnan Sezgin'den bekliyorum bu hamleyi. Geçen sezon 10 miyon Euro'lardan bahsedilirken defoları iyice meydana çıkan Sercan'ı 5 milyon + bilmem kaç oyuncu karşılığında alıp resmi siteden ucuza kapattık diye yazılacak yazıları şimdiden hayal ediyor gibiyim.

Bursaspor ve Ertuğrul Sağlam'a yönelttiğimiz eleştirilerin asıl sebebi de belki de beklentinin fazlalığı. Yukarılarda uzun yıllar kalmalarını istememizdir bu cümlelerin altında yatan ana etken. Yabancı oyunculardan verim alınamadığını görüp devre arasında neşteri vurarak sıkıntıyı azaltıp üst sıralardaki yerlerini korumalarını bekliyorum. İlk yarı sonuna kadar 6 puan alıp minimum hasar ile kapatmaları şart öncelikle ki Kasımpaşa ve Gençlerbirliği maçları da bunu gerçekleştirmek için de müsait ortamı hazırlıyor.

Beşiktaş-Bursa Maç Öncesi

Bursaspor seyircisinin yıllar sonra İnönü'ye ilk adımını atması günün en ilginç karesi. Kendilerince oluşturdukları nefret girdabına Beşiktaş'ı da çekerek bir kaçs ezondur deplasman seyircisiz maçlar oynanmasına neden oldu Bursaspor taraftarı artık bu yanlıştan dönülmüş olması işin sevindirici tarafı ama geçen sezon Beşiktaş deplasmanda ligin son maçında  Fenerbahçe'nin puan kaybetmesine rağmen Timsahlar'ı evinde devirip şampiyonluklarına mal olmuş olsaydı bugün gördüğümü tablonun kim bilir kaç sezon daha ötesinde kalacaktık.

Yağmur ve soğuk eşlik edecek sahadaki futbola. Henüz sahayı göremedim ama en azından futbolu etkilemeyeceğini düşünüyor ya da umuyorum. İlk 11'ler de bellli oldu.

BEŞİKTAŞ: Cenk, Hilbert, İbrahim Toraman, Ersan, İbrahim Üzülmez, Necip, Ernst, Aurelio, Guti, Ali Kuçik, Holosko

BURSASPOR: Ivankov, Mustafa Keçeli, Ömer, İbrahim, Vederson, Volkan, Svensson, Ivan Ergiç, Ozan İpek, Batalla, Turgay


Schuster, hem Bursaspor'un orta sahada kontrolü ele almasını önlemek hem de Ernst'i daha ileride kullanabilmek içn Necip-Aurelio-Ernst'i aynı anda sürmüş sahaya. Ernst'i hücuma daha çok destek verirken göreceğiz zira Holosko'da Ali'de ne yapacakları muamma adamlar. Guti ve Ernst standartları belli olması itibariyle 2 adam olarak sayılabilir ama Beşiktaş'ın hücum gücü bu 2'nin yanına ne koyacağı ile alakalı olacak bugün. Orta sahada dirençli ama hücum anlamında kısır bir Beşiktaş görmek sürpriz değil. Holosko ve Ali takımın ofansif kaderini çizecek.

Bursaspor'da en önemli gelişme Ergiç ve Insua'nın aynı anda sahada olması. Ömer Üründül bu kadroyu beğenmeyip orta saha direncinin düşeceğinden dem vuracaktır ama Batalla bu takımın olmazsa olmazı bence. Böylesine oyun zekası yüksek bir adamın kulübede olması tek klimeyle israftır. Insua yerine ne olursa olsun Batalla'yı tercih ederim Ergiç'in yanında. Sercan'ın da ilk 11'de olmaması Bursaspor'un diğer bir avantajı.

Bursaspor'un bu şartlarda yenilmeyeceğini düşünüyorum. Maçın normal sonucu beraberlik, en uzak ihtimal ise eksikleri ve hücum gücü soru işareti olan Beşiktaş'ın kazanması.

01 Aralık 2010

Kürkçü Dükkanı'na Dönüş // Elano Santos'da














Beklenen sondu, sürpriz olmadı sadece 1 ay erken gerçekleşti denebilir bu transfer için. Kim karlı çıktı bu transferden sorusunun şüphesiz en kesin yanıtı Elano'dur. Galatasaray'ın yabancı oyuncular için giderek kaosdan başka bir şey ifade etmeyen garip ortamına uyum sağlayamayan yabancılardan sadece biriydi Brezilyalı. Dışarıdan gelenin takıma uyumunu arttırmak için hem yapısal anlamda bir görevlendirme hem de takım içerisinde bir çaba olmayınca iş tamamen oyuncunun karakterine kalıyor. Harry Kewell gibi kendini sevdiren, sıcak kanlı bir adam otomatik olarak kabullenilirken, Elano gibi çekingen yapılı, daha arka planda durmayı tercih eden bir isim ise karşı taraftan bir hamle gelmediği sürece dışarıda kalmayı tercih ediyor işte. Bugün gelinen durum elbette saha içerisindeki uyumsuzluk kadar saha dışında yaşanılan bu olayların da yansımasıdır.

En karlı taraf için Elano dedik, yanına Galatasaray taraftarını da eklemek gerek. Bu taraftar kitlesini de ikiye ayırmak lazım. İlki Elano'nun takıma katkı yapamayacağını düşünenler ki (kaliteden bağımsız olarak Galatasaray'ın ihtiyaçları ile örtüşmeyen oyun yapısı itibariyle) ben de gelişinin 2. ayından itibaren aynı düşüncedeyim ve eski yazılarım durur sebepleri. Diğer tarafı  ise Elano'nun bu takıma katkı yapacağını düşünüp takımın genel kalitesizlik düzlemi içerisinde eriyip, kaybolması karşısında kahrolan kesim oluşturuyor. Neresinden bakarsanız bakın 2 taraftar profili de sonuç itibari ile memnundur bu ayrılığın ardından.

Bu transferden karlı gibi gösterilmeye çalışılan 3. bir taraf varki asıl zararlı çıkanın o olduğunun üstünde durmak gerekir. Geçen 2 senede takıma yapılamayan katkıyı bir tarafa bırakıp işin Galatasaray boyutuna bakmaklazım bir de. Resmi sitede yapılan hesaba göz atınca bu işten en karlı çıkan tarafın Galatasaray olduğu intibasına kapılmak pekala mümkün.

2.9 milyon Euro'luk bonservisi bir kenara bırakırsak bu sezon boyunca alınacak, önümüzdeki 2 sezon ödenecek miktar artı menajer alacağı ile yaklaşık 9.2 milyon Euro toplam tahakkuk edilen miktarın ödenmeyeceği ve toplam ödemelerde azalma olacağı yazılıyor.

Yukarıda bonservis 2.9 milyon euro + bu sene yarım sezonluk 1.2 milyon Euro = 4.1 milyon eurodur bu transferin ederi gerisi ise hikayedir. Elano için de 7.5 milyon Euro ödenmişse Manchester City'ye sonuç olarak 3.4 milyon içeridesinizdir bu transfer hareketinin ardından. Bu sezonun 2. yarısında ve gelecek sezon da ödenecek paranın hiç bir anlamı yok çünkü elbet Elano'nun ardından onun yapamadıklarını yapması için bir adamı alınacaktır devre arasında. Bu adam Elano varken alınmayacağı için Brezilyalı'nın gidişi beklenmiştir. 4.1 milyon Euro'ya Elano'nun yerine alınan adamın yıllık alacaklarının farkını da gelecek 2 yıldan çıkarırsak belki bu miktar 6 milyon Euro'lara tırmanır onun dışında verilen bilgilerin anlamı yok. Yok eğer biz 2 yıl herhangi bir atmayacağız diyorlarsa o zaman tamam der, altına imzayı atarım resmi sitenin hesabının.

Elano'nun satışı normaldır, transferler yapılır oyuncular gelir gider ama kulübün yabancı oyuncular için huzurlu bir ortam olmaktan uzaklaşması ve bu transferi makul göstermek adına resmi sitede komik şekilde ikna hesapları yapılması gerçekten düşündürücü.