Lafı fazla uzatmadan sonda söyleyeceğimi başta yazayım: Fiziğinden başka hiç bir artısı olmayan, futbol zekası son derece düşük Servet; Hakan Ünsal-Ergün Penbe gibi sol bekleri görmüş bir futbol izleyicisi için asla bek sınıfına konulamayacak ve "koyunun olmadığı yerde Abdurrahman Çelebi" muamelesi gören, yaklaşık 3 yıldır bir tek ortasını asist olarak ceza sahasına göndermemiş Hakan Balta ve sahadaki tek marifeti koşmak olan, topu ileriye taşımadan rakip ceza sahasıan girmeden maç bitiren, aldığı topları yana ve geriye oynamaktan başka marifeti olmayan Mehmet Topal'ı çıkar bu takımdan ,yerlerine de mevkilerinde kaliteli 3 adam koy bu takımın sahadaki futbolu sınıf atlar. Adnan Sezgin'in iş bilmezlikleri, marifetleri bunlar işte. 1 milyon euro verip Özer gibi adamı almaz ama Yaser, Volkan, Serkan Kurtuluş ve nicelerine parayı akıtmayı bilir, Galatasaray'ın en büyük belalarından biri de böylesine futboldan anladığını düşünen adamların takım üzerinden elini çekmemeleri zaten.
Maça gelince, ilk 45 dakikada sahadaki futbol Galatasaray adına sezonun en iyi 5'ine kesinlikle girer, hatta ilk 3'e bile yazılır. 2 kanadın da efektif kullanıldığı, orta sahanın topun gerisine çok kısa zamanda geçerek rakibi baskı aldığı dakikalarda rakip kalede gole dönüşebilecek 3-4 net atak gelişti. Dün özellikle sol kanadın iyi çalışmasının baş aktörü Caner'di. Hakan Balta'nın açık oyuncusuna hücumsal anlamda destek vermediği yapıdan Caner gibi sol açık kökenli ve ayağına hakim bir oyuncuya geçiş yapınca sol taraftan daha efektif ataklar geliştirilmeye başlandı. Her ne kadar savunmada çıkışlarda hata yapsada geçmişe göre savunmayı daha iyi yapma anlamında göstermiş olduğu iyi niyet de gayet olumluydu. Kesinlikle koca bir artı almıştır dün akşamki performansı ile. Takımın ilk yarıdaki baskısının verimini daha iyi almak aslında orta sahada daha farklı karakter ile çok daha mümkün kılınabilir. Topu dikine oynayabilen, adam eksiltebilen oyuncularınız ile bu tip baskılar sonucu rakip kalede daha tehlikleri ataklar geliştirebilirsiniz. Ne yazık ki Mehmet Topal ve Mustafa Sarp gibi limitli oyuncular ile bu hızlı düşünceleri eyleme dönüştürmek mümkün değil.
2. yarıda bu önde baskıdan yoksun ve rakibi geride kaşılayan orta saha ile Galatasaray 45-60 arası ciddi baskı yedi Gençler'den. Skor bu süre zarfında 3-0 gelse kimsenin gıkı çıkamazıd ki çok net pozisyonlar kaçtı. Burada ilk yarı bu kadar iyi bir oyun ortaya koyduktan sonra bir anda 3 gol yiyebilecek derecede ciddi bir oyun içi düşüş göstermenin sebepleri iredelenmeli, bu oyun dalgınlığını çözümlemenin yolları bulunmalı. Topal ve Sarp'ın kötü performanları ve Topal'ın neredeyse stoperlerin arasına girmesine yol açan geri 4'lü bağımlılığı da buna yol açan etkenler arasında.
Yine ilk yarıdaki olumlu tablo üzerinden gidersek, Elano'nun daha çok sorumluluk alan ve takım arkadaşları tarafından daha çok aranılan adam haline gelişi gelecek adına önemli ama hala oyun temposunda önemli sorunlar barındırıyor Brezilyalı. 45-65 arasında sahada olup olmadığını anlamak için ciddi çaba sarfetmek gerekiyordu. Golden önceki pası ise her ne kadar Keita'nın aracılığı olsa da direkt Kewell'a gol öncesinde yapılmış kadar değerlidir. Önünde alacağı uzun bir yol olduğunu ve takımın performansını yukarı taşıyacak doğru oyuncu olmadığını hala düşünüyorum ama umduğumdan daha faydalı işler yapmaya başlaması da Galatasaray için önemli bir gelişme.
Kewell geçen senenini çok ötesinde, çizgisini yukarıya taşımaya devam ederken, Arda ise yine garip hallerini sürdürmeye devam ediyor. Zaman zaman oyunun temposunu düşüren, zaman zaman da mücadele azmi ile öne çıktı dün akşama ama pek tadı olmadığı da aşikar. Keita tüm dağınıklığına ve sarı kartı var iken 2. sarıyı görmek için tehlike çanları çalmasına rağmen bir anda ani parlamalar sonucun yaptıkları ile her an sonucu değiştirecek tipte bir adam. Rijkaard'ın Keita ile asıl sorunu da bu dağınıklı sanırım ama sahada olmamasının daha büyük sorun olduğunu da kabullenmek gerek.
Gençlerbirliği'nde Harbuzi'nin topa karşı sanatkar tavrı etkileyiciydi. Futbol zekası ve görgüsü gayet gelişmiş. Takım olarak da gayet diri ve ayağa oynama çabası içerisindeler. Dün akşam da biraz dikkatli olsalar skorbordaki skoru çok rahat değiştirebilirlerdi.
Devre arasından önceki bu maç takımın pozitif havasının devam etmesi açısından oldukça önemliydi. Burun farkıyla olsa da 17. haftayı lider bitirme ihtimali bile önemli bir moral kaynağı camia için. Şimdi devre arasında yapılacak takviyeler önemli. Avrupa Ligi'nde ligde diplerde sürünse de Atletico Madrid gibi etkili orta sahası ve hücum hattı olan bir rakiple oynayacak olmanın ciddiyeti ile iyi rütuşlar şart bu kadroya. Bana kalsa kilit yer orta saha ama defans ve hücumda da eksikler olduğu düşünülünce yapılacak çok şey olduğu görülüyor. Uygun takviyeler ve iyi bir devre arası ile yukarı doğru ivmelenmeye başlamak hiç de zor değil.
20 Aralık 2009
CL Son 16 Kuraları
Eşleşmelerin kuşkusuz en ilgi çeken yanı Mourinho - Chelasea karşılaşması olacak ama eski dota karşı şansınn pek fazla olduğunu söylemek kolay değil, çeyrek finale İngilizlerin yakın olduğunu söylemek yanlış olmayacak.Barça, açık ara en rahat kurayı çekti Tartışmasız turun favorisi. Bordeaux'da iyi kura çekenlerden. Blanc, Zico'nun ifadesini alacağa benziyor. Bayern Munich, Fiorentina eşleşmesi de dengeli maçlar dizisi sunmaya aday görünse de Van Gaal'in zaman geçtikçe ileri yoluna koyuyor olması Şubat ayında dengelerin Bayern lehine değişmesinin muhtemel olduğunu gösteriyor. CSKA, fazla şans tanımazken üstelik de grup maçları sırasında 2 teknik adam değiştirmişken adını üst tura yazdırmayı becerdi. İlk torbadan çekilebilecek 2 rakipten birini karşılarına almaları avantaj gibi görünse de Sevilla'nın çeyrek finale yakın ekip olacağını beklemek gayet yerine ve mantıklı görünüyor. Lyon-Real eşleşmesinde de favori Real'dir. Özellikle CR7'nin oynadığı maçlarda takımın çehresinin değiştiğini, Lyon'un inişli-çıkışlı performansını göz önüne alınca Lyon'un zaferi sürpriz sayılır benim adıma. Geçen sene aynı grupta yer alan 2 takımın mücadelesi olacak Port0-Arsenal çekişmesi. Favori burun farkı ile Arsenal gibi görünse de Porto'nun oturmuş yapısı ile Wenger'in başına iş açması oldukça muhtemel. Milan'ın Manchester önünde pek şansı yok gibi. Ferguson çaylak Leonardo'nun ifadesini alır gibi görünüyor.
Aşağıda koyu harflerle favorilerimi işaretledim, tur sonrası bir "ne demiştik ne oldu" karşılaştırması yaparız artık.
Olympique Lyonnais-Real Madrid CF
AC Milan-Manchester United FC
FC Porto-Arsenal FC
FC Bayern München-ACF Fiorentina
VfB Stuttgart-FC Barcelona
Olympiacos FC-FC Girondins de Bordeaux
FC Internazionale Milano-Chelsea FC
PFC CSKA Moskva-Sevilla FC
17 Aralık 2009
Adamı Futboldan Soğutanlar
Basmakalıpçılar 2 yıldır ağızlarına aynı cümleyi dolamış papağan gibi tekrarlıyorlar: "Türkiye'nin en iyi kadrosu Galatasaray'da". Futboldan zerre anlamayan, daha ötesi ortadaki tabloyu okuyacak zekaya sahip olamayanların klişeleri bunlar. Dün akşamki maçın 90 dakikasını bu adamlara işkence olarak defalarca izletmek lazım "Al işte Galatasaray'ın kadrosunun yarısı bu" diye.
Dünkü kadro yedek kadro olarak ifade edilebilir ama dün ilk değişiklik yapılana kadar sahada olanlardan ilk 11'de oynayan 4 isim var: Servet-Ayhan-Barış-Keita. Ek olarak 18 kişilik kadroya her girebilen isim sayısı da 4: Aykut- Aydın-Caner-Emre. Geriye kalan Serdar-Alparslan ve artık müzmün sakat olan, sahalara dönüşü 4 gözle beklenilen ama 1 dakika bile takımda kalmasının anlamı olmadığı 65.dakikada sakatlanarak oyundan alınması sonucu iyice belirginleşen Linderoth ise ilk 11'e konulduğu zaman da takıma ayak uydurabilecek yapıdalar.
Gelin görün ki kağıt üstündeki bu tablo sahada o kadar dayanılmaz bir rezalete dönüşüyor ki belirli süreden sonra gördükleriniz adamı futboldan soğutacak hadiselere dönüşüyor. Rakip kaleye gitmekte zorlanan, koca 90 dakikayı tek pozisyon ile tamamlayan, organizasyonu geçtim mücadele ve hırstan yoksun havada bir takımı görmek...
Yıllardır patlama yapacak diye beklenen ama artık bir balondan ibaret olduüu görülen, elindeki şansı kullanmak için sahada basmadık yer bırakmaması beklenirken o her zamanki rahatlığını, hırssızlığını taşıyan Aydın; olmadık yerlerde saçma sapan hareketler yapma konusunda uzman, rakip ile top arasına anlamsız şekilde girme sevdasından vazgeçmeyen Servet; orta sahada dikine adam geçmekten yoksun, ileriye top taşımaktan aciz Ayhan-Barış ikilisi; tek başına bir şeyler yapmak için çırpınan ama dağınık, bencil Keita... Bunların üstüne Mehmet Demirkol'ün çok güzel benzetmesi ile "Kurtarma sınavında kazık yerlerden soran hoca" sıfatındaki Rijkaard. Allah aşkına nedir Alparslan'ı sağ beke koyduran futbol düşüncesi? Bu adamı gözden çıkardın da yer doldursun diye koyuyorsan, formalite diye baktığın maçta sağ tarada neden Çetin'i koymayı aklından geçirmiyorsun? Daha fazla ne kaybedeceksin ki?
Artık gerçekler konuşulsun:
1)Galatasaray'ın geçen sezon Skibbe ile oynadığı futbol ve kısa zamanda futbol adına aldığı yol ile bu sezon alınan yol arasında dünyanın farkı var. Yalnız ve etkisi azaltılmış Skibbe'nin taktisyenliği ve oyunu okuma becerisi, özellikle Avrupa maçlarında oynattığı futbol çok daha farklıydı, daha fazla zevk veriyordu. Olimpiakos, Benfica, Hertha hatta Metalist maçlarındaki futbolun yanına yaklaşan hangi performansı görebildik bu sene?
2) Öyle sanıldığı gibi kaliteli bir kadrosu yok Galatasaray'ın. Dengeden yoksun, 2-3 adamın kısır futbol bilgisi ile organizasyon ve sistemden yoksun adımlar ile aldığı kararların sonuçları ortada. 2 yılda Adnan Sezgin'in yaptığı transferlerin verimi ortada: Lincoln, Linderoth, Servet, Hakan, Volkan Yaman, Yaser, Serkan Kurtuluş...Hagi-Popescu gibi dünya yıldızlarını bünyesinde barındırmış bir kulübün Lincoln ile yaşadığı problemin altında büyük oranda yönetim zaafı yatmaktadır. Bu adamın idare edilememesinde özellikle Adnan Sezgin'in büyük payı olduğunu düşünüyorum. Yaser, Serkan ve Volkan'ı es geçiyorum, hangi mantıkla Galatasaray2a trasnfer edildi çok merak ediyorum. Hakan Balta'nın transferinin ardından 1-2 ay geçtikten sonra notunu vermiştim. Ergün, Hakan Ünsal gibi adamları görmüş olanlar için sol bek sayılamayacağı belliydi. Bugün değerli gibi görünmesinin tek sebebi bu kadar genç nüfusa sahip bir ülkeden yaşanan sol bek sıkıntısıdır. Bir nevi Koyun-Keçi-Abdurrahman Çelebi hikayesi yani.
3) Gelecek vaad ediyor diye yıllarca oyuncu beslemenin manası yok. Şansını kullanamayan Aydın gibi adamlarla bağını fazla uzatmadan koparacaksın.
4) Kaliteli yerli futbolcuların temeline eklenen yabancılar olmadıkça bir daha 2000 yılındaki başarının yanından geçilemez. Şu andaki kadroda 2 ileri bir geri bitirir sezonu eğer adam akıllı takviye yapılmaz ise özellikle de orta sahaya. Topal-Barış-Sarp-Ahyan dörtlüsü çok adamı kalpten görürür, futboldan soğutur bu sene.
5) Futbolda yetenek kadar zeka da önemli. Hem futbolcunun hem de antrenörün zekisi makbul. Aynı hataları yapan, yanlışlıklardan ders çıkaramayanlar futbolu dayanılmaz boyutlara getiriyor.
Futbol basit bir oyun değildir, ama onu zorlaştıran kesinlikle yeterli muhakeme ve yorumlama yeteneği olmayan insanlardır. Biz bazı değerleri, kişileri gereğinden fazla büyütüyoruz galiba. Böylesine bir maçta sahaya çıkan kadroda sağ bekte Alparslan'ı görünce Rijkaard'ın geçmişine saygı duyarak ama gereğinden fazla büyütüldüğü sorgulamalarını da kafamdan geçirerek ayrıldım ekran başından dün gece. Erken konuşmaktan hiç haz etmem, dolayısı ile zamanın en iyi ilaç olduğu gerçeğinden hareketle teknik ekibin adımlarının daha yakından takip edilmesi, daha dikkatle izlenmesi ve artık "onlar yapıyorsa vardır bir bildikleri" mantığından sıyrılınması gerektiğini düşünüyorum.
Dünkü kadro yedek kadro olarak ifade edilebilir ama dün ilk değişiklik yapılana kadar sahada olanlardan ilk 11'de oynayan 4 isim var: Servet-Ayhan-Barış-Keita. Ek olarak 18 kişilik kadroya her girebilen isim sayısı da 4: Aykut- Aydın-Caner-Emre. Geriye kalan Serdar-Alparslan ve artık müzmün sakat olan, sahalara dönüşü 4 gözle beklenilen ama 1 dakika bile takımda kalmasının anlamı olmadığı 65.dakikada sakatlanarak oyundan alınması sonucu iyice belirginleşen Linderoth ise ilk 11'e konulduğu zaman da takıma ayak uydurabilecek yapıdalar.
Gelin görün ki kağıt üstündeki bu tablo sahada o kadar dayanılmaz bir rezalete dönüşüyor ki belirli süreden sonra gördükleriniz adamı futboldan soğutacak hadiselere dönüşüyor. Rakip kaleye gitmekte zorlanan, koca 90 dakikayı tek pozisyon ile tamamlayan, organizasyonu geçtim mücadele ve hırstan yoksun havada bir takımı görmek...
Yıllardır patlama yapacak diye beklenen ama artık bir balondan ibaret olduüu görülen, elindeki şansı kullanmak için sahada basmadık yer bırakmaması beklenirken o her zamanki rahatlığını, hırssızlığını taşıyan Aydın; olmadık yerlerde saçma sapan hareketler yapma konusunda uzman, rakip ile top arasına anlamsız şekilde girme sevdasından vazgeçmeyen Servet; orta sahada dikine adam geçmekten yoksun, ileriye top taşımaktan aciz Ayhan-Barış ikilisi; tek başına bir şeyler yapmak için çırpınan ama dağınık, bencil Keita... Bunların üstüne Mehmet Demirkol'ün çok güzel benzetmesi ile "Kurtarma sınavında kazık yerlerden soran hoca" sıfatındaki Rijkaard. Allah aşkına nedir Alparslan'ı sağ beke koyduran futbol düşüncesi? Bu adamı gözden çıkardın da yer doldursun diye koyuyorsan, formalite diye baktığın maçta sağ tarada neden Çetin'i koymayı aklından geçirmiyorsun? Daha fazla ne kaybedeceksin ki?
Artık gerçekler konuşulsun:
1)Galatasaray'ın geçen sezon Skibbe ile oynadığı futbol ve kısa zamanda futbol adına aldığı yol ile bu sezon alınan yol arasında dünyanın farkı var. Yalnız ve etkisi azaltılmış Skibbe'nin taktisyenliği ve oyunu okuma becerisi, özellikle Avrupa maçlarında oynattığı futbol çok daha farklıydı, daha fazla zevk veriyordu. Olimpiakos, Benfica, Hertha hatta Metalist maçlarındaki futbolun yanına yaklaşan hangi performansı görebildik bu sene?
2) Öyle sanıldığı gibi kaliteli bir kadrosu yok Galatasaray'ın. Dengeden yoksun, 2-3 adamın kısır futbol bilgisi ile organizasyon ve sistemden yoksun adımlar ile aldığı kararların sonuçları ortada. 2 yılda Adnan Sezgin'in yaptığı transferlerin verimi ortada: Lincoln, Linderoth, Servet, Hakan, Volkan Yaman, Yaser, Serkan Kurtuluş...Hagi-Popescu gibi dünya yıldızlarını bünyesinde barındırmış bir kulübün Lincoln ile yaşadığı problemin altında büyük oranda yönetim zaafı yatmaktadır. Bu adamın idare edilememesinde özellikle Adnan Sezgin'in büyük payı olduğunu düşünüyorum. Yaser, Serkan ve Volkan'ı es geçiyorum, hangi mantıkla Galatasaray2a trasnfer edildi çok merak ediyorum. Hakan Balta'nın transferinin ardından 1-2 ay geçtikten sonra notunu vermiştim. Ergün, Hakan Ünsal gibi adamları görmüş olanlar için sol bek sayılamayacağı belliydi. Bugün değerli gibi görünmesinin tek sebebi bu kadar genç nüfusa sahip bir ülkeden yaşanan sol bek sıkıntısıdır. Bir nevi Koyun-Keçi-Abdurrahman Çelebi hikayesi yani.
3) Gelecek vaad ediyor diye yıllarca oyuncu beslemenin manası yok. Şansını kullanamayan Aydın gibi adamlarla bağını fazla uzatmadan koparacaksın.
4) Kaliteli yerli futbolcuların temeline eklenen yabancılar olmadıkça bir daha 2000 yılındaki başarının yanından geçilemez. Şu andaki kadroda 2 ileri bir geri bitirir sezonu eğer adam akıllı takviye yapılmaz ise özellikle de orta sahaya. Topal-Barış-Sarp-Ahyan dörtlüsü çok adamı kalpten görürür, futboldan soğutur bu sene.
5) Futbolda yetenek kadar zeka da önemli. Hem futbolcunun hem de antrenörün zekisi makbul. Aynı hataları yapan, yanlışlıklardan ders çıkaramayanlar futbolu dayanılmaz boyutlara getiriyor.
Futbol basit bir oyun değildir, ama onu zorlaştıran kesinlikle yeterli muhakeme ve yorumlama yeteneği olmayan insanlardır. Biz bazı değerleri, kişileri gereğinden fazla büyütüyoruz galiba. Böylesine bir maçta sahaya çıkan kadroda sağ bekte Alparslan'ı görünce Rijkaard'ın geçmişine saygı duyarak ama gereğinden fazla büyütüldüğü sorgulamalarını da kafamdan geçirerek ayrıldım ekran başından dün gece. Erken konuşmaktan hiç haz etmem, dolayısı ile zamanın en iyi ilaç olduğu gerçeğinden hareketle teknik ekibin adımlarının daha yakından takip edilmesi, daha dikkatle izlenmesi ve artık "onlar yapıyorsa vardır bir bildikleri" mantığından sıyrılınması gerektiğini düşünüyorum.
14 Aralık 2009
UK Championship
Müthiş bir yarı final, ardından da nefes keseci final... 2009 kesinlikle Ding'in yılı oldu. 2006 sonrasında hep belirli noktalara kadar gelen ama çeyrek finallerin ötesini göremeyen Ding, önce Glasgow'da Robertson ile final oynadı ardından Ada'da kupaya uzandı, sezonu en fazla puan toplayan oyuncu olarak tamamladı. Tabiki kupadan daha çok maç sonrası Higgins'in "İlerleyen zamanda Dünya Şampiyonu olabileceğine beni ikna etti" cümlesi çok daha anlamlıydı.
Carter ile oynanan 9-8'lik seri Çinli oyuncu için turnuvanın dönüm noktasıydı. Geriden gelerek aldığı o maç sonrası Maguire'ı nispeten kolay geçti yarı finalde. Diğer tarafta ise Ronnie-Higgins eşleşmesi bekliyordu izleyenleri. Çok çekişmeli bir mücadele beklerken skor birden 8-2'ye geliverdi. Ardından yavaş yavaş Rocket'in adımları hissedilmeye başlandı. Üst üste inanılmaz sayılar, şanslı sayılar, garip tuşlamalar ile gelen potlar Higgins'i tedirgin etmeye başladı. Hatta "tamam şimdi sıra bende diyerek ayağa kalkıp" Ronnie'nin inanılmaz şansı ile aldığı sayılar sonucu yerine oturduğu 2 anı çok net hatırlıyorum. 8-8 gelen skor ve şans faktörü gecenin galibinin Sullivan olacağını düşündürmüştü ki herkese Higgins son frame'i alarak ismini finale yazdırmayı bildi ama ne çektiğini en iyisi kendisi bilir.
Finalde ise baştan sona denge hakimdi. Ding'in 1 sayılık öne geçişleri ve ardından Higgins'in yakalayışı ile 6-6'ya kadar geldi seri. Derken Higgins 13. frame'i alarak skoru 7-6 'ya getirdi. Aslında avantajı daeline geçirdiğini düşünmüştüm, çünkü Ding'in bu baskıya dayanamayacağını düşünmüştüm, 14. frame bu açıdan maçın dönüm noktasıydı. Higgins sazı eline almışve frame'i sonlandırmaya, aradaki farkı 2'ye çıkarmaya yaklaşmışken sağ ortaya doğru gönderdiği mavinin inadı pahalıya patladı O'na. Ding önce skoru eşitledi, daha sonra skoru 10-8'lik skor ile kupaya uzanıp 100 bin pound'un sahibi oldu.
Geçici sıralamada ilk 16 dışına çıkma tehdidini hisseden, hep belirli noktalarda takılan Ding için bir milat olarak görmek yanlış olmaz bu şampiyonluğu. Yeteneği ve oyun görgüsü ile en tepelere gelebilecek potansiyele sahip olduğu aşikar ve bu kupa ile yolundaki engelleri kaldırma adına önemli bir adım atmış oldu.
Carter ile oynanan 9-8'lik seri Çinli oyuncu için turnuvanın dönüm noktasıydı. Geriden gelerek aldığı o maç sonrası Maguire'ı nispeten kolay geçti yarı finalde. Diğer tarafta ise Ronnie-Higgins eşleşmesi bekliyordu izleyenleri. Çok çekişmeli bir mücadele beklerken skor birden 8-2'ye geliverdi. Ardından yavaş yavaş Rocket'in adımları hissedilmeye başlandı. Üst üste inanılmaz sayılar, şanslı sayılar, garip tuşlamalar ile gelen potlar Higgins'i tedirgin etmeye başladı. Hatta "tamam şimdi sıra bende diyerek ayağa kalkıp" Ronnie'nin inanılmaz şansı ile aldığı sayılar sonucu yerine oturduğu 2 anı çok net hatırlıyorum. 8-8 gelen skor ve şans faktörü gecenin galibinin Sullivan olacağını düşündürmüştü ki herkese Higgins son frame'i alarak ismini finale yazdırmayı bildi ama ne çektiğini en iyisi kendisi bilir.
Finalde ise baştan sona denge hakimdi. Ding'in 1 sayılık öne geçişleri ve ardından Higgins'in yakalayışı ile 6-6'ya kadar geldi seri. Derken Higgins 13. frame'i alarak skoru 7-6 'ya getirdi. Aslında avantajı daeline geçirdiğini düşünmüştüm, çünkü Ding'in bu baskıya dayanamayacağını düşünmüştüm, 14. frame bu açıdan maçın dönüm noktasıydı. Higgins sazı eline almışve frame'i sonlandırmaya, aradaki farkı 2'ye çıkarmaya yaklaşmışken sağ ortaya doğru gönderdiği mavinin inadı pahalıya patladı O'na. Ding önce skoru eşitledi, daha sonra skoru 10-8'lik skor ile kupaya uzanıp 100 bin pound'un sahibi oldu.
Geçici sıralamada ilk 16 dışına çıkma tehdidini hisseden, hep belirli noktalarda takılan Ding için bir milat olarak görmek yanlış olmaz bu şampiyonluğu. Yeteneği ve oyun görgüsü ile en tepelere gelebilecek potansiyele sahip olduğu aşikar ve bu kupa ile yolundaki engelleri kaldırma adına önemli bir adım atmış oldu.
09 Aralık 2009
Aykut Kocaman & Sportif Direktörlük
Aykut Kocaman zeki adamdır, konuşmasını bilir ve duygularını ifade etmekte fazla zorlanmaz ama dün yapılan basın toplantısında oldukça sıkıntılı ve durgun görünüyordu. Belli ki sistemde işlemeyen şeyler var can sıkıcı olan ve şu an için aşılmakta zorlanan.
Aziz Yıldırım'ın tamamiyle iyi niyeti ile yapmış olduğu bir hamledir Aykut Kocaman'ın Sportif Direktörlüğe getirilmesi tıpkı geçen sezonun başında yapılan Aragones tercihi gibi ama kararlar verilirken olayların enine boyuna değerlendirilmediği de ortada.
Olayı Fenerbahçe & Sportif Direktörlük & Akut Kocaman üçgeninde değerlendirince yaşanılan sıkıntıların en aza indirgenmesi pekala mümkündü. Eğer siz organizasyonel değişikliğe - yeniliğe gidiyorsanız mevcut yapı içerisinde, ortaya çıkan yeni durumda ,ki burada Sportif Direktörlük konumu böyle bir duruma işaret ediyor, sistemden kısa zamanda maksimum verimi almanın 2 yolu vardır:
1) Yeni bir alan ortaya koyuyorsanız ve bu şirket için de tecrübe edilmemiş bir yapıda ise arızayı en aza indirmek için başka yerlerde bu ve buna benzer görevde bulunmuş kişileri kullanarak sahip olduğunuz organizasyonun bu kişi ya da kişilerin tecrübelerinden yararlanmasını sağlarsınız.
2) Yapınızda uzun zamandır varolan bir alan ise geçmişten gelen tecrübe ise bu görevin gerekleri organizasyonun genlerine tecrübe olarak eklenmiştir. Siz bu konuma tecrübesiz kişileri getirseniz de organizasyonun bünyesindeki tecrübenin çizmiş olduğu yol ve sınırlar ile sıkıntıları minimuma indirgemiş olursunuz.
Fenerbahçe'nin uyguladığı model yukarıdaki 2 kurguya da uymuyor. Hem kurum için yepyeni bir konum hem de göreve getirilen kişi açısından içerisinin nasıl doldurulması gerektiği tam olarak bilinmeyen bir görev birleşimi var. 2 tecrübesizin buluşmasında bu sıkıntıların yaşanılmasından daha doğal bir süreç olamazdı zaten.
Burada yaşanan sıkıntılardan daha önemlisi ilerleyen dönemde nasıl hareket edileceği konusu. Henüz istenilen yapı kurulamamış ve sistem içerisinde sıkıntılar yaşanıyor olsa da gereken sabır gösterilip birşeylerin yerleşmesi beklenecek mi? Aykut Kocaman'ın hem kendisinin hem de kulübün tecrübesizliğini aşması gerekiyor işi hiç de kolay görünmüyor.
Aziz Yıldırım'ın tamamiyle iyi niyeti ile yapmış olduğu bir hamledir Aykut Kocaman'ın Sportif Direktörlüğe getirilmesi tıpkı geçen sezonun başında yapılan Aragones tercihi gibi ama kararlar verilirken olayların enine boyuna değerlendirilmediği de ortada.
Olayı Fenerbahçe & Sportif Direktörlük & Akut Kocaman üçgeninde değerlendirince yaşanılan sıkıntıların en aza indirgenmesi pekala mümkündü. Eğer siz organizasyonel değişikliğe - yeniliğe gidiyorsanız mevcut yapı içerisinde, ortaya çıkan yeni durumda ,ki burada Sportif Direktörlük konumu böyle bir duruma işaret ediyor, sistemden kısa zamanda maksimum verimi almanın 2 yolu vardır:
1) Yeni bir alan ortaya koyuyorsanız ve bu şirket için de tecrübe edilmemiş bir yapıda ise arızayı en aza indirmek için başka yerlerde bu ve buna benzer görevde bulunmuş kişileri kullanarak sahip olduğunuz organizasyonun bu kişi ya da kişilerin tecrübelerinden yararlanmasını sağlarsınız.
2) Yapınızda uzun zamandır varolan bir alan ise geçmişten gelen tecrübe ise bu görevin gerekleri organizasyonun genlerine tecrübe olarak eklenmiştir. Siz bu konuma tecrübesiz kişileri getirseniz de organizasyonun bünyesindeki tecrübenin çizmiş olduğu yol ve sınırlar ile sıkıntıları minimuma indirgemiş olursunuz.
Fenerbahçe'nin uyguladığı model yukarıdaki 2 kurguya da uymuyor. Hem kurum için yepyeni bir konum hem de göreve getirilen kişi açısından içerisinin nasıl doldurulması gerektiği tam olarak bilinmeyen bir görev birleşimi var. 2 tecrübesizin buluşmasında bu sıkıntıların yaşanılmasından daha doğal bir süreç olamazdı zaten.
Burada yaşanan sıkıntılardan daha önemlisi ilerleyen dönemde nasıl hareket edileceği konusu. Henüz istenilen yapı kurulamamış ve sistem içerisinde sıkıntılar yaşanıyor olsa da gereken sabır gösterilip birşeylerin yerleşmesi beklenecek mi? Aykut Kocaman'ın hem kendisinin hem de kulübün tecrübesizliğini aşması gerekiyor işi hiç de kolay görünmüyor.
07 Aralık 2009
Galatasaray 1:1 İ.B.B
Haftalar sonra oynanan böylesine domine bir oyundan sonra son saniye golüyle puan kaybedip, liderlik fırsatını tepmek, rakiplerin 3 puansız kapadıkları haftada altın tepsi ile sunulanları elinin tersi ile itmek, geçen senenin benzeri bir filmi yeniden izliyor olmak... Galatasaray adına gecenin sonu gerçekten de san sıkıcı oldu, oysa oyunun 70 dakikalık bölümü farklı şeyler sunuyordu izleyenlere.
Maç sonrası Rijkaard'da bu farklılıktan dem vurup son 15-20 dakikadaki negatif değişimden bahsetti ama bu geriye çekilişteki en büyük payın kendisinde olduğunu henüz keşfetmemişti. Bursa deplasmanında denediği saçma sapan ileri uçsuz anlayışa dönüşü ve Nonda gibi topu ileride tutan, ilk golde olduğu gibi sırtı dönük topu alıp kanattaki arkadaşına açabilen bir adamı kenara alarak hem 3. bölgede top ile oynama oranının düşüşüne hem de rakip stoperlerin daha özgür hareket ederek ileriye çıkışlarına imkan vererek gecenin olumsuzluğunun altına imzasını kondurmuştur. Maçın sonlarına doğru Aydın'ı alması topu ileriye hızlı taşıma düşüncesi ile açıklanabilirse de bu adamın artık bu takımda sadece önde iken top sürmesi amacıyla tutulacak bir karakter olmadığı, yakın zamanda son 2-3 yıllık zaman diliminde alamadığı yolu önümüzdeki zamanda almasını beklemenin yersizliği görülmeli.
Fenerbahçe maçından itibaren alınan yolda en tempolu maçını oynadı dedik Galatasaray için ama her zaman yazdığım gibi futbolun bir de rakip takım ayağı olduğunu unutmamak lazım. Abdullah Avcı'nın Galatasaray'daki eksikliği görüp oyunu önde basarak oynamaya çalışacağını düşünmüştüm, ama beklenenin aksine daha çok yarı alanında alan savunması ile oynama düşüncesi ile çıkardı takımını sahaya. Galatasaray'ın ekmeğine yağ süren temel anlayış da bu oldu. 45 ile 70. dakikalar arasında stoperlerin de ileri çıkışları ile takımın boyunun kısalması, rakibin yarı alanına hapsedilmesi bu anlayış ile çok bağlantılı. Oysa Galatasaray'ın defansına ve orta sahasına baskı yaparak stoperlerin zaten sorunlu yapıları ile yarı sahalarına hapsolmasını ve ortadaki oyuncuların da top çıkarmak amacıyla bunlara yaklaşmasını sağladığınız zaman takım içi arızaları daha kolay meydana çıkarıyorsunuz.
Bu açından bakıldığı zaman Galatasaray'ın bu akşamki olumlu çizgisinin farklı karakterdeki en azından yukarıda bahsedilen defoları kullanmaya meyilli anlayışa sahip takımlar ile karşılaşıldığı zaman sahaya nasıl yansıyacağını da görmek gerekiyor daha sağlıklı analiz yapmak için. Salt bu 90 dakika özelinde konuşacak olursak da takım boyunu kısaltıp dönen topları alma, rakibi sahasına hapsetme, ayağa isabetli pas, zaman zaman yapılan oyunun yönünü değiştirme uygulamaları gayet yerindeydi. Zaten son dakika golünün yarattığı yıkımın en büyük sebebi de takımın mevcut potansiyeli ile sahaya konulanbilecek iyi oyunlardan birinin ardından bu denli ucuz puan kaybedilmesiydi.
Galatasaray'ın mevcut kadrosu ile bu tür inişli çıkışlı grafik sergilemesi gelecek adına beklenebilecek bir durum. Mevcut kadronun hücumcu-savunması orta saha oyuncuları açısından dengesizliği de göz önüne alındığında bugün Keita yarın Elano,Kewell gibi başka bir ismin kenarda olması gayet doğal. Yarın tartışmalar Keita'nın oynatılmaması üzerinde yoğunlaşabilir ama Rijkaard açısından Keita'nın zor bir isim olduğunu belirtmek lazım. Fazlasıyla çaba sarf ediyor olumlu şeyler yapmak için ama öyle bir dengesiz tarafı da var ki takım disiplininde uzaklaşmasına ve hatalı paslar yapmasına sebep olan kadroya yazarken kararsız kalınmasını eleştirmek ucuz olur.
Zirveden kopmamış olmak yapılan puan kayıplarının telafisi olduğunu gösteriyor. O nedenle bu maçlardan alınacak ders: 2. golü bulmakta, oyunu koparmada yaşanılan sıkıntıların çözülmesi üzerine kafa yorulması. Bunun yolu da orta saha oyuncularının oyunun 2 yönünü oynayabilecek adamlar olmasından geçiyor. Hücuma da ofansa da dengeli destek veren isimler katılabilirse kadroya ilerleyen dönem de daha az arıza yaşanacaktır. Bu akşam çok net bir pozsiyon var: Mustafa Sarp'ın kontrol edemeği topu ardından Arda'nın çizgiye indiği anda kale sahasının içerisinde tek isim arka tarafta 2 oyuncunun markajında bulunan Nonda idi. Oysa bu tür durumlarda orta sahanın daha fazla destek vermesi ve boşluklara kaçması lazım.
Bireysel olarak sadece defansın göbeğindne bahsderek konuyu kapatmak istiyorum. Mehmet Topal'ın sahip olduğu özellikler, potansiyel itibari ile en verimli olacağı yerin defansın göbeği olduğunu söylemiştim, bu akşam da bunu doğrulatır tarzda oynadı. Gökhan'ın çok daha üstünde bir performansla sahadaydı. Servet'e gelince her pozisyonda vücudunu kullanarak durumu kotarmaya çalışması başına iş açacak. Benden söylemesi...
Hakem konusuna gelince, üzerine bu kadar fazla gidilmesi çok da anlamlı değil ama golden önceki faulün diğer yarı alandan Galatasaray tarafına yaklaşık 10 metre taşınmasının gözden kaçması çok da kabullenilir değil. Özellikle de yardımcı hakemin de tam orada olup müdahale şansı olduğu düşünüldüğünde.
Maç sonrası Rijkaard'da bu farklılıktan dem vurup son 15-20 dakikadaki negatif değişimden bahsetti ama bu geriye çekilişteki en büyük payın kendisinde olduğunu henüz keşfetmemişti. Bursa deplasmanında denediği saçma sapan ileri uçsuz anlayışa dönüşü ve Nonda gibi topu ileride tutan, ilk golde olduğu gibi sırtı dönük topu alıp kanattaki arkadaşına açabilen bir adamı kenara alarak hem 3. bölgede top ile oynama oranının düşüşüne hem de rakip stoperlerin daha özgür hareket ederek ileriye çıkışlarına imkan vererek gecenin olumsuzluğunun altına imzasını kondurmuştur. Maçın sonlarına doğru Aydın'ı alması topu ileriye hızlı taşıma düşüncesi ile açıklanabilirse de bu adamın artık bu takımda sadece önde iken top sürmesi amacıyla tutulacak bir karakter olmadığı, yakın zamanda son 2-3 yıllık zaman diliminde alamadığı yolu önümüzdeki zamanda almasını beklemenin yersizliği görülmeli.
Fenerbahçe maçından itibaren alınan yolda en tempolu maçını oynadı dedik Galatasaray için ama her zaman yazdığım gibi futbolun bir de rakip takım ayağı olduğunu unutmamak lazım. Abdullah Avcı'nın Galatasaray'daki eksikliği görüp oyunu önde basarak oynamaya çalışacağını düşünmüştüm, ama beklenenin aksine daha çok yarı alanında alan savunması ile oynama düşüncesi ile çıkardı takımını sahaya. Galatasaray'ın ekmeğine yağ süren temel anlayış da bu oldu. 45 ile 70. dakikalar arasında stoperlerin de ileri çıkışları ile takımın boyunun kısalması, rakibin yarı alanına hapsedilmesi bu anlayış ile çok bağlantılı. Oysa Galatasaray'ın defansına ve orta sahasına baskı yaparak stoperlerin zaten sorunlu yapıları ile yarı sahalarına hapsolmasını ve ortadaki oyuncuların da top çıkarmak amacıyla bunlara yaklaşmasını sağladığınız zaman takım içi arızaları daha kolay meydana çıkarıyorsunuz.
Bu açından bakıldığı zaman Galatasaray'ın bu akşamki olumlu çizgisinin farklı karakterdeki en azından yukarıda bahsedilen defoları kullanmaya meyilli anlayışa sahip takımlar ile karşılaşıldığı zaman sahaya nasıl yansıyacağını da görmek gerekiyor daha sağlıklı analiz yapmak için. Salt bu 90 dakika özelinde konuşacak olursak da takım boyunu kısaltıp dönen topları alma, rakibi sahasına hapsetme, ayağa isabetli pas, zaman zaman yapılan oyunun yönünü değiştirme uygulamaları gayet yerindeydi. Zaten son dakika golünün yarattığı yıkımın en büyük sebebi de takımın mevcut potansiyeli ile sahaya konulanbilecek iyi oyunlardan birinin ardından bu denli ucuz puan kaybedilmesiydi.
Galatasaray'ın mevcut kadrosu ile bu tür inişli çıkışlı grafik sergilemesi gelecek adına beklenebilecek bir durum. Mevcut kadronun hücumcu-savunması orta saha oyuncuları açısından dengesizliği de göz önüne alındığında bugün Keita yarın Elano,Kewell gibi başka bir ismin kenarda olması gayet doğal. Yarın tartışmalar Keita'nın oynatılmaması üzerinde yoğunlaşabilir ama Rijkaard açısından Keita'nın zor bir isim olduğunu belirtmek lazım. Fazlasıyla çaba sarf ediyor olumlu şeyler yapmak için ama öyle bir dengesiz tarafı da var ki takım disiplininde uzaklaşmasına ve hatalı paslar yapmasına sebep olan kadroya yazarken kararsız kalınmasını eleştirmek ucuz olur.
Zirveden kopmamış olmak yapılan puan kayıplarının telafisi olduğunu gösteriyor. O nedenle bu maçlardan alınacak ders: 2. golü bulmakta, oyunu koparmada yaşanılan sıkıntıların çözülmesi üzerine kafa yorulması. Bunun yolu da orta saha oyuncularının oyunun 2 yönünü oynayabilecek adamlar olmasından geçiyor. Hücuma da ofansa da dengeli destek veren isimler katılabilirse kadroya ilerleyen dönem de daha az arıza yaşanacaktır. Bu akşam çok net bir pozsiyon var: Mustafa Sarp'ın kontrol edemeği topu ardından Arda'nın çizgiye indiği anda kale sahasının içerisinde tek isim arka tarafta 2 oyuncunun markajında bulunan Nonda idi. Oysa bu tür durumlarda orta sahanın daha fazla destek vermesi ve boşluklara kaçması lazım.
Bireysel olarak sadece defansın göbeğindne bahsderek konuyu kapatmak istiyorum. Mehmet Topal'ın sahip olduğu özellikler, potansiyel itibari ile en verimli olacağı yerin defansın göbeği olduğunu söylemiştim, bu akşam da bunu doğrulatır tarzda oynadı. Gökhan'ın çok daha üstünde bir performansla sahadaydı. Servet'e gelince her pozisyonda vücudunu kullanarak durumu kotarmaya çalışması başına iş açacak. Benden söylemesi...
Hakem konusuna gelince, üzerine bu kadar fazla gidilmesi çok da anlamlı değil ama golden önceki faulün diğer yarı alandan Galatasaray tarafına yaklaşık 10 metre taşınmasının gözden kaçması çok da kabullenilir değil. Özellikle de yardımcı hakemin de tam orada olup müdahale şansı olduğu düşünüldüğünde.
04 Aralık 2009
Tatsız Tutsuz // GS 1:0 Pana
Lafı eveleyip gevelemeden mevzuya girelim: Tatsız tuzsuz bir maç oldu. Futbol tek taraflı bir oyun değil, rakibin potansiyeli de sizin sahadaki durumunuzu belirliyor. Geçen sene Şampiyonlar Ligi'nde Werder Bremen'i geride bırakıp Inter ile beraber gruptan çıkmayaı başaran ve buu yaparken de Juseppe Meaza'da Mourinho'yu deviren Pana, bu sene gerçekten tanınmayacak halde. Bu pasiflik içerisinde Galatasaray'ı fazla zorlaması beklenemezdi zaten ama zaman zaman Sarı-Kırmızılılar'ın o bilindik dengesizliği işin içine girince kalede tehlikeler yarattılar. Mustafa Topal'ın sona dama faulsüz müdahalesi maçın dönüm noktasıydı. Kaleden gelen tek top ile defansta bırakılan boşluğun arasına rakibin sızmasını "Arada olur böyle şeyler" denilerek geçiştirilecek türden olmamalı.
Galatasaray son 3-4 haftadaki trendin aksine 2 ön libero orjinli oyuncu ve önlerinde Elano ile çıktı sahaya. Yaklaşık 1 aylık bu süre zarfında yaşanılan gol sıkıntısının ardından hücum gücü yüksek oyuncular ile de bu 3'lüyü oluşturmak yoluna gitmesi gayet normal teknik ekibin. Bu bir düşüncedir, uygulamaya çalışırsınız ama elinizdeki oyuncuların kalitesi bu planın işlerliğinin kalitesini belirler. Bu anlamda Topal ve Sarpın kalitesi ortada ve sınırlı ki bu kısıt içerisinde Sarp kapasitesini sonuna kadar da zorlayan bir adam. Elano ise bu maçta daha gayretli bir çizgide olsa da total verimliliği açısından çok da tatmin edici değildi.
Elano açısından yaşanan sıkıntı aslında hep daha önce de üzerinde durduğumuz kardo planlaması ve dengesi ile alakalı. Elano'nun genel özelliklerine bakınca, tek pasa dayalı bir tarzı olan çapraz-uzun paslar ile oyunun yönünü değiştirebilen ve belirli seviyeye kadar oyunu yeterli olmasa da 2 yönlü oynamaya çalışan bir yapısı olduğu görülüyor. Bunun yanında adam eksiltme, dikine dripling yapma, ince ara pasları atabilme, tempolu oynayabilme konusunda ise eksikleri olduğu hatta bu tipte bir adam olmadığı ortada. Takım yapınıza göre Brezilyalı sistem içerisinde verimli olabilir ama söz konusu Galatasaray olduğunda bu birlikteliğin sağlıklı olması çok zor.
Peki neden? Galatasaray'ın tempolu olarak topu ileri taşıyacak oyuncu sayısı çok az. Örneğin orta sahada bu tipte oyuncu yok. Ayhan oyuna sonradan girmesine ve daha diri olmasına rağmen bunu yapamadı ki bundan sonra da çok kolay değişl yapabilmesi. Bunun dışında Kewell, Arda gibi isimlerin de dripling gücü ve temposu yüksek oyuncular olduğunu söylemek zor. Keita biraz daha bu sınıfa girse de zaman geçtikçe Galatasaray'daki geleceği hakkında soru işaretleri doğuracak bir çizgiye doğru ilerliyor. Dengesiz yapısı ve oyun disiplininde kopmaya meyilli tarzı Keita'yı tercih edilebilir bir oyuncu olmaktan çabucak çıkarıyor. Elano'dan sonra Keita'nın veriminin yüksek olamayacağı kanısına kapılıyorum yavaş yavaş. Neyse, hal bu iken Elano'nu bu durağan yapısı Galatasaray'ın ihtiyacı olan şey değil. Maç 1-0 iken topu alıp, ileri taşıyabilecek, tempolu, verkaç girecek oyuncu tipine ihtiyaç duyulurken Brezilyalı fazlasıyla lüks kaçıyor ve kaçmaya da devam edecek mevcut kadro içerisinde.
Arda'nın ilk yarıdaki iştahlı futbolu, Barış'ın ve Sarp'ın mücadele gücü, Nonda'nın topu saklama becerisi ve Sabri'nin zaman zaman yaptığı iyi çıkışlar dışında pek olumlu cümle sarfetmek zor bu maçta. Ten Cate, maç öncesinde "Galatasaray'ın zaaflarını biliyoruz" şeklinde demeç vermişti, ama şu maça bakınca rakibini tek bir 90 dakika bile izlediğinden şüphe duyuyor insan. Galatasaray'a önde baskı yapan her takım istediğini almışken, kendi yarı sahasında bu kadar pas yapan bir takıma karşı baskı yapmazsanız yediğiniz 1 gole yanarsınız.
Galatasaray için yapılacak istatistikler de daha fazla pas yapıldığı ve geçmiş maçlara göre gelişme kaydedildiğinden dem vurulacak, sakın kanmayın derim. Rakibin bu kadar rahat bıraktığı bir takımın bu kadar pas yapma becerisinin olmamasına şaşırmak gerekir. Yani geçmiş maçlara göre çok fazla bir gelişim kaydedildiğini söylemek kolay değil. Süreci ve getirilerini izlemek gerekiyor.
Son 2 yılda, geçmişteki 5-6 yılın aksine Avrupa semalarında sergilenen duruş sevindirici ama Hamburg hayalleri falan kurmak için elde sebep yok. Bu futbolun üstüne konulacak çok şey, en önemlisi kadroya yapılması gereken 2-3 takviye var.( Bu bağlamda Gökhan'ın sakatlanması belki de hayırlı bile olabilir defansa takviyeyi hızlandırması açısından. ). Gerçekleri görmek, sonuçlara aldanmamak gerek. Motivasyon artışı dışında değişen fazla bir şey yok şimdilik.
Galatasaray son 3-4 haftadaki trendin aksine 2 ön libero orjinli oyuncu ve önlerinde Elano ile çıktı sahaya. Yaklaşık 1 aylık bu süre zarfında yaşanılan gol sıkıntısının ardından hücum gücü yüksek oyuncular ile de bu 3'lüyü oluşturmak yoluna gitmesi gayet normal teknik ekibin. Bu bir düşüncedir, uygulamaya çalışırsınız ama elinizdeki oyuncuların kalitesi bu planın işlerliğinin kalitesini belirler. Bu anlamda Topal ve Sarpın kalitesi ortada ve sınırlı ki bu kısıt içerisinde Sarp kapasitesini sonuna kadar da zorlayan bir adam. Elano ise bu maçta daha gayretli bir çizgide olsa da total verimliliği açısından çok da tatmin edici değildi.
Elano açısından yaşanan sıkıntı aslında hep daha önce de üzerinde durduğumuz kardo planlaması ve dengesi ile alakalı. Elano'nun genel özelliklerine bakınca, tek pasa dayalı bir tarzı olan çapraz-uzun paslar ile oyunun yönünü değiştirebilen ve belirli seviyeye kadar oyunu yeterli olmasa da 2 yönlü oynamaya çalışan bir yapısı olduğu görülüyor. Bunun yanında adam eksiltme, dikine dripling yapma, ince ara pasları atabilme, tempolu oynayabilme konusunda ise eksikleri olduğu hatta bu tipte bir adam olmadığı ortada. Takım yapınıza göre Brezilyalı sistem içerisinde verimli olabilir ama söz konusu Galatasaray olduğunda bu birlikteliğin sağlıklı olması çok zor.
Peki neden? Galatasaray'ın tempolu olarak topu ileri taşıyacak oyuncu sayısı çok az. Örneğin orta sahada bu tipte oyuncu yok. Ayhan oyuna sonradan girmesine ve daha diri olmasına rağmen bunu yapamadı ki bundan sonra da çok kolay değişl yapabilmesi. Bunun dışında Kewell, Arda gibi isimlerin de dripling gücü ve temposu yüksek oyuncular olduğunu söylemek zor. Keita biraz daha bu sınıfa girse de zaman geçtikçe Galatasaray'daki geleceği hakkında soru işaretleri doğuracak bir çizgiye doğru ilerliyor. Dengesiz yapısı ve oyun disiplininde kopmaya meyilli tarzı Keita'yı tercih edilebilir bir oyuncu olmaktan çabucak çıkarıyor. Elano'dan sonra Keita'nın veriminin yüksek olamayacağı kanısına kapılıyorum yavaş yavaş. Neyse, hal bu iken Elano'nu bu durağan yapısı Galatasaray'ın ihtiyacı olan şey değil. Maç 1-0 iken topu alıp, ileri taşıyabilecek, tempolu, verkaç girecek oyuncu tipine ihtiyaç duyulurken Brezilyalı fazlasıyla lüks kaçıyor ve kaçmaya da devam edecek mevcut kadro içerisinde.
Arda'nın ilk yarıdaki iştahlı futbolu, Barış'ın ve Sarp'ın mücadele gücü, Nonda'nın topu saklama becerisi ve Sabri'nin zaman zaman yaptığı iyi çıkışlar dışında pek olumlu cümle sarfetmek zor bu maçta. Ten Cate, maç öncesinde "Galatasaray'ın zaaflarını biliyoruz" şeklinde demeç vermişti, ama şu maça bakınca rakibini tek bir 90 dakika bile izlediğinden şüphe duyuyor insan. Galatasaray'a önde baskı yapan her takım istediğini almışken, kendi yarı sahasında bu kadar pas yapan bir takıma karşı baskı yapmazsanız yediğiniz 1 gole yanarsınız.
Galatasaray için yapılacak istatistikler de daha fazla pas yapıldığı ve geçmiş maçlara göre gelişme kaydedildiğinden dem vurulacak, sakın kanmayın derim. Rakibin bu kadar rahat bıraktığı bir takımın bu kadar pas yapma becerisinin olmamasına şaşırmak gerekir. Yani geçmiş maçlara göre çok fazla bir gelişim kaydedildiğini söylemek kolay değil. Süreci ve getirilerini izlemek gerekiyor.
Son 2 yılda, geçmişteki 5-6 yılın aksine Avrupa semalarında sergilenen duruş sevindirici ama Hamburg hayalleri falan kurmak için elde sebep yok. Bu futbolun üstüne konulacak çok şey, en önemlisi kadroya yapılması gereken 2-3 takviye var.( Bu bağlamda Gökhan'ın sakatlanması belki de hayırlı bile olabilir defansa takviyeyi hızlandırması açısından. ). Gerçekleri görmek, sonuçlara aldanmamak gerek. Motivasyon artışı dışında değişen fazla bir şey yok şimdilik.
03 Aralık 2009
Geri Dönüş
Forma skandalının ardından yönetimin en etkin isimlerinden Yiğit Şardan'ın istifası yaşanan olayın an ağır bedeli olmuştu. En az sorumluluk taşıyanlardan biri olmasına rağmen şube başkanı olarak bedeli ödemek istemişti. Adnan Polat'da kendisinin öneminin farkında olacak ki aradan kısa süre geçmesine rağmen yeni yapılanmaya giderek yönetim kurulunun kapısından içeri girmesini sağladı. Yaşanan krizin ardından en sevindirici gelişme bu olsa gerek Galatasaraylılar adına.
Galatasaray Spor Kulübü Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığından istifa eden Sayın Yiğit Şardan, Yönetim Kurulumuzun 3 Aralık 2009 tarihinde almış olduğu kararlarla Galatasaray Spor Kulübü Başkan Danışmanlığı ve Galatasaray İletişim Hizmetleri A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerine atanmıştır.
Sayın Adil Emecan Yönetim Kurulu yedek üyeliğinden, Yönetim Kurulu asli üyeliğine atanmıştır.
Kulübümüz Yönetim Kurulu yeni görev dağılımı ise aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.
Başkan: Adnan Polat
2. Başkan: Mehmet Helvacı
Başkan Yardımcısı -Mali ve İdari İşler: Ali Haşhaş
Başkan Yardımcısı -Sportif Faaliyetler: Haldun Üstünel
Genel Sekreter: Mümtaz Tahincioğlu
Muhasip Üye: Işın Çelebi
Veznedar Üye: Murat Yalçındağ
Sayın Yiğit Şardan, Sayın Ali Haşhaş, Sayın Haldun Üstünel, Sayın Işın Çelebi ve Sayın Adil Emecan’a yeni görevlerinde başarılar dileriz.
Saygılarımızla
Galatasaray Spor KulübüYönetim Kurulu
Galatasaray Spor Kulübü Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığından istifa eden Sayın Yiğit Şardan, Yönetim Kurulumuzun 3 Aralık 2009 tarihinde almış olduğu kararlarla Galatasaray Spor Kulübü Başkan Danışmanlığı ve Galatasaray İletişim Hizmetleri A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerine atanmıştır.
Sayın Adil Emecan Yönetim Kurulu yedek üyeliğinden, Yönetim Kurulu asli üyeliğine atanmıştır.
Kulübümüz Yönetim Kurulu yeni görev dağılımı ise aşağıdaki şekilde belirlenmiştir.
Başkan: Adnan Polat
2. Başkan: Mehmet Helvacı
Başkan Yardımcısı -Mali ve İdari İşler: Ali Haşhaş
Başkan Yardımcısı -Sportif Faaliyetler: Haldun Üstünel
Genel Sekreter: Mümtaz Tahincioğlu
Muhasip Üye: Işın Çelebi
Veznedar Üye: Murat Yalçındağ
Sayın Yiğit Şardan, Sayın Ali Haşhaş, Sayın Haldun Üstünel, Sayın Işın Çelebi ve Sayın Adil Emecan’a yeni görevlerinde başarılar dileriz.
Saygılarımızla
Galatasaray Spor KulübüYönetim Kurulu
Başkan gerçekten de iyi iş çıkarmış Yiğit Şardan'ı yeniden bünyeye katarak. Önemli bir isim, son 2 yıldaki büyün projelerin altında imzası vardı.
Haldun Üstünel'in Sportif İşlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı olarka atanması da son 2 yıldaki hamlelerinin ödülü. "Sihirbaz" Ali Haşhaş'da Başkan Yardımcılığı'na getirilen diğer isim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)